Erdoğan artık savunmada

Belli ki Erdoğan, seçimlerden çıkan sonucu kabul etmeyecek, oturduğu koltuktan kalkmama yönündeki ısrarını sürdürecek...

İstanbul seçimleri ardından yaptığı açıklamalarla, sonuçları kabul ettiği görüntüsü vermek istese de devamındaki beyanları, içine girmiş olduğu rota, iktidara yapışıp kalma emareleri oluyor. İstanbul seçimleri için önce beka benzetmesi yapıp çıtayı çok yükselten; ardından ise "Bir yerel seçimdi, oldubitti" demesi, seçim sonuçlarını önemsiz gösterme çabasına girmesi, bunu gösteriyor. Anlaşıldı ki, Erdoğan, demokratik yollardan gitmeme konusundaki ısrarını sürdürecek. Siyaseten meşruiyetini kaybedip, ekonomik olarak ülkeyi tam bir çöküşün eşiğine getirmesine rağmen, böyle bir anlayış taşıdığı görülüyor. Bundandır ki, farklı hamlelerle yaşadığı krizden çıkmak, can havliyle oraya buraya el uzatıp kendisini kurtarmak istiyor.

24 Haziran seçimlerinin ardından, yani Erdoğan iktidarına halk desteğinin en az seviyede olduğu bir zamanda, dış politika gündeminin bu ölçüde öne çıkarılmasını bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Erdoğan, kendisinden öncekilerin deneyimlediği üzere, içeride yaşadığı zorlanmanın görülmemesi için dış politikada hamle yapan bir görüntü sergilemektedir. G-20 zirvesi ile başlayan dış siyaset gündemi, S-400 ve F-35 tartışmalarıyla devam ediyor. Yine Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de petrol arama girişimleri öne çıkan başka bir başlık oluyor. Genel fotoğrafa bakılınca, ‘içeride önemli bir sorun kalmadı, zaten 2023’e kadar seçim de yok, esas sorun dış güçlerledir’ algısı güçlü bir biçimde pompalanıyor. Teşhir olsa da Erdoğan’ın güdümündeki medyada ele alınıp, gündemleştirilen konular da bunlar oluyor. Dikkat edilirse, iktidar kontrolündeki bu yayın organlarında, son iki haftanın gündem başlıklarında iç siyaset oldukça gerilerde. Varsa yoksa dış siyaset. Malum, ülke her yandan kuşatılıyor, düşmanlar azalmıyor, artıyor! Bilindik hikâye tekrar ediyor: Dış düşmanlar karşısında birlik olma zamanı.

Tüm bunlar tesadüf olamayacağına göre, bir hesap-kitabın yapıldığı kesin. Erdoğan ve çevresinin, yaşadıkları yenilgiyi fark etmemeleri imkânsız. En az Erdoğan karşıtları kadar, onlar da seçimlerin AKP-MHP faşist bloku açısından büyük bir hüsran olduğunun ayırdında. Seçim sonuçları bağlamında yapılacak bir tartışmanın önünün alınamayacağını, bu tartışmanın nihayetinde Erdoğan iktidarının meşruiyeti konusuna gelip dayanacağını bilmekteler. Bundan dolayı yapabildikleri ölçüde manipülasyona başvurmak, toplumu her zaman yaptıkları üzere suni gündemlerle kandırmak temel strateji oluyor. Toplum AKP-MHP’nin durumunu tartışmasın, iktidarın meşruiyeti gündeme girmesin diye bolca dış politika meselesinin öne çıkarılması, bu anlamıyla planlıdır. Elbette, şu da doğrudur: AKP-MHP iktidarının bu merhaleye gelmesinde, yürüttüğü dış siyasetinde etkisi göz ardı edilemez. Bu meseleler aniden ortaya çıkmış, geçmişten kopuk gündemler değildir. Fakat özellikle bu dönemde, ısrarla böylesi bir siyasal atmosferin inşa edilmesi, bir özel savaş uygulamasından öte anlam ifade etmemektedir. İktidar iç sorunları bir tarafa bırakıp, dış siyasi gündemler üzerinden varlığını sürdürmek, çokça yapılan meşruiyet tartışmasını ötelemek istemektedir. Bu anlaşılıyor fakat meselenin hepsi bundan ibaret değil.

Asıl tehlikeli olan ve üzerinde dikkatle durulmayı hak eden konu ise, Erdoğan’ın Rusya ve Çin gibi ülkelerin yanında saf tutması, onlarla hareket etmesi oluyor. Bir yere kadar denge politikası olarak değerlendirilen, çıkarları gereği ABD ve Rusya arasında gidip-geliyor yorumlarıyla ifade edilen Türk dış politikasının, gelinen aşamada bir kırılmanın eşiğine geldiği muhakkak. Her ne kadar genel fikir, Türkiye’nin ABD-AB’den yana tavır sahibi olacağı yönündeyse de Erdoğan’ın yaşanan son seçim yenilgisiyle de birlikte, çok daha fazla Rusya’nın yanında yer alacağı görülmektedir. Bir nevi kendisine koruma kalkanı oluşturma anlamı taşıyan bu ilişkinin; daha geniş anlamda peyderpey örülen diktatörlüğü kurumsallaştırma amacı taşıdığı söylenebilir. Erdoğan, halk desteğini yitirmiş bir iktidar olarak batı -ABD, AB- bloku tarafından kabul görmeyeceğini biliyor. Demokratik yollardan gidişi kabul etse, yargılanacağından korkuyor. Ve çare olarak Rusya’ya yanaşıyor. Ekonomik olarak tamamen bağlı olduğu Avrupa Birliği ve ABD’nin yoğun itirazlarına rağmen, S-400’ler konusundaki ısrarı, doğrudan kendisini sağlama alma yaklaşımından ileri geliyor ki, bu artık meselenin ülke olmaktan çoktan çıktığının ve kişiselleştiğinin ilanı oluyor. Aksi halde, Türkiye kamuoyunun -Erdoğan’ın kitlesinin önemli bir kısmı da dahil- kahir ekseriyetinin batıya dönük yüzü, doğuya çevrilemez. Hemen herkes Türkiye’nin son yüzyıllık cumhuriyet tarihinin batıya özenti temelinde şekillendiğini bilir.

Hal böyleyken, Erdoğan’ın kararlı bir biçimde batıdan uzaklaşması, artık bir tercih noktasına geldiğini ve attığı politik adımlarla da bunu belirgin kıldığına işaret ediyor. Peki, tüm bunlar Erdoğan’ı kurtarabilir mi, Erdoğan iktidarını sürdürebilir mi? Hiç kuşku yok ki, Erdoğan’ın artık böyle bir şansı kalmamıştır. Türkiye ve Kürdistan toplumu son yerel seçimlerde, Erdoğan’a açıkça ‘git’ demiştir. Bu anlamda geri dönüşü olmayan yola girilmiştir. Yakın-uzak bir zamanda, Erdoğan’ın gidişi gerçekleşecektir. Bunu anlamak için çok analize de ihtiyaç yok. Dikkat edelim, Erdoğan artık savunmadır. Tabanın yani halkın her hamlesi karşısında defansta olan kendisidir. Bütün çabasına rağmen artık gündemi belirleyen Erdoğan değildir. Gündemi belirleyen halklardır ve buna karşı savunmada kalan Erdoğan’dır. Bu aşamadan sonra belirleyici olan ve Erdoğan’ın ömrünü kısa ya da uzun kılacak olan, demokrasi güçlerinin mücadelesi olacaktır. Son seçimler iyi bir deneyim oldu. Devam daha güçlü getirilebilir.