YJA Star Komutanı: Yeni başladık, büyüyoruz

YJA Star komutanlarından Nalin Dilpak, daha büyük bir ordulaşmaya gittiklerini belirterek, “Yeni başladık, büyüyoruz. Düşmanımızın korkusu büyük olsun, çünkü savaş iddiamız daha büyük” dedi.

Kürdistan’ın hemen hemen dört parçasında kendisini koruyabilme seviyesine gelen kadın ordulaşmasının, tüm halkları ve kadınları kapsayan bir savunma gücü olduğunu söyleyen YJA Star komutanlarından Nalin Dilpak, kadın ordulaşmasının, tüm toplumsallıkları içerisinde barındıran bir çatı, eşitlik çatısı gibi görülebileceğini söyledi.

YJA Star komutanlarından Nalin Dilpak, Dengê Welat Radyosu’nun sorularını yanıtladı.

Kadın ordulaşmasına neden ihtiyaç duyuldu?

Hareketimizin gruplaşma, partileşme aşamasının daha en başlangıcında kadın devrime katılıp yerini alıyor; bu katılma imkanı elbette Önder Apo’nun ideolojisi, felsefesi ve yaşamı ile bağlantılıdır. Kürdistan devrimin daha en başında inşanın her hücresinde kadının olması gerektiği düşünülmüş, kadına büyük bir rol ve misyon biçilmiştir. Kadın kendi tercihi çerçevesinde, iradesi, rengi, fikri, katılım gücü ile devrimde yerini almış.

Önderlik, bizi eğitimlerle bu sürece hazırlayıp ‘Sizin kadın ordulaşmasına ihtiyacınız var’ hususunu görmemizi sağladı.

Yaşam, fikir ve düşünce açısından kadının yaşadığı baskı ve savunmasızlık hali büyüktü. Fikir ve düşüncede kendisini savunmak istiyorsa silahı da olmalıydı ama bu silah kadının elinde yoktu. Önderlik, bu ihtiyacı görerek güçlü bir silahı kadınların eline vermek istedi. Önderlik, ‘Ortadoğu gerçekliğinde savunma ve askeri nitelik açısından güçlü bir yapılanmaya sahip değilseniz sizi hiç kimse hesaplamaz’ diyordu. Elbette bu çözümleme kadınlar için daha çok kendisini hissettiriyordu. Sol, sosyalist ya da farklı örgütlerde bile hesap sormak için mücadeleye katılan kadınları hesaplayan bir mekanizma yoktu ortada. Artık kadınların da hesap sorma istemi büyüyordu ama elindeki araç neydi, nasıl olmalıydı, nasıl hesap sormalıydı sorularının cevabı kadın ordulaşması olmuştur.

Ayrıca yeni yüzyılda bilindiği üzere beklenen ve öncekilerden daha sert geçmesi tahmin edilen bir 3. Dünya Savaşı söz konusuydu ve buna da hazırlanmak gerekiyordu her cepheden. Önderlik, bugün içerisinde olduğumuz 3. Dünya Savaşı’nın kadın üzerinde muazzam bir katliam, yok etme, yerinden etme politikalarını dizginsiz bir şekilde kullanacağını daha o zamandan görüyordu. Bunun için ön hazırlık kadın ordulaşması ile söz konusuydu.

3. Dünya Savaşı, hazırlığı yapılıyordu. Önderlik bu süreci gördü. Bugün köyler, mıntıkalar, şehirler boşaltılıyor, kadınlar hesapsızca katlediliyor, köle haline getiriliyor fakat görülmüyor ve varlığı bile hesaba katılmıyor. Evleri talan ediliyor, yaşamları talan ediliyor, kentleri talan ediliyor, köyü talan ediliyor, cinsleri talan ediliyor, kendisi talan ediliyor ve yok ediliyor. Bu saldırılar askeri olarak da kültürel olarak da gerçekleştiriliyor. Kadınlar, o kadar çaresiz bırakılmış ve bırakılmak istenmiştir ki kendilerini savunma zemini bile ortadan kaldırılmak istenmiştir. Psikolojik ve fikirsel olarak da kadının kendisini savunabileceği zemini bile ortadan kaldırılmış. Sisteme karşı baş kalkıyorsun, devlete karşı baş kaldırıyorsun, aşiretin karşısında baş kaldırıyorsun, erkeğe karşı baş kaldırıyorsun… Bunlar hayaldi.

Önderliğinizin, bunu görmesi ve gündeme getirmesi, devrimin içindeki kadınlarca nasıl karşılandı, ilk tepkileriniz nasıldı?

Zaten başta dile geldiğinde bile hiç akla yatkın gelmiyordu, insan inanmak istemiyordu. Önderlik, kadın ordulaşmasını gündemimize koyduğunda biz kadınlar olarak en fazla biz ordulaşırsak erkekler üzerimize geldiğinde bizler kendimizi nasıl koruyabiliriz kaygısı vardı. Büyük bir kaygı ve korkumuz vardı. Başta korktuk ordumuz olmasından, korktuk kendi kendimizi idare etme düşüncesinden ve gücünden, korktuk kendi kendimizi koruyabilelim, ruhsal-psikolojik ve düşence olarak korktuk. Önderlik, kadın ordulaşmasını gündemimize koyduğunda da bu korkularımızı gizli gizli konuşurduk ‘Bize ne yaparlar? Biz şimdi ne yapacağız? Bizi kim yürütecek, tek başımıza kalırsak bizi kim komuta edecek?’ söylemleri aslında tarihsel korkulardan geliyordu.

Korkumuz ne idi?

Ya erkekler duyarsa ya sistem duyarsa şeklindeydi. Kolay değildi. Tüm bu korkulara rağmen kadın ordulaşmasına gidildi. Biz Önder Apo’ya borçluyuz. Nasıl bu işin en başında büyük korkulara sahipsek şimdi ise kadın ordulaşmasının başına bir şey gelir diye ciddi korku duyuyor; daha da büyütmeye, geliştirmeye çalışıyoruz, çünkü kendi kendini savunmanın tadını almış, özgürlüğün bir kez tadını almış kadınlar olarak kaygılarımız elbette şimdi daha farklı boyutlarda seyrediyor.

Mevcut kurulu bir ordu varken içerisinden bir kadın ordulaşmasının çıkması, bunun özgün olması kendisi ile birlikte neler getirdi?

Aslında bu çelişki hem kadınların hem de erkeklerin zihinlerinde mevcuttu. Bir ordu var ortada, özgürlük istiyor; egemenlerin elinden kurtulmak için mücadele yürüten bir ordu var. Önder Apo’nun temellerini atmış olduğu ordumuz her iki cinsin omuz omuza birlikte mücadele yürüttüğü bir ordu. Özgürlüğü ve yaşam hakkı elinden alınmış halkımız için mücadele eden bir ordu. Peki zaten var olan ordunun içerisinde neden yeni bir ordulaşma neden gerekliydi, nedeni neydi? Ne kadar özgür de olsa ne kadar birlik de olsa ne kadar içerisinde demokrasi de olsa genel bir ordulaşma olduğunda elbette farklı yanları var. Biz bunun o günlerde elbette farkında değildik. Erkek, orduda hakimdir, neden? Çünkü orduda yerini almakta geçmişi ve zemini var, savaşmakta hakimdir, kendine güveni vardır, yani bunları elbette sistem çerçevesinde söylüyorum. Cinsini nasıl korur, kendisini nasıl korur, nasıl yönetir, nasıl idare eder, nasıl savaşır; bunlarda hakim bir erkek gerçekliği var ortada. Kadın ise kendi cephesinde bunların hepsini yeni yeni yapıyor. Bunu söylerken yaşamda gerçekliği ve karşılığı olan her şeyden bahsediyoruz. Hem fikirsel hem de fiziksel anlamda. Hem öğreniyorduk hem de yapıyorduk.

Elbette kendi kendine yap-boz şeklinde öğrenmek bazı şeyleri kendine görelik de getiriyordu. Önderlik ise tüm bu kendine görelikleri aşarak en anlamlı ve doğru şekillenmemiz için büyük çaba harcadı. Bizim en büyük sorunumuz hem yapıp hem de öğrenirken Önderliğin bizlerden tam olarak ne istediğini anlamış mıydık? Elbette hayır, zaten en büyük sorumuz da buydu. Pratikleşme ve uygulamada problemlerimiz ortaya çıkıyordu. Nihayetinde bizleri köle haline getiren sistemin içerisinden kopup gelmiştik ve özgürleşmeyi de ordulaşmayı da kendine göre algılayan geri yanlarımız çok ön plandaydı. Bu sadece kadınlar için değil, erkekler için de geçerliydi. Birlikte mücadele yürüttüğümüz erkekler de demokrasiyi tam içselleştirmiş ya da kendisini zihni ve fikri olarak tam özgürleştirmiş değillerdi. Önderlik geliştirmek, özgürleştirmek adına bir adım atıyordu, sadece anlaşılması en az bir yıl alabiliyordu. Bunların hepsi olsun, tamamlansın ondan sonra kadın ordulaşmasına geçilsin demedi Önderlik, bu hem felsefesine, özgürlük anlayışına hem de hakikate uymuyordu. Önderliğin özgürlük anlayışında klasik örgütlerdeki gibi ülke özgürleşsin, demokratikleşsin sonra kadını özgürleştirelim ya da ordulaştıralım gibi bir zihniyet yoktu. Önderlik tarafından atılan her adımın yanı sıra kadın özgürlüğü için bir adım atılıyordu ve iç içe geçen bir süreçti bu, bugüne kadar da böyle süregelmiştir. ‘Sonra yapalım’ anlayışı yoktu.

Dünya devrim tecrübelerinden çıkarılan dersler de var burada. Önderlik bu derslerle ilerledi, bizi de ilerletti. Kadın kendi örgütlülüğünü, savunmasını, özgürlüğünü elde edebilsin, kendi kaderini belirleyebilsin diye ordulaşmaya gidildi; ordulaşma içerisinde de öz savunmasını kursun, kendi mevzilenmesini oluştursun, savaşta yer alsın, kendisini eğitsin, komuta içerisinde yerini alsın, savaş taktiklerinde gelişsin ve cinsini, kendini, ülkesini savunabilsin kadın aklının ön planda olduğu ve gün gün geliştiği bir ordu ön planda olsun diye geliştirildi. Her açıdan olumlu anlamda çıkışlar gerçekleştirildi hem de tüm zorluklarına rağmen. Eğer bugün kadın ordulaşmasının temelleri atılmamış olsaydı bugün daha vahşi bir savaş ile karşı karşıya olmamız söz konusuydu, çünkü bugün kendini koruyan bir kadın gerçekliği söz konusudur. Bugün düşmanına ve düşman zihniyetine teslim olmayan bir kadın gerçekliği varsa kadın ordulaşması sayesinde meydana gelmiştir. Egemen zihniyet karşısında baş kaldıran tek bir kadın bile topluma baş kaldırabileceğini, baş eğmemesi gerektiğini örneğini oluşturmaktadır. Bugün görüyoruz kadın örgütlenmeleri için çok önemli bir mihenk taşı ve örnek oluşturmuştur.

Olumsuz etkileri ya da eksik yanları nedir?

Olumsuz demekten ziyade yetmez ve eksik kalan yanlarına insan göz atabilir. Olumsuz diyemeyiz. Olumsuz yanların meydana gelmesindeki nedenler bizlerden kaynaklıydı; ön plana çıkmakta ağır hareket ettik bu da oluşturulmuş olan kadın gerçekliğini geç kırmak ile ilgiliydi. Kendine güven konusunda, kendini komuta düzeyinde hazırlamada, taktik üretiminde, savaş gerçekliğine cevap olmada, sistem karşısında yeni bir sistem oluştururken kendini sistemleştirmede ağır hareket edildi. Kadın birliği oluşturmakta, askeri disiplin oluşturmakta, ordulaşma temelli kendini eğitmekte ağırdık. Bu konularda eksikliklerimiz, yetmezliklerimiz vardı. Bu temel konuları, şahıslarla ilgili olarak değil, yetmez ve eksik yanlarımızı görmek, göstermek açısından altını çiziyorum. Elbette içimizden kendilerini çok hızlı ileriye taşıyan ve öncü misyon sahibi olan kadın yoldaşlarımız da çıktı. Eksik kalan yanlarımızı da artık tamamlamak kaldı, bunların dışında ise olumlu yanlardan bir bütün olarak söz edebilir insan. Bu eksik yanlarımızı bırakalım aşmayı, görebilmemiz için bile olsa Önderliğin savaşı çok büyük oldu. Bugün kadın ordulaşmasının başarısının imzacısı ve sahibi Önder Apo’dur. Kişiliklerimiz ve geriliklerimiz ile mücadele ederek, savaşarak bu başarıya imza atmıştır, kadın ordusunu inşa etmiştir. Başlangıçta genel ordu gücümüz içerisinde kişi, tim ya da en fazla takımlar halinde yer alıyorduk fakat bugün ordusunun içerisinde kendi yürüyüşünü sergileyen, savaşını yürüten bir kadın gücü söz konusudur. Kadınlar koskoca eyaletleri, taburları, mıntıkaları idare ediyor, yönetiyor ve savaşıyor-savaştırıyor, savaşın ve askeri yönetimin her alanında kendini profesyonelleştirme düzeyini ortaya çıkarmıştır. Büyük komutanımız Önder Apo’dur.

Kadın ordulaşmasının ilanından günümüze Kürdistan’da çok büyük değişimler olduğu ortada. Kadın ordulaşması bir açılım da gösteriyor, bu açılımı anlatır mısınız?

Kültürel dokuyu, toplumu korumak Ortadoğu temelli varlığını sürdürüyor, bu merkezde eğer en doğru şekilde örgütlenmesi ortaya konulursa dünyaya da çok büyük etkileri olacağını ve yayılacağını biliyoruz. Egemenler tarafından çok uzun soluklu fakat son yüzyılda artış gösteren saldırı ve müdahaleler söz konusu, bu kadar saldırının söz konuşu olması kadın ordulaşmasına sahip olmasıyla da bağlantılıdır. Çünkü Ortadoğu’da temeli atılan kadın ordulaşması, sadece Ortadoğu’yu değil tüm dünyayı etkiliyor. Sadece Kürdistan’ı ya da Kürt kadınlarını etkilemekle kalmıyor. Kürt kadınlarının yanı sıra Türk-Türkmen, Acem, Arap, Fars, Asuri yine Avrupa kökenli kadınların yerini aldığını görüyoruz. Kadın ordulaşmasını, tüm toplumsallıkları içerisinde barındıran bir çatı, eşitlik çatısı gibi düşünebiliriz.

Dünyada iki hat vardır; biri özgürlükçü, diğeri ise karşıtı olan egemenlikçi hattır. Özgürlükçü hattın temsilini, savunmasını Ortadoğu’da kadın ordulaşması gerçekleştirmektedir. Kürdistan ve Ortadoğu’da kadın ordulaşmasının fiiliyata geçmesinden bu yana Ortadoğu’ya ciddi müdahaleler var. Irak, Türkiye, Suriye’ye yönelik olarak fiili olarak 8 yıldır süren bir müdahale söz konusu, İran’da rejim müdahaleleri gizlemeye çalışsa bile ciddi müdahaleler söz konusu; her türlü istila yöntemi kullanıldı buralarda.

Ortadoğu’ya müdahalelerin, kadın ordulaşmasıyla da ilgisi var mı?

90’ların sonrasında Ortadoğu’ya yönelik geliştirilen geniş ve büyük saldırıyı, buraya yönelik geliştirilen müdahaleleri, 90’ların başında kendini örgütlü bir güç olarak ifade eden kadın ordulaşmasından bağımsız ele alamayız. Bahsedilen proje tam anlamıyla bir sömürge projesidir, müdahaledir, Ortadoğu’nun sadece yer altı değil, her türlü kültürel ve yer altı-üstü zenginliklerine el koyma şeklindedir. ‘Özgürlük ve demokrasi getiriyoruz’ adı altında toplumu iliklerine kadar parçalayarak düşünmez hale getirmek, tarihinden soyutlamak en büyük amacı teşkil ediyor. Özgürlük ve benzeri söylemlerinin altına baktığımızda zaten neler çıktığı ortadadır; iradesiz bir toplum yaratmak en büyük hedeflerinden biri. Bu kadar iradesizleştirme altında özgürlük, demokrasi, eşitlik, adalet yaratılabilir mi?

Sömürgeciliğin kadına yaklaşımına uzaktan yakından bile bakmamak gerekiyor, çünkü kadına bakış cephesinden değişen hiçbir olgu göze çarpmıyor. Kadın, sömürgecilerin nazarında her zaman ikinci sınıf pozisyonda tutuluyor. Kendilerine göre biraz ‘özgürlük’ atfettikleri kadın var; biçimden, fiziğe, zihne kadar bu kadınlar sistemin yürütücüsü ya da sisteme kanalize olmuş pozisyondaki kadınlardır. Sistemin ürünü ve temsilcileri olmalarından kaynaklı olarak da sistemin devamı ve bekası için çalışmaktadırlar. Sistem ancak kendi ihtiyaçları çerçevesinde kadınlara misyon biçebilir ama ordusunu kuramaz, kendi kendisini burada yönetemez veyahut generallik yapamaz, kendi savunmasını gerçekleştiremez.

Ortadoğu’da en büyük sorunların başında gelen de savunma değil mi?

Sadece Suriye’ye kısaca göz atalım. Son 7 yıl içerisinde sömürgeci güçlerin, çeteler eliyle kullanmadıkları yöntem neredeyse kalmamıştır. Kullanılan tüm sömürge yöntemlerine karşı ise büyük bir direnişle karşılaştılar. Ortadoğu’nun Suriye şahsında sömürgeci güçlere teslim olmaması özellikle kadın şahsında bir direniş göstermesi, çok büyük bir örnektir. DAİŞ-İŞİD, El Nusra, Ehrar El Şam, ÖSO gibi, isimleri başka başka olup sömürgeci güçler eliyle oluşturulan onlarca çeteden bahsediyoruz. Hiçbir çete örgütlenmesi de kendi başına ortaya çıkmamıştır; silah, para, insan, lojistik, teknik imkan başta olmak üzere sömürgeci güçlerin denetimi altında örgütlendirilmişlerdir. DAİŞ terörüne bakalım; kadın ordulaşmaları karşısında en büyük terörize yaklaşımı sergileyen çetelerden biri olmuştur, bu yaklaşımın kökünün nereden geldiği de ortadadır.

Nereden geliyor, DAİŞ kimdir?

DAİŞ, kök olarak bile Ortadoğu kaynaklı bir çete örgütlenmesi değildir. Kapitalist modernitenin istemlerinden biri de Ortadoğu kültürünün eritilmesiydi, DAİŞ buna hizmet etmek için kurulmuştur. Kendi kültürüne, dinine, inancına, toprağına bağlı bir insan ya da insan topluluğu hiç teslim olabilir mi sömürgeci güçler karşısında? Olmaz. DAİŞ’in kimi yerleri işgal etmesi fakat ardından da bu işgallerin kısa sürmesi ve temizlenmesine bakalım. DAİŞ şahsında sömürgecilere karşı ciddi bir duruşun göstergesi pozisyonu işaret ediyor.

Karşı duruşta kadının rolü nedir?

Karşı duruşun en büyük temsilcilerinin başında kadınlar geliyor, kadınları da kadın ordulaşması temsil etmektedir. Çetelerin işgal ettikleri coğrafyalardan kadınların akın akın özgürleştirilen Rojava topraklarına geldiklerini izledik, kadın ordusuna duyulan güvenin en büyük işaretlerinden biri de budur. Özgürleştirilen topraklardan kadınların kara çarşaflarını atarak nasıl kadın ordu güçlerine kendilerini koşturduklarını izledik. Kadınlar için yaşamlarına en çok müdahalenin yapıldığı hem ev içi hem de ülkenize yaşadığınız coğrafyaya el atıldığı bir süreçte ‘sırtımı yaslayabileceğim bir ordu var’ düşüncesi hakikaten kendilerini yalnız hissetmemelerine neden oluyor ve yaşama tutunmalarını sağlıyor. Ortadoğu kadınlarında oluşan bu güven hali şu anda dünya kadınlarında da oluşmaya başladı. Bu yüzden Kürdistan ve Rojava devrimine doğru bir akış söz konusu. Kadınlara ait ve kadınlar tarafından korunabilen yaşam alanları söz konusu artık bu yüzyılda. Kadın ordulaşmasının adım attığı yerlerde artık kadınların da özgür yaşamlarını kurabilecekleri yaşam alanları, yaşam hakkını koruyabilecekleri alanlar ve güvenlikleri var.

Kadın ordulaşması sürecini en başından itibaren günümüze kadar yaşayan kadın karakterlerden biri olarak biraz kendi deneyiminizi de paylaşabilir misiniz?

Devrim içerisinde yer almak güzel bir duygu. 1993’te gerçekleşmeye başlayan ordulaşma süreci öncesindeki katılımım için çok büyük bir iradeyle katılım gösterdiğimi söyleyemem. Savaşayım fakat kendimi de koruyabileyim, cins mücadelesi de yürütebileyim diye bir düşünce söz konusu değildi. Katıldığım eylemlerden bir tanesinden söz etmek isterim; kadın ordulaşmasının kuruluşunun ilk aşamalarına denk gelen bir zaman diliminde meydana gelmişti. Kadın iradesi, kadın savunmasının oluşturulması bilincinin şahsımda oluşmaya başladığı günlere tekabül eden ara süreçte yaşandı. İrade, inanç, savunma konularında gidiş-gelişler yaşamıştım. Saldırı grubunda yer aldığım ilk eylemdi, heyecanı ve coşkusu farklıydı, eyleme katılma istemi de çok fazlaydı. Eyleme katılmak isteyenlerde genellikle meydana gelen bir duygudur, en önde yer almak istemek. En ön cephede, saldırı grubunda yer aldığınızda kendinizi nasıl daha iyi koruyabileceğiniz bilincine pratik olarak erişebiliyorsunuz. Ordulaşmanın her hücresinde yer almak gerekiyor fakat kişinin kendisini ve yanındaki yoldaşlarını, halkını koruyabilmesi bilinci saldırı esnasında çok ciddi bir şekilde ortaya çıkıyor ve şekilleniyor.

Eyleme gittiğimizde düşman tarafından fark edildiğimizi gördük ve askerlerle birlikte karşılıklı saldırmaya, silahları aynı anda kullanmaya, bombalarımızı atmaya başladık. Yanımda iki arkadaşım yaralandı, bomba parçalarının değmesiyle yaralanmışlardı. Benim de ayakkabım parçalanmıştı fakat ayağım iyi durumdaydı, kan bile neredeyse gelmemişti çok az kanama olmuştu. İlk defa saldırı grubunda yer almanın heyecanını taşıyordum; düşmanı bu kadar yakından görmüştüm, eylemin kendi heyecanı tabi ki ayrı bir mesele. Yaralı arkadaşlarımızın yaralarının sarılması, oradan çıkarılmaları gerekiyordu. Komutanımız ‘Yaralı arkadaşlarımız biraz sabırlı olsunlar, düşmanı saldırı ile oyalarlarken arkadaşlarımız biraz uzaklaştırıp yaralarını saracağız’ dedi. Tabi ben de yaralandığımı söylediğim için çok hassas yaklaşıyorlardı. Tüm arkadaşlarda hassas bir yaklaşım oluşmuştu, çünkü hem saldırı grubunda ilk defa yer aldığımı biliyorlardı hem de grubun en genç üyesiydim. Arkadaşların o gün göstermiş oldukları hassasiyeti hakikaten unutmam mümkün değil. İnsanı duygulandıran bir manzaraydı.

Düşmanın ateş hattından çıktıktan sonra arkadaşlar yarama müdahale etmek için ayakkabılarımı çıkardılar, bir de baktım ki yaramdan hiç kan akmamış. Ben de büyük bir inatla ben yaralandım ama kanım akmıyor diyorum, komutanımız o zaman tüm arkadaşların içerisinde söylemek istemediği için birkaç adım uzaklıkta ve arkadaşların duymayacağı şekilde, ‘Acaba sen korktun mu? Heyecan ve panikten mi yaralandığını düşündün acaba?’ dedi fakat ben yaralandığımda inat ediyordum, ayrıntılı baktılar sadece ayakkabının tabanını parçalandığını gördüler. Çok anlayışlı bir komutan arkadaşımızdı, ‘Heyecanlandığın için ayakkabın parçalandığında yaralandığını düşünmüştün. Sorun değil kimseye söyleme’ dedi bu meseleyi öyle kapattık o zaman. Kastım nedir; insanın kendisine güvendiği her anda ve her yerde, ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgide, bazı anlar var ki ölüm anları ama ölüm anlarında bile yaşama sarılmak büyük bir irade, moralle çok önemli. Cesaretin önemli olması kadar inancın büyük olması, yaşama sarılma ve büyütme istemenin büyük olması, mücadele etme isteminin büyük olması gerekiyor, sadece savaşma cesareti bir şeyi tamamlamaya yetmiyor.

Bazen günlük yaşamın yoğunluklarından kaynaklı bazı değerli hususlar unutulabiliyor ama insanın hedef ve amacı olduğunda hiç problem olmaz, özgür kadın ordusu savaşçısı olmak nihayetinde ölüm anını yaşamak kadar, ölüm anında bile yaşamayı getiriyor kendisiyle. Bir özgür kadın ordusu savaşçısı olarak ölümü yaşarken bile yaşamı üretebilmeliyim.

Bu süreçte kadın ordulaşmasına, kadınlar şahsında özgürlük iradesine yönelik saldırıların da yoğunlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürdistan’ın hemen hemen dört parçasında kendisini koruyabilme seviyesine gelen bir kadın ordulaşması artık söz konusu. Her ne kadar Kürdistani kökenli olsa bile Kürdistan coğrafyasında yaşayan tüm halkları ve kadınlarını kapsayan bir savunma gücüdür artık kadın ordusu. Kuruluşundan günümüze kadar kadın ordulaşması ve savunma güçlerinin oluşturulmasında emeği geçen, yaşamını buna adayanlara layık olalım, layık olabilirsek en iyi askerleri de olabiliriz, özgürlük arayışçıları olabiliriz. Şehitlerimizin izinden yürüdüğümüz müddetçe geri geleneksel yanlarımızdan kurtulabiliriz. Kadın ordulaşmamıza teknik, filli ve fikri olarak en yoğun saldırıların gerçekleştiği bir süreçteyiz. Düşman yoğun bir şekilde özellikle kadın güçlerine saldırıyor, kirli bir zihniyetle el atmak istiyor. Bu çerçevede yurtsever ailelerimizi taciz ediyor, rahatsız ediyor, kadınları geri geleneksel ilişkilere çekebilmek için ailelerimizi kullanmak istiyor. Bu politikaların hepsinden tek tek haberdarız. Özellikle annelere, ‘Kızlarınızı getirin, çağırın, onlara bir şey yapmayacağız’ diyor düşman. Hiçbir şey yapmayacaklarsa neden bizlerden ellerini çekmiyor, özgürce yaşamamızın önünde engel olmak istiyor, neden ailelerimizle uğraşıyor, rahatsız ediyor, MİT’inden JİTEM’ine, istihbaratına, ordusuna, devletin tüm hücrelerine bütün kirli ağlarını ortaya döküyorlar? Neden bizlerle bu kadar uğraşıyorlar? Bizler için ‘Evlerine dönsünler, bir şey yapmayacağız’ diyorlar, bizler zaten evlerimizde, olmamız gereken yerlerde, ordu güçlerimizle birlikteyiz. Hassas bir noktadır, ailelerimiz düşmanın bu politikalarından etkilenmemeliler. Nihayetinde ailelerimizin duygusal yanları var, bu duygusal yanları sömürmek istiyorlar. Unutmamak gerekiyor ki her şeyi sömürü unsuru haline getiren düşman, ailelerimizin duygusallıklarından dahi sömürü unsuru çıkarıyor kendisine, bunlara dikkat etmek gerekiyor. Ailelerimiz şunu da bilmeli; 90’lı yıllarda belki dağlarda kalmak daha zahmetli ve zordu, büyük irade ve karar gücü istiyordu, ancak bugün Kürdistan dağlarında onlarca imkan söz konusu. Bugün Kürdistan gerillasının kendisini geliştirme, eğitme, beslenme, lojistikten tutalım, teknik ve çok sayıda imkana sahip olduğumuz bir süreci yaşıyoruz. Ailelerimiz merak etmesinler, düşmanın özel savaş politikalarına da gelmesinler; 40 yıldır bizi bitirmeye çalışan onca devlet sistemi karşısında bitmedik, bir iki günde de bitmeyeceğiz. 40 yıl oldu fakat biz hala çok genç bir hareket ve partiyiz, orduyuz her gün ‘Yeniden başlıyoruz’ diyerek yeni umutlarla ilerliyoruz.

Dostumuz da bilsin düşmanımız da bilsin artık savaş motivasyonumuz daha farklı; daha büyük bir ordulaşmaya gidiyoruz. Artık Kürdistan’da atım attığını, büyüdüğünü, kapsadığını düşünen ordu güçlerimiz, görüldüğü üzere Ortadoğu’ya adım attı ilerliyor ve nerede ihtiyaç varsa, nereden ‘Bize de ses olun’ diyen kadın varsa ordu güçlerimiz oralarda da varlıklarını örgütleyecekler. Bilinçlendik, yeni başladık, büyüyoruz. Halkımızın ve dostlarımızın yüreği ferah olsun. Düşmanımızın ise korkusu büyük olsun, çünkü yeni dönem savaş iddiamız daha büyük. Yetişmemiz gereken bir devrim süreci var; hayalimiz ve kurmayı amaçladığımız Ortadoğu Kadın Ordu Birlikleri var, dünyaya yayılımı için de ufkumuz geniş. Önderliğimizin bize verdiği perspektifte olduğu gibi ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız ne de eskisi gibi savaşacağız.’