'Kürt gençlerinin öncülüğünde yeni bir tarih yaratıldı'

PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan, Kürdistan’da şehirlerinde yaşanan direnişi “ulusal bir savaş” olarak nitelendirerek direnen Kürt gençlerinin öncülüğünde yeni bir tarih yaratıldığını belirtti.

Stêrk TV’ye özel bir röportaj veren PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Halk Savunma Merkez Karargahı komutanlarından Murat Karayılan, Kuzey Kürdistan’daki direniş konusunda açıklamalarda bulundu.

Kuzey Kürdistan’da ulusal bir savaş yürütüldüğünü, Kürt gençlerinin öncülüğünde yeni bir tarih yaratıldığını kaydeden Karayılan, “Çiyagerlerin, Bêrîtanların, Berfinlerin öncülüğünde gerçekten de yeni bir tarih yaratıldı. Davası için, vatanı için kendisini feda eden yeni bir yiğitlik yaratıldı” şeklinde konuştu.

Karayılan şehir direnişlerinden halk ve savaşçıların birlik olması durumunda düşmanı ülkeden çıkarabileceklerinin anlaşıldığını ifade ederek “Bu direnişlerin ortaya çıkardığı sonuç budur. Bu direniş ruhunda zafer görünüyor” şeklinde konuştu.

Karayılan’ın ağırlıkla Kuzey Kürdistan’daki mücadele sürecini değerlendirdiği röportajı şöyle:

 Kuzey’deki mücadele süreci üzerine bir çok tartışma yapılıyor. Siz hareket olarak bu geçen 10 aylık mücadele sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçtiğimiz 10 aylık süreçte gerçekten de kahramanca bir savaş yaşandı. Kürt halkının direniş tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Bu savaşta emek harcayan, rol oynayan ve kendini feda eden kahraman şehitlerimizi Azad Sîser, Çekdar Amed, Baran Dersim, Haki Amed, Şervan Varto, Ekin Van, Botan Hakkari ve Berfin yoldaşların şahsında anıyorum. İçinde bulunduğumuz ay fedailer ayıdır. Zîlan, Sema ve Gulan yoldaşlar bu ayda şehit düştüler. Onların takipçileri olarak Kürdistan’da geçtiğimiz 10 aylık süreç içerisinde canlarını feda eden, fedai eylem yapan yoldaşlarımızı Zinar, Doğa, Asya, Eylem, Dijwar Wan ve Dîrok Amed yoldaşların şahsında anıyorum. Kahraman şehitlerimize, onların takipçileri olacağımız, bayraklarını yükselteceğimiz ve bu şekilde anılarını özgürlük mücadelesini yükselterek yaşatacağımıza dair verdiğimiz sözü bu program vesilesiyle bir kez daha tekrarlıyorum.

Geçtiğimiz 10 aylık süreç üzerine tartışmalar var. İleriki süreçlerde de bu tartışmaların devam edeceğini tahmin ediyorum. Çünkü hem yeni bir yöntem uygulandı, savaş sadece dağ ile sınırlı kalmadı, ovalarda ve şehirlerde de güçlü bir şekilde direniş geliştirildi; hem de Kürdistan direniş tarihinde gerçekten de yeni destanlar yaratıldı. Bundan dolayı geçtiğimiz 10 aylık süreç hakkında tartışmalar devam edecektir.

ÇÖZÜM SÜRECİNDE SAMİMİYDİK

Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki adına Çözüm Süreci denilen bir ateşkes süreci vardı. Biz bu süreçte samimiydik. Biz Önder Apo’nun geliştirdiği bu süreçte barışçıl yol ve yöntemler ile sonuca gitmek istiyorduk. Ancak şimdi daha iyi anlaşıldı ki esasen AKP devletinin zihniyetinde Kürt sorununu çözmek yoktur. Onlar bizimle hem Oslo’da hem de İmralı’da masaya oturdular; yıllarca görüşmeler oldu. Ama anlaşıldı ki onların amacı bu sorunu çözmek değil, bizi meşgul etmek, reflekssizleştirmek ve güçsüz bırakıp yok etmekti. Bu süreçleri bunun için gündeme koydukları açığa çıktı. Yani niyetlerinde çözüm yoktu. Sonuçta 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin elde ettiği başarılar, yine Rojava’da Girê Spî hamlesi gibi onların iradelerinin dışında bazı gelişmeler açığa çıkınca süreci bozdular. Adına Çökertme Planı dedikleri yeni bir plan perspektifiyle bize karşı savaşı başlattılar. Türkiye devletinin yetkilileri bazen süreci bizim bozduğumuzu söylüyorlar. Bu yalandır. Zaten eski başbakanları Ahmet Davutoğlu bir çok kere 22 Temmuz’da Amerika ile anlaştıklarını, 23 Temmuz’da hükümetin karar aldığını ve 24 Temmuz’da da bütün PKK üslerine karşı hava saldırılarını başlattıklarını dile getirdi. Şu kesindir ki bu süreci Türkiye devleti bozdu.

SÜREÇ YEREL BİR ADIMLA BAŞLADI

Kürt halkının isteği barışçıl yol ve yöntemler ile özerklik elde etmek, yani statü sahibi olmaktı. Türkiye sınırları içerisinde, Türkiye ile birlikte, Türkiye’nin birliği perspektifiyle özerk olmaktı. Hem Kürdistan’ın özerkliği hem de Türkiye sisteminin merkezi olmaktan çıkıp daha yerel bir sistemin kabul edilmesi hedeflenmekteydi. Zaten bugün bütün dünyada daha yerel olan sistemler gelişmektedir. Birçok ülkede bu vardır. Yani diyalog yöntemiyle bu amaca ulaşmak hedeflenmekteydi. Bu olmadı. Kürt gençleri daha önce de, 2014 yılında da mahalleri tutmuşlardı. 24 Temmuz’da saldırılar başlayınca yine Kürdistan şehirlerinin birçok mahallesini tuttular. O mahallelerin meclisleri de özerklik ilan ettiler. Bu özerklik ilanları, Kürt sorununun Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde çözülmesi projesiydi. Türkiye’nin içerisinde, Türkiye’nin kabul edebileceği ve bu şekilde sorunun çözülebileceği bir adımdı. Merkezi bir kararın sonucu olmayan bu süreç, yerellerin inisiyatifiyle gelişti. Cizre gençleri zaten daha önce de mahalleri tutmuşlardı, tekrar tuttular. Zırhlı araçların gelmemesi için hendek yaptılar ve oranın meclisi de özerklik ilan etti. Yani yerel bir adımdı. Esas olarak amaç Kürt sorununun çözümü ve bu şekilde de Türkiye’nin demokratikleştirilmesiydi. Böyle bir adımdı.

Türkiye devleti başlangıçta çok fazla sorun yapmadı. 2014 yılında da polisler biraz uğraşmıştı ancak daha sonra diyalog ile hendekler kapatılmıştı. Bu yıl da biraz uğraştılar, polis gücüyle ortadan kaldırmaya çalıştılar. Sonra sonuç alamadıklarını gördüler. Kış gelip gerillanın hareket imkanları azalınca, 14 Aralık’ta ordu şehirlere el attı. Bunun bir başkaldırı olduğunu, Türkiye’nin parçalanmak istendiğini ve Türkiye’nin bütünlüğü için her şeyi göze alıp bu mahallelerin üzerine giderek bu mahalleleri almaları gerektiğini söylediler. Halbuki burada olan başkaldırı değildi. Eğer başkaldırı olsaydı önce gidip kaymakamlığı, valiliği alırlardı. Öyle değil mi? Başkaldırıda halk ayağa kalkıp devletin karargahlarına el koyar. Bu öyle değildi. Halkın yaklaşımı şuydu; “Devlet ve onun polisi zulüm yaptığı için bizim içimize gelmesin. Biz kendimizi bu zulümden koruyacağız ve biz artık kendi kendimizi yönetmek istiyoruz.” Yani bir irade ortaya koydular. Bunun yumuşak bir başkaldırı olduğu söylenebilir. Aslında bir istektir. Bir irade ortaya konulmuştur. Gençlerin öncülüğünde halkın katılımıyla bir irade ortaya konulmuştur. Ama işgalci AKP hükümeti ve Türkiye devleti büyük bir vahşetle bu mahallelerin üzerine gittiler. Şehirlerde o şekilde sonuç alamadıklarını, ilerleyemediklerini görünce o şehirleri ortadan kaldırma kararı aldılar.

Bunun nedeni neydi; niye böyle bir karar aldılar; neden korkuyorlardı?

Korkuları şuydu: Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler Kürt davasını öne çıkarıyor. Rojava Kürdistan’da bir statü oluştu. Onlar büyük bir Kürdistan’ın kurulmasından korkuyorlar ve Büyük Kürdistan’ın Küçük Türkiye anlamına geldiğini düşünüyorlar. Bunun önünü almaya çalışıyorlar. Derin devletin bazı çevrelerinin böyle bir yaklaşımı var. Erdoğan iyi biliyor ki mesele öyle değildir. Erdoğan iyi biliyor ki Kürt halkı, Kürt sorununu Türkiye’nin sınırları içerisinde barışçıl yol ve yöntemler ile özerklik formülasyonuyla çözmek istiyor. Ancak o da kendi iktidarı için savaşması gerektiğini düşünüyor. Yani şimdi bu savaşın Saray savaşı olduğu söyleniyor ya, bu bir anlamıyla doğrudur. Neden doğrudur? Çünkü Erdoğan 7 Haziran’dan sonra Kürtlerin bir kuvvet, bir irade olduğunu ve onu iktidardan düşürdüğünü gördü. Bunun için derin devlet ile anlaşma yaptı ve Ergenekon’un bazı kollarıyla anlaşarak bunu darbe niteliğinde gündeme koydu. Bunun için öncelikle 7 Haziran seçimlerini reddettiler. Yani Kürtlere karşı savaşma temelinde yeni bir seçimin olması ve AKP’nin iktidara gelmesi konusunda bir anlaşma yaptılar. Her iki tarafın çıkarları birleşti. Hem Erdoğan iktidarını kesinleştirdi hem de devletin içindeki derin devlet olarak bilinen bazı güçlerin Büyük Kürdistan hassasiyetleri birleşti; bu şekilde savaşı geliştirdiler.

ÖZERKLİK İLANINI FIRSAT BİLDİLER

Mahallerde Kürt halkı, “biz burada özerkiz” dediği zaman bunlar bunu fırsat bilerek üzerine gittiler. Zaten onlar çökertme planını hazırlamışlardı. Zaten Cizre’den, Gever’den, Şırnak’tan, Nusaybin’den, Sur’dan vb. korkuyorlardı. Çünkü onların önünde plan vardı. Bir de bu şehirlerden böyle bir irade ortaya çıkınca, bu, onların planının önünde engel oldu. Bunun üzerine Türkiye’yi pazarlığa koydular, dünyanın sessiz kalması için de mülteci meselesini Avrupa’ya karşı kullandılar ve böylece eşi benzeri görülmemiş bir şekilde şehirlere saldırdılar. Her türlü silahı kullandılar. Tank, top, obüs, kobra, savaş uçağı, vb. her türlü silahı Kürdistan şehirlerinde kullandılar. Bu iç savaş anlamına geliyor. Ama basının çok geniş kapsamlı çabaları ve diplomatik yol ve yöntemler ile AKP son 10 ay boyunca Türkiye içerisinde bir iç savaş olduğunu sakladı. Bu durumu biraz araştırmaya çalışan basın mensupları ve AKP’ye karşı bildiri yayınlayan akademisyenler yargılandılar, tutuklandılar. Yani Kürdistan’a yaptıkları saldırılar ile birlikte faşist bir sistemi de geliştirdiler. Zaten Türkiye’de daha önceleri de öyle idi. 1925 yılında Atatürk de öyle yapmıştı. Hem iktidar içerisinde baskı ve diktatörlüğü geliştirmişti, hem de Kürdistan’da soykırım politikasını uygulamıştı. Son 10 aydır AKP’nin geliştirdiği bu uygulamaların tek izahatı vardır, o da soykırımdır, iç savaştır. Devrimi tamamen tasfiye etmek, Kürt halkının iradesini kırıp teslim almak için bu yöntemle savaşı geliştirdiler.

 Erdoğan, Türk devlet yetkilileri ve ordu komutanları her fırsatta, “PKK’yi bitirdik, artık teslim olmalılar” diyorlar. Bunu derken aynı zamanda bir bilanço sunuyorlar ve geçen 10 ayda 7600 PKK üyesinin yaşamını yitirdiğini belirtiyorlar. Böyle bir kaybınız söz konusu mu? Eğer değilse Türk devleti neden böylesi yüksek bir rakamı veriyor?

Belli bir süredir Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanlığı düzeyinde ve hemen hemen bütün Türkiye basınında PKK’nin şehir savaşlarında yenildiği, ordunun kazandığı, PKK’nin büyük bir darbe yediği öne sürülüyor. Hatta dün akşam Erdoğan 32 yıllık savaş sürecinde bu yılın çok önemli bir yıl olduğunu, PKK’nin şimdiye kadar ki en büyük darbeyi yediğini söylüyordu. Yani bunun üzerine çok propaganda yapılıyor. Kürt toplumundan bazıları da neredeyse buna inanacaklar. O kadar olmazsa da yarısının doğru olduğuna inanacaklar. Bundan dolayı bu çok önemli bir konudur. Araştırılması, peşine düşülmesi gereken bir konudur. Son on ayda olanlar hakkında ben de elimizdeki belgeler ile rakamlar vererek bazı şeyler söylemek istiyorum. Bilanço olarak sunabilirim.

TÜRK DEVLETİ AĞIR BİR DARBE YEDİ

Son 10 ayda Türk ordusunun karadan yaptığı operasyon sayısı 275’tir. Savaş uçaklarıyla yapılan hava saldırıları 581’dir. Helikopterler ile yapılan hava saldırıları 138’dir. Havan, obüs, tank ve top saldırıları 1591’dir. Bunlara karşı HPG güçlerinin yaptığı eylem sayısı 973’tür. Bu eylemlerde düşmanın ölülerinin sayısı (ki birçoğu PÖH ve JÖH’tür) 2345’dir. Bunlardan 13 tanesi yüksek rütbelidir. Bu süreçte imha edilen zırhlı araç sayısı 163’tür. Darbelenen, yani vurulan ama tam olarak imha olmayan zırhlı araç sayısı 159’dur. Sonuçları net olmayan eylem sayısı 219’dur. Bu süreçte yaşanan temas sayısı 75’tir. Düşürülen helikopter sayısı 4, keşif uçağı sayısı 3’tür. 43 adet skorsky ve kobra tipi helikopter güçlerimiz tarafından vurulmuş ancak düşmemiştir. Yakılan araç sayısı 162, imha edilen baz istasyonu sayısı 101’dir. Bu süreçte 345 arkadaşımız şehit düşmüştür. 12 HPG üyesi de düşmana esir düşmüştür. Bu on aylık savaşın sonuçları HPG açısından böyledir.

Bunun yanı sıra bildiğiniz gibi bir gençlik hareketi olan YDG-H’nin başlattığı ve daha sonrasında yerel bazı güçlerin de katılarak oluşturulan YPS’nin yürüttüğü şehir savaşlarının da sonuçları vardır. Bu konuda YPS Koordinasyonu’ndan edindiğimiz bilgiler vardır. Onlar önümüzdeki günlerde kendi bilançolarını kapsamlı bir şekilde basına ve kamuoyuna açıklayacaklarmış. Yani şehir şehir ne olmuş, kaç kişi şehit düşmüş, kaçı sivildir, kaç kişi esir düşmüş, kaç düşman gücü öldürülmüş, bunları açıklayacaklar. Ama bizimle paylaştıkları sonuçlar da şu şekildedir:

Bu süreçte toplam 12 şehirde YPS savaş yürütmüş. Bu şehirler, Sur, Cizre, Hezex, Nusaybin, Şırnak, Gever, Silopi, Farqîn, Derik, Kerboran, Bismil ve Varto’dur. Bu şehirlerin yanı sıra Van ve Siirt’te de hendeklere dayalı değil de hareketli bir şekilde savaş yürütülmüş. Derik, Kerboran, Varto ve Bismil gibi şehirlerde uzun süreli değil; ya 1 hafta, ya 2 hafta, ya da 2-3 gün savaş yürütülmüş.

YPS Koordinasyonu’nun gün gün tuttuğu bilançonun sonuçlarına göre bu şehirlerin hepsinde yürütülen savaşta çoğunluğu PÖH ve JÖH üyesi olmak üzere toplam 2017 düşman gücünün öldürüldüğü tespit edilmiş.

Bu süreçte YPS 376 şehit vermiş. Şehit düşen sivillerin sayısı bazı yerlerde henüz netleşmediği için sivillerin sayısını burada vermiyorum. Ancak Cizre’de yaklaşık 200 sivilin katledildiği tahmin ediliyor. Diğer şehirlerde bu kadar olmasa da, oralarda da sivil şehitler söz konusu. Bunun araştırması halen yapılmaktadır.

Nusaybin’de geçtiğimiz on aylık süre içerisinde yürütülen savaşta Türk devletinin kaybı 544’tür. Bu on aylık süreç içerisinde 153 zırhlı araçları imha edilmiş. Yine 154 zırhlı araçları da darbelenmiş. Bu on ayda yürütülen direnişte YPS‘nin şehitleri 45 kişidir. Yani 13 Mart’tan Mayıs’ın sonuna kadar yasak vardı ve şiddetli bir savaş yaşandı. Bunun öncesinde de bir savaş dönemi yaşandı. Bütün bu savaşta toplam 45 şehit var.

Şırnak’ta düşmanın son on aydaki kaybı 541’dir. İmha edilen zırhlı araç sayısı 128, darbelenen zırhlı araç sayısı ise 87’dir. Burada YPS’nin şehitleri ise 31 kişidir. Yalnız bu 31 kişinin içerisinde siviller de vardır. Hepsi savaşçı değildir.

Gever’de son on ayda düşmanın kayıpları 119 kişidir. Bu süreçte imha edilen zırhlı araç sayısı 20, darbelenen zırhlı araç sayısı 14’tür. Burada bildiğiniz gibi yasak ilan edildikten sonra 36-37 gün savaş yaşandı; sonrasında direnişçiler geri çekildiler. Geri çekilmede de şahadetler yaşandı. YPS’nin Gever’de verdiği şehit sayısı toplam 55’tir.

Toplam sonuçlara bakıldığında; geçtiğimiz on aylık süreçte -bildiğiniz gibi onların dediğine göre YPS ve HPG’den toplam 7600 kişi şehit düşmüş- YPS-HPG’nin toplam şehit sayısı 721’dir.

Buna karşılık düşman HPG’ye karşı 2345, YPS’ye karşı 2017 kayıp vermiştir. Yani Türk devletinin bu süreçte toplam 4362 kaybı vardır. Hakikat bu şekildedir. Bunun aksini iddia eden varsa gelsin araştırsın. Bizim belgelerimiz açıktır.

KÜRT TOPLUMUNUN GÖZÜNÜ KORKUTMAK İSTİYORLAR

Sizin verdiğiniz bilançoya göre Türk devletinin savaşı teknik ve ağır silahlara dayalı olarak sürdürdüğü görülüyor. Buna rağmen sizin ve devletin açıkladığı rakamlar arasında büyük bir fark var. Bir; bu kadar tekniği ve ağır silahı kullanmalarının nedeni nedir? İkincisi, bilançoyu bu şekilde çarpıtmalarının nedeni nedir?

AKP hükümeti Kürt toplumunun gözünü korkutmak istiyor. Yani “eğer başkaldırırsanız biz sizi böyle vururuz, bakın sizden bu kadar kişi öldürdük, şehirlerinizi yıkarız, eğer başkaldırırsanız sizi yersiz yurtsuz bırakırız” demek istiyor. Yani bu kadar yalanın ve abartmanın amacı Kürt toplumunu korkutmak, Türk toplumunu da kandırmaktır. Şimdi Erdoğan Türk toplumuna diyor ki, “biz kazandık, evet kayıplarımız oldu ama biz de onlardan 7600 kişi öldürdük.” Eğer bu sözü yalan değilse, o zaman bu 7600 kişinin cenazesi nerededir, açıklasınlar. Rakamlar bizim verdiğimiz gibidir. 7600 değil, 721’dir. Onlar yalan söylüyorlar. Her şeyden önce halkımız bunu bilmelidir. Bu bir psikolojik savaştır. Onlar yalanlar ile bazı şeyleri başarmak istiyorlar. Kendilerine sanal bir zafer yapmışlar.

Onlar kaybetmiştir. Şehirlere girememiştir; Nusaybin’e, Sur’a, Cizre’ye girememiştir; bu şehirleri yıkmıştır. Eğer o kadar savaşçıysan buyur gel şehre gir de öyle savaş. Sur’da 70 kişi 105 gün boyunca devleti durdurdu, devlet Sur’a giremedi. Ondan sonra devlet Sur’u harabe haline getirdi, ancak o şekilde girebildi. Bir de zafer elde ettiğini söylüyor. İnsan biraz utanır yahu. Bu bir ordu için utançtır. Bir şehri alamıyor, o şehri ağır silahlar ile tümden ortadan kaldırıyor, sonra da gidip o enkazın üzerinde, “ben zafer kazandım” diyor. Sen nereden zafer kazandın? Burada yenilgi vardır.

Her şeyden önce toplumumuz şunu bilmeli ki biz bu süreçte devletin söylediği kadar kayıp vermedik. Bu doğru değildir. Doğrudur; şu an Şırnak’ın 6 mahallesini yerle bir etmişler. Bunu biliyoruz. Ama Şırnak’taki kayıp sayısı bellidir. Devletin nasıl yenildiği bellidir. Şehir savaşlarında hakikat şudur: Onların kayıpları çok oluyor ve şehirlerde ilerleyemiyorlar. Buna karşın uzaktan, binaları fosfor silahları kullanarak yakıyorlar. Çeşit çeşit yöntemler denediler. Nusaybin’de kullanmadıkları silah kalmadı. Savaş uçakları ile tonluk bombalar da attılar, fosfor da attılar, kimyasal da attılar. Hepsini attılar. Ama orada sonuç alamadılar. Neden? Çünkü kuvvetleri savaşçı değildir. Takatleri yoktur. Bunun için teknik ile sonuç almak istiyorlar.

HAVA SALDIRILARININ SONUÇLARI KONUSUNDA BÜYÜK MANÜPİLASYON VAR

Mesela savaş uçakları Medya Savunma Alanları’nı vuruyor. Her vurduğunda basında, “biz şu kadar kişiyi öldürdük” diyorlar. Nereden biliyorsun? Yani bu konuda çok büyük bir yalan var, dezenformasyon var. Psikolojik savaş yürütüyorlar. Bize karşı yürüttükleri savaş sadece silahlarla yürütülmüyor. Aynı zamanda propaganda ile de yürütülüyor. Toplumumuzu güçten düşürmek istiyorlar. Halbuki bugün Kürt halkı tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. PKK en güçlü dönemindedir. Ve Kürdistan’ı işgal eden güçler Kürt halkına karşı en güçsüz dönemlerindedirler. İşgalcilik artık Kürdistan’da yıkılmayla yüz yüzedir. Bu gerçeğin önünü yalanlar ile alamazlar. Medyası çoktur, yüzlerce televizyonları vardır. Bütün konuşmaları da yalanlar üzerinedir. Hiç kimse Türk devleti kadar olan şeyleri olmamış gibi, olmayan şeyleri de olmuş gibi gösteremez. Bu konuda bravo onlara; çok ustadırlar. Gerçekten de siyasetlerini yalanlar üzerinden yürütüyorlar.

Bir de siz, ‘neden ağır silahları kullandıklarını’ sordunuz. Savaş güçlerinin olmamasından dolayı ağır silah kullanıyorlar. JÖH yapmışlar, PÖH yapmışlar. Paralı askerler o kadar savaşamazlar. Kürdistan özgürlük gerillalarında ise Apocu fedai ruh vardır. Savaşta profesyonellik vardır. Gerillanın karşısında herkesin savaşmaya gücü yetmez. Sur’da 105 gün savaşanların hepsi fedaidir. Sur’da direnişçiler, direnişin günlüğünü tutmuşlar; yakında kamuoyuyla da paylaşılacağını düşünüyorum. Oradan da bu fedai düzeyi görmek mümkündür.

SUR’DA SAVAŞANLAR FEDAİLEDİR

Yani Sur hakkında bir belge mi var?

Evet. Gün gün yazmışlar. Hepsini değil ama bir kısmını yazmışlar. Orada Sur komutanı Çiyager yoldaş ne diyor? Diyor ki, “son ne olursa olsun, muhteşem olacaktır.” Yani bu on aylık süreçte açığa çıkan bir hakikat de budur. Artık Kürt savaşçılarında fedai bir ruh oluşmuştur. Egîdlik (yiğitlik) oluşmuştur. Çiyager, egîd değil de nedir? Bu direnişlerde gerçekten de Çiyager, Berfin, Nuda Malatya’lar ortaya çıkmıştır. Yine siyasi alanda Pakize Nayır, Sêvê Demir, Fatma Uyar, Mehmet Tunç, Asya Yükseller ortaya çıkmıştır. Bunlar siyasi insanlardır. Savaşçı değildirler, gerilla değildirler. Mesela Mehmet Yavuzel Kürt halkının bir siyasi partisinin kadrosudur. Ama bunların hepsi fedaice yaklaştılar. Orada komutan Ruken Hoserî -ki yıllarca bu dağlarda savaşan, kendisini ispat eden bir gerilladır-, yine Harun arkadaş -bir Kürt gencidir-; bu arkadaşlar fedai bir ruh açığa çıkartmışlardır.

Mesela Hezex esasen Cizre’ye destek olmak için kendisini ortaya atmıştır. Çeko ve Rojger arkadaşların öncülüğünde Hezex’te savaşanlar, kendilerini feda etmişlerdir. Yani bu direnişte yeni bir ruh açığa çıktı. Henüz başlarda Batman’da Serkan arkadaş, Van’da Ciger arkadaş, Nusaybin’de komutan Kawa, Gever’de değerli komutan İslam Roni arkadaş, Bêrîtan arkadaş, Rojvan arkadaş; bu arkadaşların hepsi kendileri ile bir tarih yarattılar. Kendi davaları ve vatanları için önce kendilerini feda ettiler, öyle savaştılar. Bundan dolayı herkes bunlarla baş edemez. Düşman ancak uzaktan teknikle şehri yıkıp öyle girebileceğini anladı. Bu yüzden bunu uyguladı. Herhalde dünyanın hiçbir yerinde buna başarı denilemez. Yani kısacası Türkiye devleti yürütülen savaş hakkında fazla yalan söylüyor. Kendisini başarılı göstererek Türk toplumunu kandırmak istiyor. AKP rejimi bu şekilde kendisini kalıcılaştırmak istiyor. Kendini bize karşı başarılı göstermek istiyor. Hayır başarılı değildir, yenilmiştir.

YÖNTEMLER DAHA DA ZENGİNLEŞTİRİLMELİ

Özellikle YPS hakkında bir çok söylenti var; YPS’nin şehirlerden çekildiğini ve yenildiğini söylüyorlar. Bu, gerçeği yansıtıyor mu?

Ben sonuçları söyledim. Kamuoyu bu sonuçlardan YPS’nin başarılı olup olmadığını takdir edebilir. Şırnak’ta, Nusaybin’de, Gever’de, Sur’da, Cizre’de o kadar süre savaş devam etti. Sonuçları bellidir. Ama savaşta geri çekilme de vardır. ‘Bu mahalleri ilelebet tutmak’ diye bir şey söz konusu değildir. Bu savaşın eksik kalan, zayıf kalan ya da fazla olan yönleri nelerdi diye tartışıyoruz. Direniştir ve kutsaldır. Her şeyden önce bunun altını çizmeliyiz. Bu bir.

İkincisi yöntem daha da zenginleştirilmelidir. Sadece hendek yöntemiyle olmaz. Neden? Çünkü düşman savaşçıyla baş edemiyor, sonra şehri yıkıyor; bundan da halkımız çok zarar görüyor. Şu an bir çok şehirde insanlarımız perişan vaziyettedir. Bundan dolayı bu yöntem gözden geçirilmelidir. Düşman namerttir. Savaşçıyla baş edemeyince evleri yıkıyor, şehri yerle bir ediyor ve bundan zarar gören halkımızı sanki bize karşı çıkıyormuş gibi gösteriyor. Hani, halk nerede karşı çıkmış? Halk direniyor. Halkımız karşı çıkmamış ama tabi halkımız bu yöntemden zarar görüyor. Biz bunu biliyoruz. Bundan dolayı, bundan sonra halkın fazla zarar görmeyeceği yöntemleri daha fazla öne çıkarmalıyız. Bu konuda bazı değişiklikler olabilir, ki zaten vardır. Bu değişiklikler üzerine Şırnak, Gever ve Nusaybin’de en son geri çekilme kararı alındı. Sadece sabit savaşmama, hareketli olarak da savaşma yönünde ta 15 Nisan’da karar alındı. Gever erken geri çekilmek istedi; geri çekilmesi kayıplı oldu. Diğer alanlar da geri çekildiler.

Mevsim değişti, bahar geldi. Daha hareketli savaşmak için imkanlar oluştu. O zamana kadar yalnızca şehirlerde hareket vardı, dağda hareket yoktu. Ondan dolayı sadece şehirlerde direniş vardı. Ama şimdi daha da genişletilebilir. Yani üç şey var: Birincisi, yöntem değişti. Doğrudur o yöntem düşmana çok zarar verdi, düşman tıkandı ve yenilgiye uğradı ama o da bunun mukabilinde şehirleri yıktı. İkincisi, uzun süreli sabit savaşmak gerekmiyor; bu netleşti. Bunda yenilikler ve zenginlikler yapılmalı.

Üçüncüsü ise, şimdi diyorlar ki, “PKK yenildi.” PKK bütün gücüyle bu şehirlere girmedi. Şehirlerdeki halkımız bunu biliyor. Devlet mevsimi hesapladı. Kış geldi, gerilla dağda kamplara çekildi; ardından ordunun da devreye girmesiyle daha güçlü bir şekilde şehirlere saldırdılar. Baharın başlangıcında 13 Mart’ta YPS’nin mücadele yürüttüğü 3 şehri kuşattılar. Ordu devreye girdikten sonra biz takviye yapmayı çok istedik. Ben geçen sene, “eğer ordu şehirlere girerse biz de gireriz” demiştim. Ama onlar bizim girmememiz için taktik yaptılar. 14 Aralık’tı; kıştı. Daha sonra da 13 Mart’ta da Şırnak, Nusaybin ve Gever’i kuşattılar. Gerillanın girmesi mümkün olmadı. İçeridekiler savaştı. Onlara karşı da devlet yenildi.

Türk devlet yetkilileri tarafından sık sık PKK ve YPS’nin aynı olduğu dile getiriliyor. YPS ile ilişkiniz var mı; düzeyini nasıl değerlendirirsiniz?

Rêber Apo’nun düşünce sistemi; bir ideolojidir, bir felsefedir. Bu felsefe üzerine bir çok örgüt kuruluyor. Mesela şimdi diğer Kürdistan parçalarında kurulmuş. Türk Devleti her zaman PKK ve YPG’nin aynı olduğunu söylüyor. Öyle değildir. YPG Rojava’da kurulmuş, oranın gençleri tarafından kurulmuş. Ama Önder Apo’nun düşüncelerini ve yöntemlerini esas alıyorlar. Şimdi Arjantin’de Arjantinli gençler de Apocu bir parti kurmak istiyorlar. O da mı PKK olacak? Benim bildiğim kadarıyla Irak’ta da bir aralar bu yönlü bazı girişimler vardı; Araplar Önder Apo’nun düşüncelerine göre bir parti kurmak istiyorlardı. Bu yarın dünyaya da yayılabilir. Yani bu, bir fikir sistemidir. Nasıl ki Marksizm çıktı; bunun üzerine bir çok parti ortaya çıktı, her ülkede komünist partiler ortaya çıktıysa ve bunların hiçbiri birbirinden sorumlu değilse, bu da öyledir.

Peki, siz YPS’yi hangi düzeyde sahipleniyorsunuz?

Oraya geleceğim. Çünkü mesele sadece PKK ve YPS değildir. Diğer parçalar da var. Diğer parçalarda da bazı güçler oluşmuş. Onları da Türk devleti PKK’nin üzerine hesaplıyor. Öyle değildir. Ama YPS Kuzey Kürdistan’da oluştu. PKK’nin savaş yürüttüğü alanda oluştu. Apocu kültür ile bu gençler büyüdü ve şehirlerde kendilerini sivil savunma güçleri olarak örgütlediler. Biz ayrıyız, onlar ayrıdır. Ama biz onları destekliyoruz. Onlar bu şehirlerde nasıl savaşıyorlardı? Başlangıçta molotof ile savaşıyorlardı. Kleş ile devam ettiler. Bir Karnasları veya orta silahları bile yoktu. Bu şekilde başladılar. O alanlardaki halkımız biliyor. Bu şehir savaşlarının gelişim seyrini, küçük bir bebeğin yavaş yavaş emeklediği, sonra ayakları üzerine kalktığı ve daha sonra da yürümeye başladığı sürece benzetebiliriz. Bu şehirlerde savaş bu şekilde gelişti. Yani başlangıçta şimdi AKP devletinin dediği gibi, PKK oralarda başkaldırsaydı, PKK oraları cephanelerle, profesyonel savaşçılarla, ağır silahlarla doldururdu. PKK’nin elinde bunlar vardır. Ama o şehirlerde öyle şeyler yoktu. Eğer ki istedikleri kadar cephaneleri olsaydı, hala daha devam ediyor olurlardı. PKK’nin ateşkes sürecinden istifade edip şehirleri doldurduğu söyleniyor. Bu doğru değildir, yalandır.

YPS’YE DEVLET YÖNELİNCE DEVREYE GİRDİK

Ancak ordu 14 Aralık’ta devreye girince, biz de HPG olarak gençlere yardım etmek istedik. Mesela İslam Roni arkadaş bizim üyemizdi. Kendisi de Gever’in bir öz evladıdır. YPS’ye destek ve tecrübe vermek istedi ve gitti. Bu şekilde her şehre birkaç arkadaş gitti. Yoksa biz öyle örgütlü ve karar alarak bir destek vermedik. Ama belirttiğim gibi doğal bir şekilde destek verdik. Bu Sur’da da öyle oldu, her yerde öyle oldu. Mesela Gever’de kardan dolayı fazla destek verilmedi; tecrübeli arkadaşlar azdı, ondan dolayı da eğer dikkat ettiyseniz kayıplar daha fazlaydı. Neden? Çünkü tecrübesi az olanlar daha fazlaydı. Profesyonel olanlar kendilerini daha iyi koruyabilirken, genç ve heyecanlı olanların darbe yeme ihtimali daha fazladır.

Yani YPS ayrıdır, HPG ayrıdır. Kendi farklı örgütü vardır, yönetimi vardır. Hatta yeni yeni kendisini örgütlüyor. Ama biz sahip çıktık. Gever’deki halkımız iyi biliyor. Kışın yarısına kadar Gever’in gençleri mahalleleri tutmuştu. Eğer biz takviye yapmasaydık daha büyük bir felaket olabilirdi.

Bazıları PKK’nin şehir savaşlarını başlattığını söylüyor. PKK şehir savaşlarını başlatmamıştır ama doğalında sürece müdahil olmuştur. Bu gençler artık bir iradedirler. Bu mahalleleri daha önceden tutmuşlardı. Halkımız öz yönetim iradesini gösterdi. Kendisi doğal olarak yürüdü biz de sahip çıktık ve destek verdik. Eğer biz HPG olarak şehirde savaşmak istersek herkes bilmeli ki daha düzenli ve örgütlü savaşırız. Ve bu on aylık pratik gösterdi ki eğer istersek şehirlerde devleti düşürebiliriz. Bu ispatlandı. Eğer halk ve HPG birlik olursa Türk devletinin şehirlerde işi kalmaz. Eğer halk ve savaşçı birlik olursa kimse bizimle baş edemez. Halkımız bu sonucu çıkarmalıdır. Şırnak, Nusaybin, Gever, Sur ve Cizre direnişlerinden bu sonuç çıkıyor. Eğer profesyonel gerilla ve halk birlik olursa kimse bizimle baş edemez. Türk devleti bundan da korkuyor. Onlar iyi biliyorlar ki mevsim ve diğer sebeplerden dolayı bizim önümüzü kestiler; gençleri araya aldılar, etraflarını kuşattılar. Kimse onların yardımına gidemiyordu. O şekilde o gençler ile savaştılar. Yine de onlarla baş edemediler. Çünkü bazı profesyonel arkadaşlar vardı. Onlar hem savaşıyorlardı hem de savaş içinde eğitim veriyorlardı. Bunu biliyorum.

Bu direniş sürecinin olumlu yönleri fazladır ama biz biliyoruz ki halkımız çok zarar gördü. Evleri yıkıldı. Mesela insanlarımız onlarca yıl çalışıyorlar; bir ev yapıyorlar; ancak düşman gelip o evleri yıktı. Kızıltepe, Bismil, Van ve ağır savaş yürütülmeyen diğer tüm şehirlerimiz savaşın yoğun yaşandığı ve düşmanın yıkıp harabeye çevirdiği şehirlerimizdeki halkımıza sahip çıkmalıdırlar. Bütün Kürt halkı birbirine sahip çıkmalıdır. Hiç kimse, “benim evim yıkıldı” dememeli; herkes birbirine yardım etmeli. Bu ulusal bir savaştır. Kürt gençlerinin öncülüğünde bir tarih yaratıldı. Çiyagerlerin, Bêrîtanların, Berfinlerin öncülüğünde gerçekten de yeni bir tarih yaratıldı. Davası için, vatanı için kendisini feda eden yeni bir yiğitlik yaratıldı.

BU İNSANLAR ZAFERİN MÜJDESİDİR

Bir fedai kendisini iyi bir şekilde hazırlayıp gidip fedai bir eylem yapabilir ama 70 kişi oturup hepsi, “biz sonuna kadar, şehadete kadar savaşacağız” diyorlar. Sur’da nasıl olduğunu biliyor musunuz? Bazı siviller arkadaşların yanındadır. O siviller bir süre sonra gitmek istiyorlar. Çünkü devlet suyu, elektriği kesmiş; odun, vb. yok. Halkın şehirleri boşaltması için Türkiye devleti bütün yaşamsal kaynakları kesmiş. Buna rağmen direnişçilerin yanında kalan insanlarımız oluyor. Bir süre sonra bu insanlar da gitmek istediklerini belirtiyorlar. Çiyager arkadaş onlarla konuşuyor; “gitmeyin, yaralı arkadaşlar var; siz onlara bakın; biz şehit düştükten sonra gidersiniz” diyor. Siviller de bu sözlerden etkilenip, “biz gitmiyoruz” diyorlar. “Madem siz şehadeti hedefliyorsunuz; o zaman biz de gitmiyoruz” diyorlar. Ancak bir süre sonra Çiyager arkadaş kendisi onlara “gidin” diyor ve hatırlarsanız bazıları sonra Sur’dan çıktılar.

Yani böyle insanlar Kürdistan’da var. Bu, zaferin müjdesidir. Kürt gençleri, kızları ve oğulları, vatanları için gözlerini kırpmadan kendilerini feda etmeye hazırdırlar. Bu harekette böyle bir ruh oluşmuş. Kimse bu hareket ile baş edemez. Halkımız bunu bilmelidir. Bu şehir direnişlerinden çıkarılan tecrübeden anlaşıldı ki eğer kendimizi iyi hazırlarsak ve 32 yıllık tecrübemizi de buna eklersek, biz bu düşmanı bu ülkeden atabiliriz. Ama halkın ve savaşçıların birlik olması koşuluyla. Bu direnişlerin ortaya çıkardığı sonuç budur. Bu direniş ruhunda zafer görünüyor. AKP sömürgeciliği bundan korkuyor. Halkın bu hakikati görüp bu yiğitleri sahiplenmesinden korkuyor. Ondan dolayı cenaze törenlerini ve taziyeleri o kadar sorun yaptılar. Parlamenterler ve Kürt siyasetçileri için yasaklar çıkardılar. Burada saklamak istedikleri bir şey var. Apocu-fedai ruh, zafer ruhu Kürt gençlerinde açığa çıkmış. Bunun üzerini örtmek istiyorlar. Dolayısıyla bu direnişi yürütenler onların dediği gibi yenilmemiş, zaferi kazanmıştır.