Karayılan: Türk devleti yenilmiştir

PKK Yürütme Komitesi üyesi Karayılan, Türk devletinin Kürt mücadelesi karşısında bölge genelinde yenildiğini belirtti.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Halk Savunma Merkez Karargah Komutanı Murat Karayılan, Dengê Welat radyosuna önemli açıklamalarda bulundu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit, Kuzey Kürdistan’daki özyönetim direnişleri, Türk devletinin Güney Kürdistan’a yönelik işgal girişimi, KDP-AKP ilişkileri, hava saldırıları, AKP’nin psikolojik savaş haberleri ve Efrin’e yönelik olası saldırılara ilişkin sorulara yanıt veren Karayılan, çarpıcı mesajlar verdi.

Karayılan, Türk devletinin Kürtlere karşı yaşadığı yenilgiyi örtmek için Efrin’e saldırabileceğini, ancak tarihi bir direnişle karşılaşacağını belirtt. Karayılan, bu konuda Rusya ve ABD’nin tutumuna dikkat çekti.

Murat Karayılan ile yapılan söyleşi şöyle:

Kuzey’deki Özyönetim direnişinin üzerinden iki yıl geçti. Bu direniş sürecinde, özellikle 14 Aralık’tan sonra Türk devleti vahşet düzeyini daha da artırdı. Bu vesileyle siz direniş sürecini nasıl ele alıyorsunuz?

Öncelikle Êzîdî toplumumuzun bayramı olan Êzî bayramını Êzîdî toplumuza, tüm YBŞ üyelerine ve arkadaşlarımıza kutlu olsun diyorum. Bu bayramın tüm halkımızın ve Êzîdî halkımızın birliğine vesile olmasını diliyorum. Özerk ve demokratik bir Şengal’de gerçekleşmesine yönelik çaba ve mücadele devam etmekte. Öncelikle tüm demokratik özerklik direnişi şehitlerini, Çiyager, Xebatkar, Zeryan, Axîn, Rûken, Çeko ve İslam yoldaşların şahsında anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Söz konusu kahramanlar Kürt tarihinde yeni bir sayfa açtılar.

Kürdistan şehirlerinin sokaklarında kahramanlık destanını yazdılar. Onları her zaman anacağız ve Apocu fedai ruhla gerçekleştirdikleri direniş, mücadelemizde her zaman büyük bir yere sahip olacaktır. Her zaman onların takipçileri olacağız. 2015’te faşist AKP polislerinin saldırılarına karşı halkımız mahallerini korudu. YDG-H savunmada rolü üstlendi ve şehir meclisleri mahallerini yönetebilmek adına fiili bir biçimde özerkliği ilan ettiler. Bu, demokratik sistemlerde meşru bir durumdur, meşru bir haktır. Ve çözümü farklı yöntemlerle de olabilirdi. Fakat AKP rejimi Kürdistan’da şiddet uygulamak istedi, bundan önce ‘Çökertme’ planını yürürlüğe koymuşlardı. Ve zaten eğer şehirler böyle bir tepki ortaya koymamış olsalardı bile Kürdistan şehirlerine saldırmak istiyorlardı. Özellikle de Cizre, Nusaybin, Şırnak, Sur ve Yüksekova’ya…

Onların böyle bir planı vardı. Bu sebeple, tüm ordu güçleriyle geniş kapsamlı bir saldırı başlatmak istediler. Başta, Türk Genel Kurmay Başkanı ‘tankların şehirlerde ne işi var?’ dedi. Fakat sonradan gördük ki 14 Aralık’ta (2015) Türk devleti tanklarıyla, polisiyle, tüm savaş gücüyle şehirlerin üzerine gitme kararı almış. Bu biçimde Kürdistan şehirlerinde soykırım ve katliam sürecini başlattılar. Özel bir taktik uyguladılar; direnişleri kırmak için öncelikle şehirleri ablukaya aldılar, yaşamsal ihtiyaçların akışının önünü kestiler. Su, elektrik ve gıdanın halka ulaşımını engellediler. Amaç toplumsal yaşamı sonlandırmak ve aynı zamanda oraları bombalamaktı.

Çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden her kese yöneldiler. Gördünüz, örneğin Cizîr’de 2 aylık, 8 aylık çocukları şehit ettiler ve 78 yaşındaki yaşlıyı da. Cenazesini kaldırmak isteyen kardeşi suikast ile öldürdüler ve cenazeleri günlerce yerde kaldı. Taybet ananın cenazesi, Silopi’de bir hafta boyunca evlerinin kapısı önünde kaldı. Ablukaya alıp, yaşamsal ihtiyaçların akışını kestiklerinde, halk da göç etmek zorunda kaldı. Bazıları 40 gün sonra, bazıları 2 ay ve bazıları da 4 ay sonra göç etti. Halk göç ettiğinde mahallerin savunma güçleri kaldı.

Onlar da gençlik öncülüğünde savunma konumuna geçti. Ordu devreye girdiğinde ve çoklu saldırıya geçtiğinde onlar da YPS’yi ilan etti. Yani direnişçiler şehirleri terk etmedi. Kürdistan mahallerindeki direnişçiler, her şehirde birer destan yarattılar. Sur, Cizîr, Şirnex, Nisêbîn, Hezex, Gever ve daha bir çok şehirde Kürdistan gençliği büyük bir ruhla direndi. Kutsal bir direnişin özneleri oldular. Düşman şehirleri yıkabildi ama halka karşı hiçbir başarı elde edemedi. Halkın ve direnişçilerin iradesini kıramadı. Bu tarihi direnişler düşmanda büyük bir kırılmaya neden oldu. Örneğin 9 ay boyunca Nisêbîn’e giremediler.

Şirnex ha keza öyle. Komutan Çiyager’in öncülüğündeki 60 savaşçı Amed’te, 105 gün boyunca Türk ordu güçlerine karşı savaştı. Direnişleriyle onları yendiler. Bu biçimde çok tarihi bir direniş ortaya çıktı. Sonra da düşman tarihi direnişin gerçekleştiği sokaklara karşı büyük bir kin besledi ve o sokakların varlığına tahammül edemedi. Örneğin savaşta bir düzeye kadar bazı yerler yıkıma uğradı ancak AKP devleti sonradan savaşın olmadığı yerlerin de yıkılmasına karar verdi. Örneğin Şirnex’in yüzde 85’ini yıktılar. Oysa savaşta en fazla şehrin yüzde 5’i yıkılmıştı.

Diğer şehirlerde de bu böyle oldu. Düşman buralarda faşist, vahşi yüzünü gösterdi. Özcesi, tarihi direnişlerle dolu bir direniş süreci oldu. Bu, Kürt Özgürlük Hareketi tarihinde çok önemli bir atılımdı. O kahramanlar direndi ve halkımızın onur ve şerefini korudular. Onların anıları üzerinde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi daha da güçlenecektir. Burada kuşkusuz bazı yetersizlikler de yaşanmıştır. Örneğin halk içindeki öncüler eğer halkı hazırlamış olsalardı ve halkın ihtiyaçları temin edilmiş olsaydı, gıda, sağlık hizmeti gibi ihtiyaçlar örgütlendirilmiş olsaydı halk da göç etmezdi. Bu noktada yetersizlikler yaşandı. Öncülük yapılmadı. Bir çok yerde öncülük yapması gerekenlerin öncülük yapmadığı ortaya çıktı. Bu hareketin yöneticileri olarak ‘bazıları kendi sorumluluğunu yerine getirmedi’ diyemiyoruz. Yani sorumluluğu üzerimizden atmaya çalışmıyoruz. Bunun sorumluları biziz.

Ve yönetimimiz bu süreçte istenildiği gibi halkı hazırlayamadığı için, özeleştirisini veriyor. Eğer tüm ihtiyaçlara cevap olunmuş olsaydı, istenildiği gibi özerk sistem oturtulmuş olsaydı, sağlık, ekonomi, savunma alanları yeterince örgütlendirilmiş olsaydı, sonuçları çok farklı olabilir, düşman tümden bir yenilgiye uğratılabilinirdi. Bu mümkündü. Bu ortaya çıktı. Bu yüzden yönetimimizin buna öncülük yapması gerekirdi, bunu gerçekleştirip yönetmesi gerekirdi. Bu noktada yetersizlikler ortaya çıktı, yetersizler görev başındaki kadroların yetersizliği.

Fakat sorumluluk yönetimimize ait.  Zaten yönetimimiz bu noktada özeleştiri veriyor ve bu biçimde daha sonuç alıcı olmasını istiyoruz. Çünkü bir biçimde biz gerçekten de bu şehitlerin anılarını bir esere dönüştürmek istiyoruz. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bu kahraman şehitlerin emeğiyle daha da ileriye taşınması için ve başarması için, mutlak bir biçimde gerekli derslerin çıkartılması gerekir ve bunun pratikte cevap bulması gerekir. Böyle bir yaklaşım bu direniş ve şehitlere layık bir yaklaşım olacaktır. Bu direniş bizim mücadelemizde fedai ve genel bir yeni dönemi başlattı. Bir ilerleme kat etti. Düşmanın sistemini sarstı. Dikkat edin; düşman şimdi sadece olağanüstü kanunlarla varlığını sürdürebiliyor. Çünkü düşman da buralarda yerinin olmadığını gördü. Tüm dünya bu düşmanın bu toprakları işgal etmiş olduğunu ve zor gücüyle buralarda kalabildiğini gördü. Bu durum, bu süreçte daha açık bir biçimde ortaya çıktı, ve eğer ortaya çıkmış olan tecrübeler üzerinden hareket edilirse, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, Demokratik Özerklik temelleri üzerinden daha da yükseltilebilir ve başarıya ulaştırılabilir.

Uzun bir süredir Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış bir tecrit uygulanıyor. Bu tecrit gün geçtikçe daha da ağırlaştırılıyor. Kürt halkı ve dostları tecride son vermek adına eylemlilikler gerçekleştiriyor. Son zamanda görüldü ki bu tecrit sadece İmralı’yla sınırlı değil, diğer tüm cezaevlerinde de uygulanıyor. Bu durumu nasıl ele alıyorsunuz?

Avrupa’da eylemlilikler var. Rojava’da eylemlilikler var. Kuzey ve Güney’de de eylemlilikler var. Bazen Doğu Kürdistan’ında da eylemlilikler oluyor. Önder Apo sıradan bir kişilik değildir. Bu her kes tarafından bilinen bir gerçeklik. Kürt Halk Önderliğidir. Ve bu halk 10 milyon imza topladı ve ‘Önder Abdullah Öcalan irademizin temsilidir’ denildi. Bu imzalar Avrupa kurumlarına teslim edildi ve noterce onaylandı. Yani 10 milyon insanın imza attığı sayılarak kabul edildi. Ve şimdi de Türk devleti Önder Apo üzerinde İmralı işkence sistemini uyguluyor, ağır bir tecrit uyguluyor. Bunu Kürt iradesine karşı gerçekleştiriyor. Türkiye işgalciliğinin Önder Apo’ya karşı tutumu, Kürt halkına karşı tutumudur.

AKP devleti ve Erdoğan İmralı’da yaptıklarının ne anlama geldiğini iyi biliyor. Ve her kes de iyi biliyor. Onlar Kürt düşmanlığı yapıyor. Onlar Kürt halkından korkuyor. Kürt mücadelesinden korkuyorlar. Bu sebeple dünyada eşi benzeri olmayan İmralı sistemini uygulamaya sokuyor. Önder Apo’nun düşüncelerinin halka ulaşmasından korkuyorlar, çünkü halk ondan güç alıyor. Harekete ulaşsa hareket güç alıyor. Böyle bir korkuya kapılmışlar. Çünkü onlar Kürt Özgürlük Mücadelesini bastırmayı arzuluyorlar. Buna karşı çok yönlü bir direniş var; İmralı’da, tüm zindanlarda, Kürdistan’da, dağlarda bir direniş var. Yani bir savaş var. Her kes tarafından iyi bilinmesini istediğimiz şey, tüm dünya kamuoyunun bilmesi gereken budur.

Bu savaşta AKP hiçbir kanunu tanımıyor, savaş ölçütlerini tanımıyor, ahlak ilkelerinin dışında bir savaş yürütüyor. Tutsaklara karşı faşizm ve zulüm uyguluyor. Bu eleştiri konusu olan, ve Türkiye işgalciliğinin sınırsız düşman karakterini gösteriyor. Halkımızın iradesini kırma adına Önder Apo’ya yönelik pervasız bir saldırı var. Bu halkımıza karşı bir saldırıdır. Kürdistan’da ve yurt dışındaki tüm insanlarımız İmralı’daki saldırıyı kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak almalı ve bu çerçevede de bir tutum sahibi olmalıdır. İmralı’da Önder Apo’ya yönelik saldırı sıradan bir saldırı değildir.

Bu saldırı tüm Kürt halkına karşı, Kürt halk iradesine karşı, Kürt’ün onuruna karşı yöneltilmiş bir saldırıdır. Bu sebeple kendine ‘Kürt’ ve ‘demokrat’ diyen herkesin bu saldırıya karşı tutum içinde olması gerekiyor. Herkes İmralı İşkence Sistemi var oldukça Türkiye’de demokrasi adına hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğini biliyor. Yani bugün Kürt toplumunun özgürlüğünün yolu, Türkiye demokratikleşmesinin yolu, Ortadoğu demokratikleşmesinin ve devrimin yolu buradan geçiyor. Bu sebeple Türkiye işgalciliğinin Önder Apo’ya yönelik saldırısı sadece Kürt halkına yönelik bir saldırı değil aynı zamanda bölgenin geleceğine de yöneltilmiş bir saldırıdır. Herkesin bunu bu biçimde anlamlandırması gerekiyor. Bu zulme karşı tutum sahibi ve sürekli eylem halinde olunmalı.

Fakat şu da var; biliyoruz ki bunun müsebbibi biziz. Eğer zamanında görevimizi yerine getirmiş olsaydık düşman böyle bir imkanı yakalayamazdı. Örneğin, önceki sorununuza verdiğimiz cevapta, yani Önder Apo şehirler üzerinde 9 maddelik bir perspektif sundu. Eğer o 9 maddeye göre hazırlık yapılmış olsaydı, düşman bu kadar kapsamlı bir saldırıya girişemeyecekti. Ve bu durumun farklı sonuçlanması da mümkündü. Sorumluluğun esas itibariyle hareketimize, yönetimimize ait olduğunun bilincindeyiz. Bu işin sorumluları biziz. Fakat her kesin bu hakikate sahip çıkması gerekir; Önderliğe yönetilmiş ve halka karşı yapılan saldırılara her kesin karşı durması gerekir. Bu apaçık bir hakikattir. Saldırı her kese yöneltmiş durumda. Fakat yine de en fazla sorumluluk bizim üzerimizde. Dünyada eşi benzeri olmayan İmralı sistemi ne bir ahlaki ilkeye sahip, ne bir hukuksal yapıya, ne insanlık değerlerine sahip, tüm insan haklarını ayaklar altında alıyor, her biçimiyle keyfi işleyen bir mekanizma. Bu sistem adım adım tüm zindanlara yayılıyor.

Bilgiler geliyor, haberlere yansıyor; Aydın’dan Van’a kadar bu zulüm her tarafa yayılıyor.  Zulüm var. Buna karşı kuşkusuz tutsakların göstermiş olduğu bir direniş var. Haberlere yansıyor, Xarpêt’te, kadın koğuşlarında 49 gündür süren bir direniş var, bir grev var. Belki tüm zindanlardan haber alınmamış, fakat bir çok ceza evlerinde farklı biçimlerde direnişler söz konusu. Çünkü oralarda insan hakları ayaklar altına alınıyor, insan onur ve haysiyeti ayaklar altına alınıyor. Kuşkusuz buna karşı bir direniş var. Erdoğan öncülünde AKP-MHP faşizminin Kürdistan ve Türkiye’de faşizmi uyguladıkları bir hakikat. Çok katı bir faşizm uygulanıyor. Halk arasında bu faşizmi yürütüyor, zindanlarda bu gerçeklik daha görülür bir biçimde uygulanıyor. Biz dışarıdakilerin buna karşı sessiz kalmaması gerekir, bu duruma karşı, bu insanlık dışı duruma karşı, insanlığın sesi olarak, cezaevlerindeki zulme karşı durmamız gerekiyor. Bu da kendisine demokrat, yurtsever, devrimci diyen her kesin görevidir. Buna karşı mücadele gerekiyor ve mücadele edilmesi gerekiyor.

Haberlere yansıdı, Medya Savunma Alanları’na karşı, özellikle de Xakurkê’ye karşı Türk ordusu bir operasyon başlattı. Son durum nedir, bu konuyu biraz değerlendirirmisiniz?

Doğrudur, dün gece yarısı, (14 Aralık) Xakurke’ye yönelik savaş uçaklarıyla yoğun bir bombardıman gerçekleştirildi. Geliyê Reş, Kaniya Reş, Evdalkovî, Desta Heyatê önce hava saldırıları başlatıldı. Sonra da Güney Kürdistan alanları olarak bilinen, resmiyette Güney Kürdistan egemenliğinde bulunan alanlara karşı bir işgal girişimi oldu. Şimdi Deşta Heyatê’de Siro Tepesi ve Mavan sırtları var. Oralara girmişler, oralarda gerilla yok. Yüksek olmayan bir alandır, ova gibidir. Yani Xakurkê tarafında ama Xakurkê değil. Fakat düşman korkusundan dolayı Xakurkê’yi bombaladı ve o arada, o ovada askerlerini bir adam ileri taşıdı. Siro Tepesi tutulmuş. Zaten boştu. Orada her hangi bir gerilla gücü yoktu. Olay bu biçimde. Bu genişleyip operasyon biçimde Xakurkê’ye yayılacak mı bu belli değil. Eğer Xakurkê’ye yönelirse kuşkusuz büyük bir direniş ortaya çıkar. Savaş yaşanır. Yani Xakurkê’ye girmesi öyle kolay değil ve mümkün değil. Büyük bir savaş yaşanır. Fakat şimdi yakındırlar. Geliyê Reş, Heci Beg suyunu geçmişler, bu biçimde gelip orayı tutmuşlar. Bu Güney’in bir tepesidir. Halk arasından söylenenlere göre Güney Kürdistan ve Merkezi Irak Hükümeti’nin de durumdan haberleri var. Ve herhangi bir tepki verilmemiş. Bu doğru da olabilir. Niye gelip bu tepeyi tutmuşlar. Bu tepe üçgendedir. Tüm bölgeyi, Güney hattı üzerinde tüm geliş gidişleri kontrol etmek için, tüm hareketlerin kontrol edilmesi için tutmuşlar.

Bu durum Türkiye işgalciliği için önemli.

Neden önemli?

Kuşkusuz bu eleştiri konusudur. Niye Türkiye’nin buraları işgaline göz yumuluyor. Bu tepe bizim elimizde değil. O aşağıda kalıyor ve biz yukardayız. Fakat bizim için orada olduklarını biliyoruz. Halkımız için, ticaret yapan halkımıza karşı, oranın kontrol altına alınması için gelmişler. Sadece bu düzeyde de kalabilirler. Bunun takip edilmesi gerekir. Arkadaşlarımız da oralarda hazırlar, takip ediyorlar. Eğer ilerlemek isterlerse, Xakurke’ye yönelim olursa, dediğimiz gibi savaş yayılır. Operasyon şimdi bu biçimde. Bunu böyle belirtebiliriz.

Bu konuya dair bir çok haber yayınlanıyor. Türk devleti kendini başarılıymış gibi yansıtıyor. Haftalık bilanço da veriliyor. ‘Her hafta bu kadar gerillayı yok ettik’ deniliyor. Bu hafta da 29 gerillayı öldürdüklerini söylüyorlar. Böyle bir durum gerçekte var mıdır?

Bizler artık Türk devletinin yalanlarına cevap verme gereği duymuyoruz. Fakat tüm halkımız ve bizi dinleyenler bilmeli ki Türk devleti haber vermiyor, psikolojik savaş yürütüyor. Örneğin televizyonları, diyelim ki bir yerde bir olay olmuş, bazı cephaneler kaldırılmış, ya da başka bir şey olmuş, olayın nasıl gerçekleştiğini anlatmıyor, ‘PKK darbe üstüne darbe yedi’ deniliyor. Yani sürekli bir biçimde, ‘biz başarılıyız PKK darbe yiyor’ deniliyor. Bu psikolojik bir savaş ve yalandır. Yani geçen hafta o kadar arkadaşımız şehit düşmedi. Güney’e yönelik her bombardımanda kendine göre bir kıyaslama yapıyor ve bazı sayılar veriyor, böyle bir durum yok. Yalan söylüyorlar. Psikolojik savaş söylemleri bunlar. Psikolojik savaş nedir? Yalandır. Yani yalan söyleyeceksin.  Psikolojik savaşın kanunu bu; bir doğru yerine 20 yalan söyleyeceksin. Bu biçimde toplumu inandırmaya çalışıyorlar.

Kuşkusuz bir savaş var, operasyonlar var. Biz geçen haftada Türk devletinin bir çok yerde operasyon yaptığını biliyoruz, fakat operasyonlar sonuçsuz. Başarısız ve hiçbir sonuç almadılar. Hem Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırılarda, hem de Kuzey’de yapılan operasyonlarda, son zamanlarda herhangi bir kayıp söz konusu değil, bir karşılaşma yaşanmadı. Öyle görülüyor güçler, yerleşme durumunu tamamlamış durumda. Burada söz konusu olan her kesin dikkatli olması gerekir. Gizliliğe yönelik, düşmanın boşa çıkarılması için her kesin fedakarlık yapması gerekir. Gizlilik ölçütlerinin yerine getirilmesi gerekir. İnanıyorum ki tüm arkadaşlar, tüm gerilla birlikleri bu konuda hassas yaklaşım sergileyip düşmanın saldırılarını boşa çıkartacaklar. Yoğunca keşif uçuşları, bombardıman ve operasyonlar yapılıyor. Yani eğer söylemleri doğru olmuş olsaydı şimdi bizler tükenmiş olurduk.

Böyle bir durum yok. Açık ki bazı tedbirler alınmış, gerilla tecrübesi var ve bu tür çabaları sonuçsuz kalıyor. Tüm komutanlar, savaşçı ve çalışanlar daha hassas olmalı, daha incelikli ve derinlikli olmalı ve bu biçimde düşman yönelimlerini boşa çıkartmalı. Görev, sadece boşa çıkartmak değil, düşmanın alt edilmesidir. Temel görevimiz bu. Buna ulaşmak için de kışın daha hassas davranılmalı, derinlik yakalanmalı, eğitime önem verilmeli, iç ilişkiler, arkadaşlık ve ittifak çalışmaları derinleştirilmeli. Eşitlik ve özgürlüğün derinleştirilmesi gerekir. Bu biçimde birbirlerini güçlendirmeleri gerekir. Yani bu temel üzerinde hazırlıkların derinleştirilmesi gerekir. Eğer her kes bu göreve fedakarca yaklaşırsa, kendini sorumluluk düzeyinde görürse ve derinleşirse, inanıyoruz ki hem güvenlik konusunda, hem de tedbirler konusunda gerekli düzeye ulaşılır ve hazırlıklar da yapılır. Bu biçimde de düşman boşa çıkartılmış olur.

Türk devletinin Efrîn’e yönelik tehditleri tüm sıcaklığını koruyor. Bir taraftan Türk devleti Efrîn’e yönelik tehditkar söylemini kullanıyor diğer taraftan da kendini Kudüs’ün savunucu olarak gösteriyor. Bu kapsamda, özellikle Efrîn durumu hakkında ne söylersiniz?

Türk devleti ve AKP-MHP hükümeti en kötü dönemdeler. Rojava’ya yönelik politikaları bir sonuca ulaşamadı. Ortadoğu’ya yönelik politikaları genel olarak çöktü. Ortadoğu’ya yönelik politikalarının mihverini Kürt karşıtlığı oluşturuyordu. Ve bunda başarılı olamadılar. Onlar Suriye değişim ve dönüşüm sürecinde, tüm bölgedeki değişim dönüşüm sürecinde Kürtlerin hiçbir statü elde etmemesine yönelik olarak politikalarını belirlemişlerdi. Hatta Güney Kürdistan’daki statünün de kıskaca alınması ve zayıflatılmasını arzu etmişlerdi. Biz bunları yeni söylemiyoruz, 4-5 yıldır bunları belirtiyoruz. Dikkat edin; bazı fırsatlar doğdu, yani Güney Kürdistan siyaseti bazı hatalar düştü, hemen Türk devleti araya girdi, İran’a, Irak’a geçti ve ittifak oluşturdu. Güney Kürdistan statüsünün zayıflatılması için elinden geleni yaptı.

Niye? Çünkü önceleri Tayyip Erdoğan kendi eksikliklerinden dolayı Güney Kürdistan’da bir statünün ortaya çıktığını söylüyordu. ‘Bu bizim için bir eksiklikti’ diyordu. Bu ne anlama geliyor? Fırsat oluştuğu anda bu statünün ortadan kaldırılması için uğraşacaklardı. Bunu hep söyledik, fakat bir biçimde bunu Güney Kürdistan siyasetçilerine anlatamadık. Ya da onlar anlamak istemedi. Ne yazık ki tüm gelişmelere rağmen hâlâ gerekli dersler çıkarılmış değil. Yine, ‘Türkiye’yle ilişkilerimizin düzelmesi gerektiğine inanıyoruz ve Türkiye zor durumda hep bize yardımcı oldu’ diyorlar. Ne zaman sana destekçi oldu? Türkiye seni kışkırtmak için, Kürdün kanını dökmek için belki bazen sana selam vermiştir ama ilişkinin esası düşmanlık üzerine kurulu. 60 gün boyunca Silopya’da askeri tatbikat yapan ve ‘bir gece ansızın geliriz’ diyen kimdi? Kimin için deniliyordu bu? Bunu PDK yönetimine karşı söylüyordu, Barzani ailesine karşı söylüyord. ‘Bir gece ansızın geliriz’ deniliyordu. Kimdi bunu diyen? Erdoğan’dı. Şimdi de aynı biçimde ‘ilişkilerimizin düzelmesini umut ediyoruz’ deniliyor. Bu teslim olma anlamına geliyor. Dünya siyasetinde, literatürde, diplomaside bazı şeyler var. Eğer onları gerçekleştiremezsen siyaseti başarıya ulaştıramazsın. Bu teslimiyet anlamına gelir.  Sana kılıç sallıyor ama sen dileniyorsun. Sen, ‘lütfen dost olalım’ diyorsun. Onurlu ve şerefli tutumun nasıl olması gerekirdi? Şöyle denilmesi gerekirdi, ‘’Irak’la olan ilişkilerimizin düzelmesini istiyoruz, diyaloga hazırız ama bize karşıtlık oluşturan devletlerle ilişkiye geçmeyeceğiz’’. Doğru tutum buydu.

Diğer taraftan tek parçacı siyasetin bir sonuca ulaşmayacağı görüldü. İşgalci devletlere dayanarak kurulan siyaset başarıya ulaşmaz. Olması gereken neydi? Ulusal siyasete, iç birliğe, parçalar arası birliğe, tüm Kürdistan’ın birliğine yönelik bir siyasetin gerçekleştirilmesi gerekirdi. Fakat bakıyoruz ki böyle bir tutum, anlayış yok. Yaşanılandan bir sonuç çıkarılmadığını söyleyebiliriz. Ne yazık ki sonuç çıkarılmamış. Türk devleti Kürt düşmanlığını kendisi için stratejik siyaset olarak belirlemiş. Erdoğan-AKP stratejisi Kürt karşıtlığıdır, bu temel üzerinden egemenliğini sağlamlaştırmayı amaçlıyor, Türkiye şovenizmi arkasına alıp bu biçimde kazanmayı hedefliyor.

O (Türk devleti) başarısını Kürt kazanımlarının yenilgisinde görüyor. Buna rağmen eğer ayaklarına kapanırsan bunun hiçbir anlamı yok. Siyasette böyle bir davranışın yeri yok. Bilindiği gibi aynı karşıtlık siyasetini Rojava’ya karşı da yapıyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi aynı siyaseti Cizîr, Silopya’da da gösterdi. Şimdi her yerde bu siyaseti yürütüyor. Fakat yenilmiştir. Rojava’ya karşı yenilmiştir. Baştan beri El Nusra ve kendisini ‘Özgür Suriye Ordusu’ olarak tanımlayanları devreye sokmuştur. 2014’e kadar. Onlar yenildiler. Sonra DAÎŞ’i devreye soktu, o da yenildi. Şimdi de kendileri ortaya çıkıyor. Kendisine bağlı çetelerle. Her kes onların bir irade olmadığını, ajan olduğunu, paralı güçler, paramiliter güçler olduğunu biliyor.

Türk devleti Ortadoğu siyasetinde de, Suriye’de de, Kürtlere karşı da, Kuzey’de, Rojava’da, başarılı olmadı, yenildi. Kürt ve Kürdistan’a karşı olan siyaseti yenilmiştir. Şimdi bir hamleyle yenilgisini üstünü örtmeye çalışıyor ve hırsızlığının üzerini kapatmaya çalışıyor. Niye? İşte Amerika’da Reza Zarrab davası var. Bu mahkeme özellikle Tayyip Erdoğan’la alakalı. Yani Tayyip Erdoğan ve şebekesinin suçları, hırsızlıkları açık bir biçimde görülüyor. AKP ve Tayyip Erdoğan yönetimi bundan çok korkuyor.

Bunun dışında da Man Adası ortaya çıktı. Küçük bir ada, orada vergi yok. Erdoğan’ın akrabaları vergi vermemek için oraya 15 milyon dolar kaçırmış. Bu da ortaya çıktı. Tayyip Erdoğan bu gündemi değiştirmek, bu konuların Türkiye’de tartışılmasını engellemek için bir fırsat arıyordu. Kudüs bir fırsat olarak ortaya çıktı. Amerika Başkanı ‘Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak görüyoruz’ dedi. Kuşkusuz bu doğru bir şey değildi. Kudüs’ün bir özelliği var. 3 semavi dine merkezlik yapıyor ve tüm dinler için kutsal bir yer. Yani orada ortak bir değer var. Fakat Erdoğan bunun bir fırsat olarak gördü ve Türkiye gündemini değiştirmeye çabalıyor. Bunun için adeta buna sarıldı. Tüm İslam devletlerine bir çağrı yaptı, toplantı yaptı, gündemi değiştirmek için bunu bir fırsat olarak kullandı. Burada bazı çabaları sonuç getiriyor.

Örneğin şimdi Kudüs üzerine konuşuyorlar. Sahtekarlar. Erdoğan Filistin hareketiyle ilgili değildir. Hiçbir zaman sadık ve dürüst bir biçimde Filistin hareketiyle olmadı. İki yüzlü dür. Filistin, İsrail, Kürdistan ve tüm bölgeye yönelik esas çözüm perspektifini ortaya koyan Önder Apo’dur. Eğer Demokratik Ulus perspektifi Filistin- İsrail için uygulansa tüm sorunlar çözüme kavuşur. Kudüs meselesi de ortak bir meseledir, toprak meselesi de öyle. Bir eşitlik gerekiyor. Tek iktidar değil. Demokratik Ulus formülasyonu buna bir çözüm oluşturuyor. Erdoğan hiçbir biçimde dürüst yaklaşmıyor, tüccar mantığıyla hareket ediyor. Fırsat olarak görüp kullanıyor. Zaten dine, Kudüs olayına vb. gibi konulara yaklaşımı tüccar çerçevesindedir.

Şimdi buna yoğunlaşmış durumda. Diğer taraftan da ‘Türkiye üzerinde büyük bir tehlike var, ben de Türkiye’ye özgürleştirmeye çalışıyorum. Bu sebeple de Efrîn’e saldırmam gerekiyor. Türkiye’yi seven her kesin, yani milli olanların etrafımda toplanması gerekiyor’ diyor. Seçime bir yıl var, seçim yaklaşıyor, bu sebeple bir heyecan oluşturma peşinde. Efrîn’in Türkiye önünde bir engel olduğunu, Kürtlerin engel olduğunu savunup saldırmak istiyor. Dikkat edin, yine halkların düşmanlığını derinleştirmede kendi geleceğini görüyor. Her kesin bunun anlaması gerektiğini belirtiyoruz. Yani hem Güney Kürdistan’daki siyasetçilerin, her kesin görmesi gerekir ki Tayyip Erdoğan ve ekibi kendi çıkarlarında, kendi başarısını Kürt karşıtlığında görüyorlar. Bu sebeple de karşıtlıkta ellerinden geleni ardına koymazlar. Her Kürt’e karşı yaklaşım bu biçimde. Bir çok şeyden bahsedip Efrîn’e saldırmak istiyor.

Saldırma ihtimali var mı?

Var.

Niye?

Çünkü gündemi değiştirmek istiyorlar, hırsızlıklarının üstünü örtmek istiyorlar. Üste çıkmaya çalışıyor. Erdoğan zihniyeti faşist bir zihniyet. Faşizmin prensibi ne? Şu; kendi iktidar çıkarları uğruna her şeyi yapabilir. Ya da binlerce insanı kendi çıkarları uğruna ölüme gönderebilir. Xwînxwar (Hunhar, kan emici) biri. Tayyip Erdoğan da böyle biri. Başarıya ulaşmak için, Kürt kanı dökmeye çalışacak ve biraz da Türk kanı. Bu onun umurunda değil. Bu sebeple böyle bir şeye girişmesi mümkün. Fakat eğer Efrîn’e saldırırsa, bir anda Efrîn’e gireceklermiş gibi bir görüntü veriyorlar, tüm dünya şunu bilmeli ki, Türk ordusunun böyle bir gücü yok. Böyle bir durum yok. Yani hem Efrîn halkımız, hem de her kes bilmeli ki, bu ordu 9 ay boyunca Şirnex’e giremedi, 9 ay Nisêbîn’e giremedi. Nisêbîn Sendromu oluştu Türk ordusunda.

 

Nasıl hemen Efrîn’e girebilir? 60-70 YPS fedaisi Nisêbîn’in savunmasını yapıyordu. Bu ordu Bab’a giremedi, Rusya desteğiyle Bab’a girebildi. 3 ay Bab’la uğraştı giremedi. Güçsüz kaldı. Yani istenildiğinde Efrîn’e hemen girebileceklermiş gibi bir görüntü veriyorlar. Efrîn’de YPG/YPJ tecrübesi var, QSD var. Bu kadar farklı tecrübeler yaşandı. Kimse DAÎŞ’e yanaşamazken, onlar DAÎŞ’î yendi, DAÎŞ’in başkentini düşürdüler. Türk ordusu YPG’ye karşı savaşamaz. Eğer halk ve YPG bir olursa, sadece halk bir olursa, halk ve savaşçılar birlik olursa, onlarla baş edemezler. Eğer gelirse kaybeder. Tarihi bir yenilgi yaşar. Hele gelip görsünler. Tehdit ediyor, buyur gel.

Oradaki halkımız da böyle diyor. İnanıyoruz ki yurtsever Efrîn halkımız, cesaret ve fedakarlığıyla, ve tecrübeli savaşçılarıyla duracak ve kimse onlarla baş edemeyecektir. Hele hele Türk ordusu orayı ele geçiremeyecek. Kırılacak. Bu göz önünde. 9 ay boyunda Nisêbîn’e giremeyen bir güç nasıl Efrîn’e girecek? Efrîn’de o kadar güç var, o kadar yurtseverlik ve halkımız var. Arap halkı var. Yani halkların direnişi var. Halkların direnişine karşı, Tayyip Erdoğan faşistinin tehditleri bir sonuç getirmez. Fakat şu var; onlar bir psikoloji oluşturmaya çalışıyor, psikolojik bir savaş veriyorlar. Kendilerini çok güçlüymüş gibi gösteriyorlar. Şimdi Rusya’nın ayaklarına kapanmışlar, Rusya’nın girmelerine onay vermeleri için. Savaşmaları ve uçaklarını kaldırmaları için. Tüm dayanakları Rusya. Zaten eğer Türk devleti Efrîn’e  saldırırsa bu Rusya’nın da bunu onayladığı anlamına geliyor. Rusya ve Amerika onayı olmadan Türkiye hiçbir şeydir. Rusya, çeteleri Halep’ten çıkarmak için Bab’a onay verdi. Eğer Efrîn’e saldırmaları için onay verirse Rusya’nın bunun karşılığında ne isteyeceğini bilmiyoruz. Fakat Türkiye her şeyi yapabilir. Tayyip Erdoğan’dan beklenilebilir. Erdoğan tüccardır dedim. Hırsızlığını gündemden düşürmek ve çöküşünü engellemek adına her şeyi yapabilir. Namusunu bile satışa çıkarabilir. Bunlar böyle. Bu yüzden bunlardan her şey beklenmeli ama korkulmamalı. Yani eğer gelirse cevabını da alır.

Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa, tüm Kürtler, tüm kamuoyunun Efrîn etrafında kenetleneceğine inanıyorum. Efrîn yalnız olmayacak. Arkasında büyük bir güç olacaktır. Kobanê’nin arkasındaki destek nasıl güçlü olmuşsa, Efrîn’in arkasında da büyük bir güç olacaktır. Tüm dünya buna destek sunacaktır. Orada yeni bir tarih yazılacaktır. Umut ve inancımız bu. Bu umut ve inançla Efrîn halkımızı selamlıyoruz. Onlardan büyük bir beklentimiz var ve onlar yeni bir tarihi kurmaya aday. Ve oradaki güçler de bu çerçevede açıklamalar veriyor. Başaracaklarını görüyoruz. Bunu nerden mi biliyoruz? Pratiklerden. Yani Türkiye’nin ve Türk ordusunun pratikleri ortada. Öyle gidip ele geçiremez. Böyle bir düzeyleri yok. Diğer taraftan Rojava Kürdistan’ı durumu ve YPG-YPJ militanlarının direnişleri ortada. Bunu karşılaştırınca Türk devleti oraya gidince büyük bir kırılma yaşayacağını söyleyebiliyoruz.