PKK sınırları tanımadan vuracak

KCK Yürütme Konseyi Rıza Altun, "Türk devleti nasıl ki kendi sınırlarını aşıp Kürtleri vuruyorsa, PKK de sınırları tanımadan, Türklerin bulunduğu her yerde vuracaktır" dedi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, PKK’nin elini kolunu bağlayıp durmak gibi bir lüksü olmadığını belirterek, Türkiye’nin güçleri nerede varsa en zayıf halkasını yakalayıp vurmanın PKK’nin en meşru hakkı olduğunu söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Rıza Altun ile söyleşimizin bugünkü bölümünde KDP ile TC’nin ilişkilerini, Şengal ve Qereçox saldırısına vardırılan düzeyini, bunun kaynak ve sonuçlarını; PKK ve Kürt halkının buna karşı neler yapabileceğini, PKK Yürütme Komitesi’nin 'yeni dönem’e işaret eden açıklamasını da dikkate alarak konuştuk.

Şengal saldırısında katledilen 5 pêşmergenin kanı kurumadan Neçirvan Barzani Türkiye’ye gitti, Erdoğan’ın huzuruna çıktı. Öncesinde de saldıran Türk devleti yerine PKK’yi suçladılar. Medyaları da malum. Bütün bunlara bakıldığında KDP bu saldırının neresinde?

KDP’nin durumu geniş bir analizi; tartışmayı, konuşmayı, açılmayı gerektirir ama esas konumuz bu değil. Uzun bir süredir KDP ile Türkiye arasında stratejik ortaklığı aşan bir kader birliği var. Stratejik ortaklık, siyasal bir kavram olduğu için kendi içerisinde güçlerin biraz da özgünlüğünü ifade eder. Bunlarınki kader birliğidir. Nasıl ki Türkiye bugün kendi iktidarını sürdürmek için KDP’ye mahkumsa, KDP de kendi varlığını sürdürmek için Türkiye’ye mahkûmdur. Şimdi Erdoğan bir yanıyla Kürt düşmanlığı ve katliamı ekseni üzerinde bir iktidar ve siyaset geliştirirken, toplumda yanlış bir algı uyandırmak için KDP ile geliştirmiş olduğu ilişkilerle meseleyi örtbas ediyor, perdeliyor. Onun için de ‘benim sorunum terörledir, PKK’yledir. Bak, ben Kürt karşıtı değilim’ diyor. Kürt düşmanlığının üzerini KDP perdesiyle örtüyor. KDP, Kürt karşıtlığını yürütmek için bulunmaz bir nimettir.

KDP niye bu kadar teşne?

KDP, politik olarak iflas etmiş durumda. Özellikle DAİŞ’in ortaya çıkması ve DAİŞ’ten sonraki gelişmeler dikkate alındığında, KDP hem Kürt toplumu üzerindeki ideolojik, politik ve örgütsel etkisini kaybetti hem de DAİŞ karşısındaki tutumu, girmiş olduğu ilişki biçimleriyle aslında büyük ölçüde uluslararası ve bölgesel politikada da güç kaybına uğradı. Güney’de de büyük bir kriz ortaya çıktı, burada artık herkesten korkar bir duruma geldi.

Böylece Türkiye’ye mi yaslandı?

Türkiye’ye, bölgedeki en kötü Kürt düşmanı olan bir güce sırtını dayayarak, Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimi karşısında kendi gücünü sağlama almak istedi. Buna mahkum oldu. Türkiye, Kürt düşmanlığıyla KDP’ye; KDP ise Kürtler üzerindeki egemenlik ve hegemonya sevdasıyla Türkiye’ye mahkum oldu. Bu ilişkide artık sınır tanınmıyor. Bunun kabul edilebilir bir mantığı yok. Fakat iktidar ve çıkarlar, o kadar çok iç içe girmiş ve her ikisinin gözlerini kör etmiş ki insanın aklının alamayacağı, hiç kimsenin inanamayacağı şeyler oluyor.

KDP ile aranızdaki gerginliğin tırmanması bununla mı ilgili?

Aramızda zaten belirli bir gerginlik vardı, ancak bir süredir KDP’nin Türkiye ile güncel ilişkilerinin oldukça ileri gittiği bir durum da vardı. Mesela, bizim Güney’deki varlığımızdan rahatsız. Türkiye nasıl ki özgürlük çizgisinin öncülüğünde gelişen bütün gelişmelere düşmansa KDP de benzer bir iç politika güdüyor. Bu, ikisini birleştiriyor. Türkiye, Rojava’daki gelişmelerden rahatsız, KDP de PYD’den rahatsız. Türkiye sürekli Rojava’yı 'terörist’ diye lanse ederek uluslararası düzeyde, toplumsal algıda mahkum etmek istiyor. KDP de 'rejim işbirlikçisi, terörist ve anti demokratik' diyerek aynısını yapıyor. Bu da sözünü ettiğim kader birliğinin ürünüdür.

Şengal’de de aynı şey mi söz konusu?

Elbette, aynısı. Şengal’de, KDP kendisinin hakimiyetinin olduğu topraklardan henüz DAİŞ gelmeden bırakıp kaçmasına, orada büyük katliamlar ortaya çıkmasına rağmen bugün bir hak iddia ediyor. Orada katliamı durduran HPG, YJA Star ve YPG güçlerinin iki yıldır yürütmüş olduğu mücadele ve geliştirmek istedikleri özgürlük çizgisi KDP’yi rahatsız ediyor. Utanmazlığı, oradaki varlığı bir işgal gücü, meşru olmaya bir güç olarak görmeye vardırıyor. “Buradan çık” diye dayatıyor. Peki ama sen çıktın, orayı DAİŞ’e teslim ettin, nasıl bir hak iddia edebilirsin? Diğer taraftan Türkiye, “Ben Şengal’i yeni bir Kandil yaptırmayacağım” diyor. O zaman ikisinin hem Rojava’daki, hem de Şengal’deki siyasetleri örtüşüyor. Bizim Güney Kürdistan’daki varlığımız da KDP’yi rahatsız ediyor ve bizim burayı terk etmemizi istiyor. Türkiye de aynısını söylüyor. Bu durum uzun süredir bir gerginliğe de yol açtı.

Halbuki siz uzun süredir Ulusal Kongre için çabalıyorsunuz…

Ulusal politika belirlemek, ulusal çizgi oluşturmak ve bunu Ulusal Kongre ile taçlandırmak girişimimize yanaşmadığı gibi sabote de etti. Öbür tarafta da Türk sömürgeciliği ile ciddi düzeyde siyasi, ekonomik, diplomatik ve kültürel ilişkilere girdi.

Şimdi bazı şeyleri söylemiyoruz ama şu kadarıyla yetineyim; Amed’deki Barzani görüşmesinden Neçirvan’ın Van çıkarmasına dahil edilmesine, referandumdaki görüşmelerden Cerablus’a, Barzani’nin oradaki durumuna kadar, her şey iç içe girmiş bir vaziyettedir. Onun için Erdoğan- Bahçeli ve Barzani’nin siyaseti bu noktada örtüşüyor.

Son saldırıya KDP de dahil mi?

Gerek Rojava’ya gerekse Şengal’e hava saldırısı, KDP’nin bilgisi dışında değil. KDP’nin desteği olmadan, onaylamadan, koordinat ve bu konudaki gerekli bilgileri vermeden Türkiye’nin kalkıp 150 kilometre içerideki Şengal’i vurması söz konusu olamaz. Kesinlikle Erdoğan-Bahçeli ve Barzani’nin işbirliği vardır ve bu işbirliği çok barizdir. Hem geçmişteki ilişki biçimi, hem de olayın uygulandığı günkü gelişmelere baktığımız zaman bunu çok iyi görebiliriz. 

Türkiye bilgilendirme yaptığını saklamadı…

Türkiye zaten saklamadı. Şengal’in vurulduğu gün KDP’ye yakın basını takip ettiyseniz orada sevine sevine koordinatları kendilerinin verdiklerini açıkladılar, onlar da bunu saklamadılar. Basınıyla ve açıklamalarıyla, “PKK’nin Şengal’deki varlığı buraların vurulmasının nedenidir” dedi. Bu dehşet verici bir şeydir. Düşünün, bir Kürt katliamcısı ve inkarcısının parçalardaki Kürtler üzerindeki katliamlarını bile bile ve gelip Şengal’de yeni bir katliam yapmasını görmezlikten geldi. Bunu sorun olarak görmeden, kınamadan Türkiye’nin Şengal’i vurmasını meşrulaştırmaya çalıştı. Bunun için de PKK’nin buradaki varlığını bir argüman olarak kullandı. Bu dehşet bir şeydir. Bunun üzerinde düşünülmesi gerekir.


Yanlış siyaset veya ihanet kavramları izah etmiyor mu?

Yetmez. Öyle yanlış siyaset, kötü siyaset, yok ihanet olarak izah edilecek bir durum değil. Suçladığı PKK kimdir? 40 yıldır dört parçada Kürtlerin özgürlük mücadelesini veren bir Kürt hareketidir. 40 yıldır özgürlük mücadelesi veren bir hareketin varlığı, Kürt halkını temsili kötü ama sömürgecilerin Kürtleri vurması meşrudur, demesi dehşettir. Toplumda zihin çarpıtması, korku atmosferi, şaşırtılmış sağlıksız düşünme yaratarak; esas olarak kendisini sürekli vuran ama düşmanına da sığınarak, dayanarak var olmak isteyen bir toplumsal zihniyet yaratmayı hedefliyor. Burada herkes için şu sonuç ortaya çıkar: Türkler iyidir, Erdoğan iyidir, AKP iyidir. Bizi vurması, bizi sevmediğinden veya düşmanlığından değil, PKK’den dolayıdır. O zaman PKK’ye düşman olun, çizgisine düşman olun, onun yaptıklarına düşman olun, AKP bizim dostumuzdur. Topluma empoze edilen bu. Bu kadar ideolojik, politik, örgütsel ve toplum kimliği gerçeğinden kopuk, sadece özel savaşa, onun argümanlarına dayalı bir siyaset yapma biçiminin, literatürdeki ismi sizce ne olabilir? Kendi çıkarları için her türlü kötülüğü ve pisliği yapan, topluma en aşağılık yaşam biçimini ve düşünce sistemini dayatıp ona düşmanını sevdiren bir güç. KDP,  Şengal’de bunu yaptı/yapıyor. Şengal’de mesele sadece saldırıyla bitmedi, saldırının halkla ilişkileri yürütüldü ve bu devam ediyor.

Şengal’de yeni bir ferman tehlikesi de devam ediyor mu, bu durumda PKK’nin Şengal’deki varlığı ne anlama geliyor?

Şengal’de yeni bir fermanın bütün tehlikeleri ve dinamikleri var. Erdoğan’ın Kürt düşmanlığıyla birlikte geçmişten beri “bunlar Zerdüştî’dir” diyerek Kürt özgürlük mücadelesini, kendince karalıyor. Erdoğan’ın zihniyetinde bir Êzîdî karşıtlığı, Zerdüşt karşıtlığı var. Bu öyle sıradan değil, 'katli vacip' bir şekilde var. KDP’nin de böyle bir damarı var. Böyle bir zihniyet yapılanmasına sahip iki gücün orayı vurması, aynı zamanda bir soykırım girişiminin parçasıdır. Sadece PKK ile alakalı değil.

PKK’nin Şengal’deki varlığından neden rahatsızlar?

Rahatsız olmasının iki nedeni vardır:

* Neden bırakmadın DAİŞ sonuna kadar onları katletsin,

* Zaten darmadağın olmuştu, niye onları tekrardan topluyorsun?

Buna kızdıkları için PKK’nin orada olmasını istemiyorlar. PKK’nin oradan çıkması, Türkiye ve KDP’nin kendi siyasetlerini uygulama rahatlığı yaratıyor. Bunun anlamı da açıktır; Êzîdîlerin kendi inançlarıyla, kimlikleriyle, toplumsal varlıklarıyla yaşama imkanlarının olamayacağı bir ortam anlamına geliyor.

PKK ne zaman Şengal’e gitti?

Bu önemli bir soru, bunun yanıtını tekrarlamak lazım, çünkü unutuluyor, unutturulmak isteniyor. Kürdistan diye tabir ettiğimiz coğrafyaya birileri tecavüz ettiği, DAİŞ’in oraya girdiği ve orayı işgal etmek istediği zaman PKK gitti. Êzîdî Kürtler, en kadim Kürtlerdir. DAİŞ, Êzîdî Kürtleri katledip oradan sürmek ve ortadan kaldırmak için Şengal’e saldırdı. PKK onun için oraya gitti. PKK gider gitmez iki şey yaptı;

* DAİŞ’in katliamlarını durdurdu,

* Şengal’in bir Êzîdî Kürt bölgesi olarak kalmasını sağladı.

Mevcut varlığı da bunun sürekli olarak güvenceye alınmasıdır.

Dolayısıyla KDP, bunun karşısında Türkiye ile birlikte Şengal’de katliam yapmayı esas alıyor? Zaten Erdoğan ve devleti Kürt düşmandır, Êzîdî Kürt’ün katlini vacip gören bir zihniyettedir. KDP’nin sicili de bu konuda çok temiz değildir. Geçmişten beri KDP, Şengal ve Êzîdîlere, ulusal kimlikle yaklaşmıyor. İslam dışılığını öne çıkarıyor. Burada da Erdoğan zihniyeti ile örtüşüyor. İkisini de bir araya getiren temel şey katliam zihniyetidir.

Şengal ve Qereçox saldırısından sonra, PKK Yürütme Komitesi yaptığı açıklamada Erdoğan-Bahçeli ittifakına karşı her yerde mücadele edeceklerini söyledi. Neden 'her yerde' vurgusu yapıldı?

Çok açık. Bahçeli-Erdoğan ittifakının Kürtlere dayattığı tasfiye ve katliam sürecinin geldiği noktadır Şengal saldırısı. Kürtlere dayatılan bir katliam ve daha değişik güçlerle takviye edilmiş bir tasfiye süreci var. Bu süreç, Kürdistan bütün parçalarını kapsıyor. Kürtleri imha etmeyi esas alıyor. Bu durumda bizim önümüzde çok fazla seçenek yok.

Var olan seçenek nedir?

Yapacağımız tek şey vardır; düşmanın topyekun saldırıları karşısında topyekun bir direniş geliştirmektir. Yaptığımız da budur. Partimizin yaptığı açıklama da budur.

Bunun siyasi anlamı ya da pratik uygulamaları nasıl anlaşılabilir?

Şöyle anlaşılabilir: Bugün TC’nin hiçbir sınır tanımadan, her yerde bize saldırmasının somut bir sonucu ortaya çıktı. Türkiye’nin resmi sınırları dışında Kürt halkına saldırdı, KDP de buna çanak tuttu. KDP ile TC ittifakı, KDP-AKP-MHP ittifakı sınır tanımayan bir Kürt düşmanlığını Rojava ve Şengal gerçeğinde ortaya koydu. Bu, aynı zamanda seni yok etmek isteyen güçlere, var oldukları her yerde mücadele ve direnişle ancak varlığını koruyabileceğin anlamına geliyor. O zaman bizim de bu saldırılarda çıkaracağımız en önemli sonuç şudur: Özellikle de TC’nin Ortadoğu’da ya da dünyada nerede gücü varsa bütün bu güçlere karşı doğru bir mücadeleyle ancak katliamın önüne geçebiliriz. Yani bu aynı zamanda bizim de TC’ye karşı sınır tanımayan bir mücadele ve direniş içerisinde olmamız gerektiği sonucunu ortaya çıkarır. KDP, bize bunun yolunu açmıştır.  Bunun yolunu açan KDP’dir. KDP, Türkiye’ye çanak tutarak, Türkiye’ye koordinatlar verip de ona Şengal’i vurdururken aslında Türklerin Güney Kürdistan’daki varlığını vurmamızın yolunu açmıştır. Bunu meşrulaştırdığını ilan etmiştir.

Şimdiye kadar Güney Kürdistan’daki durumu dikkate alarak bu konuda bir tutum geliştirmedik ama bunun yolu açılmıştır. Türkiye nasıl ki gelip Şengal’de Kürtleri vuruyor ve ben PKK’yi vurdum, diyorsa o zaman Kürtler de bulunduğu yerden ve PKK bulunduğu her yerde önüne çıkacak Türk hedeflerini vurma hakkına sahiptir. Bize de böyle bir avantaj çıkmıştır. Türkiye’nin Güney Kürdistan’da çok yaygın olarak güçleri var. Kanimasi’den tut Bamerne’ye, Bamerne’den Başika’ya kadar, oradan Altın Köprü’ye kadar 13 yerde odakları vardır. Bu odaklar şu anda birer hedeftir. Başta Kürt halkının hedefi ve elbette PKK’nin doğal hedefidirler. Kendine Kürt’üm diyen herkes, bu katliamın eninde sonunda kendisini de kapsayacağını düşünerek direnecek. Bu katliamların önüne geçmek için bu güce karşı harekete geçmek zorundalar.

PKK’nin elini kolunu bağlayıp durmak gibi bir lüksü yoktur. Türkiye’nin güçleri nerede varsa, en zayıf halkasını yakalayıp vurmak PKK’nin en meşru hakkıdır.

PKK’nin açıklamasıyla yeni bir dönemin başladığı söylenebilir mi?

PKK’nin açıklamasıyla birlikte şöyle bir dönemin başladığının altı çizilebilir: Şimdiye kadar bazı hassasiyetler dikkate alınarak yapılmayan şeyler bundan sonra geçerliliğini kaybetmiştir. Türkiye nasıl ki kendi sınırlarını aşıp Kürtleri vuruyor, PKK’yi vuruyorsa PKK de sınırları tanımadan, Türklerin bulunduğu her yerde vurma kararına ulaşmak ve bu kararı uygulamak zorundadır. Şimdi bunu yapacak çok güç vardır. Güney’deki siyasi hareketler bunu rahatlıkla yapabilir. Güney’de bu tür durumların ortaya çıkmasını beklemek gerekiyor. PKK de bunları gözden geçirecek, bunu yapacaktır.

Bu durumda Güney de savaş alanına dönmüş oluyor…

KDP, TC’nin gücünü arkasına alıp Güney’de güç olayım derken, Güney’i savaş alanına çevirebilecek bir riski göze almış durumdadır. TC- KDP bu siyasetlerinde ısrar ederlerse Güney Kürdistan ciddi bir savaş alanına dönüşür. Çünkü TC’nin en kirli gücü Güney Kürdistan’dadır. Eğer TC’nin gerici karakterine darbe vurulmak isteniyorsa Güney Kürdistan’daki varlığına darbe vurmak gerekir. Ne kadar ipten kurtulmuş, ne kadar toplum düşmanı varsa burada çeteleştirilerek tetikçi güç olarak kullanılmak isteniyor. Bu savaşın buraya sıçramasına çanak tutmak demektir.

Çok derin, karanlık ve kirli ekonomik ilişkiler de var. Savaşın başladığı yerde bu ekonomik ilişkileri nasıl sürdürecekler? KDP’nin TC ittifakı son derece açıktır. Sizin de söylediğiniz gibi hava saldırısı yapılmış, Güney Kürdistan’ın bir parçası vurulmuş, Güney Kürtlerinin en hassası olan Êzîdî halkı vurulmuş, burada bir katliam denemesi yapılmış ve bu yapılırken de kendi 5 pêşmergesi katledilmiş, daha bunların kanı kurumadan Neçirvan Barzani, Saray’a koşuyor. KDP’nin bütün televizyonları bu saldırıları gündemleştirmek yerine, PKK’nin varlığını gündemleştiriyor. Bu çok net.

Şunu tekrar vurguluyorum; bir güç, siyasi ve askeri anlamda TC ile ne kadar birleşmişse o kadar PKK’nin ve Kürdistan halkının karşısındadır.

TC-KDP ittifakı böyle devam ederse karşılarında PKK’nin son açıklamasının gereğini göreceklerdir. Toplumsal muhalefet, ekonomik çıkarlarını sabote, siyasal ittifakları ve askeri mücadele boyutuyla büyük bir savaş ile karşı karşıya kalırlar.

Kürt halkının dört parça Kürdistan’da ortaya koyacağı ulusal birlik, bu süreçte nasıl bir anlam ifade ediyor?

Biz ulusal birlikle ilgili düşüncelerimizi hep söyledik. Önderliğin paradigmasında bu zaten çok net ortaya konuluyor. Önderlik sadece kuramsal olarak değil, bunun pratikte nasıl olması gerektiğini çok ayrıntılı bir şekilde formüle etti. Bu çok önemlidir. Ulusal birlik, vazgeçilmez ideolojik-politik bir hattır. Toplumumuzun çıkarları, kendi birliğinden geçer. Kürtlerin parçalanmışlığını ortadan kaldırmak, Kürtleri parçalamak isteyen bütün güçlere karşı durmak, mevcut Kürt kazanımlarını korumak için politik anlamda birlik gerekiyor. Önderlik bunu çok iyi ortaya koydu ve PKK de bunu sürdürmek istiyor. Bu konuda yoğun çağrılarımız ve çabalarımız oldu. Biz bunları yaptık ama buna bir türlü istediğimiz düzeyde sonuç ortaya çıkmadı. Neden çıkmadığı da ortada. Fakat bizim için stratejiktir ve vazgeçmemiz mümkün değil. Aynı şeyi söylüyoruz. Ulusal birlik, Kürtlerin olmazsa olmazıdır. Ulusal birlik noktasına gelmeyen hiç kimse ne Kürtlerin özgürlüğü ve çıkarı için bir iş yapabilir, ne de Kürt kimliğiyle var olabilir.