Nairobi’deki cehennem ve serhildan - XI

Kürt Halk Önderi, cehennem ismini verdiği bir Afrika ülkesinin başkentinde direniyor, son ana kadar bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu.

Kenya’nın başkenti Nairobi ve Tanzanya’nın başkenti Daresselam, 7 Ağustos 1998’de eş zamanlı olarak patlatılan bombalarla sarsıldı. Afrika kıtasının orta-doğu bölgesinde yer alan bu iki komşu ülkenin başkentinde bulunan ABD’nin elçilik binalarını hedef alan bombalar, ortalığı savaş meydanına dönüştürmüştü. En şiddetli patlama ise Nairobi’de olmuştu. 12’si ABD vatandaşı 213 kişi Nairobi’deki patlamada öldü, 4 binden fazla Kenyalı da yaralandı. Tanzanya’daki patlamada ise 11 kişi öldü, 85 kişi yaralandı.

Her iki saldırının da El Kaide’nin işi olduğu daha ilk saatlerde dünya ajanslarına düştü. Daha sonraki yıllarda 11 Eylül 2001’de New York’taki ikiz kulelere yapılan saldırılarla anılacak olan Nairobi ve Daresselam’da patlayan bombaların ardından ABD yönetimi, Afrika stratejisinde ciddi değişiklikler yaptı. 1998’in yazından itibaren her iki başkent, CIA’nın Afrika’daki merkezi haline getirildi. ABD istihbaratı ülkeye girip-çıkan yabancıların bilgileri dahil, Nairobi’yi ve Daresselam’da olup biten her gelişmeden anında haberdar oluyordu.

CIA, 2 Şubat 1999’da sabahın erken saatlerinde Yunanistan’ın Korfu Adası’ndan kalkan ve saat 11.33’te Kenya’nın başkenti Nairobi’deki Jomo Kenyatta Havalimanı’na inen özel uçakta kimin olduğunu da biliyordu. Zaten hiçbir resmi kaydı olmayan, kuyruk numarası, bayrağı, nereye ait olduğunu gösteren bir işaret taşımayan bu uçak, her ne kadar Yunan istihbaratı tarafından kiralandığı söylense de aslında NATO’nun derin yapısı Gladio’ya aitti ve İsviçre’den özel olarak getirilmişti.

Zaten Kürt Halk Önderi, Suriye’den çıkar çıkmaz başta MOSSAD ve CIA olmak üzere istihbaratların yakın takibindeydi. Hatta Suriye’den çıkışın gerçekleştiği 9 Ekim’i takip eden günlerde MOSSAD’ın şefi Genela Semih Batiki, Parlamento Dışilişkiler Komisyonu’na yaptığı açıklamada Abdullah Öcalan’ın Rusya’da olabileceğini açıkça söylemişti. Ayrıca Türkiye ve İsrail’in gizli servis şefleri Batiki ve Şenkal Atasagun’un Öcalan takibi konusunda sık sık görüştükleri, iki ülkenin medyasında ayrıntılarıyla yazılıyordu.

NAİROBE’YE GİTTİĞİNİ HAVADA ÖĞRENDİ

Kenya günlerinde CIA ve MOSSAD’ın, MİT ile işbirliği daha da arttı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ise havadayken Nairobi’ye gittiklerini öğrendi. Ona eşlik eden Yunan istihbaratından görevli Binbaşı Savas Kalenderidis, önce Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gideceklerini söylemişti, ancak sözüm ona Kürt Halk Önderi Öcalan’ın iltica başvurusu reddedilmişti, bir süre Kenya’da kaldıktan sonra şanslarını yeniden deneyeceklerdi. Kürt Halk Önderi daha sonra o anı şöyle anlatıyor: “Ben ‘Nasıl Afrika!’ diye tepki göstermiştim. Kalenderidis, kuşkumu gidermek için birçok vaatlerde bulunarak, 'Afrika’da büyükelçiliğimizde kalacaksınız. Oralar Yunan topraklarıdır, dokunulmazlığı var. Bizim dışımızda hiçbir güç müdahale edemez ve siz orada güvenli bir şekilde kalacaksınız. Can güvenliğiniz sağlanacak' diyordu. Ayrıca gidilecek yerin bir ara durak olduğunu ve kendilerinin Güney Afrika ile görüşeceklerini, önceden ilişki kurduklarını ekleyecekti. Kenya’dan hiç bahsedilmemiş, sadece Afrika denilmişti. Daha sonra bu vaatlerin yalan olduğu ortaya çıkacaktı.

İyi derecede Türkçe bilen Kalenderidis’in, Yunan istihbaratı tarafından seçilmesi şüphesiz tesadüf değildi. Kalenderidis, 1990’lı yılların başında Yunanistan’ın İzmir Başkonsolosluğu’nda diplomatik pasaportla, istihbarat faaliyetlerinde bulunduğu için gözaltına alınmış ve dört yıl cezaevinde kalmıştı.

Nairobi’ye inen Kürt Halk Önderi’ni, Yunanistan’ın Kenya Büyükelçisi George Kostoulas karşıladı. Kostoulas, havaalanında ilk defa karşılaştığı Öcalan’a, “NATO’da 20 yıldır sürekli seni araştıran birimin başındayım. Seni gökte ararken yerde buldum” diye hitap etti. Havaalanından büyükelçiliğe ait konuta götürülen Öcalan’ın “Nairobi cehennemi” olarak adlandırdığı ve 13 gün sürecek olan Kenya günleri de böylelikle başlamıştı.

KOMPLOCU BAŞKENTLER HAREKETLENDİ

Ertesi gün, 3 Şubat’ta Kürt Halk Önderi’ne karşı 9 Ekim 1998 gününden itibaren devreye sokulan komployu yürüten başkentlerde büyük hareketlilik gözleniyordu. Kenya Dışişleri Bakanlığı Daimi Sekreteri Kathourima ile Yunan Büyükelçisi George Kostoulas arasında gizli bir görüşme yapıldı. Aynı saatlerde İsrail İstihbarat Şefi David Ivry başkanlığındaki bir heyet, Ankara’da Türk Dışişleri Bakanlığı, MİT ve Genelkurmay Harekât Dairesi’nden yetkililerle bir toplantı gerçekleştirdi.

Komployu tertipleyen güçlerin, Türk devletiyle bundan sonra yapılacaklara dair yol haritası üzerinde çalıştığı saatlerde, ABD Atina Büyükelçisi Nicholas Burns, Selanik’te yaptığı açıklamada “Yunanistan’ın Öcalan konusunda gerekeni yaptığını düşünüyorum” dedi. Peş peşe yaşanan bu gelişmeler, Kenya’nın bir plan çerçevesinde seçildiğini gösteriyordu.

KRİTİK GÜN; 4 ŞUBAT…

4 Şubat 1999, komplonun Kenya etabında en kritik gün olarak tarihe gececikti. Yunan Büyükelçi Kostoulas, Kenya Dışişleri Bakanlığı’na giderek Daimi Sekreter Kathourima ile görüştü. Kenyalılar, “Onu bize verin, gerisine karışmayın” diyordu. Aynı gün akşam saatlerinde bir CIA elemanı, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’la evinde bir araya geldi. O görüşmede CIA, bizzat ABD Başkanı Clinton’ın emriyle Kürt Halk Önderi’ni esir alacak operasyon planını MİT’e sundu.

Türk devleti planı kabul ederken, dönemin Türk Başbakanı Bülent Ecevit de ileriki günlerde “4 Şubat’ta bize Öcalan’ın Afrika’dan alınabileceği haberi geldi. Onun üzerine bu mekanizma harekete geçirildi” diyecekti. 4 Şubat’ta bir önemli gelişme daha yaşanacaktı. Daha sonra Kürt Halk Önderi ile anılacak İmralı Adası boşaltıldı, mahkumlar da başka cezaevlerine nakledildi. Ertesi gün İmralı’daki bu gelişme gazetelerin kısa haberler köşesinde yer almış, İmralı’nın bundan sonra yaşanacakların merkezi olacağı kimsenin aklının ucundan bile geçmemişti.

NAİROBİ’DEKİ KONUT

Peki o günlerde Yunanistan’ın Nairobi’deki konutunda neler oluyordu? Kürt Halk Önderi daha sonra kaleme alacağı savunmalarında “Nairobi cehennemi” başlığıyla şunları aktarıyordu: “Nairobi’deki cehennemde önüme üç yol konulmuştu. Birincisi; uzun süre emre itaatsizlikten çatışma süsü verilmiş bir ölüm. İkincisi; CIA’nin bir dediğini iki etmeden emrine girmem ve teslim olmam. Üçüncüsü; çoktan hazırlanmış Türk özel savaş timlerine teslim edilmem. Nairobi’deyken yanımda bulunan kişilerden Dilan tedirgin bir ruh hali içindeydi.

Düşüncelerini tam açıklasaydı ve sivil toplum örgütlerini harekete geçirebilseydi, belki de komplo kısmen bozulabilir veya boşa çıkarılabilirdi.

Kendisinin bir tabancayla kendimizi savunmayı önermesini yadırgamıştım. Bu bizim ve benim için intihar demekti. İntihara niyetim yoktu. Israrla silahı üzerimde taşımam için son ana kadar etrafımda fır dönüyordu. Silah üzerimde olsaydı ve çekmeye çalışsaydım, bu tavır kesinlikle ölüm demek olacaktı. Daha sonra sorgulama sırasında, silah kullanmam halinde vur emri olduğu söylenmişti. Elçilikten çıkmamın da ölüm demek olduğunu söylediler. En akıllı tavrı aldığımı belirttiler. Ne kadar doğruyu söylediler, bilemeyiz.

Nairobi sürecinde Büyükelçi Kostoulas’ın tavrı anlaşılmaya değer. Acaba kullanılmış mıydı? Yoksa çok önceden planın bir parçası olarak mı hazırlanmıştı? Kendim bunu çözemedim. Teslim edilmemden önce kendi ikametgâhı olan eve hiç gelmedi. Elçilikten bir nevi zorla çıkarılmak istenmem yüzünden Nairobi zebanisine biraz sert çıkıştı. Ama bu tavrı sahtekarca da olabilir. Bu sefer de güya Hollanda’ya gidiş için Pangalos izin çıkarmıştı. Buna pek inanmamıştım. Çünkü Yunan özel timleri evden çıkmamam halinde zorla saldırıp çıkarmak için pusuda bekliyorlardı. Kenya polisi de aynı şeyi yapmaya hazırlanmıştı. Tabii Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gidiş çoktan bir aldatılış öyküsü olarak kalmıştı. Kiliseye, BM’ye sığınma gibi öneriler hep kuşkuluydu. Çıkmamakta diretmiştim.”

ESSA MOOSA’NIN ANLATIMI

Kürt Halk Önderi’nin sözüne ettiği Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gidiş planının ayrıntıları yıllar sonra gün yüzüne çıktı. Güney Afrika'nın efsanevi lideri Nelson Mandela'nın avukatı Essa Moosa, 2016’da Özgür Gündem gazetesine verdiği bir röportajda, o günlerde Nairobi’deki gelişmeleri izlediklerini belirterek şunları söyleyecekti: “PKK illegal olduğunda Öcalan sürgünde yaşamaya başladı. Türkiye’nin diğer ülkelere baskı yapması yüzünden hiçbir ülke Öcalan’a siyasi sığınma hakkı vermeye yanaşmadı. Öcalan o ülkeden bu ülkeye geçmeye başladı ve hiç kimseden sığınma alamadı. Güney Afrika bunu yapmaya hazırdı ancak Öcalan’ın Güney Afrika’ya gelmenin bir yolunu bulması gerekiyordu. Eğer Öcalan Kenya’da kalıp Güney Afrika’ya ulaşabilseydi hikaye farklı olabilirdi.”

5 ŞUBAT’TA KALKAN ÇAĞLAR’IN UÇAĞI

CIA-MOSSAD ile hazırlanan kaçırılma planının ilk pratik adımı ise 5 Şubat 1999 günü atıldı. Kenya’ya uçacak 9 kişilik Türk ekip için Türk devletinin derin isimlerinden olan ve yıllarca Demirel ve Çiller’in ekibinde yer alan işadamı Cavit Çağlar’dan Falcon 900B tipi özel uçağı istendi. 10 Şubat’ta Uganda’ya giden uçağa 14 Şubat akşamı Nairobi’ye gitme talimatı verildi. Nairobe’ye ulaşan uçağın üzerindeki bayrak ve kuyruk numarası Malezya bayrağı ve bir sahte kuyruk numarasıyla değiştirildi.

Türk uçağının Kenya’ya ulaştığı günlerde Yunanlar ile Kenyalıların, Kürt Halk Önderi üzerindeki baskıları da gittikçe artıyordu. Artık bizzat Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos ve Kenya İstihbarat Şefi Noan Arap Ta devredeydi. Sık sık büyükelçiliği arayan Pangalos, “Öcalan’ı ulusal sembollerimizin dışına çıkartın” talimatı veriyordu. Elçiliğe beklenen baskın 15 Şubat’ta gerçekleşti. O gün sabah saatlerinde Kenya Dışişleri’nden ve istihbaratından üst düzeydeki isimler elçiliğe doluştu. Büyükelçi Kostoulas, Kürt Halk Önderi’ne “Size tanıdığımız süre bugün sona erdi, artık elçilik evinden çıkmanız gerekiyor” dedi.

Üstelik Öcalan’ın talep ettiği bir günlük süre de kabul edilmiyor, akşam saatlerinde içinde Kenya polislerinin de bulunduğu 5 araç, Yunan elçisi Kostoulas’ın evinin bahçesine park etti. Gelen Kenyalılar arasında İstihbarat Şefi Noan Arap Ta da vardı. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin en kritik anlarından biri olan ve 15 Şubat’ın yakın Kürdistan tarihine “Roja reş” (kara gün) olarak adlandırılmasına yol açacak o dakikalarda, Kürt Halk Önderi tek başına direniyor, bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor, Kenyalılara “Bana bir hükümet güvencesi vermeden çıkmam” diyordu.

UÇAK HAZIR, BİR AN ÖNCE ÇIKIN!

Baskının dozunu artıran İstihbarat Şefi Noan Arap Ta ise Abdullah Öcalan’a “Uçak hazır bir an önce çıkın. Gece yaklaşıyor, geceleyin neler olabileceğini garanti edemem” şeklinde tehditler savuruyordu. İleriki günlerde ülkesinde açılan bir soruşturmaya verdiği ifadede Büyükelçi Yorgos Kostulas o anları kendince şöyle anlatacaktı: "Öcalan’ı havalimanına makam arabam ile götürmek istedim, ancak kabul edilmedi. Polis, Öcalan'a araba göndereceklerini bildirdi, tartışma çıktı. Kenyalılar uçağın tipi konusunda da bilgi vermiyorlardı. Öcalan'a gittim, durumu anlattım. Öcalan, 'daha fazla direnirsem daha kötü olacak' dedi. Beş otomobil kapıya geldi. Öcalan'ı Toyota Land Curiser'e bindirdiler. Konvoy hareket etti. Ama Öcalan'ın içinde bulunduğu araç ayrıldı. Biz havaalanına geldik. Kenyalılar güvenlik için Öcalan’ın otomobilinin başka yerden getirileceğini söylediler. Beklemeye başladık. 20.30'da Öcalan hâlâ ortada yoktu. Atina'yı aradım, elçiliğe geri dönmemi söylediler."

Kürt Halk Önderi aslında Kalenderidis’in Yunanistan devleti adına verdiği güvencelerle elçiliğin konutundan çıkmıştır. Öcalan kaçırılma ve Türk istihbaratına teslim edilme anını şöyle anlatıyor: “Beni cip ile zorla kaçıranlar, Kenya güvenlik ve istihbarat yetkilileriydi. Arabadakilerin hepsi siyahi adamlardı; 4 kişiydiler. İlginçti, havaalanına vardığımızda herhangi bir polis veya kontrol noktası da yoktu. Havaalanına direkt girdik ve doğrudan uçağa götürüldüm. Bu da her şeyin önceden planlandığının bir başka işaretiydi. Siyahi adamlar arabayı, havaalanında bekleyen uçağın kapısına dayadılar. Uçağın etrafındakilerin hepsi silahlıydı. Sivil giyimli, kimilerinin siyah gözlüklü, kimilerinin de yeşil gözlü, sarışın-kumral, iri yarı-uzun boylu olan bu şahısların, ellerinde otomatik tüfeklerle tertibat aldığını fark ettim.

İsrailli de olabilirler ama daha çok Amerikalılara benziyorlardı. Bunların CIA ve MOSSAD elemanları olmaları yüksek bir ihtimaldi. Uçağa binme anına kadarki bölümde, Türkler yoktu. Türkler, uçağın içindeydi. Bu uçağa girer girmez, içindeki Türk Özel Timi, bir şey demeden üzerime çullanıp, beni yere yatırdı. Üzerimdeki her şeyi alıp, bantlarla her tarafımı bağlayıp, gözlerime de aynı kalın bantları yapıştırıp uçağın arkasına bıraktılar. Bilincim artık neredeyse tamamen gitmişti, yürüyecek durumdaydım ama düşünecek durumda değildim. İki saat sonra uyandım.”

KÜRT VE KÜRDİSTAN AYAKTA

Bir halkı özgürleştirmek için yola çıkan bir önder, küresel güçlerin sahnelediği oyunun ardından yıllarca mücadele ettiği devlete teslim ediliyor; gözleri, elleri, ayakları bağlanarak esir alınıyordu. 15’i 16’i Şubat’a bağlayan gece MED TV, Kürt Halk Önderi’nin saatlerdir nerede olduğunun bilinmediği bilgisini duyurdu. Bir anda milyonlarca insanın yüreğine ateş düşmüş, zaten günlerdir dünyanın sayısızı başkentinin meydanlarında olan Kürtler yeni güne, dünyayı sarsacak yeni bir serhildana hazırlanıyordu.

Şubat’ın ilk günlerinde Öcalan’ın can güvenliğinin sağlanması ve sığınma başvurusunun kabul edilmesi için başkent Atina, zaten kitlesel gösteriler, protestolar, açlık grevleri ve kendini yakma eylemlerine sahne oluyordu. 16 Şubat sabahı ise birçok merkezde Yunanistan’ın büyükelçilikleri ve konsolosluklarında yer yer şiddet olaylarının da yaşandığı sivil itaatsizlik eylemleri gerçekleşti.

Bu arada 6,5 saatlik yolculuktan sonra Kürt Halk Önderi’ni taşıyan uçak, 03.30’da İstanbul’a ulaşmıştı. Sadece Öcalan’ın hayatı ve mücadele öyküsünde değil, Kürt halkının tarihinin de önemli safhalarından olan o 129 gün böylelikle sonuçlanıyordu. Uçaktan indirilen Öcalan, İmralı’ya götürülürken, 16 Şubat günü öğlen saatlerine doğru, daha sonra “Öcalan’ı neden bize verdiklerini anlamadım” sözüyle anılacak Türk Başbakanı Ecevit kamaraların karşısına geçerek, “Abdullah Öcalan Türkiye’dedir” dedi. Türk devletinin bu açıklaması, başta Türkiye metropolleri ile Kürdistan’ın dört parçasında ve o gün dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın bütün Kürtleri ayağa kaldırdı. Kürdistan tarihinde yeni bir serhildan kapıdaydı.

17 ŞUBAT KATLİAMI

Özgür Politika gazetesi “Söz bitti, sıra eylemde” manşetiyle çıkarken, dünyanın onlarca ülkesinin yüzlerce kentinde Kürt Halk Önderi için atılan sloganlar duyuluyordu. Afganistan’dan Kafkas ülkelerine, Kanada’dan Avusturalya’ya, Avrupa’dan Ortadoğu ülkelerine yüz binlerce insan, komplocu güçlerden hesap soruyordu. O güne kadar Kürtlerin adını sanını duymayanlar ise ilk kez o gün Öcalan için yapılan eylemlerle Kürtlerin varlığından ve tarihinden haberdar oluyordu.

Türk devletinin yanında Yunanistan, ABD, Rusya, Kenya, İsrail ve diğer Avrupa devletlerine de öfke had safhadaydı. “15 Şubat serhildanı” olarak Kürtlerin mücadele tarihine geçecek o günlerde, İsrail’i hedef alan tek eylem Almanya’nın başkenti Berlin’de gerçekleşti. Bir grup Kürdistanlının 17 Şubat günü İsrail konsolosluğuna yönelik sivil itaatsizlik eylemi girişmeleri kanlı bitti, İsrailli görevlilerinin silahından çıkan kurşunlarla dört Kürt yurtseveri katledildi. Sema Alp, Mustafa Kurt ve Ahmet Acar isimli yurtseverler olay yerinde, 20 yaşlarındaki Sinan Karakuş ise 10 gün sonra hastanede şehadete ulaştı, 18 kişi de yaralandı.

Serhildan ateşi, Efrîn’den Mahabad’a, Amed’den Hewlêr’e, Qamişlo’dan Serhat’a bütün Kürdistan’ı kavuruyordu. Kürt tarihinin en kritik eşiklerden biri yaşanıyordu. Kürt halkını dizeleriyle serhildan/raperîne çağıranlardan birisi de 2013’te kaybettiğimiz Kürt şair Şêrko Bêkes’ti. 15 Şubat’ın o karanlık günlerinde Bêkes, MED TV ekranlarında şu dizeleri haykırıyordu: "Burası Süleymaniye'dir, birkaç gündür bu kentte büyük bir hüzün almış başını gidiyor. Dünyanın gözü önünde Öcalan'ı aldılar, ama Kürdün ruhuna teslim alamazlar. Diyarbakır'ı nasıl Süleymaniye'den ayırabilirler, Newroz nasıl ateşsiz olabilir? Van gölünü nasıl kurutabilirler? Burası Süleymaniye ve bu kentteki bütün yürekler, bir ağacın elmaları gibi titriyor, bir halkın kimsesizliğine üzülüyor. Bu üzüntü ulusal bir üzüntüdür. Bir kelebeğin rüyasını gördüm. Ağlamıyorum ve gözüm Diyarbakır'da."