Erdoğan, suyu soykırımın bir silahı olarak kullanıyor

Dünya'da giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek amacıyla BM tarafından 1992 yılında Dünya Temiz Su günü ilan edildi...

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1992 yılında Rio Janeiro’da düzenlenen BM çevre ve kalkınma konferansında Dünya'da giderek artan temiz su öneminden dolayı her gün 22 Mart’ın Dünya Su Günü olmasına karar vermiştir. İlk kez 1992 yılında Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferans’ında önerilen Dünya Su Günü, BM üyelerinin ve dünya ülkelerinin giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek ve içilebilir su kaynaklarının korunması ve çoğaltılması için somut adımların sağlanmasını geliştirmek için bu isme bir gün adamakla oluşturulmuştur. 1993 yılından bu yana her yıl 22 Mart tarihi Dünya Su Günü olarak belirlenmiş ve üç yılda bir belirlenen bir ülkede ‘Dünya Su Konseyi’ toplanmaktadır.

SU KAYNAKLARI HER YIL AZALMAKTA

Peki, dünyamızda içilebilir su kaynakları neden her yıl biraz daha fazla azalmaktadır? İçilebilir suyun azalmasına neden olan politikalara kimler sebep oluyor? Su önemi neden ortaya çıkıyor ve günümüzde en önemli gündemlerden biri oluyor. İşte tüm bu sorulara cevabı hazırlamış olduğumuz dosya da vereceğiz. Hem Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın su ve toprağın önemini vurgulayan değerlendirmelerine, hem su sorununa ilişkin tespit ve değerlendirmelerde bulunan KCK YK üyesi Rotinda Engin’in ifadelerine ve son olarak da Gazeteci-Yazar Fehim Taştekin’in kitabından derlediğimiz su sorunu bölümüne yer vereceğiz.

TÜRKİYE EN FAKİR SU ÜLKESİ KONUMUNDA

Su kıtlığının işaretlerini her yerde görmek mümkün, yeraltı sularının seviyeleri düşmekte, göller küçülmekte, sular kesilmekte ve kurutulmakta. Devletlerin ve onlara ait mühendislerin çılgın projeleri ile başka tünellerden su aktarmak gibi çevreye zarar verecek planlar çözüm olarak sunulmakta. Su sıkıntısı çeken şehirlerde aynı kısıtlı su kaynağını paylaşmak zorunda kalan şehirli çiftçiler arasındaki rekabet gittikçe fazlalaşmaktadır. Bu yüzden de su yüzünden çıkabilecek olası savaşlar çokça dillendirilmektedir. Sular devletlerin yönetiminde kullanıldığından ve ekonomik değerinin yüksek olmasından kaynaklı ticari bir mal olarak görülmektedir. Son yirmi yıl içinde Türkiye’de uygulanan yanlış politikalar nedeniyle Türkiye en fakir su ülkesi konumuna gelmiştir.

650 MİLYON İNSAN GÜVENLİ SUYA ERİŞEMİYOR

Türk devletinin Efrîn’e işgal saldırısında da suları hedef aldığı ‘Metina’ köyündeki suyun yönünü Azez’e vermeye çalıştığı çokça gündem oldu. Türkiye sadece bununla sınırlı kalmayarak birçok su deposunu da savaş uçakları ile bombalayarak bir daha içilemez hale getirdi. Dünya nüfusunun onda biri yani yaklaşık 650 milyon insan güvenli suya erişemiyor. Bu da bulaşıcı hastalık ve erken ölüm risklerini çoğaltıyor. Yine canlı türlerinin azalmasına, mutasyona uğramasına ve nesillerinin tükenmesine neden oluyor. BM tarafından yapılan tahminlere göre dünyada her iki dakika da bir, bir çocuk ölüyor. Yani dünya genelinde günde yaklaşık 900 çocuk ölüyor.

KÖTÜ HİJYEN KOŞULLARINDAN DOLAYI YILDA 840 BİN İNSAN HAYATINI KAYBEDİYOR

Dünya sağlık örgütü (WHO) ise dünya genelinde dakika başı yeni doğan bir bebeğin güvenli su ve temiz bir ortam olmaması nedeniyle öldüğünü 2016 yılında açıklamıştı. Dünyada 1 milyar kişi içecek temiz suyu olmadan yaşamaktadır. Bu da yaklaşık 145 az ve orta gelirli ülkenin temiz suya erişiminin olmadığı anlamına gelmektedir. Güvenli olmayan, kötü arıtma ve hijyen koşullarından dolayı yılda 842,000 kişi hayatını kaybetmektedir. WHO/UNICEF ve WHO'nun açıklamalarına göre, suyun %70’i tarım için kullanılıyor. 2050 itibariyle 9 milyar insanı beslemek için tarım üretiminde %60, su kullanımında %15 yükseliş yaşanacak. 1.3 milyar insan günümüzde elektriğe ulaşmıyor, elektrik üretimi için ise su gerekiyor.

BU YURDU GÜZELLEŞTİRİN

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 2013 yılında yaptığı değerlendirmelerinde ‘Toprağımızı, suyumuzu, enerjimizi koruyalım’ demişti. Öcalan bazı değerlendirmelerinde ise toprak ve suyun önemine ilişkin şunları söylemişti; "Tarihi iyi inceleyin; Anadolu ve Mezopotamya uygarlığını ortaya çıkarmaya çalışın. Hurrilerin ve Hititlerin ortak ve birlikte yaşamlarına tanıklık edeceksiniz. Bunları araştırın. Cilt cilt kitaplar yazın. Çatalhöyük ve Çayönü uygarlıkları paralel ve birbirini güçlendiren temelde ortaya çıkıyor. Başşukani -ben sonra baktım- bu aslında Xweşukani oluyor. Bu Kürtçe güzel pınar anlamındadır. Tam bir cennetin üzerinde oturuyorsunuz. Siz bu toprakların üzerindesiniz. Alın, bunu işleyin. Bu yurdu güzelleştirin” diyerek toprağa ve suya sahip çıkılması gerektiğini vurguluyor.

SU ÖZGÜR OLMALIDIR

KCK Yürütme Konseyi Rotinda Engin günümüzde giderek artan temiz su önemi ve devletin su politikalarını değerlendirerek şunları söylüyor: “Su, her canlı için, her toplum için olmazsa olmazdır. Gezegenimizde su olmasaydı canlı yaşamı olmazdı. Su, hava ve toprakla birlikte canlı yaşamını oluşturan en temel elementtir. Toplumlar ilk var olduğu andan itibaren su kaynakları etrafında yaşamlarını sürdürmeyi esas almıştır. Dicle-Fırat havzası, Nil, Pencap, Missipi gibi su havzaları toplumlar tarihinin hafızasıdır da. Su; evrenin, doğanın, toplumun tarihsel hafızasıdır. Suyuna, toprağına ve enerjisine sahip çıkamayan hiçbir toplum özgürce yaşayamaz. Suyun özgürce kendi yatağında akması ve doğadaki tüm canlılara ve insana yaşam sunması özgürlüğün kendisidir. Su, özgür olmalıdır. Suyun özgürlüğünü elinden alan, üzerinde her türlü operasyonu yaparak kirlenmesine, barajlanmasına ve giderek nesnelleşerek kendi toplumuna karşı bir silah olarak kullanılmasına yol açana kim, hangi sistem güçleri? Buna doğru yanıt verir ve suyu sorun haline getirenleri net görürsek, sorunun kaynağına inmişiz demektir.”

TOPLUM, SUYU, TOPRAĞI VE ENERJİSİ OLMADAN YAŞAYAMAZ

Türk devletinin HES, baraj projelerini değerlendiren Engin, ulus devletlerin endüstriyalizm politikaları nedeniyle dünyamızın giderek her gün biraz daha fazla çölleştiğini, ormanların yok edilmesiyle halkların zengin topraklarının imara açıldığını belirterek şöyle devam ediyor; “Suyu barajlarla, HES’lerle kontrolde tutan, çılgınca hiçte toplumun ihtiyacı olmayan meta üretimiyle kirleten, kurutan kapitalist modernist güçlerin ulus-devlet sistemidir. Ulus devlet güçleri içilebilir suları kontrol altında tutarak toplumu, halkları terbiye etmeye çalışır. Toplumların su, toprak ve enerji kaynaklarını sınırsız sömürerek ve gasp ederek soykırıma yol açan politikaları geliştirir. Toplum, suyu, toprağı ve enerjisi olmadan yaşayamaz. Bugün Karadeniz, halkının HES’lere, barajlara, 'Yeşil Yol' adıyla yürütülen doğa katliamına karşı kesintisiz mücadelesi bu nedenledir. Akdeniz halkının Akkuyu projesine karşı durması bu nedenledir. Toplumların bu mücadelesi dünyanın her yerinde sürmektedir."

ENDÜSTRİYALİZMİN ATIKLARIYLA SULAR DAHA FAZLA KİRLETİLİYOR

Yemen, Sudan halkının erişebilir su kaynaklarının azalması veya denetimde tutulması nedeniyle bir insanlık dramıyla, soykırımla karşı karşıya olduğuna dikkat çeken Engin, ulus devletlerin faşist endüstriyalizm politikaları nedeniyle dünyamızın giderek biraz daha fazla çölleşmekte olduğunu belirtiyor. Ormanların yok edilmesiyle halkların zengin topraklarının imara açılarak iktidar güçlerine peşkeş çekildiğini ifaden eden Ulus şöyle devam ediyor: "Endüstriyalizmin atıklarıyla sular her gün biraz daha fazla kirletilmektedir. Toplum, endüstriyalizmin ve ulus devletin tüm politikalarıyla adeta uyuşturulmakta ve bu suça ortak edilerek tüketim toplumu haline gelmektedir. Maddi olana erişme amaç haline dönüştürülerek toplum yarış atı gibi sürekli koşturulmaktadır”.

EFRÎN HALKI SUSUZ BIRAKILARAK TESLİM ALINMAYA ÇALIŞILDI

Türk devletinin Kürdistan’da uyguladığı su politikaların soykırım ile bağını kuran Engin şunları ifade ediyor: "Kürdistan’da soykırımın suyla, toprak ve enerjiyle bağını görmek mümkündür. Kürdistan zengin tatlı su kaynaklarına sahiptir, hatta bu tatlı su kaynakları tüm bölgeye, Mezopotamya’ya can, yaşam vermektedir. Kürdistan’ın tüm tatlı su kaynaklarına baraj yapılmadık tek bir nehir, ırmak yoktur. HES’ler her gün biraz daha fazla artmaktadır. Yapılan bu barajlarla Kürt halkı açlıkla terbiye edilmek istenmekte, kendi doğal kaynağı olan bir damla suya muhtaç edilmeye çalışılmaktadır. Suyun barajlanması ile Kürdistan tarihi, toplumsal hafızası Hasankeyf’te olduğu gibi silinmek istenmektedir. Onlarca Kürt uygarlığı sular altına gömülmektedir. Urfa’da Harran dışında birçok ilçenin çölleşme tehlikesi bu politikaların sonucudur. Dicle ve Fırat sularının barajlanarak Rojava’ya suyun verilmemesi, Kürt halkının iradesinin kırılması ve teslim alınması için yürütülen politikaların sonucudur. Bugün Efrîn halkının suyu kesilerek, Efrin halkı susuz bırakılarak teslim alınmaya çalışılmaktadır. Su, soykırımın bir aracı, silahı olarak faşist Erdoğan tarafından kullanılmak istenmektedir."

SORUNA YOL AÇANLAR ÇÖZÜM ÜRETEMEZLER

KCK YK üyesi Rotinda Engin, Son olarak BM’nin almış olduğu kararın iktidarların su politikalarını maskelemek için olduğunu ifade ederek suyun, toprağın korunmasına çağrı yapıyor: "BM’yi oluşturan ulus devletlerin Dünya Su Günü adıyla yaptıkları Forumlar bu nedeniyle iktidar politikalarını maskelemek içindir. Soruna yol açanlar asla çözüm üretemezler. Ürettikleri çözüm, ancak kalan içilebilir su kaynaklarını kontrolde tutabilmek içindir. Bunun için başta ekolojistler olmak üzere sistem karşıtı güçlerin, ezilen halkların, toplumların alternatif formlarla suyuna, enerjisine, toprağına sahip çıkması ve bu konuda ortak politikalar belirleyerek, örgütlü mücadeleyi kesintisiz yürütmesine acil ihtiyaç vardır. Suyumuza, toprağımıza ve enerjimize sahip çıkalım ve özgür toplumu hep birlikte yaratalım.”

SURİYE'DEKİ SU SORUNUNDAN TÜRKİYE SORUMLU TUTULUYOR

Gazeteci-yazar Fehim Taştekin ise, Suriye ve Ortadoğu odaklı olan su sorununa ‘Suriye Yıkıl git, Diren kal’ kitabında dikkat çekerek şu verileri sunuyor; "Strategic Foresight Group (SFG) 18-19 Mart 2015’te Ürdün prensi Hasan'ın başkanlığını yaptığı WANA Institute’ün ev sahipliğinde Amman’da tehlike altındaki sular üzerine iki günlük konferans düzenledi. Ürdünlüler, Ürdün nehrini kirletip suyunu çalan İsrail’den mustarip. Yermuk nehrinin sorumsuz kullanımı nedeniyle de Suriye’ye kızgınlar. Iraklılar Dicle’nin debisinin düşmesinden dolayı hem Türkiye’yi yine Fırat sularının azalmasından dolayı hem Türkiye hem Suriye’yi topa tutuyor." Bunlara ilişkin somut bilgiler sunan Taştekin verileri şöyle sıralıyor; 1960’larda İsrail, Suriye’nin Ürdün nehri üzerinde inşa ettiği su kanallarını bombaladı. 1970’lerde Irak, Fırat’ın suyunu kesiyor diye Suriye’nin Tabqa barajını uçurma tehditleri savuruyordu. Amerika’nın 2003 Irak işgali ardından sadece Bağdat’ın su şebekesinin %40’ı yok edildi.

DAİŞ SU VE ELEKTİRİĞİ ÖNEMLİ BİR SİLAH OLARAK KULLANIYOR

Suriye savaşından bu yana Suriye’nin alt yapısının büyük oranda zarar gördüğünü, Mayıs 2014’te Halep’in yarısının susuz kaldığına dikkat çeken Taştekin, DAİŞ’in şiddet kadar su ve elektriği de önemli bir silah olarak halka karşı kullandığını belirttiği kitabında Suriyeli yetkililerle konuşarak şunları yazıyor, "Suriye’de Tabqa ve Tışrin barajı ile Irak’ta Samarra ve bir süreliğine Musul barajını ele geçiren DAİŞ vanaları kapatarak ya da kapıları açıp baskınlara yol açarak suyu silaha dönüştürdü. DAİŞ, Suriye ve Irak’ta su arıtma tesislerinden ele geçirdiği klor gazını hükümet gücüne karşı silah olarak kullanıyordu. DAİŞ 2014’te Esad gölünün su seviyesi ciddi şekilde düşünce Reqa ve Halep civarında 5 milyon insan bundan etkilendi. Örgüt ise su seviyesinin düşüşünden Türkiye’yi sorumlu tuttu."