İdamı beklerken halk zindan kilitlerini kırdı: Emne Süreke

Adıl Osman Muhammed: Bir gün Rojhilat ve Bakur'daki zindanlar da Emne Süreke gibi olacak.

Irak diktatörü Saddam Hüseyin, her türlü yöntemle Kürtleri katlederek tarihe geçti. Köy, şehir, kasabaları tank ve toplarla yok etmesinden tutalım, Halepçe’de kullandığı kimyasal silahla yüz binlerin katili olan Saddam Hüseyin, iktidarda kaldığı süre boyunca Kürtleri katletmeye devam etti. Hâlâ 182 bin Başurlu Kürtten hiçbir haber yok. Saddam Hüseyin, işkence, kurşuna dizme ve idamla da Kürtlerin örgütlenmesine ve her türlü devrimci mücadeleye savaş ilan etmişti. Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde işkencehaneler, kurşuna dizme meydanları oluşturmuştu.

Bu yerlerden biri, '80’li yıllarda Süleymaniye’de yaptığı Emne Süreke yani Kızıl Emniyet olarak bilinen işkencehaneydi. Binlerce Kürt buradaki işkence tezgahından geçirildi. Yüzlercesi idam edilmek, dar ağacına çekilmek için Ebu Garip ve daha başka zindanlara gönderildi. 5 Mart 1991 tarihinde Ranya’da başlayan Raperin'den bir gün sonra Süleymaniye halkı, Emne Süreke’yi kuşatmaya aldı. İki gün sonra, ağır işkencelerden geçirilen ve Newroz’da idam edilmeyi bekleyenleri özgürleştirdi.

Newroz’da Süleymaniye’nin sokak başlarında kurşuna dizilerek idam edilmeyi bekleyen Emne Süreke işkencehanesinde tutulanlardan biri de Adıl Osman Muhammed'di. Muhammed, işkence sürecini ve özgürleştikleri günü, Emne Süreke’nin şimdi müzeye dönüştürülen merkezinde ANF’ye anlattı:

İTİRAF ETMEYENE İŞKENCE...

"Biz o zaman bir grup Komünist Parti adına örgütsel çalışma yürütüyorduk. Bir grup arkadaşımla bizi 1990 yılı Eylül ayında evlerimize gece yarısı baskın yaparak yakaladılar. O zaman henüz 23 yaşında ve üç aylık evliydim. Gece yarısı evlerimize yaptıkları baskınla bizi yakalamak için büyük bir güçle gelmişlerdi. Yakaladıktan sonra bizim Salim Caddesi üzerindeki merkezlerine götürdüler. İlk geceyi orada geçirdik. Ertesi gün ellerimizi kelepçeleyerek bizi buraya getirdiler. Yakaladıkları insanları resmi olmayan arkadaki kapıdan içeri atıyorlardı. Bizi getirip o kapıdan Emne Süreke’ye attılar.

Bizi de ilk önce tek kişilik hücrelere attılar. Zindan iki katlıydı. Alt katta halktan aldıklarını getirip koyuyorlardı. Üst katta hiçbir şey itiraf etmeyenler ve günlerce işkencede kalanların konulduğu hücreler ile dört, beş kişiyi koydukları odalar vardı. Hücrelerin kapıları ile birlikte kapıdaki küçük pencereyi de üzerimize kapattılar. Yan hücrelerinde ilk önce kimlerin olduğunu bilmiyorsun. Sonra tanıyınca onlarla çeşitli yöntemlerle haberleşmeye başlardın. Tek kişilik hücrelerde konuşmak yasaktı. İşkenceciler bulduğumuz haberleşme yöntemleri ile sağ ve solumuzdaki hücrelerde olanlarla haberleştiğini fark etselerdi onun için de ağır işkencelerden geçirilirdin. Bizi hücrelere attıktan sonra akşam işkenceli soruşturmamız başladı. 'Solculuk diye bir şey tutturmuşsunuz. Bunlar Rusların oyunudur' diyerek arkasından onlarca soru sıraladılar. 'Gel, bunları bize anlat' dediler. Bu söylediklerinizin hiçbirini bilmiyorum dediğimde cinsel organımın olduğu bölgeye çok sert bir tekme vurdu işkenceci. Yanındaki kanepenin üzerine kadar düştüm. Konuş dediler. Bilmiyorum dedim. Başladılar vurmaya. Kaba dayakla konuşmayacağımı anlayınca kasap askısına aldılar beni. Ayaklarımı bağlayıp aşağı doğru çekmeye başladı biri. Çok yukarıda tutmadan indirdiler. Konuş dediler, ben yine bilmiyorum dedim. Manyetoyu göstererek, 'bu elektriktir, konuşmazsan bu kez onunla işkence yapmaya başlarız' dediler. Yine bilmiyorum dedim. Yeniden yukarıya kaldırıp elektrik verdiler. Var gücümle bağırıyorum. Bağırırken sadece bilmiyorum diyorum. İndirip yeniden kaldırıp elektrik verdiler yarım saat kadar. Çok susadım, su istedim. Getirdiler ama sadece dudaklarıma değdirip çektiler bardağı. Üzerimizde yakalanan malzemeleri bile kabul etmiyorum. Bizimle birlikte iki tane üniversite öğrencisi de yakalanmıştı. Aralıksız bir şekilde yapılan işkence ile o üniversite öğrencilerinin serbest bırakılması için yakalanan malzemeleri üzerime aldım. Bunları kabul edince bu kez kimlerle ilişkilerin var, diye sormaya başladılar. O malzemeler dışında hiçbir şeyi kabul etmedim ve hiç kimsenin ismini vermedim. Sabaha kadar işkence odasında tutuyorlardı, sabah getirip hücreme atıyorlardı. Yan taraftaki hücrelerde kalanlar da durmadan benimle ilişkiye geçmek istiyorlar. Bunun için duvarı yumrukluyorlar. Ama kim olduklarını bilmediğim için konuşmuyordum. Çünkü daha önce insanları çözmek için aralarına kendi adamlarını da karıştırdıklarını duymuştum. Yan taraftaki hücrelerde kalanlar kim olduğumu öğrenmek için hücrenin duvarına yumrukla vurdular. Cevap vermedim. Ses vermeyince kimsin, neden yakalandın diye sordular, yine cevap vermedim. Bir soru daha sorduklarında, 'adım Adıl, ne için beni yakaladıklarını bilmiyorum' dedim. Mikdat, Newzad adında tanıdıklarım vardı, onlar önceden yakalanmışlardı. Adımı söyleyince Mikdad, 'Adıl seni de mi getirdiler dedi. Acılarımı hafifletmek için şakalar yapmaya başladılar. Ama acıdan başka bir şey duymuyorum ben. Arkadaşlar günlük olarak benimle ilgilenmeye başladılar. Askıdan dolayı ellerim ve kollarımın zarar görmemesi için bana Adıl spor yap, elini oynat, öyle yapmazsan sakat kalır dediler. Ben de kendi kendime hücrede yavaş yavaş hareketler yapmaya başladım. Yaklaşık 20 günlük işkenceden sonra beni 5 kişi kaldığımız bir odaya getirdiler.

'İŞKENCELER GECE YAPILIRDI'

Emne Süreke’de işkenceler gece yapılırdı. İşkence hücre yada koğuşa benzer bir yanı olmasa da koğuş dedikleri yerlerin kapılarını açmakla başlardı. Koğuş ve hücreleri zindan içinde zindan haline getirilmişti. Kapıları büyük zincirlerle bağlayarak büyük kilitlerle kilitlemişlerdi. Bu zincirlerin açılmasının çıkardığı ve zindanda yankılanan seslerle tutsaklara işkence yapılmaya başlanırdı. Çünkü işkencecilerin tutsakları işkenceye götürmek için çıkardıkları hayvani sesler, ardından zincirlerin çıkardığı sesler, herkesin 'bunlar benim için geldiler' demesini sağlıyordu. Herkes bu seslerden sonra işkenceci cellatları beklemeye başlardı. Bunun yanı sıra işkencelerin gece yapılmasının birçok nedeni vardı. İnsan uykudan kalktığında kendisinde tam olmadığı için o saatlerde belki çözülür diye hesap ederlerdi. Ayrıca, gece işkence yapılmasıyla, fiziki işkence ile birlikte işkence yapılan kişinin bağırış, çağırışları ile diğer kişilerde psikolojik bir baskı da yapılıyordu.

Filistin ve kasap askısı, falaka, elektrik verme yöntemi ile işkence yapıyorlardı. İşkenceye aldıkları kişiyi önce falakaya yatırıyorlardı. Saatlerce falaka kalın kalaslarla işkence yapılıyordu. Tutsak bununla çözülmediyse bu kez oradan alınıp askı ve elektrik verme odasına götürülüyordu. Önce askıya alıyorlardı. Askıya aldıktan sonra ellerindeki elektrik kabloları ile elektrik vermeye başlıyorlardı. Kabloları kulaklarına, ayaklarına, cinsel organlarına, koltuk altlarına yapıştırarak elektrik veriyorlardı. İşkenceyi de çok kaba bir şekilde yapıyorlardı. O yüzden birçok insan işkence altında can verdi.

Tüm bu işkenceler birkaç şey itiraf etmen için yapılırdı. 'Evet, ben siyasiydim' demen yetiyordu. Ardından arkadaşların kimdi diye soruyorlardı. Sadece siyasiydim demen idam edilmen ya da kurşuna dizilmen için yeterli bir itiraf olurdu.

KÜÇÜK BİR PENCERE...

Emne Sürek’te tek kişilik hücreler vardı. En fazla on beş kişinin kalabileceği ancak yüzden fazla kişiyi sıkıştırdıkları büyük odalar vardı. En fazla iki kişinin kalabileceği odalara beş kişiyi koydukları küçük odalar vardı. Odaların hiçbirinde dışarıya yada işkencehanenin içinde açılan büyük bir pencere yoktu. Tüm odalarda üç metre yüksekliğinde tavana yakın yerde çok küçük birer pencere vardı. O pencerelerden koğuşlar aydınlanıyordu. Bazen birbirimizin omuzlarının üstüne çıkarak oradan dışarıya bakıyorduk. Dışarıya bakan arkadaş aşağıya inince dışarıda gördüklerini diğer arkadaşlara anlatıyordu. O küçük pencere dışarı ile ilişkimizi kuran tek bağlantımızdı. Oradan aldığın moral ve güçle daha sonraki işkencelere kendimizi hazırlıyorduk. Çünkü bu işkencehane ve zindanda havalandırma diye bir şey yoktu. Tuvalet ihtiyacı için sabah ve akşam olmak üzere günde sadece iki kere bizi götürüyorlardı.

KURŞUNA DİZİLMEYİ BEKLERKEN...

Altı ay öyle geçti. Ama birçoğumuz idam edilmeyi bekliyorduk. Çünkü buraya getirilen insanların çoğu bir şekilde yok ediliyordu. Bazılarına mahkemelerde cezalar verilirdi. Ceza verilenler Ebu Garip ve Bağdat, Basra’daki zindanlara götürülürdü. İdam cezası verilenler de oralara götürülürdü.

Bizim için alınan karar da Newroz’da bizleri Süleymaniye’nin kalabalık sokaklarının başında gece kurşuna dizmekti. Sabah insanlar Newroz günü sokağa çıktıklarında cenazelerimizle karşılaşsınlar diye. Hepimiz o günü bekliyorduk. Ama umudumuzu yitirmemiştik. Çünkü Baas devleti içinde yaşanan ağır sorunları az çok tahmin ediyorduk. Yeni tutuklananlardan halkın Raperin yani ayaklanma için hazırlık yaptığını da duyuyorduk. O yüzden her gece uyurken acaba sabah Raperin başlar ve özgürleşir miyiz, diye düşünüyorduk. 5 Mart gecesi Süleymaniye’nin aşağı mahallelerinde silah sesleri gelmeye başlayınca, Raperin başladı, dedik. Silah sesleri giderek arttı. Sonradan halkın Baas rejiminin Xebat’taki karargahına saldırarak Raperin'i başlattığını öğrendik. Kısa bir süre yoğun silah seslerinden sonra bir sessizlik başladı. Biz Raperin yenilgiye uğradı, diye düşünmeye başladık. Böyle olunca, Baas rejimi bizi öldürmek için üzerimize gelir, diyorduk. Üzerimize gelirse ne yapabiliriz diye tedbirlerimizi konuştuk. Bir plan yaptık. Planımız; elbise yıkamak için bize verdikleri deterjanı cebimize koymak, üzerimize geldiklerinde gözlerine fırlatıp silahlarını kapmaktı. Silahları kaptıktan sonra çatışarak çıkmaya çalışacaktık.

Sabah olunca silah sesleri yeniden ama bu sefer daha yoğun bir şekilde duyulmaya başladı. Bazı yerlerde çatışmaya dönüştüğünü da anladık. Kısa sürede halk rejimin şehirdeki karargahlarının birçoğunu ele geçirdi. Silah sesinden çatışmanın nereye geldiğini de anlamaya çalışıyoruz. En son Rizgari’deki polis merkezinde çatışmaların başladığını tahmin ettik. Gece olunca uyuyalım, yarın olacağını anlarız, dedik. Sabah saatlerinde üzerimizden uçan mermi, RPG7 mermileri, avluya düşen bomba sesleri ile uyandık. Ayın 8’inin ilk saatlerinde bu zindanın büyük bir bölümü ele geçirildi. Rütbeliler ve sağ kalan askerler güvenlik merkezi binasında toplanmış, oradan halkla çatışıyorlardı. Bir kişi Güvenlik Dairesi Merkezine girmek için duvarın üzerinden atlamak istedi. Askerler onu vurup şehit düşürdüler. Saldırı devam etti ve giderek daha da güçlü olmaya başladı. Kısa süre içinde zindanın tamamı ele geçirildi. İşkenceciler Güvenlik Dairesi Merkezine giderken üzerimize kapıları kilitleyip gitmişlerdi. Bir de halk nerede tutulduğumuzu bilmiyordu. Bizim dünya ile bağlantımız olan pencereden, halka burada olduğumuzu, gelip kapıyı kırmaları için bağırdık. İnsanlar sesimizi duyunca bize doğru gelmeye başladılar. Halk kapılardaki kilitleri mermilerle kırıp bizi zindandan kurtardı. Biz kurtulduktan sonra bildiğim tüm odalara gittik. Kapıları kırarak oradaki arkadaşlarımızı da kurtardık.

Ağır işkencelerden geçirilerek ölümü beklediğimiz bu zindandan halkın başlattığı Raperin'le özgürleştirildik. Mücadelemize kaldığımız yerden devam ettik.

'ROJHİLAT VE BAKUR ZİNDANLARI DA ÖZGÜRLEŞECEK'

Bir gün Rojhilat ve özellikle de Bakur’da zindanlarda kalan halkımızın özgürlüğü için mücadele eden insanlar da tıpkı bu işkence merkezi gibi oralardaki zindanlarda yerle bir edilerek özgürleşeceklerdir."