‘Direniş sonuç veriyor, kazandırıyor'

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan: Şimdiye kadar direnerek kazandık. Mazlum Doğan ‘Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür’ dedi. Gerçekten de her şeyi kazandıran direniş oldu. Kürtler direnme dışında hiçbir şeyle herhangi bir şey kazanamadı. 

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Leyla Güven’in başlattığı eylemin bir halk direnişine dönüştüğünü belirtti. Leyla Güven’in direnişini selamlayan Kalkan, ‘’Leyla Güven başardı. Kararlılığı yiğitliği, doğru yaklaşımı gösterdi. Tarihsel rol oynayan öncü bir kişilik olarak direnişini zafere taşıyacağına inanıyoruz’’ dedi. Kalkan’ın Yeni Özgür Politika'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Öcalan ile kardeşinin görüştürülmesi ardından Leyla Güven’in tahliye edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Özgürlük Hareketimizin ortaya çıkardığı topyekûn direnme kararı var. Pratik uygulama, yönetimlerimizin planlamaları, hazırlanmaları derken süreç biraz uzadı. Fakat yine de bir kararlılık ortaya çıktı. Biz böyle bir kararlaşma, planlama, pratik adım atma çabası içerisinde olurken değişik alanlardaki devrimci, yurtsever kesimler benzer durumu değerlendirdiler, işte böyle bir noktada Leyla Güven iradesi denen bir gelişme ortaya çıktı. Zindanlarda hassasiyet daha fazladır. DTK Eşbaşkanı olması, milletvekili olması tarihsel sorumlulukta yüklüyor. Yine kadın duyarlılığı tabi çok daha önem arz ediyor. Bütün bunları bir de uluslararası komployu kabul etmeyen, Önder Apo’nun zihniyet ve siyasetiyle bilinçlenmiş, kendini eğitmiş bir devrimci kişilikle, anlayışla birleşince süreci değerlendirme, doğru anlama, kendi rolünü, misyonunu, görevlerini doğru belirleme temelinde bir direnişe karar verme durumu ortaya çıktı. Paralel bir çok gelişme öyle oldu.

Demek ki, genel durumdu, artık gerçekten de bıçak kemiği kopartma noktasına gelince herkes “bu ne olacak?” sorusunu sorup bir arayışa girdi. Yönetimimizin de “Tecridi kıralım faşizmi yıkalım Kürdistan’ı özgürleştirelim” amacı altında geliştirmeye çalıştığı direniş hamlesi de bunu ifade ediyor. Buna zindanlarda, yurtdışında bir çok katılım oldu. Parçalı, dağınık, çok fazla örgütlü olmayan başlangıçlar olsa da giderek birleşti, bütünleşti, birbirini etkiledi. Gerçekten de bir hamle haline geldi.

Özellikle en erkenden başlayan, öncülük eden Leyla Güven’in kararlı duruşu, politik konumu bu etkinliği daha çok arttırdı. Direnişi daha çok yaydı. Amacını daha çok siyaset gündemine dayattı. Dolayısıyla faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti erkenden daha çok teşhir eder, ona çözümü dayatır hale geldi. Bu önemliydi. Bazıları sanki faşizmi biraz zorlamayı öngören bir eylemlilikmiş gibi değerlendirdiler. Yönetimimiz, durumun böyle olmadığını, başlamış ve gelişme gösteren eylemliliği bütünlüklü, topyekûn, kesintisiz, zaferi amaçlayan bir eylem gerçeği haline getirme ihtiyacı duydu.

Faşist-soykırımcı güçler direnişin daha örgütlü ve toplu hale getirilerek güçlendirilebileceği ihtimalini görüp bunu boşa çıkartmak üzere özel savaş kapsamında karşı saldırılar geliştirmeye yöneldiler. 12 Ocak’ta Önder Apo’nun kardeşinin İmralı’ya götürülerek Önderlikle görüştürülmesi bu anlamda oldu. Bir aile görüşü değildir. Cumartesi günü görüşme mi olur. Hiçbir resmi kaydı yoktur. İmralı’da tutulan diğer arkadaşların aileleri götürülmedi. Daha sonra yapılan başvuruların hiçbirisi kabul edilmedi. Tam bir özel savaştı. Direnişi pasifize etmeyi ve kırmayı hedefliyordu. Direnişte de Leyla Güven kişiliği oldukça öne çıkmıştı. Konumu gereği faşist-soykırımcı zihniyeti ve siyasetini zorluyordu da, ondan kurtulmak için hile olarak böyle bir yola başvurdular.

12 Ocak’ta gerçekleştirilen görüşme Leyla Güven’e açlık grevini bıraktırma operasyonuydu. Gece saat 24’te avukatını gönderdiler. Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece tatil günü cezaevinde görüş mü olur! Normal zamanda yaptırılmayan görüşmeler böylesi bir zamana ve güne alındı. “İmralı’da görüşme oldu, bırak” diyeceklerdi. Direnişçiler duyarlıydılar, onlar da fark ettiler. Ortada bir tecridin kırılmasının olmadığını, direnişe devam edeceklerini ilan ederek oyunu bozdular. İşin gerçeği budur. Fakat böylede olsa tabi üç yıl dokuz ay sonra -5 Nisan esas alınırsa- iki yıl dört ay sonra İmralı’da bir görüşme oldu. Bunu direniş zorladı. Eğer bu düzeyde bir direniş zindanları da içine alan, açlık grevlerini de kapsayan, toplumu topyekûn harekete geçirmeye yönelen ve bir seçim öncesinde gündemleşen direniş olmasaydı, 12 Ocak’ta Önderliği görmek mümkün olmazdı. İş bu noktadadır.

Önderlik İmralı’da bireysel suç işlediği için bulunmuyor. Suç işlediği için de bulunmuyor. Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü savunduğu ve bu uğurda mücadele ettiği için tutuluyor. Oraya konan, rehin tutulan Kürt halkının özgürce var olma iradesidir. Onun böyle bir irade olma dışında bir bireysel varlığı yoktur. Kısaca bu var olma ve özgürlüğe ulaşma mücadelesi son anda böyle bir topyekûn direnişle önemli bir gündem oluşturdu. Bir inisiyatif geliştirdi. Çok önce de yapabileceğimiz şeyleri 2018 yılı sonu itibariyle hareket ve halk olarak yapar hale geldik. 2019 yılına böyle bir eylem inisiyatifiyle girdik. Bu iyi bir durum yarattı. Faşist-soykırım zihniyet ve siyaseti  zayıf noktasından yakaladı, kuşatmaya aldı.

Bu hamle Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında Ortadoğu’da yürütülen savaş durumuna denk geldi. “Yeni mücadele ekseni ne olacak?” sorusuna Kürdistan’dan bir cevap vermeyi ifade etti. Yeni mücadele adımı  ‘AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı topyekûn direniş olacak’ çizgisini ortaya koydu. Oysa ABD, “İran’a karşı herkes mücadele etmeli benim peşime takılmalı” diyordu. ABD ile böyle bir karşıtlığı var. ABD’nin bazı girişimleri oldu. 5 Kasım’da İran’a karşı ambargoyu ilan etti. 6 Kasım’da parti yönetimimize dair kararlar aldı. Arkasından KDP’yi özellikle YNK’yi saldırıya geçirdi. TC’yi Rojava üzerinde baskı uygular hale getirdi. 19 Aralık’ta “Suriye’den çekileceğiz” diyerek Rojava’yı tehdit etmeye başladı. Bütün bunlar temelinde Ortadoğu’da güncel mücadeleyi belirleme çabasına karşı bizim “Tecridi kıralım faşizmi yıkalım Kürdistan’ı özgürleştirelim” direniş hamlemiz bütün demokratik, yurtsever, devrimci güçlerin direniş hedefinin AKP-MHP faşizmini yıkmak olması gerektiği planımızı temel gündem haline getirdi, inisiyatifli kıldı.

Şu an gelinen noktada mevcut eylem duruşu hem TC’nin faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetini ciddi bir biçimde kuşatmış durumda, zorluyor, hem de ABD’nin TC faşizmini kurtarmayı, onunla suç ortaklığı yapmayı öngören sözde mücadeleyi İran’a dönük çevirmeye çalışan yaklaşımlarını etkisiz kılmış bulunuyor. ABD’nin kendi içinde bile buna tepkiler gelişti, toplum karşı durdu, demokratik çevreler karşı durdu. DAİŞ’e karşı savaşı yürüten ABD yönetimi içerisinde bir çok kişilik karşı çıktı, askeri alanda da diplomatik alanda da ABD ciddi bir iç çalkalanma yaşadı. Bütün bunlar bizim direnişimizin etkileriydi. Önemli bir konum kazandı. İnisiyatif kazandı. Sadece Kürdistan değil de Ortadoğu’daki Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde bile oldukça etkili olan bir direniş konumuna geldiği açığa çıktı.

Bu direniş dolaylı sonuçlarını veriyor. 12 Ocak görüşmesi bir sonucuydu. Özel savaş kapsamında da olsa, direnişi kırmayı da amaçlasa, ama direniş sonucunda oldu. Neyi amaçladı? Direnişi kırmayı hedefledi. Direniş var olduğu için oldu, direniş olmasaydı olmayacaktı. Dolayısıyla mevcut direnişin bir ilk kazanımı oldu.

Bu süreçte Leyla Güven serbest bırakıldı…

Evet, 25 Ocak günü de ikinci bir kazanım ortaya çıktı. Leyla Güven cezaevinden bırakıldı, tahliye oldu. Güya tutuklanmasını getiren davası, mahkemesi görüldü, tahliye oldu. Kendisi mahkemeye gitmedi, avukatları bile gitmediler. Hakim ve savcılar kendileri çaldı, kendileri oynadı. Sonunda “tahliye oldun” demek zorunda kaldılar. Kimse bir şey savunmadı ki tahliye olsunlar. Nasıl tahliye oldu? Niye bir kaç ay önce Leyla Güven’in Efrîn için söyledikleri suç sayıldı da şimdi birdenbire suç olmaktan çıktı? Milletvekili seçilmesi bile bu konuda etkili olmamıştı, demek ki şimdi direniş milletvekili seçilmesinin yarattığı güçten çok daha büyük bir güç ortaya çıkartmış durumda. Mevcut direnişin sonucunda 12 Ocak’ta hileyle açlık grevinden vazgeçiremeyince tahliye etmek zorunda kaldılar. Bu da öncülük eden Leyla Güven şahsında direnişin ikinci kazanımı oluyor. AKP yönetimi bir çok çevre üzerinde Leyla Güven’e açlık grevini bıraktırmaları için baskı uyguluyor. Değilse en azından düşman açlık grevi direnişinin etkisini azaltmayı hedefliyor. Tahliyenin amacı olarak bunu görmek lazım. Olmazsa bile en azından zindanda açlık grevi yapmanın etkisiyle dışarda yapmanın etkisi aynı değil, zindandakinden tümüyle devlet sorumlu, dışarıdakinden “benim sorumluluğum yok, bir kişi kendisini açlık grevine yatırmış kendisi bilir” diyebilecek noktaya geliyor. Çünkü zindandaki etkisi çok oldu. Dört parça Kürdistan’da yurtdışında Kürt toplumunu, dostlarını harekete geçirdi. Dünyada sanatçıları, aydınları, insan hakları savunucularını, duyarlı çevreleri harekete geçirdi. En son 50 Nobel ödülüne sahip insan çağrı yaparak “biz amacınızı destekliyoruz” dediler.

Leyla Güven direnişe dışarıda da devam edeceğini söyledi. ‘Ben zindanda kalacağım çıkmıyorum’ diyemedi. Öyle demesi anlamsız olurdu. Evine gitti, fakat böyle bir talebi olmadığını, talebinin farklı olduğunu, dolayısıyla böyle bir durumun talebini karşılamadığını, tecridin sürdüğünü, bunun için de direnişine devam edeceğini açıkladı. Önemli ve son derece değerli bir açıklamaydı. Süreci anlama ve bu sürece büyük bir cesaret ve fedakarlıkla kararlıca cevap olma gerçeğini bir kere daha ortaya koydu, yansıttı. Açlık grevleri Leyla Güven ile başladı onun şahsında kırılır beklentilerini, umutlarını yerle bir etti, kırdı. Bu önemli bir tutum, bunu görüp anlamamız gerekiyor. Bu çerçevede bir özel savaş oyunu daha şimdilik bozulmuş oluyor.

Tabi yeni oyunlar, saldırılar gelebilir, gelişecek. Bunu her zaman bilmemiz gereklidir, bu tür durumlara karşı hazırlıklı olmamız lazım. Zaten ikinci bir saldırı nasıl gelecek diye beklenirken böyle çıktı ortaya. AKP-MHP faşizmi özel savaş taktiklerini gündeme koymada yumuşak biçimde yaklaşıyor, fakat Leyla Güven’e karşı böyle, yani bu da bir taktiktir, yanılmamak lazım. Sembol olmuş öne çıkmış, öncülük edeni böyle yumuşak bir yaklaşımla kırarak geri kalanına saldırmak istiyor. Biz böyle değerlendiriyoruz. Eğer Leyla Güven’e dönük planlanmış oyun tutsaydı, arkasından zindanlarda 19 Aralık 2000’de yapıldığı gibi saldırılar yapacaklardı. Bunlar zaten teröristtir diyecekler ve dış kamuoyunu da öyle etkileyeceklerdi. Bu kesin gibi gözüküyor. Fakat bunu Leyla Güven bozdu. Şimdi de herhalde bir kere daha bozuyor.

Bu direniş neyi ortaya çıkardı?

Şimdi bunlardan ne sonuçlar çıkarmalıyız? Bir; direnişi kırmak için özel savaş oyunları var. Bunları görmek, daha farklılarına hazırlıklı olmamız lazım. İkincisi; direniş sonuç veriyor, kazandırıyor. Zaten şimdiye kadar direnerek kazandık. Mazlum Doğan “Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür” dedi. Gerçekten de her şeyi kazandıran, yaşamı var eden, zaferi yaratan direniş oldu. Kürtler direnme dışında hiçbir şeyle her hangi bir şey kazanamadılar. Sadece saldırıya karşı direndikleri oranda kazandılar.

Son devrimci hamlenin ortaya çıkardığı sonuçlarda, yine direnilerek kazanılabileceğini bunun dışında bir kazanımın olmadığını ortaya koydu. Bu önemli bir durumdur. Demek ki direnişte ısrarlı olmak, kararlı olmak gerekiyor. Bu çerçevede üçüncüsü; direnişi doğru anlamak lazım. Direnebilmek için de direnişin amaçlarıyla bütünleşebilmek gereklidir. Leyla Güven “tecrit kırılsın” diyor. İyi bir noktadan tutmuş, bunu aslında TC yasalarına bile dayandırıyor. “Yasalarınızı uygulayın, onu da uygulamıyorsunuz” diyor. Kendini bu kadar haklı kılıyor, direniş eylemini bu kadar meşru kılıyor. Bu çok önemlidir.

Bu tecridi uygulayan faşizmdir, faşizmi ortaya çıkartan Kürdistan’daki soykırımcılıktır. Kürdistan’da soykırımı ortaya çıkartan da Birinci Dünya Savaşı’dır. Dikkat edilirse her şey birbirine bağlıdır. Kürdistan’ın parçalanması ve soykırım altında tutulması dünyayı savaş halinde tutuyor, Türkiye’yi faşizm altında tutuyor, bütün bunların hepsi de Önder Apo’nun üzerinde İmralı’daki tecrit ve işkence sisteminde odaklaşıyor. Düğüm orası, dolayısıyla oradan çözülecek, çözümün anahtarı oradaki tecridin kırılmasıdır. Bu amacı iyi görmek ve anlamak gerekiyor. Bunsuz yaşanamayacağına inanmak gereklidir. Bu bakımdan gerçekten Leyla Güven ortaya iyi bir duruş ve tutum koydu. Kavrayış düzeyi yüksektir, kararlılığı yüksektir, inancı yüksektir. Yoksa çok güçlü anlama, güçlü bir amaç bağlılığı, özgür yaşam tutkusu, kararlılığı bunun mevcut amaçlarla gerçekleşeceği inancı olmasaydı böyle bir güçlü bir irade ortaya çıkmazdı. Bu kadar oyunu boşa çıkartacak bir duruşa sahip olmazdı. Her gün hücre hücre eriyerek direnme mümkün olmazdı. Her hücre erimesinin bir iradeye dayandığını bilmek lazım. Bilinç fiziki yaşama nasıl hükmedermiş, kişilikler nasıl örgütlenirmiş bunu günlük gerçekleşen direniş içerisinde yaşayarak görüyoruz, öğreniyoruz. Demek ki, olabilirmiş ve özgür kişilik bu kişiliğe deniliyor. Örgütlü kişilik bu kişiliğe deniliyor. Özgür kişilik de bilincini yaşamın her şeyine hakim kılan kişiliktir. O halde ‘ben kişiliğimi örgütleyemiyorum, iradem güçlü değil, bilmem duyguların, güdülerin, bilmem zayıflıkların esiri oluyorum’ lafları bir boş laftır. Kendini koy vermiş örgütleyememiş zayıf kişiliğin tanımlanmasıdır. İnsan doğası o değil, insan doğasının ne olduğunu bu günkü direnen gerçeklikler ortaya koyuyorlar. Dün bunu 14 Temmuz direnişçileri ortaya koymuşlardı, bu gün aynı çizgide ilerleyen “Tecridi kıralım faşizmi yıkalım” direnişçileri ortaya koyuyorlar. Bu gerçekliği görmemiz gereklidir.

Son olarak da bu direnişi doğru anlamak lazım. Bu bir topyekûn direniş, bütünlüklü direniş, kesintisiz sürekli direniş ve bir zafer direnişidir. Öyle faşizme darbe vurmayı hedefleyen değil, faşizmi hedefleyen bir direniş hamlesi ki, aslında yirmi birinci yılına girerken 15 Şubat komplosunu yerle bir etmeyi, dolayısıyla İmralı duvarlarını parçalamayı hedefleyen bir direniştir. O amaca ulaşmadan artık bitmez. Bu nedenle de başlanan direniş sürecini yarıda bırakacak, sonuç almadan kalacak, az sonuçla yetinecek bir direniş olarak görenler yanılırlar. Böyle yapmaya kalkanlar en büyük kaybetmeyi yaşarlar. Bu direnişi öyle görmek lazım. Herkes kendisini de ona göre hazırlamalı, ona göre katılmalı, ne kadar gücü yetiyorsa ne yapabiliyorsa onları esas alarak katılmalı, direnişe katkı sunan olmalı. Yoksa direnişi zayıflatan, baltalayan, daraltan duruma düşmek en tehlikelisidir. Hiç kimse öyle olmamalı, bu da önemli bir boyutudur.

Sonuçta mevcut haliyle önemli bir konum tutturuldu. Anlayış olarak ve irade olarak da doğrudan sapılmazsa, özel savaş oyunlarına gelinmezse sadece açlık grevleriyle yetinilmeyip direniş siyasi, toplumsal, askeri her alanda güçlü eylemlerle beslenerek topyekûn yürütülürse önümüzdeki aylar faşizmin yıkıldığı süreç olacak, bu kesin, bunu görmekte lazım.

Direnişi bu bakımdan güçlendirerek yaymak gerekli, zenginleştirmek lazım. Büyütmek ve keskinleştirmek gereklidir. Büyütüp keskinleştirmekten korkmamak lazım. Çok fazla zorlayıcı oluyor, gerginlik yaratıyor aman yumuşatalım dememek gerekli, çözüm için gerginlik ve keskinlik lazım. Nihayetinde çözeceksin, keserek çözeceksin, kesebilmek için de keskinleşeceksin. Yumuşak duruşla bunlar olmaz. O nedenle daha fazla büyütmeyi göze almalıyız. Önümüzdeki süreç böyle bir mücadele sürecidir. Seçimler var vb. yumuşak mücadele süreci gibi görülüyor, ama öyle değildir. Ortadoğu’da savaş sürüyor, keskin bir mücadele var. Bizdeki mücadele de buna bağlı, hatta onun öncüsü durumunda, dolayısıyla aynı keskinlikle devam ediyor, edecekte.

Önümüzdeki süreçte yerel seçimler olacak. Bu konuda görüşleriniz nedir?

Yerel yönetimleri seçiyoruz, yerel ayaklanmaları göze almalıyız. Belki de seçim denen şeyler yerelde ayaklanmalarla olur. Düşman geçtiğimiz yıllarda, aylarda yerel yönetimlerini gasp etmedi mi, gasp edilen yerel yönetimleri ayaklanarak mücadeleyle ele geçirmek gerekiyor. Doğru tutum budur. Devrimci tutum budur. Bir daha kaybetmeyecek kazanım ortaya böyle çıkar. Seçim olacaksa seçimi de bu havada yürütmek lazım. Bunlar mümkündür. O nedenle ciddi bir devrimsel mücadele sürecine girdik. Hepimiz bu gerçekliği iyi görmeliyiz. Bunun gereklerine göre kendimizi hazırlamalıyız. Her an her göreve hazır hale gelmeliyiz. Herkes görev ve sorumluluğuna yeterli düzeyde sahip çıkmalı. Süreç doğru yönetilebilmeli. Her yerde imkanlar fırsatlar direnişin başarısı için harekete geçirilebilmeli. Böyle yaklaşırsak faşizm içte ve dışta da kuşatılmış durumdadır. Emperyalist saldırganlığın da önü önemli ölçüde alınmış bulunuluyor. Böyle bir irade ve inisiyatifli mücadele faşizmi yıkarak Ortadoğu’da yepyeni bir demokratik devrim gelişimi, demokratik değişim süreci başlatabilir. O düzeye gelebilir. Bunu öngörmeliyiz.

2019 yılında herkesin AKP-MHP faşizmine karşı mücadele ettiği bir gerçekliği yaratacak. Onun inisiyatifi tutturuldu, hata yapılmaz bu durum daha çok derinleştirilirse 2019 yılı AKP-MHP faşizminin yıkıldığı yıl olabilir. İnsan bunu net görüyor. Nasıl ki, geçen dönemdeki ittifak ve mücadele DAİŞ faşizmini yenilgiye uğrattıysa –ki DAİŞ yenilmez görülüyordu, herkes önünden kaçıyordu- şimdi bu direniş sürdürülürse çok daha zayıf konumda olan, AKP-MHP faşizmini yıkmak hiç de zor olmaz. Tayyip Erdoğan’ın o kadar tehditkar olması buradan ileri geliyor. Herkese yalvar yakar ediyor. Türkiye’nin her şeyini pazara sürdü satıyor. Fakat inek sağar gibi sağıyorlar, dünya çıkar dünyasıdır. Eskisi gibi umduğunu bulamıyor, ortada kaldığı için sağı-solu tehdit ediyor. Rusya’dan döndükten sonra ABD’yi, Avrupa’yı tehdit ediyordu. Amerika ile görüşüyor Rusya, İran’ı tehdit ediyor. Ona buna el açarak kırk takla atarak durumu kurtarmaya çalışıyor, ama nafiledir. Hiçbir güvenirliği kalmadı, çünkü hiçbir ilkesi yoktur. Kimi ne zaman sırtından hançerleyecek bu belli bile değildir. İçte bir kaç yardakçısıyla birlikte kendisi kaldı, devleti ele geçirdi kullanıyor. Dışta da İran ve Rusya’ya dayanıyor. İran ve Rusya’ya dayalı bir TC var olamaz, sadece yıkılır. İran’la, Rusya’yla her zaman rekabet etmiş bir devlet geleneğini sürdürüyor. İstanbul, Ankara merkezli devletler, Tahran’la ya da Moskova ile anlaşan devletler değil, onlarla savaşarak var olan devletler oldular. Şimdi eğer kendi düşmanıyla anlaşarak var olacak duruma düşmüşse bunun sonu yıkılmak olacaktır. Yaşanılacak olan da budur. TC faşizminin içinde bulunan durumu, Rus Çar’ının “denize düşen yılana sarılır” demesinden çok daha beter bir durumu arz ediyor. Yılana sarılmaktan da çok cellada sarılmak oluyor. O sarılma da onları kurtarmaz. Bu net bir biçimde görülüyor.

Son olarak açlık grevindeki eylemcilere yönelik bir mesajınız var mı?

Güçlü bir inisiyatif tutturuldu. Eksiklikleri olsa da bir topyekûn direniş içerisine girildi. Bunu daha da güçlendirmek gerektiriyor. Kesinlikle hiç şüphe duymamak lazım. O halde en küçük bir tereddüt yaşamadan, hata eksiklik göstermeden yüksek bir kararlılıkla bu direnişi faşizmi yıkacak, tecridi kıracak, Kürdistan’ı özgür, Türkiye’yi Ortadoğu’yu demokratik yapacak bir hedefe doğru yürütmekten başka bir durum devrimcilik olamaz, demokratlık olamaz, yurtseverlik olamaz. Bu gerçek gün gibi açıktır. O halde en küçük bir tereddüttümüz yok, bedeli ne olursa olsun ödemeye de hazırız. Her zaman hazır olmalıyız. Bu direnişi zafer kazanana kadar yürüteceğiz. Hareket ve halk olarak kararlılığımız böyle, Önderlik ve şehitler gerçeğimizin emri böyledir. Halkta bunu bizden böyle bekliyor. İnsanlık da dostlarımız da böyle yeni başarılar kazanmamızı istiyor. Efrîn işgalinin intikamını, Kürdistan genelinde böyle büyük zaferler kazanarak almamızı istiyorlar bizden, alacağımızı bekliyorlar. Bu istek ve beklentilerin gereğini yerine getirmemiz lazım. Onları yüzüstü bırakamayız. Böyle bir sonuca gitmekte bizden ne isterse onu veririz, vereceğiz. Güncel duruşumuz kararlılığımız bu temeldedir.

Leyla Güven duruşu zaten başarmıştı. Onun ki bir öncülüktü. Direnişi zengin eylem biçimleriyle başlatıp bir toplumsal hareket haline getirmekti. Çoktan bunu getirdi, başarıldı. Bir halk direnişi topyekûn direniş ortaya çıkartılmıştır, bundan sonrasına ne kadar katkı sunarsa kendisini güçlendirir, büyük katkılar sunacağına da inanıyoruz. Gerçekten de yaptıklarını partimiz sahipleniyor, Apocu çiziğinin doğru, yerinde, zamanında başarılı bir uygulaması olduğu tartışma götürmüyor. Söyleyeni değil, sürecin şehitlerimizin izinden yürüyerek başarıyla uygulayanı oldu. Böyle bir kararlılığı yiğitliği, doğru yaklaşımı gösterdi. Direnişini sevgiyle selamlıyoruz. Gerçekten de Önderlik çizgimizin tutarlı bir uygulanması oluyor. Bütün parti camiası olarak, halk olarak, kadınlar ve gençler olarak tabi böyle bir direnişi sahipleniyoruz, esas alıyoruz, yürütüyoruz, bizim parti yönetimimizin kararlarının pratiğe geçirilmesi oluyor. Bunu zaten kendisi de açıkça ortaya koydu. Böylece parti ve halkla birlikte Leyla Güven yoldaşın da tarihsel rol oynayan öncü bir kişilik olarak direnişini zafere taşıyacağına inanıyor, başarı dileklerimizi sahsına ve tüm açlık grevi direnişçilerine iletiyoruz.