Şantajcı, rehineci ve fidyeci Tayyip Erdoğan

Tayyip Erdoğan’ın siyaset tarzı anlaşılmıştır. Gece gündüz elini çenesine götürerek kime, hangi şantajı yapabilirim, kiminle pazarlık yapabilirim, kimden fidye alabilirim, diye düşünmektedir.

Siyaseti ticarete benzetenler olmuştur. Kuşkusuz sözü edilen bu siyaset halkın kendi işlerini yürütme sanatı değildir. Devlet idaresi ve halk üzerinde baskı kurma yolu ve yöntemidir. Aslında siyaset kutsal bir iştir. Toplum yaşamı ahlaki politiktir. Ahlak toplum yaşamının sürmesini sağlayan ortak değerler, politika ise bunun yürütülme biçimidir. Politika toplum yaşamını yürütmek, toplum işlerini yapmaktır. Ancak devletler ve sömürücüler tarafından insanların en olumsuz baktığı iş ve kavram haline gelmiştir. Tayyip Erdoğan siyaset kavramı içine hiçbir devlet adamı ve siyasetçinin yapmadığı kadar şantajı ve rehin almayı da eklemiştir.

ABD’li rahip Brunson şantaj aracı olarak kullanılmak için bizzat Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla rehin alınmıştır. Avrupa ve ABD’nin tek bir vatandaşlarına bile değer verdiğini bilen Tayyip Erdoğan bunu bir zaaf olarak görmüş ve rahibi rehin almıştır. ABD’yi bir vatandaşını kurtaramayacak kadar çaresiz bir ülke konumuna düşürerek pazarlık yapmıştır. ABD de bir kişi için NATO üyesi Türkiye’yi bir tarafa bırakmayacağından Tayyip Erdoğan’ın bu şantajı sonuç vermiştir. Bazı tavizler alarak rahibi bırakmıştır.

Rehin alma ve şantaj yapma politikasını mülteciler konusunda da Almanya ve Avrupa’ya yapmıştır. Mültecilerin hepsini Avrupa’ya gönderirim, diyerek Avrupa Birliği’nden milyarlarca dolar fidye almıştır. Halbuki bu mültecileri bizzat Tayyip Erdoğan Türkiye’ye getirmiştir. Bu mülteciler üzerinden El Nusra, DAİŞ ve diğer çeteleri kontrol etme politikası yürütmüştür. Hem Kürtlere saldırtmış hem de Suriye politikasında bunlar üzerinden etkili olmak istemiştir. Bir iki yıldır da bu çeteleri Rusya ve Rejime karşı bir şantaj unsuru olarak kullanmaktadır. Çeteler karşılığında Efrîn başta olmak üzere Fırat’ın batısını işgal etmiştir.

Şimdi de Suudi Arabistanlı gazetecinin bilinmeyen akıbeti üzerinden Suudi Arabistan’a karşı şantaj ve pazarlık politikası yürütmektedir. Son günlerde yandaş basının bu gazeteci konusunda Suudi Arabistan’a yönelik psikolojik savaş yürütmesi kesinlikle bu amaçladır. Yoksa Tayyip Erdoğan için gazetecinin akıbetinin hiçbir önemi yoktur. Yüzlerce gazeteciyi zindana atan, onlarca yıl cezalar veren, yüzlercesini de yargılayan Tayyip Erdoğan için bir gazetecinin yaşamı hiçbir şey ifade etmez. Buz gibi siyasi ve ekonomik çıkarlar dışında toplumsal ve ahlaki bir değeri olmayan bir kişidir. Ama Suudili gazeteciyi gündemleştirerek, sahip çıkarak Suudi Arabistan’la pazarlık yapmaya çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını basının gündemleştirmesi de tamamen bu amaçladır.

Tayyip Erdoğan’ın siyaset tarzı anlaşılmıştır. Gece gündüz elini çenesine götürerek kime, hangi şantajı yapabilirim, kiminle pazarlık yapabilirim, kimden fidye alabilirim, diye düşünmektedir. Siyaseti işte bu kadar kirlidir. Şantaj, rehin, fidye ve pazarlık konusu da her zaman Kürtler aleyhine tavizler koparmak olmaktadır. Şimdi böyle kirli, ucube ve hiçbir insani ve toplumsal değere sahip olmayan bir siyasetçi tipiyle karşı karşıyayız. Bunun ne dini ne imanı vardır. Din, bu siyaset tüccarının kazancını artırma aracıdır. Dünyada dine, imana, ahlaka ve vicdana bunun kadar uzak başka bir siyasetçi bulmak mümkün değildir.

Tayyip Erdoğan kendisi gibi kapitalist sistem yönetimlerinde de çıkar dışında hiçbir değerin olmadığını iyi görmüştür. Bu nedenle şantaj yaparım, bunlarla pazarlık yapar taviz koparırım, demiştir. Bu yönüyle ahlaksız, vicdansız siyasetçilerin kendi aralarında pazarlık yaptığı bir siyasi durumla karşı karşıyayız. Kimin elinde şantaj imkanları güçlüyse o öne çıkmaktadır. Tayyip Erdoğan muhataplarının zafiyetini görerek eline şantaj imkanları geçirmektedir. Şu anda ABD de, AB de, Rusya da, bölge ülkeleri de adi şantajcı bir siyasetçiyle karşı karşıya olduklarını görüyorlar.

Şantajcılığın, rehine ve fidyeciliğin de bir sonu vardır. Bu tarz siyasetçiler muhatapları tarafından çok sevilmezler. Bu açıdan bu şantaj politikasının bir sonrası vardır. Hatta bir noktadan sonra ters tepip bumerang gibi kendisini vurma ihtimali yüksektir. Öte yandan herkese karşı izlenildiğinde tek kalma durumu yaşanır. Nitekim bu korkuyla son zamanlarda Avrupa ve ABD’ye karşı şantajını sürdürmeyi yumuşatıp ilişkileri düzeltme arayışı içine girmiştir. ABD ve Avrupa’nın son zamanlarda Türkiye ile ilişkiyi düzeltiriz, demeleri bu nedenledir.

Ancak şantajcı, fidyeci ve rehineci hiçbir zaman unutulmaz. Belki Türkiye’yi karşılarına almazlar ama Tayyip Erdoğan’ın bu şantajcılığına bir bedel ödettirmek isterler. Çünkü bunu yapmazlarsa dünyada çok kötü bir duruma düşerler. Önüne gelen herkes bu politikaya yönelir. Bu bakımdan rahibin bırakılması Türkiye ile ilişkilerin düzelmesinde kısmi bir rol oynayabilir. Ama Tayyip için fırsat kollamaları ihtimal dahilindedir. Tayyip Erdoğan aslında ters tepecek ve zarar verecek politikalarla Türkiye’yi bir bütün olarak ciddi sıkıntıya sokacak bir siyasi durum yaratmıştır.

Kürt sorununu çözemeyen bir Türkiye’nin bu tür durumlara düşmesi kaçınılmazdır. Çünkü sıkıştığı zaman her tür yola başvurmaktan başka elinden bir şey olmuyor. Böyle olunca da riskli ve tehlikeli şantaj, rehin ve fidye politikası yürütüyor. Türkiye’nin bu politikayla kafasını bir yerlere toslaması bir kader olur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika