YPS: Unutmak İhanettir, Unutmayacağız!

YPS Genel Koordinasyonu, Kuzey Kürdistan’daki öz yönetim direnişlerinin üçüncü yıldönümüne ilişkin yazılı açıklamada bulundu.

YPS Genel Koordinasyonu, Kuzey Kürdistan’daki direniş, Türk devletinin saldırıları, YPS’nin kuruluş süreci, Cizre, Sur ve Silopi direnişlerini değerlendiren kapsamlı bir açıklamada bulundu.

‘Unutmak ihanettir, unutmayacağız’ başlıklı YPS Genel Koordinasyonu açıklamasının tam metni şöyle:

''Öz yönetim direnişlerinin 3. Yıl dönümünü Cizre, Sur, Şırnak, Nusaybin, Gever, Hezex, Ferqin, Varto, Silopi, Derik, Wan, Stawre, Kerboran, Şemzinan, Bismil, Siirt, Ruha öz yönetim direniş şehitleri şahsında saygıyla anıyor, bu eşsiz kahramanları efsanevi bir direnişte buluşturan ortak hayallerini özgür yarınlar biçiminde inşa ederek anılarına bağlılığımızı göstereceğimizin sözünü bir kez daha yineliyoruz. Ş. Çiyager- Ş. Berfin, Ş. Mehmet Tunç- Ş. Asya Yüksel, Ş. Xebatkar, Ş. Çeko- Ş. Nuda Amed, Ş. Seve- Ş. Fatma, Ş. Zeryan- Ş. Hekim, Ş. İslam- Ş. Zilan, Ş. Yıldız ve daha adını sayamadığımız yüzlerce öz yönetim direniş şehitlerinin intikamlarını her şeyden önce amaçlarına bağlılık ve onu pratik bir gerçeğe dönüştürerek alacağımızın sözünü bir kez daha tekrarlıyoruz.

TÜRK DEVLETİNİN İMHA SALDIRILARI

Günümüzde AKP- MHP faşist bloğu olarak çok daha belirgin bir biçimde açığa çıkan vahşi ve barbar Türk egemen sınıfının tarihsel ve karakteristik gerçeğini daha 3 yıl öncesinden geliştirdiği efsanevi direnişle teşhir eden ve ilerlemesini engelleyen öz yönetim direnişlerinin tarihsel anlamı gün itibariyle çok daha anlaşılırdır. İnsanlığın başına bela olmuş kemiksiz, kimliksiz ve kişiliksiz yapısıyla Türk egemen sınıf karakteri ve onun Türk- İslam sentezine dayalı siyasetine karşı görkemli direnişiyle öz yönetim süreci bugünümüz için  olduğu kadar yarınlarımız içinde çok daha anlamlı hale gelmiştir. Öz yönetim direnişleri sadece insanlık düşmanı bu egemen sınıf karakterini teşhir mücadelesi değil, aynı zamanda buna karşı insani değerleri her ne pahasına olursa olsun savunma ve koruma mücadelesi olmuştur. Bu anlamıyla öz yönetim direnişlerinde sahiplik edip koruduğumuz değerlerin büyüklüğü her ne kadar temsil ettiğimiz ideolojik- politik doğrularımızla bağlantılı olsa da biraz da karşımızda ki gücün insanlık değerlerinden uzaklığıyla açıklanabilecek bir durumdur.

“Kürde inkar, PKK’ye imha” biçimindeki 24 temmuz 2015 saldırısına karşı halkımızın öz yönetim beyanı ve iradesi olarak gelişen ve sonrasında ise “Öz Yönetim Direnişi” olarak tarihe geçen bu süreci, açığa çıkan 3. Yıldönümü gerçekleri ışığında yeniden, doğru okumak ve değerlendirmek mücadelemizin geçmişi kadar geleceği açısından da fazlasıyla gereklidir. Düşmanın her türlü çarpıtma, karartma, yok etme girişimlerine karşı öz yönetim direnişlerinin tarihsel anlamını doğrultmak, daha fazla açığa çıkarıp anlaşılır kılarak ebedi kılmak en önemli devrimci görev durumundadır. Bu nedenle öz yönetim direnişlerinin 3. yılında mücadele tarihimizin bu görkemli yıllarını yeniden ele alıp değerlendirmek ve anlaşılır kılmak aynı zamanda tarihsel bir görev olmaktadır.

2013’TEN SONRAKİ SÜREÇ

Neredeyse çeyrek asırdan fazla bir süreden beri bölgemiz gerçeğinde yoğun bir çatışma içinde olan uluslararası ve bölgesel güçlerin bu kaotik gerçeği aynı zamanda halkımıza inkar ve imhayı dayatan egemen düzenin köklü bir dağılma ve yıkılma sürecini de getirmiştir. Geçiş aşaması niteliğinde ki bu kaotik süreç, halkımız için her açıdan bir devrimci yaratım zamanını ifade etmektedir. Ve her geçiş aşaması gibi oldukça sancılı geçmektedir.

Her şeyden önce yıkımın ve yaratımın, devrim ve karşı- devrim ikileminde oldukça sancılı ve de amansız yıllarını yaşayıp- tanıklığını ettiğimiz bilinmektedir. Elbette ki böylesi yıllar, acıları kadar zaferleriyle de ‘yaman yıllar’ karakterindedir. Böylesi yaman yılların şahidi olmak bile büyük yürek ve akıl sahibi olmayı gerektirir. Aklı ve yüreği büyük olanlar böylesine zafer muştulayan yılların arafe heyecanıyla, yaratımın büyük gururunu yaşarken, aklı ve yüreği sığ olanların kapıldıkları kara bulutlarla yıkımın enkazı altında utancın mahkumiyetinden kurtulamayacakları da bilinmelidir. Bu anlamda Öz yönetim direnişlerinin büyük aklı ve yüreği ile geleceği demokratik komünal temelde yaratmanın ve bölge halklarıyla paylaşmanın gururunu yaşayan halkımız, bu eşsiz deneyimle geleceği kendi öz renginde inşa etmenin mümkün olduğunu da göstermiştir.

Hatırlanacağı üzere 2013 Newrozu ile birlikte Önder Apo halklarımız açısından yaşanabilir ve en makul proje olarak özgür birliktelik temelinde demokratik çözüm ve demokratik siyaset temelli bir süreç başlatmıştı. Bu süreç, uluslararası çelişkilerin siyasi ve askeri bir çatışmayla bölge dengelerini dağıtması sonucunda çok daha fazla yaşama imkanı bulmuştur. Uluslararası siyasetin geçici, konjonktürel ve taktik düzlemde yarattığı bu imkan, Önder Apo’nun 40 yıllık mücadelesinin sonucu olan örgütlü halk gerçeği ile sürekli, tarihsel ve stratejik bir gelecek imkan ve yaratımına dönüşmüştür. Yaşadığımız coğrafyanın etnik, dini ve de kültürel gerçeğine uygun bu ‘şahane rüya’ Rojava zemininde gerçekleşebilir bir proje olarak yaşam buldukça, karşı devrimin ideolojik meşruiyet kazandırılmış tüm maskelerinin deşifre olduğu açık saldırıları giderek artmaya ve şiddetlenmeye başlamıştır. Devrim ve karşı- devrimin bu amansız ve de çıplak savaşında karşı devrimin taşeronu olan El Nusra ve DAİŞ gibi çete örgütler tasfiye oldukça ihalenin gerçek sahibi olarak Türk egemen sınıflarının karşı- devrimci örgütlü gücü TC açıktan devreye girmek zorunda kalmıştır. TC, halkların bu ‘şahane rüyasını’ kaynağında yok etme planını 2014 yılında hazırlamış ve Kobane zaferiyle birlikte de tarihte eşine ender rastlanan bir vahşet projesi olarak uygulamaya sokmuştur. Kobane’nin sadece ve sadece Kobane olmadığının ifadesi olan 6-7-8 Ekim direnişleriyle birlikte devrimin iyiden iyiye hissederek özünde “mücadelemize imha, halkımıza inkarı” dayatma kararlılığında ki karşı- devrim, 30 ekim 2014 MGK kararlarıyla birlikte bu uygulamayı bir savaş konsepti olarak doğrudan devreye koymuştur. Özellikle iç güvenlik yasası ile giriştiği bu hazırlık düzeyi 5 Nisan 2015’de Önder Apo’ya uygulanan tecrit ile iyice pekişmiş, 7 Haziran seçimleri sonrasında geliştirilen provokasyonlar, yine Amed, Suruç ve Ankara katliamları ve 24 Temmuz saldırılarıyla artık iyiden iyiye malumun ilanına dönüşmüştür.

Bu imha temelli savaş dayatmasına meşru savunma temelinde karşı koyarak tehlikeyi bertaraf etmek kadar devrim imkanını zaferle taçlandırarak özgür yaşamı devrim temelli inşa etmenin büyük kararlılığı ve pratiğini sergilemek söz konusu süreçte artık bir tercih olmanın ötesinde bir zorunluluğa dönüşmüştür.

Düşmanın 24 temmuz açık savaş ilanına karşı özünde ideolojik- politik ve örgütsel içerikte bir meşru savunma olarak ele alınabilecek öz yönetim temelli demokratik özerklik inşası ve de ilanları 2015 Ağustosuyla birlikte mücadele tarihimizde yeni bir direniş döneminin de başlangıcı olmuştur. Ağustos 2015’den Aralık 2015 kadar devam eden ve öz yönetim direnişlerinin birinci aşaması olarak adlandırabileceğimiz bu süreç yer yer düşman saldırılarına maruz kalsa da tamamen sivil halkın yerel meclis ve komünleri kurması ve sahiplenmesiyle demokratik birlik temelli çözüm perspektifine uygun olarak gelişmiştir.

YPS’NİN KURULUŞU

Ancak düşmanın 2014 sonbaharında devreye koyduğu ve “çökertme planı” adını verdiği, tamamen halkımızın inkarını esas alan imha temelli saldırıları kademeli olarak artan gözaltılar, tutuklamalar ve giderek katliam denemeleriyle açıktan bir askeri savaş konseptine dönüşmüştür. Yerel halkın ve gençliğin kendi öz yönetimlerini tamamen kabul edilebilir ve de meşru örgütlenmeler ve araçlarla savunduğu bu inşa çalışmalarına karşı düşmanın başlangıçta polis, jandarma gibi sömürgeci kolluk kuvvetleriyle dağıtma ve bastırma girişimleri 13 ve 14 aralık tarihleriyle birlikte Sur, Cizre ve Silopi gerçeğinde ordunun devreye konduğu açık bir savaş halini almıştır. Öz yönetim direnişlerinde ikinci aşama olarak adlandırabileceğimiz 13- 14 Aralık süreciyle birlikte düşman, kendi içinde çelişkilere yol açsa bile varlık- yokluk noktasında ele aldığı öz yönetim direnişlerini tümden imha etmek için yerleşim yerlerine ordu ile müdahale etme noktasına gelmiştir. Bu, birebir ordunun devreye konduğu doğrudan bir savaş konseptiydi. Düşmanın saldırılarına karşı halkımızın meclisler, komünler ve YDG-H tipi gençlik örgütlenmeleriyle geliştirdiği direnişin giderek orduya dayalı açık savaş konseptleriyle karşılanması sürecin tümden askeri bir çatışma ve savaş biçiminde gelişmesine neden olmuştur. Böylesi bir çatışma ortamında halkımızın, yerellerde kendi öz savunma örgütü olan YPS’yi kurması ve ilanlarıyla birlikte neredeyse tüm Kuzey Kürdistan'da toplamda 10 ay sürecek baştan başa bir direniş destanına bürünmüştür.

Söz konusu direniş sürecinde düşman,  PÖH, JÖH, Bordo Bereli, Mavi Bereli gibi ordu ve polisin eski- yeni en seçme unsurlarını bu savaşta en yoğun şekliyle devreye koymuştur. Yine her türlü mekanize güç ve topçu gücünün yanı sıra hava kontrol ve vuruş gücünden oluşan sınırsız bir teknik kullanmıştır. Tüm bu savaş gücü ve tekniğinin devreye konduğu savaşta direniş alanlarını kuşatmaya alarak tümden imha etme taktiğini esas almıştır. Türk devleti hiçbir savaş hukuku ve ahlakını tanımadan tamamen sınırsız ve de dengesiz güç kullanımına dayalı olarak direnişçilerle birlikte alanların imhasını tek amaç olarak hedeflemiştir. Kimi çocuk ve yaşlıların tamamen hunharca katledilerek teşhir edilmesi ve yine zaman zaman gerçekleştirilen kimi toplu katliamlarla tam bir yıldırma savaşının geliştirilmesi, imhaya karşı koyacak direnci kırmak amacıyla bir psikolojik savaş yöntemi olarak özellikle ama özellikle geliştirilmiştir.

SUR, CİZRE, SİLOPİ DEĞERLENDİRMESİ

13- 14 Aralık saldırılarıyla Sur, Cizre ve Silopi’de zirveleşen öz yönetim direnişleri Ferqin, Hezex, Nusaybin, Gever, Şırnak, Wan, Şemzinan, Kerboran, Stawre, Siirt, Bısmıl gibi alanlarla mücadele tarihimizin olduğu kadar insanlık tarihinin de en köklü zincirleme direnişlerine tanıklık etmiştir. Gerek düşmanın uyguladığı vahşet ve barbarlık boyutuyla olsun gerekse direniş güçlerimizin temsil ettiği insani değerleri sahiplenme ve bu yönlü sergilediği tutum açısından olsun güçlü derslerle dolu bu süreç birçok yönüyle tarihe mal olmuştur.

 Öz yönetim direnişlerinin en büyük başarısı, Rojava zaferinde aranmalıdır. Taşeron çetelerle Rojavada halkımıza karşı savaşan Türk egemen sınıfı ve onun karşı- devrimci örgütü olarak TC, öz yönetim direnişleriyle birlikte doğrudan devreye girmiş ve yenilmekten kurtulamamıştır. Gölgeleriyle uğraşmak yerine TC’nin kendisiyle uğraşmak Rojava zaferini, Rojava zaferi de bir bütün olarak halkımızın genel zaferini getirmiştir.

Yine düşmanın uyguladığı vahşet sonucunda halkımızın yaşadığı acıların büyüklüğü özgürlük ve eşitlik gibi köklü idealardan vazgeçmemizin değil, tam tersine bu tür ideaları daha fazla sahiplenmemiz ve bunda ısrarcı olmamızın nedeni olmuştur. Kaldı ki söz konusu vahşetin uygulayıcıları daha bugünden insanlık vicdanı kadar uluslararası siyasetinde lanetli mahkumiyetiyle büyük bir teşhirin ve tecritin mahkumu haline gelmişlerdir. AKP- MHP ittifakında somutlaşan Türk- İslam temelli bu faşist zihniyet ve uygulamanın mahkumu olduğu son, öz yönetim direnişlerinin ve direnişçilerinin efsanevi mücadelesi ile mümkün olmuştur. İnsanlık tarihinin bu en vahşi sınıfına karşı gösterilecek direnişin bir o kadar büyük olması kaçınılmazdı. Büyük direnişlerin ise büyük bedeller gerektirdiği bilinendi.

Öz yönetim direnişleri, sömürgeci Türk devletinin halkımız üzerindeki tüm ideolojik meşruiyet araçlarını elinden almış, politik, sosyal ve kültürel  tüm ilişkilerini dumura uğratmıştır. Kürdistan ve Kürt halkı için devlet artık tamamen def edilmesi gereken sömürgeci çıplak bir zor aygıtından ibarettir. Ve varoluş gerekçesiyle bu, devletin hem teorik ve hem de pratik olarak iflasıdır. Bunu başaran öz yönetim direnişleri ve direnişçilerinin kahramanca mücadeleleri olmuştur.

‘DİRENİŞİMİZ SÜRECEK’

Düşmanın bilinç endüstrisi ile yarattığı algı operasyonları ve bu operasyonlara en aktif şekilde katılan hain kesimlerin çabaları bu direnişlerin büyüklüğünü gölgeleyememiştir- gölgeleyemeyecektir. Söz konusu çarpıtma çabaları hiç de yabancısı olduğumuz çabalar değildir. Özellikle 15 Ağustos vb birçok büyük hamle karşısında benzer çabalara girişen düşman ve bilinen hain çevrelerin tüm bu çabaları halkımızın özgürlük iddiası ve pratiği karşısında deşifre olarak lanetlenmekten kurtulamamışlardır. Bu kez de yaşadıkları aynı son olmuştur.

Öz yönetim inşa ve ilanlarının 13- 14 Aralık saldırıları sonucunda Cizre, Sur ve Silopi öz yönetim direnişleriyle başlayıp Nusaybin, Şırnak, Gever, Hezex vb. öz yönetim direnişleriyle zirveye ulaşan halkımızın kahramanca mücadelesi, gerilla ile halkın direniş kavşağında ki örgütsel buluşması olmak kadar, serhıldanlardan raperinlere zafer yürüyüşünün taktik mücadele hattı da olmuştur.  ‘Olacaksa bir yaşamın nasıl olması gerektiğinin’ manifestosu olarak öz yönetim direnişleri hiç kuşku yok ki 3. Yılında daha derin derslerle anlaşılmayı gerektiriyor. Böylesi bir anlama çabasının militanları olarak bu çabayı süreklileştirerek geliştireceğimizin bilinmesini istiyoruz.

Bu bilinç ve inançla halkımızın öz yönetim direnişiyle amaçladığı geleceği inşa edeceğimizin sözünü bir kez daha veriyor ve verilmiş sözlerimizin takipçileri ve sürdürücüleri olan Şehit Dırej Amed, Şehit Boran Gewda, Şehit Salar Acem, Şehit Mordem Şırnak, Şehit Arjin Amed, Şehit Pale Mardin, Şehit Demhat Faraşin, Şehit Mordem Andok, Şehit Şilan Kubane, Ş. Givera Çele ve Şehit Şahan Mamxuri’ler şahsında öz yönetim direnişlerinin gelenekten geleceğe geçmişimiz olmak kadar geleceğimiz olduğunun da en iyi ispatları olduğunu belirtiyoruz. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki bu ispat aynı zamanda zafer çizgisinde ısrar haykırışımız olacaktır.''