Rojava’nın tanınması ve 2. Lozan’a doğru - Cihan Özgür
Kobanê direnişi, elbette ki gelişen diplomatik temasların temel nedenidir.
Kobanê direnişi, elbette ki gelişen diplomatik temasların temel nedenidir.
YPG-YPJ’nin destansı direnişi, Kobanê’de bulunan DAİŞ mevzilerinin koalisyon güçleri tarafından bombalanması, Rojava Savunma Güçleri’ne yapılan silah yardımı, 1 Kasım’da gelişen kıtalar arası destek, Kobanê’nin şehitler kenti ilan edilmesi, güney Kürdistan hükümetinin kantonları tanıması, Rojavalı temsilcilerin Kahire toplantısına katılması ardından Rusya’daki Suriye toplantısı ve Elysee sarayında kabulü…
Bir yıl önce tahmini zor olan bütün bu gelişmeler, son 4 ayda ve baş döndürücü bir hızla yaşandı.
Rojavalı heyetin Hollanda’ya geçeceği belirtiliyor. Bir iddia ise Rojava temsilcilerinin yakın zamanda Beyaz Saray’da ağırlanacağı şeklinde.
Kobanê direnişi, siyasetin diyalektiğinin ne olduğunu bir kez daha gösterdi. Eğer söz konusu olan Ortadoğu ise askeri başarı kendisiyle birlikte diplomatik ve siyasi başarı getirir. Kural bu.
Kobanê direnişi, elbette ki gelişen diplomatik temasların temel nedenidir. Eğer Kobanê yenilmiş olsaydı bırakın Avrupa’nın Kürtlerle görüşmesini, Kürtler yeni dizayn için tıpkı önceki yüz yılda olduğu gibi feda edilebilirdi. Bu bakımdan yapılan görüşmelerin direniş ve zaferle bağı doğru kurulmak durumundadır.
Lozan’ın aktörleri yine devrede
İkinci önemli husus ise; nasıl ki 1. Paylaşım Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa öncülüğünde petrolün denetime alınması temelinde sınırlar çizildiyse, günümüzde de bu hesaplar devrede. Rojava heyetinin Fransa hükümeti tarafından resmi davetini bir de bu yönüyle okumak gerekir.
Batılı güçlerin Ortadoğu hesapları göz önüne alındığında, hem siyasal hem de ekonomik çıkarların söz konusu olduğunu görmek zor değil. Bölge petrolünün Rojava üzerinden Türkiye ve oradan da batıya taşınması tartışılan bir husus. Elbette ki Güney Kürdistan da bu konuda önemli bir coğrafi ve siyasi etken. Aynı dönemde güney Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin Münih’teki “terör zirvesi”nden sonra Fransa’ya geçmesi tesadüf olmasa gerek.
Sykes-Picot çözüldü
Rojava eksenli yaşanan gelişmelerde Fransa’nın öne çıkmasının tarihsel nedenleri var. Suriye’de Fransa etkinliğinin yüz yıllık bir geçmişi var. Osmanlının dağılmasına yol açan ve bölgenin yeniden dizaynı ile sonuçlanan 1. Dünya Savaşı daha devam ederken; İngilizler ve Fransızlar 16 Mayıs 1916’da imzaladıkları Sykes-Picot anlaşmasıyla “Musul vilayeti” olarak adlandırılan ve Güney Kürdistan ile Rojava’yı da içine alan bölgeyi kendi aralarında paylaşmışlardı.
Ancak daha sonra hesaplar değişince 1920’de yapılan San Remo Konferansı ile Suriye Fransa’nın; güney Kürdistan ise İngiltere’nin mandası olacaktı.
Lozan neydi?
Osmanlı’nın yenilgisi anlamına gelen ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes anlaşmasıyla, Osmanlı ordusu Musul vilayetinden çekildi ve bölgeyi İngilizlere teslim etti. Ancak Musul meselesi sorun olarak kaldı. Lozan’da da en fazla tartışılan Musul sorunu, aslında Kürt sorunuydu. Lozan 24 Temmuz 1923’te sonuçlandı ancak Musul sorunu yani Kürtlerin durumu çözülemedi. Daha sonra anlaşma gereği Türk İngiliz görüşmeleri de sonuç almayınca, konu Milletler Cemiyeti’ne taşındı. Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925’te güney Kürdistan’ı Irak’ın bir parçası olarak kabul etti.
5 Haziran 1926 tarihli Türkiye-İngiltere- Irak Anlaşmasıyla; 2004’te Saddam’ın devrilmesine kadarki süre boyunca güney statüsüz kaldı.
BAAS rejimi yıkılıyor
Aynı aktörler yeniden devrede, ancak bir farkla; o dönemlerin önemli bir aktörü olan Türkiye DAİŞ’in yanında yer alarak yeni dizaynda söz söyleme hakkını kaybetmiş gibi görünüyor. Yüz yıl önce Kürtler kaybetmişti, yaşanan gelişmeler bu sefer Baas’ın ve Türk devletinin kaybedeceğinin güçlü kanıtlarını taşıyor.
Türkiye kaybedenlerin safında
Yüz yıl önce genç Türkiye, Anadolu’yu ve kuzey Kürdistan’ı elinde tutmak, kuzey Kürdistan’da Kürdistan’ın doğu Anadolu’da Ermenistan’ın kurulmasını engellemek için güneyi ve Rojava’yı feda etmişti. Şimdi de var olan statükoyu savunuyor. Ancak yaşanan durum, Ankara hükümetinin daha da büzülen siyasetiyle, yeni Ortadoğu’da etkili bir aktör olma pozisyonunu kaybettiğini gösteriyor.
Rojava tanınma yolunda
Günümüzde güneyde ve Rojava’da yaşanan savaş, tıpkı yüz yıl önceki gibi sorunlu coğrafyalarda yeni arayışlara yol açıyor. Rojava eksenli yaşanan gelişmeler, Sykes-Picot’u yıktı, Lozan’ı da sallıyor. Öyle ki Rojava’da elde edilecek “statü”, var olan dengeleri altüst etme potansiyeli taşıyor. Bölgede siyasal ve ekonomik hesapları olan hiçbir güç Rojava devrimini görmezden gelemez artık. Bu yaygın kabul gören bir realite.
Rojava savunma güçlerinin hem Rojava’da hem de Başur’da elde ettiği askeri başarı böylesi bir tanı(n)maya kapı araladı.
Peki yaşanan gelişmelere bakarak Rojava tanınma yolunda diyebilir miyiz? Bu tanınma bölge siyasetini ve Kürdistan’ın diğer parçalarını nasıl etkiler?
Masada 3 seçenek olacak
Elbette ki bu süreç tıpkı 1. Dünya Savaşı döneminde olduğu gibi yıllarca sürebilir. Görüşme trafiği ve uluslar arası güçlerin siyaseti, böylesi bir sonucun uzak ihtimal olmadığını gösteriyor. Nasıl bir tanı(n)ma sorusunun ise üç seçenekli bir yanıtı var.
Güney ile uzlaştırılmış bir yapı temelinde bir kabul etme mi? yoksa Rojava’nın öz yönetimi temelinde bir tanınma mı olacak? Bu henüz belli değil.
Obama’nın “sistemsel bazı değişiklikler yapılması koşuluyla” Esad’ın kalmasına sıcak baktığı yazılıyor. Bu söylem, Irak’ın durumunu anımsatıyor. Öyle ki bu yaklaşım, 2004’te güney Kürdistan federal yönetiminin ilanına yol açmıştı. Sistemsel değişiklikten kasıt, “federal bir Suriye” olabilir.
Ancak Rojava’nın coğrafi durumu ve Rojava Kürtlerinin özerklik eksenli çözüm talepleri bu seçeneğin uygulanma imkanını zorlaştıran etkenler oluyor. Öyle ki Rojava kantonlarının birleşik olmaması, Güney Kürdistan tarzı “devletçi federasyon”a dayalı bölgesel özerkliğe imkan vermiyor.
1. olasılık: ‘Petrol devleti’ projesi
Batının Rojava için ideal gördüğü çözüm, petrol yataklarının yoğun olduğu Cizirê Kantonu’nun güney Kürdistan’a bağlanması. ABD’nin güney Kürdistan’ın bağımsızlık ilanını ertelemesinin bir nedeni bu. Eğer bu proje temelinde gelişmeler yaşansaydı Cizirê Kantonu güneyle birleştirilecek ve “Petrol devleti” ilan edilecekti. Çünkü Batılı güçler, Rojava özerk yönetiminden çok güney hükümetini ekonomik ve siyasi çıkarlarına daha yakın görüyor.
DAİŞ görevi başaramadı
DAİŞ saldırılarıyla hesaplanan bölgeyi PYD denetiminden çıkarmak ve peşmergenin denetimine vermekti. Ancak Kobanê direnişi bu hesapları bozdu. Koalisyon güçleri, dünyanın sempatisini kazanan Rojava Savunma Güçleri’ni desteklemek zorunda kaldı.
Hesapları gerilla altüst etti
Projenin ikinci ayağı ise Şengal’di. Geçen yılın son günlerinde gerilla birliklerinin başlattığı “Şengal’i özgürleştirme operasyonu” ile ABD’nin başını çektiği uluslararası güçlerin hesapları ikinci ağır darbeyi aldı. Öyle ki aynı günlerde Katar Emir’i ile Güney Kürdistan Hükümeti Başbakanı Neçirvan Barzani Ankara’daydı. Yapılan plana göre, DAİŞ Şengal’den çekilecek ve bölge peşmergenin denetimine girecekti. Ancak gerillanın erken hareket etmesiyle hesap bozuldu. Peşmerge güçleri geri çekildi, koalisyon güçleri hava saldırılarını durdurdu. Beklenti, gerillanın yalnız kalıp ezilmesiydi ancak bu da olmadı.
2. olasılık: Federasyon
İkinci olasılık ise güney usulü “devletçi özerklik” de diyebileceğimiz “federasyon.” Batılı güçler, her iki seçeneğin de önünde engel olarak demokratik özerklik çözümünü görüyorlar. Rojava Özerk Yönetimi, demokratik ulus perspektifini esas alıyor ve devletçi çözümleri ret ediyor. Şengal için “Özerklik” tartışması, devletli ve devletsiz çözümü isteyene güçlerin uzlaşmaz” çelişkisini ortaya koydu.
Batı dünyası, Rojava yönetimiyle diplomatik görüşmeleri uzlaşma-sistemiçileştirme çerçevesinde sürdürüyor. Kapitalist modernist sistemin bir mezhebi olan “ulusal kurtuluşçu” çözümlere çekmeye çalışıyor. Rojava sistemi ise var olan siyasetiyle alternatif bir uygarlığı, demokratik moderniteyi esas alıyor.
3. olasılık: Demokratik özerklik
Diğer seçenek ise Kürtlerin özerk Kantonlarının anayasal güvenceye kavuşturulduğu bir sistem. Bu sistem Rojava Kürtlerinin talebi. Ayrıca “üç adacık” gibi duran Afrin, Cizirê ve Kobanê kantonlarının coğrafi konumu; böylesi bir çözümü daha uygulanabilir kılıyor.
Statüsüz günler geride kaldı
Her üç olasılık da şunu gösteriyor: Artık statüsüz günler geride kaldı. Batılı güçlerin, dünyanın saygınlığını kazanan Rojava’yı görmezden gelmesi artık olasılık dahilinde değil. Karşıya almak ise akıl karı olmayacaktır. O halde geriye tek bir ihtimal kalıyor. Meşruluğunu bütün dünyanın kabul ettiği Rojava’nın, statüsünün tanındığı günler çok uzak değil…
Tanınma sürecinde nasıl bir yol izlenir?
Nasıl ki Rojava’nın statüsünün ne olacağı konusunda üç seçenek masadaysa, tanınma biçiminde de iki yol izlenebilir.
Birincisi, BM’nin Rojava yönetimini direkt tanıması. İkinci ihtimal ise güney Kürdistan tarzı tanınma. Güney Kürdistan, 1992-2004 yılları arasında fiili olarak kendisini yönetti ve Saddam rejiminin dağılmasından sonra Irak Anayasasında yapılan değişiklik sonucunda federal bir yönetim olarak kendisini ilan etti. Aynı yöntem Rojava için de seçenek olarak öngörülüyor.
Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı M Barzani’nin, Avrupa’dan sonra ABD’ye gidecek olması pazarlıkların ve alternatiflerin masada olacağının kanıtı.
Statüye kavuşan Rojava İran ve Türkiye’yi nasıl etkiler?
Rojava’nın tanınması, Lozan’ın çizdiği sınırları tümden anlamsız ve işlevsiz kılacaktır. Yeni dizayn yüz yıl öncesinin aksine, Kürdistan’ın parçalanması ve yok sayılması temelinde değil; birleşmesi ve tanınması ekseninde gelişecektir.
Güney Kürdistan’dan sonra Rojava’nın kendi yönetimine kavuşması gözlerin kuzey ve doğu Kürdistan’ı egemenliği altında bulunduran iki hegemon güce, Türkiye ve İran’a çevrilmesine yol açacaktır.
Öyle görünüyor ki Rojava’nın tanınmasından sonra her iki ülke olduğu gibi kalamaz. Kürdistan’daki gidişat, “Özerk ve Konfederal Kürdistan” modeline doğru hızla ilerliyor…
Her iki Cenevre toplantına alınmayan Rojavalı Kürtler tanınmaya çok yakın. Bütün bu gelişmeler Lozan öncesi sürece benziyor. Rojava’nın tanınması, Lozan’ın çöküşünün resmidir.