Erdoğan’ın siyasi kodları - 1: Türkçü Akçura’dan alınan siyaset!

Erdoğan’ın bugün büründüğü faşizan, Türkçü, ırkçı, tahammülsüz siyasetin bir tercih olduğunu, özünün o olduğunu biliyoruz. Bunlar kendisinin de içinden yetiştiği siyasi geleneğin sahip olduğu sosyolojik kodlardır.

'Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz.'

Bu tespit ile başlıyoruz çünkü mevzu bahis konu tam da belirtilen hakikatin içinden geçiyor. Bugünü anlamak için düne bakıyoruz. Tarih olduğu gibi tekerrür eder demiyoruz, üzerine kendi döneminin özgünlük ve değişim-dönüşümlerini de ekleyerek tekerrür eder. O anlamda Erdoğan ve onun şahsında somutlaşan siyasal görünüm-kimlikler birer sonuçtur. Mevcut durumun "kaynağı" bize daha çok şey söyler. Biliyoruz ki anlayışlar, birer inşa süreci yaşar ve bu süreçte kartopu gibi birikerek son haline varır. Bu bağlamda biraz ana kaynakların durakları ile ilgileneceğiz.

TC TARİHİNİN EN FAŞİZAN DÖNEMLERİNDEN BİRİNDEN GEÇİYORUZ

Erdoğan’ın bugün büründüğü faşizan, Türkçü, ırkçı, tahammülsüz siyasetin bir tercih olduğunu, özünün o olduğunu biliyoruz. Bunlar kendisinin de içinden yetiştiği siyasi geleneğin sahip olduğu sosyolojik kodlardır. TC tarihinin en baskıcı ve faşizan dönemlerinden birinden geçiyoruz. Toplum her yönü ile kıskaca alınmış durumda. Ve baskın seçim kararı ile de en üst düzeyde faşizmi, tekliği kurumsallaştırmaya gitmek istiyor. Peki bu kişiliği, yapmak istediklerini, daha da yapacaklarını nasıl okumak lazım? Bu siyasetin kaynağı nedir diye bir soru etrafında gitmeye çalışacağız. Bu çerçevede ilk duran 15 yıllık siyasetinin izlediği genel bir süreç ve bu sürecin daha önce Yusuf Akçura üzerinden nasıl yaşandığını anlatalım.

Erdoğan’ın "Türkçü" siyasete dümen kırmasını Yusuf Akçura ve onun 1904 yılında yayımlanan "Üç Tarz-ı Siyaset" makalesi üzerinden okumaya çalışacağız. Bahsi geçen bu makale önemlidir. Çünkü "Türkçülük akımının manifestosu" kabul edilir.

Üç Tarz-ı Siyaset (Kısaca ÜTS diyeceğiz) Rusya'da yazıldı ve Mısır'da 2. Abdulhamit istibdadına karşı savaşan ‘Türk Gazetesi’nin 24-34'üncü sayılarında yayımlandı.

OSMANLININ YENİDEN TOPARLANABİLMESİ İÇİN 3 GÖRÜŞ ORTAYA ATILIYOR

ÜTS’nin önemi, en özet haliyle, Türkçülüğü kültürel bir rotadan çıkarıp politik bir alana çekmesi ve bu yolda dönüşümler gerçekleştirmesinin temel başlangıcı kabul edilebilir. 32 sayfalık bu makalede ne diyor ne tür tezler öne sürüyor ona göz atalım. Akçura bu makaleyi yazdığında Osmanlı artık iyice tökezlemektedir. Yere düşmüş bir imparatorluğa son tekmeler savrulmaktadır. Haliyle her açıdan savaşlar verilmekte, yeni durumun ne olacağına dair çeşitli tezler öne sürülmektedir.

Bir yandan batı taraftarları, bir yandan pan-İslamistler, bir yandan yeni Osmanlıcılar ve bir yandan da ittihat-terraki’ciler… Akçura dağılan Osmanlı’nın yeniden toparlanabilmesi için üç görüş ortaya atar ve bunların ne kadar gerçekçiliğini, olabilirliğini soğukkanlılıkla tartışır. Sonuçta en uygun olanın hangisi olduğuna dair fikir belirtmese de karar kıldığı görüşün, kurtuluşun “Türkçülük” olduğu biliniyor. Daha sonraları kendisi de zaten açıkça belirtiyor.

ÜTS’de öne sürülen üç görüş, üç siyaset tarzı şunlardır:

Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük!

Yani Osmanlı ulusu meydana getirmek, İslamcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak ve ırka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmeyi tartışıyor. Bunlar ne anlama gelmektedir?
Akçura bunlardan nasıl sonuçlar çıkarır ve Türkçülüğün en iyi seçenek olduğuna karar verir?
Yazısında şöyle diyor: “Şimdi üç siyasetten hangisinin yararlı ve kabul edilebilir olduğun araştıralım: yararlı dedik; lakin kime ve neye yararlı?”

Evet, kar-zarar penceresinden yaptığı analizde vardığı sonuçları kısaca şu şekilde belirtebiliriz…

1-Osmanlıcılık:

Bu akım, Osmanlı İmparatorluğu içindeki bütün ulusları ve unsurları Osmanlılık ruhu içinde birleştirmeyi amaçlar. İmparatorluk bünyesindeki tüm kavim, cemaat ve milletlerin din, mezhep ve etnik farkları gözetilmeksizin adalet, hürriyet, eşitlik ortamında beraber yaşamalarını temin etmek isteyen bir anlayıştır. Bu düşüncenin tek amacı o günün şartlarında mevcut devlet sınırları korumak ve Osmanlı İmparatorluğunu yaşatmaktır.

Akçura’ya göre tam da yıkılmanın eşiğinde olan imparatorlukta Osmanlılık fikri hem sakıncalı hem de imkansızdır. Çünkü Akçura, “İmparatorluk içinde yer alan Osmanlı topluluklarının birbirleriyle kaynaşmak istemeyeceklerini, dinsel, siyasal ve mezhepsel nedenlerle bütün Avrupa’nın buna engel olmak için çalışacağını, İmparatorluğu yaşatmak için Osmanlı milleti meydana getirmeye uğraşmanın o dönem için boşa yorulmak olduğuna kanaat getirmişti.”

Kendisine göre Osmanlı Türkleri istemiyor, Müslüman gayri Müslüman hakları gözetildiğinde İslamcılar istemiyordu, Gayr-ı Müslüm tebaa istemiyordu, Rusya ve Balkan hükümetleri istemiyordu.

Akçura maddeler halinde Osmanlılık fikrine karşı olanları sıraladıktan sonra bu kadar engel karşısında “Osmanlı milleti meydana getirmekle uğraşmanın beyhude bir yorgunluk” olacağını ifade etmiştir. O halde bu beyhude yorgunluğun peşinden gitmek reel politik şartlar açısından anlamsızdır kararına vardıktan sonra ve elbette Osmanlılık akımının Osmanlı Devleti’nin saadeti ve geleceği için izlemesi gereken siyaset olamayacağına kanaat getirdikten sonra İslamcılık ve Türkçülük akımlarının devletin bekası için bir çözüm yolu olup olamayacağını sorgulamıştır. Kitapta ucunu açık bıraktığı bu kısım, Barış Ünlü’nün “Türklük Sözleşmesi” kitabında da belirtildiği üzere “Türklük ve Müslümanlık sözleşmesi” mantığının ilk kıvılcımı olacaktır. Adeta sezmiştir bunu Akçura…

2- İslamcılık:

İslamcılık ya da siyasi İslam, kısaca dünyadaki Müslümanlardan bir İslam birliği meydana getirme fikri ve eylemidir. Daha geniş anlamda ise İslam'ın kişisel hayat dışında sosyal ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını hedefleyen "politik-ideolojik hareketler" olarak tanımlanmaktadır. Modern dönemlerde İslam dini üzerinden hareket edilerek ortaya konulan ideoloji. Siyasi İslam kavramı ile eş anlamlı kullanılsa da bunu aşan ve kültürel yanları da olan bir kavramdır. Panislamizm, İttihad-ı İslam, İslamlaşma kavramlarıyla da eş anlamlı kullanıldığı olmuştur.

İslamcılık kurtuluş olabilir miydi? Akçura nötr bir tablo çizmek istese de kararı "hayır"dır.
Zordur, çünkü "Tanzimat’ın Osmanlı toplulukları arasında yaymayı amaç tuttuğu siyasal ve hukuksal eşitlik artık söz konusu olmayacaktı. Hatta Türkler arasında bile mezhepsel, dinsel çatışmalar çoğalabilecekti. Bir diğer durum da Müslüman ülkelerin çoğunun idaresini ellerinde tutan batılı devletler de bu tasarının gerçekleşmesine izin vermeyeceklerdi. Ancak bu politikanın olumlu yanları da vardı. Onlar da, Osmanlı memleketlerinde din esasına dayalı güçlü bir Müslüman birliği kurulacağı, Dünyadaki Müslümanların Halife’nin etrafında toplanmaları için sağlam bir zemin hazırlanacağı idi.

Bu arada İslam’da din ile devletin bir bütün olarak kabul edilmiş olmasını, Kuran’ın anayasa niteliği taşımasını, halifenin Müslümanlarca imam kabul edilmekte olmasını, İslamcılığı kolaylaştırıcı etkenler olarak görmekteydi. Ancak dış engelleri iyi gören Akçura bu siyasete, İslam tebaaya sahip büyük devletlerin, İslam ülkeleri üzerindeki etkilerini kullanarak engel olacaklarını söylüyordu." Osmanlıcılıkta medet bulamayanlar, çareyi İslamcılığa geçişte aradı. Burada da istediklerini bulamayanlar en sonunda Türkçülüğü keşfetti!

3-Türkçülük:

Osmanlı toplumu geri kalmışlığın farkına vardığında hem kendi varlığını korumak hem de Batının gelişmişlik düzeyine ulaşmak için bir dizi yöntem denemiştir. Türkçülük de bu modernleşme ideolojilerinden biridir. Kısaca “ırka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmeyi amaçlar” olarak tanımlanabilir bu akım.

Akçura üç nedenden ötürü bu siyaset üzerinde durmak ihtiyacı görmüştür. Birincisi büyük milliyetler arasında Türklerin varlıklarını korumuş olmaları; ikincisi, bu büyük milliyetlerin 19. yüzyılın ürünü olması ve üçüncüsü, Osmanlılık ve İslamcılığın güçlü bir siyasi birlik durumuna geliştirilemeyeceğinin anlaşılmış olması.

Akçura’nın Türkçülük anlayışı, "Türkçlüğün bir diğer kurucu babası olarak değerlendirilen Ziya Gökalp'ın devletçi milliyetçiliğinden farklı olarak, alt sınıfların entegre edilmesini ön gören sosyal içerikli, "burjuva" türü bir milliyetçilik tasarlamasıdır." Akçura’nın Türkçülük konusunda gelişip olgunlaşması Paris ortamında gerçeklemiştir. Onun Paris’e geldiği yıllarda Paris bir fikir harmanı halindeydi. Milliyetçilik bakımından Avrupa yeni bir aşamaya girmişti. Akçura’ya bu noktada rehberlik eden bir Türk milliyetçisi Dr. Şerafettin Mağmumi idi. Ona göre, Osmanlılık fikri çürümüştü ve Türk milliyetçiliği dışında hiçbir kurtarıcı fikir yoktu. Akçura’nın Siyasal Bilgiler Fakültesinde almış olduğu dersler ve öğretim üyeleri de bu fikri destekliyordu.

TÜRK OLMAYANLAR TÜRKLEŞTİRİLDİ

Akçura’ya göre bu siyasetin uygulamasında, önce Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal bilinçten yoksun olanlarının bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayacaktı. Asıl fayda Asya ile Doğu Avrupa’da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesi sonucu meydana gelecek azametli bir siyasal milliyetin elde edilmesiyle sağlanacaktı. Türkçülük fikrinin uygulanmasında Osmanlı Devleti Japonya’nın sarı ırk için oynadığı rolü oynayacak ve liderlik edecekti.

Elbette engel olarak gördüğü iki konu da vardır. İlk olarak Osmanlı Devleti’nde Müslüman olup da Türk olmayan ve Türkleştirilmesine imkan olmayan toplulukların bu uygulama esnasında Osmanlı Devleti’nden ayrılmak istemeleri, ikincisi de büyük bir Türk nüfusa sahip olan Rusya’nın da bu siyasete engel olmak isteyeceği gerçeğidir. Osmanlıcılığı uygulanması imkansız bir siyaset olarak gösteren Akçura, İslamcılık ve Türkçülüğü ise, eşit denebilecek yarar ve zararlara sahip olarak niteliyor.

TÜRKÇÜLÜK AKIMINA ÖNCÜLÜK EDENLERİN HİÇBİRİ TÜRK DEĞİLDİ

Türkçülük akımına dair altının çizilmesinde fayda olan bir şey de bu akımı ortaya atıp öncülük edenlerin hiçbirinin de Türk olmamasıdır. İdeoloji haline getirilmesinde en büyük çabayı Kürt Ziya Gökalp, Çerkez Rauf Orbay, Yahudi Munis Tekinalp ve ideolojinin yerleşik hale gelmesinde Gürcü Reha Oğuz Türkkan öncülük eder.

Yusuf Akçura, sıradan bir kişi değil. Atatürk’ün de fikirlerinden sıkça yararlandığı bir Tatar’dır. Yusuf Türk Tarih Kurumu gibi önemli bir teşkilatın başkanlığını da yapan Yusuf Akçura’yı konu alan kimi çalışmalarda, fikirleri ve kaleme aldığı makaleleri ile Türk Ulus Devleti’nin ideolojik ve felsefi temellerine büyük katkılarda bulundu.

Özellikle Üç Tarz-ı Siyaset adlı eserinin Türk Siyasal hayatındaki yansımaları Cumhuriyet kurulurken çok işe yaradı! Daha sonra ise bambaşka bir dönüş ile tekrar tedavüle sokulacaktı. Çünkü Alparslan Türkeş’in 1963 yılında kurduğu Huzur ve Yükseliş Derneği tüzüğünde yeniden gün yüzüne çıkmıştır. Nitekim 1965 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve ardından da 1969’da Milliyetçi Hareket Partisi’nde yeniden yansımaları görülen Yusuf Akçura’nın fikirleri günümüzde ‚Türkçülük fikrinin Türk siyasetindeki temsilcisi olan MHP’nin de temel parti programıdır.

ERDOĞAN'IN DEMİR ATTIĞI LİMAN TÜRKÇÜLÜK

Peki Yusuf Akçura’yı, onun Üç Tarz-ı Siyaset anlayışını ve nihai olarak da manifestosunu hazırladığı “Türkçülüğün” bugün ile ilgisi nedir? Erdoğan’ı nereye oturtabiliriz? Direk bağlantılıdır çünkü, Erdoğan’ın şuan demir attığı liman “Türkçülük” kısmıdır. İktidarda olduğu süre boyunca nasıl bir siyaset izlediğine bakalım.

AKP ilk olarak muhafazakâr kimliğini ön plana çıkardı. Daha sonra İslami muhafazakâr kesimlerin gündelik yaşamını değiştirecek doneler içeren bir Müslüman burjuvazisi yarattı. Neo-liberalizmin etkileri ile kendi aydın sınıfını yaratarak kültürel iktidar kurma peşine düştü. Bu çerçevede 2002 – 2010 sonlarına kadar Avrupa Birliği konusunu hep güncel tuttu. Reformlar yaptı. Batı ile sürekli ilişkilerde idi. Asya ve Rusya bloklarına yüzünü çevirmedi. Yani bir batı entegrasyon süreci yaşandı ve ‘batıcılık’ yükselen trend idi.

HERŞEYİN İLLEGALİZE EDİLDİĞİ BİR DÖNEM YAŞANIYOR

2011-2015 arası dönem ise bambaşka şeyler oldu. Birincisi dünya siyaseti Ortadoğu şahsında değişti ve Arap baharları yaşandı. DAİŞ saldırıları başladı ve savaşlar çıktı. Bu esnada AKP tamamen ‘İslamcılık’ politikasına yöneldi. İslamcı bir söylem, İslamcı bir akıl ile politika geliştirmeye çalışarak iç ve dış siyasette öncülük rolüne yeltendi. İkisinde de battı denilebilir. Fakat bu dönemde özellikle batıdan uzaklaşma başlarken Ortadoğu’da İslam kimliği altında birleşme, İslam ülkeleri ile daha sık buluşma gerçekleşti. Kendisini dini bir lider olarak kurtarıcı gösterdi. Bu yönlü propaganda yürüttü.

2015 ve sonrası ise şu anda da yaşadığımız üzere tamamen "Türkçü" faşizan bir siyaset izleniyor. Yerli-milli retoriği, milliyetçiliğin tüm kodlarının hayata geçirildiği ve faşizmin her alanda yükseltildiği, muhalif olan herkesin susturulduğu, her şeyin illegalize edildiği bir dönem yaşıyoruz. Ve bunu yaparken AKP’nin yanına aldığı parti MHP. Doğu Perinçek’in da “her şey istediğimiz gibi” dediği şey tamamen Türkçülük programının şu an yürürlükte olmasıdır. Buna göre gidilmesidir.