Kürt Halk Önderi Öcalan’ın makalesi Jacobin dergisinde yayımlandı

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın makalesi Amerika’da yayın yapan Jacobin dergisinde yayımlandı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın savunma ve açıklamalarından derlenen makalesi İngilizce ve Almanca olarak Jacobin dergisinde yayımlandı.

Öcalan'ın "Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) kurucusudur, Kürtlerin en önemli siyasi temsilcilerinden ve önde gelen stratejistidir" vurgusunda bulunulan dergide, "1999'da Kenya'da kaçırılışı ve ardından gelişen yargılanma ve idam cezası -bu daha sonra şartlı tahliye imkânı olmayan müebbet hapis cezasına çevrildi- ardından İmralı Adası'nda mutlak izolasyonda tutulmaktadır. 11 yıl boyunca adadaki tek tutsaktı" denildi.

'ÖCALAN ÇÖZÜMÜN KİLİDİDİR’

Kürt Halk Önderi’nin tarih, felsefe ve politika üzerine kapsamlı yazılarının bulunduğuna dikkat çekilen dergide, "Kürt sorununun politik çözümü açısından kilit kişi olarak görülmektedir. Yazar birçok seneden beri komple tüm dünyadan bağı koparıldığı ve avukatları ile görüşmesine ve ziyaretçi almasına izin verilmediği için bu yazı onun savunmalarından ve yakın zamandaki açıklamalarından alınmıştır" denildi.
Öcalan'ın son zamanda çıkan kitapları arasında da "The Sociology of Freedom (2020) and The Political Thought of Abdullah Öcalan (2017)" olduğu belirtildi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kısaltılıp redakte edilerek Jacobin dergisinde yayımlanan “Türkiye, Suriye ve Kürtler için benim çözümüm demokratik ulustur” başlıklı makalesi şöyle:

“Kapitalist modernitenin yapısal bunalım içinde olduğu değerlendirilmektedir, gerçekten de bu, uygarlık sisteminin süreklilik kazanan en ölümcül bunalımıdır. Zincirleme tarzda bizi kıyametle karşı karşıya bırakabilecek kırılış reaksiyonu başladığını görüyoruz. Genelde son beş bin yıllık, özelde son iki yüz yıllık tahribatlar, milyonlarca yılın evrim halkalarından binlercesini koparmayı rekor zamanında gerçekleştirmişlerdir. Nasıl durdurulacağı kestirilememektedir.  Bitkiler ve hayvanlar dünyasında yaşanan yıkımların sonuçları belki de tam anlamıyla ortaya çıkmış değildir. Ama her iki dünyanın da atmosfer gibi S.O.S işareti verdiği açıktır.

İnsanlık tüm çevre ve toplumu çözülüşe uğratan moderniteyi daha ne kadar çekecek? Yol açtıkları bunca savaşın, işsizliğin, açlığın, yoksulluğun neden olduğu acıları ve ahları nasıl dindirecek?

Ulus-devlet iktidarının toplumu koruduğu iddiası, en büyük yanılsamayı yaratıyor. Toplum sadece bununla değil, kırımla karşı karşıyadır. Toplum giderek tümüyle ulus-devletçe militaristleştirilerek, bir nevi savaş hali içine sokulmuştur. Adına “toplumkırım” dediğim dayatılan bu savaş hali iki kanaldan yürütülmektedir: Birincisi, iktidar ve devlet aygıtlarının sardığı toplumu gözetim, denetim ve baskı altına almasıdır. İkinci yol, son elli yıl içinde gelişen bilişim teknolojisi (medya tekelleri) sanal toplumun gerçek toplum yerine ikame edilmesidir. Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimcilik ve sanatçılık (spor, dizi vb.) toplarıyla yirmi dört saat boyunca toplumu vuran medya karşısında, toplum nasıl savunulabilir?

Ortadoğu’daki minimalist ulus-devletçiliğin kapitalist modernitenin tahakküm aracı olduğu da gayet açıkça ortaya çıkmış, son yüzyıldaki ulus-devlet düzenlemesi kapitalist moderniteyi kurtarmaya yetmemiştir. Avrupa’da ‘Barışa son veren barış’ olarak rol oynayan Versailles Antlaşması Avrupa için neyse Ortadoğu için de Sykes-Picot Antlaşması odur. Bir dönemler Roma İmparatorluğu’nun bölgedeki valilikleri hangi anlamı taşıyorduysa, günümüz ulus-devletleri de bölgede aynı anlamı taşımaktadır. Çok daha işbirlikçi ve bölgenin kültürel geleneklerinden uzaktır. İçte kendi halklarına, dışta birbirlerine karşı savaştırılan organizasyonlar durumundadır. Geleneksel toplumun tasfiyesi, halklara karşı savaş demektir. Cetvelle çizilen haritalar ise, yapay devletler arasındaki savaşlara çağrı demektir. Bunlar derinleşmekte olan bunalımı sürdürmekte bile yetersiz kalmakta, varlıkları bunalımı gittikçe derinleştirmektedir.

ULUS DEVLETTE ISRAR FELAKETTEN BAŞKA BİRŞEY ÜRETMEMEKTEDİR

Günümüzde ise bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın yaşandığı inkâr edilemez, ağırlık merkezi Ortadoğu coğrafyası ve kültürel ortamıdır. Bu savaş, kapsam ve süre olarak, ilk ikisinden daha derin ve uzundur. Bölgede ne sistemin kendini yenileme potansiyeli bulunmakta ne de oluşmaktadır. Gelişen şey, çürüme ve dağılmadır. Irak, Suriye, Afganistan, Lübnan, Pakistan, Türkiye, Yemen, Somali, Mısır Libya vd. başta olmak üzere belli başlı ülkelerde olup bitenlerin bilançosunun, çoktan iki dünya savaşlarındaki bilançoları birçok yönden aşmış olması, bu savaşın gerçekliğinin anlaşılması için yeterlidir.

Bu savaş, ancak bölgesel veya küresel yeni bir dengenin oluşması ile sonlanabilir. Günümüzde kapitalist modernitenin bir nevi ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın kaderi de Kürdistan’daki gelişmelerle belirlenebilecektir.

Ortadoğu somutunda Irak ve Suriye’deki gelişmeler bu durumu net olarak ortaya koymaktadır. Uygarlığın ana üretim kaynağı olan Ortadoğu tarihinde bir sapma olan ulus-devlet varlığında ısrar, felaketten başka bir şey üretmemektedir. Türk ulus-devleti de son Kürt soykırımıyla, ‘ülkesi ve milletiyle bütünleşmiş’ bir ulus-devlet olarak ebedileşeceğini sanmaktadır. Açık ki yakın gelecek için Türk ulus-devletçiliği paradigmasını değiştirmedikçe, başta Türk ve Kürt halkları olmak üzere diğer bölge halkları ve toplumsal kültürleri için mezar kazıcı rolünü oynamaktan öteye gidemeyecektir. İran’ın gelecekteki durumu da kendisi ve bölge açısından belirsizliğini korumaktadır.

Ortadoğu’da ulus-devletçiliğin parçaladığı, her parçasında değişik imha ve asimilasyonları dayattığı Kürtlerin durumu, tam bir felakettir. Kürtler âdeta uzun süreli can çekişmeye mahkum edilmiş bir varlık konumundadır.

SOYKIRIM KISKACINDAN ÇIKIŞ DEMOKRATİK ULUS PROJESİ İLE MÜMKÜNDÜR

Kürtler soykırım kıskacında çıkış koşullarının olgunlaştığını ve coğrafyanın diğer halkları ile birlikte çıkışın demokratik ulus projesi ile mümkün olduğunu görmüş ve adım adım yöntemini geliştirmektedir.

Kuzey ve Doğu Suriye, Rojava bir özgürlük adası misali yükselirken hem bölge halklarına hem de çözüm isteyebilecek ulus devletlere bir yöntem ortaya koymuştur. Demokratik Ulus Modeli, ulus-devletlerin inkârını değil onların demokratik anayasal çözüme bağlı olmasını önermektedir. Ortadoğu’da derinleşen savaş ve yıkıma karşı inşa edilmesi gereken model, devlet-ulusuyla demokratik ulusun varlığını ve özerkliğini esas alan demokratik anayasal çözümdür.

Bölgede zengin bir miras teşkil eden etnik, dinsel ve mezhepsel varlıkları ve kültürleri ancak Demokratik Ulus Zihniyeti barış, eşitlik, özgürlük ve demokrasi içinde bir arada tutabilir. Her kültür bir yandan kendini demokratik ulusal bir grup olarak inşa ederken, öte yandan iç içe yaşadığı diğer kültürlerle daha üst düzeyde demokratik ulusal birlikler içinde yaşayabilir. Tekçi ulus anlayışı aşıldıktan sonra birbirini eritmeye ihtiyaç kalmaz. Bunun yerine kültürel bütünlükler halinde tarih boyunca yaşandığı gibi yaşanır. Bu sadece kalıcı barışı sağlamaz, işsizlikten tümüyle kurtulmuş yığınların komünal ekonomi ve ekolojik endüstrinin birlikteliğiyle ekonomik üretkenliği ve kültürel Rönesans’ı yaşaması anlamına da gelecektir.

İçte demokratik anayasal sisteme bağlı ulusların kendi aralarında oluşturacakları Demokratik Uluslar Birliği, şüphesiz büyük bir gelişme olacaktır. Her zaman söylediğim gibi Kürtler, tıpkı uygarlığın şafak vaktinde oynadıkları rolün bir benzerini bu sefer Demokratik Uygarlık temelinde oynamaktadır. Kürt Demokratik Ulus Çözümü, bunun için gerekli olan her türlü gücü (entelektüel ve fiziki güç) fazlasıyla sunmaktadır. Nitekim Kürtler demokratik uluslaşmanın ahlaki motivasyonu ile dinsel tekçiliğin sonucu olan DAİŞ’i tüm insanlık adına bu şekilde bertaraf etmişlerdir. Yine Kadın Özgürlük Paradigmasıyla da tüm dünyada rol model haline gelmişlerdir.

Bugün Kuzey ve Doğu Suriye açısından yaşanan gelişmeler çok önemli bir aşamadadır. Arap, Kürt, Ermeni, Süryani vd. halkların temsilini ifade eden Kuzey Suriye yönetiminin ve yerel demokrasinin anayasal güvence ile tanınması hem Suriye açısından hem de Ortadoğu açısından çok önemli bir gelişme olacaktır. Suriye Demokratik Anayasası’ndan sonra Avrupa’dan Türkiye’den ve her yerden bir çağrımız ile geri dönüşler mümkün hale gelecektir.

Türkiye ile yaklaşık yüzyıldır devam eden Kürt Türk savaşında 2019 yılında ortaya koyduğumuz yedi maddelik deklarasyon durumumuzu ve bakış açımızı net olarak ifade etmektedir. 1993 yılından beri geliştirmeye çalıştığımız Kürt Sorunu’nun demokratik çözüm yöntemi konusunda çağrımız her zamankinden daha güçlü bir nitelik taşımaktadır.

Bizim açımızdan diyalog sürecine giriş yaptığımız 2013 yılında Newroz Bildirgesinde belirttiğimiz İmralı Duruşu daha derinleşmiş ve netleşmiş bir kararlılıktadır. Toplumsal uzlaşmaya ve her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak demokratik müzakere yöntemine ihtiyaç vardır. Bugün tüm sorunlar fiziki şiddet araçlarıyla değil yumuşak güçle çözülebilir durumdadır. Koşulların sağlanması durumunda bir haftada çatışma durumunu ihtimalini ortadan kaldıracak çözecek gücü yaratabilirim. Türkiye Devleti ise bu dönemde tam bir yol ağzındadır. Ya bölgedeki diğer ulus devletler gibi çözülene kadar yoluna devam edecek ya da onurlu barış ve anlamlı bir demokratik çözüme gelecektir. Bu tercih halkların ve coğrafyanın kaderini etkileyecektir.

Her şeyi taraflar arasındaki karşılıklı mücadele kadar, Kürtlerin barış ve demokratik siyaset yoluyla yürütecekleri mücadelenin başarısı belirleyecek, sonuçta ise özgürlük kazanacak.”