AİHM’deki Cizre Davası: Hükümet kaçamak cevaplar verdi

AİHM’de görülen Cizre Davası’nda iki ayrı başvurucunun başvurularının ele alındığı duruşmada, Türk hükümetinin katliamları açıklamakta ve hesabını vermekte zorlandığı ve ‘kaçamak cevaplara’ sığındığı görüldü.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) bugün Cizre’deki öz yönetim direnişleri sürecinde yaşanan katliamlar ve ihlallere dair dava görüldü. Ömer Elçi ve katliamda yaşamını yitiren Orhan Tunç adına yapılan başvurular, 30’u aşkın diğer başvuru arasından pilot olarak seçilmişlerdi.

Bugün normalde 2 saat sürmesi beklenen ancak 3 saati bulan duruşma sonrasında Tunç ve Elçi ailesinin de katılımıyla kısa bir basın açıklaması yapıldı.

Avukatlar Ramazan Demir ile Newroz Uysal’ın yanı sıra Cizre’deki katliamda yaşamını yitiren Mehmet Tunç’un eşi Zeynep Tunç ve yine yaşamını yitiren Orhan Tunç’un eşi Güler Tunç da açıklamada yer aldılar. Ayrıca HDP Milletvekili Ayşe Acar Başaran ve Şirnex eski Milletvekili Faysal Sarıyıldız da ailelerle birlikte yerini aldı.

AVUKAT DEMİR: HÜKÜMET YAŞANANLARIN AÇIKLAMASINI VE HESABINI VEREMEDİ

Cizre’deki katliam esnasında ve sonrasında AİHM’e yapılan otuzun üzerindeki başvurudan Elçi ve Tunç ailesinin başvurularının pilot olarak ele alındıklarını söyleyen Avukat Ramazan Demir, “Bizim temel savunamız, devletin güvenlik güçlerinin Cizre’de yürüttüğü operasyonların sivil yerleşim yerlerinin savaş araçları kullanılarak vurulmasının hukuka aykırılığı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) tarafından yaşam hakkının korunmasına ilişkin 2’inci madde bağlamında orantılı, elverişli ve sivil kayıpları önleyecek nitelikte olmadığıydı. Aynı şekilde Orhan Tunç hakkında verilen ihtiyati tedbir kararının yerine getirilmemesiyle ilgili olarak belirttik savunmamızı. Orhan Tunç’un ölümüyle ilgili yürütülen (Türkiye) soruşturmanın etkili, bağımsız ve tarafsız olmadığını ileri sürmüştük” dedi.

AİHM’in bugünkü duruşmada Türk devletinin savunmasına yönelik doğrudan sorular sorduğunu kaydeden Avukat Demir, yürütülen ‘operasyonların’ niteliği, sivil kayıpların önüne geçmek için herhangi bir önlem alınıp alınmadığı, Orhan Tunç’un ölümünün nasıl gerçekleştiği ve ihtiyati tedbir kararının neden yerine getirilmediğine ilişkin savunma istendiğini belirtti.

Türkiye’nin savunmalarını daha önceden de bildiklerini söyleyen Demir, AİHM’in yanıt istediği sorulara ilişkin “Türk hükümeti bu soruların çoğuna cevap veremedi aslında. En azından mahkemenin istediği nitelikte cevaplar olmadığını düşünüyoruz. Cizre’de meydana gelen hak ihlallerinin hemen hemen hepsi dile getirildi. Ancak mahkemenin verdiği süre kısa olduğu için herşeyden bahsedemedik” dedi.

AİHM’e sunmak istedikleri tüm kanıtları ve uzman görüşlerini sunamadıklarına dikkat çeken Avukat Ramazan Demir, kendilerine 25 dakikayla sınırlı bir süre verildiğini hatırlattı.

Demir, Türk devletinin bugünkü duruşmada Cizre’de yaptığı katliamların açıklamasını ve hesabını veremediğini gördüklerinin de altını çizdi. Demir, “çok da kaçamak cevaplar verildi” derken, mahkemenin kararının ileri bir tarihte verileceği bilgisini paylaştı.

AİHM İÇ HUKUKUN KULLANILIP KULLANILAMADIĞINI SORGULADI

Mahkeme yargıçları, her iki taraftan iç hukukun kullanılıp kullanılmadığı veya engellenip engellenmediğine yönelik sorular yöneltti. AİHS gereği, belirli durumlar dışında iç hukuk yollarının tümüyle tüketilmesi gerekiyor.

TÜRK TARAFI OLMAYAN İÇ HUKUKUN ‘ETKİNLİĞİNİ’ SAVUNDU

Hükümetin savunması ise bir bütün olarak dosyanın AİHM tarafından kabul edilmemesi üzerine yürütüldü. İç hukukun tükenmediği gereçkesiyle dosyanın Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) görülmesi gerektiği iddiasını dillendiren Türk savunma heyeti, AYM’nin ‘etkili bir iç hukuk yolu’ olduğunu savundu.

AİLELERİN AVUKATLARI YASAKLARIN HİÇBİR HUKUKA DAYANMADIĞINA DİKKAT ÇEKTİ

Tunç ve Elçi ailelerinin avukatları ise, ihlallere ilişkin de o dönemde hukuki olarak sokağa çıkma yasağının İl İdare Kanunu’na dayandığına dikkat çektiler. Zira bu kanunda doğrudan valinin sokağa çıkma yasağı ilan edebileceğine dair bir madde yok, sadece “Vali, gerek gördüğünde gerekli tedbirleri alır” benzeri bir ifade var.

Elçi ve Tunç ailelerinin avukatları bu nedenle yasakları anayasaya ve uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve zaten “hiçbir hukuka dayanmadığını” vurguladılar.

İSTENSE ORHAN TUNÇ KURTARILABİLİRDİ

Cizre’nin 100 bini aşkın nüfusunun olduğuna dikakt çeken avukatlar, tanklarla sivil yerleşimlerin vurulduğunu ve savaş sahnelerinin olduğuna vurgu yaptılar. Elektrik, su, gıda ve sağlığa erişim imkanlarının engellendiğini ve insanların dışarı dahi çıkamadığını dile getiren aile avukatları, böyle bir tabloda Türkiye’de iç hukukun uygulanamayacağını ve delil açısından da delil toplama imkanının olmadığına işaret ettiler.

Avukatlarca Orhan Tunç’un katline yönelik yapılan değerlendirmede, ambülans gönderilmediği için yaşamını yitiren Tunç’un ‘istense kurtarılabilirdi’ denildi. ‘Güvenlik gerekçesiyle ambülansın gidemediği’ yönündeki hükümetin bu yönlü savunmasının da geçersiz olduğunun altı çizildi. Orhan Tunç, yaralı olduğu halde çağrılan ambülans bulunduğu bölgeye ‘güvenlik gerekçesiyle’ gitmemişti. Ambülansın gidişinin engellenmesiyle Tunç yaşamını yitirmişti.

Türk hükümetinin bugüne kadar ciddi bir soruşturma açılmadığı da dikkate alınırsa, Türk hükümetinin dayanaklarının oldukça zayıf olduğu görülüyor.

DAVAYA KONU OLAN KATLİAMLAR

Şırnak Valiliği’nin 14 Aralık 2015’te saat 23.00’te Cizre’de ilan ettiği sokağa çıkma yasağı 79 gün sürdü ve 2 Mart 2016’da sona erdi. 79 gün süren ablukada toplam 259 kişi katledildi. İçerisinde ağır yaralıların olduğu ve bodrumlara sığınan 177 insanın büyük çoğunluğu, Türk güçleri tarafından yakıldı. 92 kişi kimlik bilgileri açıklanmadan kimsesizler mezarlığına defnedildi. Onlarca insan evlerinin mutfağında yemek yaparken, oturma odalarında, tuvalet ihtiyacını gidermeye giderken, sokak ortasında katledildi. Abluka boyunca seçilmiş siyasetçiler dahil olmak üzere hiçbir gazeteci, kurum ya da kuruluşun Cizre’ye girmesine izin verilmedi. Cizre ablukası başlamadan önce yapılan “evlerinizi boşaltın, son uyarımızdır” anonsları, sivil yerleşim alanlarına yönelik top atışları ve başkaca psikolojik baskı yöntemleriyle halk göçe zorlandı, evlerini terk etmeyenlere yönelik büyük bir katliam gerçekleşti.

YARGI SÜRECİ

Bu kentlerdeki hak ihlallerine karşı 2015 ve 2016’da Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne çok sayıda başvuru yapıldı. Bu başvurularda AYM ve AİHM'den hak ihlallerinin önüne geçebilmek için geçici tedbir kararları vermeleri istendi. AİHM, içtüzüğünün 41. maddesi uyarınca bu başvuruların öncelikli olarak ele alınmasına karar verdi. AİHM, bu kararın bir sonucu olarak 15 Aralık 2016’da sokağa çıkma yasakları bağlamında 160'tan fazla kişiyi temsilen yapılan 34 başvuru hakkında Türkiye'den savunma istedi ve başvurucuların esası hakkında ilerleyen tarihlerde karar vereceğini duyurdu.

Mahkeme, başvuruların hem esası hem de kabul edilebilirliğiyle ilgili duruşma yapmaya karar verdiğini Temmuz’da duyurdu. Ancak bütün dosyalar için duruşma yapmak yerine içlerinden iki tane dosyayı seçip bu iki dosyada yapılacak olan usul ve esas tartışmalarını, geri kalan bütün dosyalar için de uygulamaya karar verdi. Sokağa çıkma yasağının yasallığını Ömer Elçi dosyası üzerinden, sokağa çıkma yasakları sorasında Cizre’de yürütülen operasyonun niteliği ve meydana gelen ölümlerin hukuki tartışmasını da Orhan Tunç dosyası üzerinden yapacağını açıklamıştı.

Kabul edilebilirlik ve esas üzerine yapılacak olan duruşmaya, Avrupa ve Türkiye'den birçok insan hakkı kuruluşu temsilcisi ve avukatın katılması bekleniyor. Yasaklar sırasında devlet kurumlarında görevli olan bazı kişilerin de katılacağı duyurulmuştu. AİHM’deki duruşmaya katılanlardan birinin dönemin Cizre kaymakamı olduğu bildiriliyor.