Bayık: Gerilla artık her yerde daha aktif olacak, Kürdistan'daki katliamların hesabını soracak

Bayık, dün akşam Ankara’da askeri araçlara yönelik yapılan eyleme ilişkin ise, ‘bunu kim yaptı bilmiyoruz. Ama Kürdistan’daki katliamlara bir misilleme eylemi olabilir’ tespitinde bulundu.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türk devletinin Cizre başta olmak üzere Kürdistan’da devam ettiği katliamların hesabının sorulacağını ifade etti. Bayık, önümüzdeki dönemde gerilla güçlerinin dağda, şehirde ve her yerde daha aktif olacağını belirtti.

Savaşın AKP hükümeti tarafından başlatıldığını hatırlatan Bayık, Kürtlere karşı AKP öncülüğünde bir milliyetçi ve faşist cephenin oluşturulduğunu vurguladı. Özyönetim direnişlerinin demokratikleşme hamlesi olduğuna dikkat çeken Bayık, Kürtlerin her türlü saldırıya karşı sonuna kadar direneceklerini söyledi.

PKK’nin savaşı Türkiye’ye taşımak istemediğini belirten Bayık, ancak Kürt gençlerinin fırsat bulabildikleri her yerde, geliştirilen katliamlara karşı eylem yapabileceklerini savundu. Bayık, dün akşam Ankara’da askeri araçlara yönelik yapılan eyleme ilişkin ise, ‘bunu kim yaptı bilmiyoruz. Ama Kürdistan’daki katliamlara bir misilleme eylemi olabilir’ tespitinde bulundu.

Cemil Bayık, yaşanan sürece ve önümüzdeki döneme ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

Kuzey’deki halk direnişine yönelik devlet terörü ve saldırılar her alanda devam ediyor. Son olarak Cizre’de yaralılara yönelik bir vahşet uygulandı. 200 civarında sivil yakılarak katledildi. Öncelikle bu vahşete ilişkin neler söylemek istersiniz?

Türk devleti bu uygulamalarıyla tamamen kültürel soykırımcı bir devlet olduğunu ortaya koymuştur. Bu, Kürt halkına bir yaklaşımdır. Kürtler varlığı, kimliği, özgür ve demokratik yaşamı olan bir halk olarak kabul edilmiyor. Kürtler, kültürel soykırıma uğratılarak yok edilmek isteniyor. Tabii ki kültürel soykırım nasıl gerçekleştirilecek? Ezecekler, sindirecekler, ondan sonra da bu sindirme üzerinden kültürel soykırımı gerçekleştirecekler. Zaten 90 yıllık politika hep bu çerçevede yürütülmüştür.

KÜRDE KARŞI KATLİAM BİR DEVLET ALIŞKANLIĞIDIR

Türk devletinin Cizre’deki uygulamaları tamamen bir sindirme politikasını ifade ediyor. Klasik hak talep edenleri ezme yöntemini kullanıyor. Sorunları demokratikleşme yoluyla çözmeyenlerin yöntemi zorla, şiddetle ezme oluyor. Sorunları olan toplulukları dinleyerek, onların taleplerini dikkate alarak değil, ulus-devlet anlayışıyla merkeziyetçi, otoriter hegemonik devlet anlayışıyla kim ne talepte bulunuyorsa onların üzerine şiddetle gidiliyor. Yani toplumlar devletten hak talep edemezler. Cizre’deki saldırı bu anlama geliyor. Eğer bir sorun varsa zaten devlet bilir, çözer. Eğer devlet çözmüyorsa demek ki öyle bir sorun yoktur. O zaman bu sorunu talep edenler de devlete isyan edenlerdir, devleti karıştırmak isteyenlerdir. Bu durumda da onların ezilmesi gerekir. Cizre’de, Kürdistan'ın diğer şehirlerinde devreye soktukları politika budur.

Nasıl ki 1990’lı yıllarda halk serhildana kalktığında, sokaklara döküldüğünde askeriyle, JİTEM’iyle, MİT’iyle, itiyle, tanklarıyla, panzerleriyle halka saldırıldıysa, şimdi daha da vahşice biçimde saldırıyorlar. O zaman da Kürt halkının talepleri zorla bastırılmak istenmişti, şimdi de aynı anlayış devam etmektedir. Anlayış değişmemiştir. Sadece zamana, koşullara göre yol ve yöntemlerde kimi değişiklikler olmuştur. Ama esas olan Kürt’ün varlığını reddetme olduğundan, Kürt yok sayıldığından onun her talebi, her tutumu, her örgütlenmesi zorla, şiddetle bastırılmaktadır. Kürtlere yönelik 20. yüzyıl boyunca hangi politika izlenmişse bugün de izlenen odur. Zaten Davutoğlu 90 yıldır böyle yapanlar nasıl ki cevabını aldıysa yine alacaktır, demiştir. Yani Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti tarihi dönemindeki her itirazları, her talepleri nasıl ezildiyse, bastırıldıysa; devletin otoritesini kabul etmeyen tutumlarının üzerine zorla, şiddetle gidildiyse şimdi de gideceğiz demiştir. Bu yönüyle Cizre’deki katliamların bu düzeyde insanlık dışı olması anlaşılırdır. Bu bir alışkanlıktır. Kürt’e her türlü şey yapılabilir. Kürt’e her uygulama revadır. Nasıl ki Amed zindanında Kürt tutsaklara her şey reva görülmüşse, orada irade kırmak, teslim almak için her yol ve yöntem denenmişse, şimdi de benzer anlayış Cizre’de ve Kürdistan'ın diğer şehirlerinde denenmektedir.

İBRETLİK OLSUN DİYE BU KATLİAMLAR YAPILIYOR

Cizre’de yaralıları, sivilleri katlederek tüm Kürt halkına gözdağı verilmek amaçlanmıştır. Yani ibretlik olsun diye bu katliamlar yapılıyor. Direnirseniz yaralı dinlemeyiz, sivil dinlemeyiz, çocuk dinlemeyiz, kadın dinlemeyiz, ezeriz anlayışıyla hareket etmektedirler. Kürt halkına bize boyun eğeceksiniz, boyun eğmezseniz sivil de olsanız, yaralı da olsanız, çocuk da kadın da olsanız öldürürüz demektedir.

Cizre sürekli tanklarla, toplarla bombalandığı için tank ve top bombalarından çıkan parçalar insanları yaralıyordu. Rastgele bir şehir bombalanıyor, mahalle bombalanıyor. Herhangi bir dağdaki arazi bombalanmıyor. İnsanların yaşadığı yerleşim yerlerinde bu tür silahlar kullanıldığında ölümler de yaşanıyor, birçok insan da yaralanıyor. Bu yaralılar korunmak için bodrumlara taşınıyorlar.

Bu yaralıların öldürülmesinin nedeni direnişe destek olmalarıdır. Çünkü halk, kadın, çocuk, yaşlı bu mahallelerdeki direnişi desteklemişlerdir. Zaten görüntülerde yaşlıların, kadınların, çocukların direnişi desteklediği görülüyordu. Türk devleti onları direnişi desteklediler diye cezalandırmıştır. Yaralananlar içerisinde özyönetim direnişinde olan gençler de vardır. Onlar da sivil yaralılarla birlikte bu bodrumlarda birkaç refakatçıyla kalıyorlardı. Ama Türk devleti onları cezalandırmak istedi. Güya onları öldürerek tüm Kürdistan toplumunu korkutma, ürkütme politikası yürütmüştür. Kürtlere yönelik politikası, hep öldüreceksin, cezaevine atacaksın, ezeceksin, ürküteceksin, korkutacaksın! Amaç, Kürt halkını kültürel soykırımcı sömürgeciliğe karşı sesini çıkaramaz, mücadele edemez hale getirmektir. Yaralıların katledilmesi bu temelde gerçekleşmiştir. Biliyorsunuz Cizre halk meclisi defalarca televizyonda çağrılar yaptı, yaralıların bulunduğu yeri tarif etti, ambulansların gelip almasını istedi. Ama polis ve askerler oralara ambulansların gidişine izin vermedi. Ambulansları gönderiyoruz, kimse gelmiyor, ya da ambulansları gönderiyoruz, ama ambulanslara silah sıkılıyor gibi yalanlar söyleyerek, demagojiler yaparak toplumu aldatmak istiyorlardı. Onlar direnen yaralıların sağ kalmasını istemiyorlardı; cezalandırmak istiyorlardı.

Oradaki askerler, polisler Kürdistanlıyı böcek gibi görüyorlar, insan yerine koymuyorlar. Kafası ezilecek, boyun eğdirilecek toplum olarak görüyorlar. İşgalci ve sömürgeci anlayışıyla hareket ediyorlar. Hatta işgalci ve sömürgeci güçlerden daha zalimdirler. İşgalciler, sömürgeciler bir yere hakim olmak isterler. Bunlar sadece hakim olmak istemiyor, bu topraklar sizin değil, Kürtlerin değil, bizimdir diyorlar. O toprakların insanını da reddediyorlar. Sömürgeciler sadece toprakların kendi kontrollerinde olmasını isterler; işgal ettikleri toprakların kendi hakimiyetinde kalmasını sağlarlar. Ama Türk devletindeki yaklaşım bundan ötedir. Burası Türk toprağıdır; yani sadece Türk devletinin siyasi hakimiyetinin olduğu yer değildir; Türk toprağıdır, siz de Türkleşmek zorundasınız, diyorlar. Cizre Kürtlüğün merkezi! Kürtlüğüne en fazla sahip çıkan şehirlerdendir. Kürtlüğün neredeyse her bakımdan kaynağı gibidir. Kürt’ün ruhunu veren, yüzyıllar boyu nesilden nesle taşıran Mem û Zîn destanını yaşandığı coğrafyadır. Cizre’yi ezerek, öldürerek aslında Kürtlüğü ezmek istemişlerdir. Kürt ruhunu ezmek istemişlerdir.

KÜRTLERİ YOK ETMEKTE ISRARLIDIRLAR

Türk devletinin Cizre saldırısı ve diğer saldırılardan ortaya çıkan sonuç vardır. Kürtler üzerinde tamamen kültürel soykırımcı sömürgecilik izlemekte ve Kürtleri yok etmekte ısrarlıdırlar. Bu durum da şunu ortaya koyuyor, direnmeden, büyük direniş ortaya koymadan, bu politikayı boşa çıkarmadan bugün Cizre’de uygulananlar başka yerde uygulanır, bu zihniyet sürgit yürütülür. Kürtler açısından, demokrasi güçleri açısından bu zihniyetin ortadan kaldırılacağı bir mücadeleyi, bir yaklaşımı ortaya çıkarmak gerekiyor. Cizre’nin herkese, hepimize verdiği ders budur.

Tüm Kürt halkı Cizre’den ders çıkarmalıdır. Cizre şahsında AKP hükümetini tanımalıdır, Türk devletini tanımalıdır. Cizre şahsında Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuşması ve varlıklarını koruması için nasıl bir mücadele, tutum içinde olması gerektiğini çok iyi görmüş olmalıdırlar. Hiç kimse Cizre’yi unutmamalıdır, Kürtler Cizre’yi unutmamalıdır; Cizre’yi bir başucu kitabı gibi görmelidirler. AKP'nin o yıldırma ve sindirme politikasına karşı Kürt halkı bırakalım yılmayı, sinmeyi, bu insanlık dışı saldırılara büyük bir öfke duyarak, varlığına sahiplenme ve mücadele kararlılığı içine girerek bundan sonra mücadelesini daha bilinçli, daha örgütlü, daha kararlı biçimde sürdürmesi gerekir. Türk devletine, bu saldırılara, bu katliamlara verilecek cevap; mücadelede daha kararlı olmak, daha örgütlü olmak, daha ısrarlı olmaktır.

AKP SÜREKLİ İKTİDARDA KALMAK İSTİYOR

Siz hareket olarak uzun yıllardır Türkiye devleti ile mücadele ediyorsunuz. Uzun yıllar kirli bir savaş yaşandı. Savaş kurallarının bu kadar ayaklar altına alındığı bir dönem gördünüz mü? Bu durumu nasıl bir düşünce ve ruh halinin dışa yansıması olarak görüyorsunuz?

Bu dönemde gerçekten de AKP'nin uygulamaları Türkiye tarihinde görülmemiş uygulamalardır. Türkiye tarihinde katliamlar olmuştur, zulüm olmuştur. Türkiye'de katliamlar yeni değildir, ama 21. Yüzyılda Türk devletinin bu düzeyde bir katliamcı yaklaşım içinde olması Kürt düşmanlığının iktidarları nereye götüreceğini ortaya koymaktadır. AKP'nin Kürt düşmanlığında bu kadar ileri gitmesi, Kürt halkına bu kadar azgınca saldırması, bütün insanlık değerlerini ayaklar altına almasının nedenleri var. Eskiden de Kürt halkına karşı zulüm uygulanırdı, baskı uygulanırdı, işkence yapılırdı. Bu daha çok ulus-devlet anlayışıyla Kürtleri egemenlik altında tutmak, kültürel soykırıma uğratmak için yapılırdı. Şimdi buna bir de AKP'nin iktidarda kalma hırsı eklenmiştir. AKP Türk devletinin kültürel soykırımcı anlayışıyla kendisini iktidarda tutma hırsını birleştirmiştir. İktidarda kalmasını da Kürtleri ezerek, demokrasi güçlerini ezerek sağlayacağını düşünmektedir. Bu açıdan eski faşist uygulamaların, baskının, zulmün arttırılmasını etkileyen böyle ekstra bir etken vardır. Hatta AKP iktidarını kaybetmemek açısından akla hayale gelmeyecek insanlık dışı her türlü uygulamayı ve zulmü yapacak bir hükümet ve zihniyet haline gelmiştir.

AKP'nin artık bir seçimle gidip bir seçimle gidecek parti olmadığı netleşmiştir. Sürekli iktidarda kalmak istiyor. Seçimleri sadece bunun için bir araç olarak görüyor. Nitekim 7 Haziran’da iktidardan düştü, ama kabul etmedi, bırakmadı. Sanki hiç hükümetten düşmemiş gibi, halk onu hükümetten düşürmemiş gibi hükümeti bırakmadı. Öyle ki, güçlü hükümetlerin alamayacağı kararlar aldı. 12 Eylül döneminde de, 1990’lı yıllarda da devlet baskıcıydı, zalimdi ama yine de belirli kurallara uymaya çalışırlardı; kılıfına uydurmaya çalışırlardı. Böyle bir dikkat etme durumu vardı. Şimdi AKP açısından böyle bir şey yoktur. Hiçbir şeye dikkat etmeye gerek duymuyor, her şeyi açık ve net yapıyor. Önder Apo ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı eserinde Ortadoğu'daki yönetimleri değerlendirirken “Ortadoğu despotları özüyle hareket ederler. Hiçbir biçime, yönteme, üsluba dikkat etmeden işlerini yürütürler” der. Gerçekten de şu anda Erdoğan ve Davutoğlu iktidarı tamamen o faşist, despot özüyle hareket etmektedir. Hiçbir biçime, kurula, uluslararası belirli normlara dikkat etmeden tam bir çıplak zorla, şiddetle hareket etmektedirler. Zaten Erdoğan kaymakamlara mevzuatı da dikkate almamalarını söyledi. Artık Türkiye'de anayasalar, yasalar, yönetmeliklerin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler söz konusu olduğunda bunların hepsi bir kenara itilmektedir. 1990’lı yıllarda devletin açık üstlenemeyeceği uygulama ve eylemleri başka güçlere yaptırmaya çalışıyorlardı. Devlet Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı mücadeleyi mevcut faşist yasaların verdiği yetkilerle bile baş edemeyeceğini anlayınca kendisinin yapamadığı, üstelenemediği eylemleri, cinayetleri illegal kurumlara ya da illegal örgütlere yaptırmıştır. Nitekim JİTEM, itirafçılar, Hizbul-kontra gibi farklı güçleri örgütleyerek, ya da önlerini açarak onları kullanıyorlardı. Şimdi Erdoğan ve Davutoğlu buna gerek görmüyor. Tamamen her şeyi kendileri yapıyorlar. Hiçbir örtü kullanmadan, hiç dolandırmadan, devlet ve hükümet böyle uygulamaların sahibi olamaz kaygısı taşımadan, bizzat kendi emrindeki güçlerle katliamlar yapıyorlar. Bu gerçekten çok ilginç bir durumdur.

12 Eylül’de de bir zulüm ve faşizm vardı, ama yine de kendine göre belirli kurallara dikkat ediyorlardı. Mevcut anayasa ve yasalara kendilerine göre dikkat etmeye, kılıfına uydurmaya çalışırlardı. Şimdi öyle değil; Erdoğan ve Davutoğlu hiçbir devletin yapamayacağı, 21. Yüzyılda yapmasının mümkün olmadığı, uluslararası mahkemelerde yargılanabilecekleri insanlık suçlarını açıkça işliyorlar. Bunu düşününce gerçekten bu kadar neye güveniyorlar, bu kadar nasıl pervasız oluyorlar diye insan şaşırıyor.

ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU’NUN KAFALARI YÜZYILLAR ÖNCESİNDEN KALMIŞTIR

Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu’nun kafaları yüzyıllar öncesinden kalmıştır. Eski devlet yöneticilerinin anlayışını bugün kendi pratiklerinde ortaya koymaktadırlar. Devlet egemenliğimin alanında olan herkes benim otoriteme harfiyen uymak zorundadır, yoksa üzerine gider ezeriz, diyorlar. Otorite anlayışı yüzyılların, bin yılların öncesinin otorite anlayışıdır. Sorunları çözme anlayışı yüz yıllar öncesinin sorunları çözme anlayışıdır. Buna bir de kapitalist modernite çağının kültürel soykırımcı ulus-devletçi zihniyeti eklenince çok ucube, insanlık dışı bir yönetim ortaya çıkmıştır. Erdoğan gerçekten de Ortadoğu despotlarıyla ulus-devlet zihniyetinin yarattığı Mussolini, Hitler, Franco, Salazar gibi faşist liderlerin karakterini harmanlamış, kendi kişiliğinde somutlaştırmıştır. Bu açıdan çok tehlikelidir; görülmedik bir faşist zihniyete sahiptir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt şehirleri ve kasabaları böyle bombalanmamıştır. Ne 12 Eylül’de vardır, ne 1990’lı yıllarda. Bütün Kürdistan'da serhıldanların gerçekleştiği dönemlerde şehirler, kasabalar böyle yerle bir edilmemiştir. Bu ilktir. Bu, sadece Türkiye tarihinde değil, Osmanlı tarihinde de bir ilktir. Böyle bir saldırı görülmemiştir. Tankları, topları yığıp şehirleri böyle bombalamamışlardır. Açıktır Cizre’ye tankları, topları yığmış bombalıyor; bunu dünya görüyor. Böyle bir şey olabilir mi? Kadın, çocuk, yaşlı, sivil direnişçi ayırımı yapmıyor. Eski iktidarlar da çok ayırım yapmıyordu, ama yine de bu kadar açık bir toplu çocuk, kadın demeden herkesi öldüren, bombalayan bir yaklaşım göstermiyorlardı. Bu ilki gerçekleştirme AKP iktidarına nasip olmuştur.

AKP iktidarı zaten son yıllarda bütün kuralları çiğnedi. 12 Eylül’de de, 1990’lı yıllarda da hukuk bu kadar hükümete bağlı değildi. Kuşkusuz hukuk içinde, savcılar içinde derin devletin elemanları vardı. Bu yönüyle Kürt sorunu ve bazı hassas konularda ilgili devlet politikaları doğrultusunda hareket ederlerdi. Özellikle Yargıtay gibi yerlerde bu yönlü savcılar, hakimler yerleştirilirdi. AKP ise bütün mahkemeleri, adaleti kontrolüne almıştır. Bu hiçbir dönemde görülmemiştir. Ne Adalet Parti iktidarı döneminde, ne CHP iktidarı döneminde, ne 12 Eylül döneminde, ne de 1990’lı yıllar döneminde görülmüştür. AKP her şeyi iktidarının hizmetine sokmuştur. Tek parti döneminden öte bir tek parti iktidar dönemi Türkiye'de yaşanmaktadır. Her şeyi kendi kontrolüne almak isteyen bir zihniyet ve yaklaşım var. Bürokrasiye sadece kendi adamlarını koyuyor, her yere kendi adamlarını koyuyor. Tamamen kendisine hizmet eden bir Türkiye olmasını istiyor. Bu gerçekten de bir ilktir.

ERDOĞAN İKTİDARI NEO FAŞİST BİR İKTİDARDIR

Şu konuda hakkını da vermek gerekiyor, her dönemde kimi ezmek istiyorsa ona karşı bir ittifak yaratıyor. Böyle bir politika izliyor ve bu temelde de her türlü hukuk dışı uygulamaları da açık yapıyor. Yaptığı ittifaklara ve kurduğu ilişkilere dayanarak bütün uygulamalarını meşrulaştırmaya çalışıyor. Başka dönemlerde hiçbir iktidarın cesaret edemeyeceği düzeyde her şeyi açık yapıyor. Bu açıdan AKP iktidarı dönemi, Erdoğan iktidarı dönemi gerçekten Türkiye tarihine geçecektir. Neo faşist bir iktidardır. Aslında neo faşistten de öte bir faşizm ve despotizm vardır. Ortadoğu despotizmiyle batı faşizmini birleştirmiş bir de buna iktidarda kalma hırsı eklenince gerçekten her türlü katliamı ve uygulamayıp yapan bir yönetim gerçeği ortaya çıkmıştır. Nasıl ki bir canlı yaşamak için her şeyi yaparsa, AKP iktidarı da iktidardan düşmemek için, hükümetten düşmemek için her şeyi yapacak durumdadır. Bu nedenle bu kadar tehlikelidir, bu nedenle bu kadar insanlık dışı uygulamalara başvuruyor. Öyle herhangi bir seçimle, şununla gelip gidecek bir hükümet değildir. Bu açıdan iktidardan ancak mücadeleyle gider. Kimse seçimle, sözle, sadece sınırlı tepkilerle AKP'nin iktidardan gideceğini düşünmesin.

Özcesi önceden daha çok bir Kürt karşıtlığı üzerinden bir politika vardı. Ulus-devlet politikası Kürtler üzerinde otoriter hegemonyasını sağlamak istiyordu. Şimdi buna AKP'nin kendini iktidarda tutma anlayışı da eklenince 1990’lı yıllarda, 12 Eylül’de göremediğimiz bir zulüm, bir vahşet dönemiyle karşı karşıyayız. Gerçekten de herkesi ezip geçmeyi önüne koymuş bir AKP iktidarı vardır. Yanındaki arkadaşlarını bile ezip geçiyor. Şu anda AKP'nin dört temel kurucusundan üçü yoktur. İlk iktidar dönemindeki bakanların yarısından çoğu yoktur. Bir dönem ittifak içinde oldukları güçler yoktur. Türkiye'yi tümden ele geçirmek istiyor, tek başına yönetmek istiyor. Tek zihniyetle yönetmek istiyor. AKP iktidarı bir hegemonik zihniyet yaratmış. Erdoğan kendine göre bir ideolojik ve siyasi çizgi yaratmış ve bunu kesinlikle hakim kılmak istiyor. Bunun için de çok keskin bir savaş içinde herkesi ezmeyi göze almıştır. Erdoğan ve Davutoğlu’nun iktidarı ayakta tutmak için yapamayacağı katliam, işkence ve zulüm yoktur. Nasıl ki Neron Roma’yı yakmış, seyretmiş diyorlarsa, bunlar da iktidarı için tüm dünyayı, tüm insanlığı, her türlü değerleri yakıp, yıkıp, ezip seyredebilecek karaktere sahiptirler.

PKK TÜRK DEVLETİNİ İYİ TANIYOR

Ülkede ve dışarda belli kesimlerde bir ‘barış’ umudu oluşmuştu. Siz hareket olarak hep temkinli davranıyordunuz. AKP’nin bu savaş konseptini geliştireceğini söylüyordunuz.  Sayın Öcalan ise sürekli ‘darbe mekaniğinden’ söz ediyordu. Sayın Öcalan’ın uyardığı ve sizin dikkat çektiğiniz süreç mi yaşanıyor şimdi?

Savaşan güçler birbirlerini daha iyi tanırlar. PKK hem Kürt tarihinden Türk devletini iyi tanıyor, hem Türkiye Cumhuriyetini çok iyi bilen, analiz eden ve değerlendiren bir Harekettir. Zaten PKK Ankara’nın göbeğinden çıkmıştır. Türk devletinin tüm karakterinin sindiği Ankara’da Türk devletini, sömürgeciliğini, zihniyetini çok iyi görmüştür. Öte yandan kırk yıldan fazla süren bir mücadele var. Bu mücadele de Türk devletinin Kürtlere yaklaşımını, Kürt Özgürlük Hareketi'ne yaklaşımını, Türk devletinin Kürt sorununa yaklaşımını çok ayrıntılı biçimde öğrenmiştir. Savaştığımız için bize karşı savaşan gücün karakterini çok iyi öğrendik. 12 Eylül’den önce öğrendik, 12 Eylül döneminde öğrendik, zindanda öğrendik, 1990’lı yıllarda öğrendik, komplo döneminde öğrendik, AKP döneminde öğrendik. Bu açıdan herkes Türkiye'deki iktidarlar ve hükümetler konusunda Hareketimizin görüşlerini gerçekten dikkate almalıdır, ciddiye almalıdır. Türkiye hükümetleriyle kesintisiz mücadele eden tek Hareket biziz, tek yönetim biziz. Bu devlete karşı da sürekli bir mücadele içinde olduk, bir sürekliliğimiz var, AKP iktidarına karşı da en fazla biz mücadele verdik.

Kürt sorununun çözümü konusunda Önder Apo ve biz AKP iktidarına her türlü olumlu yaklaşımı gösterdik. Kürt sorununu çözmesi için, Türkiye'nin demokratikleşmesi için her türlü kolaylığı gösterdik. AKP'nin olumsuz yaklaştığı dönemlerde de, Kürt sorununun çözüm zihniyeti olmadığı, bizim yaklaşımlarımızı, Önder Apo'nun yaklaşımlarını istismar ettiği dönemde de hep sabırlı ve dikkatli davrandık. Şunu gördük; sorun makul yaklaşmak değil, sorun kolaylık göstermek değil; en makul yaklaşımı gösteriyoruz, alttan alıyoruz, Kürt sorununun çözümü için esnek davranıyoruz, politikanın her türlü esnekliğini kullanıyoruz, ama karşı tarafta hiçbir hareket yok. Zaman kazanma, oyalama, attığımız adımları istismar etme dışında hiçbir yaklaşım gösterilmiyor. Sorunun kökten çözümünü esas alan bir yaklaşım yok. Yeni koşullarda kültürel soykırımcı sömürgeciliği sürdürme yaklaşımı var. Ya da kültürel soykırımcı sömürgeciliği etkilemeyecek,  Kürtlerin soykırıma uğratılmasını engellemeyecek kimi bazı palyatif adımlarla kültürel soykırımcı sömürgeciliği yeni koşullarda sürdürmek istiyor. Günümüzde kurs açmakla, devlet televizyonunda ya da özel televizyonlarda kimi Kürtçe yayınlar yapmakla kültürel soykırımın durdurulamayacağını biliyor. Çünkü kültürel soykırım sistemi ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim ve diğer alanlarda Kürtler üzerinde öyle bir kurulmuş ki, palyatif adımların bu kültürel soykırım sistemini engelleme özelliği yok. Öte yandan günümüzün medya, iletişim ve bilişim çağında ortaya çıkan araçlarla kültürel soykırım değirmeni eskisinden on kat, yüz kat daha fazla çalıştırılmaktadır.

AKP KÜRTLER ÜZERİNDE KÜLTÜREL SOYKIRIMCI SÖMÜRGECİLİĞİ TAHKİM ETME PEŞİNDEDİR

AKP'nin bütün makul yaklaşımlarımıza rağmen hiçbir adım atmaması AKP'nin Kürt sorununda zihniyet değiştirmediğini, Kürt sorununda bir çözüm politikası olmadığını ortaya koymuştur. Biz AKP gerçeğini politik yaklaşarak, esnek yaklaşarak açığa çıkardık. AKP demokrasi güçlerinin örgütlü olmadığı, solun ezildiği bir dönemde kendini demokrat gösteren, sorunları çözeceğim diyen bir iktidar olarak kendini sundu. Biz de madem böyle iktidarsın buyurun çöz dedik. Bu konuda şans tanıdık ve bu politikalarımız, yaklaşımlarımız AKP'nin gerçekliğini ortaya çıkardı. Hep şunu gördük; AKP Kürt sorununu çözme değil de Kürtler üzerinde kültürel soykırımcı sömürgeciliği tahkim etme peşindedir. Yeni bir hegemonya peşindedir. İlk yıllarda iktidarını sürdürmek için bir taraftan asker ve sivil bürokrasiyi, bir taraftan bizi idare etme politikası yürütüyordu. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi'nin Türkiye sınırları dışına çekildiği bir dönemde iktidar olmuş, AKP de devlet gibi bir daha Kürt Özgürlük Hareketi'nin ayağa kalkamayacağını düşünüyordu. İlk önce böyle politikası olan AKP, sonra tamamen devletin politikalarıyla birleşerek Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme politikalarına yönelmiştir. Buna rağmen Önder Apo ve Hareketimiz AKP'ye adım attırmak istedi. Oslo görüşmeleri yaptı, İmralı’da görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerde de AKP'nin gerçeği görüldü. Biz makul yaklaşıyoruz, adım attırmak istiyoruz, kendisine kolaylık sağlıyoruz, ama bunların hiçbirisi değerlendirilmiyor. Bizim gösterdiğimiz yaklaşım dünyanın herhangi bir başka yerinde, böyle sorunların yaşandığı bir alanda gösterilseydi hareketimizin gösterdiği tutumlara muhatapları balıklama atlarlar, hemen karşılık verirlerdi. Ama Türk devleti ve AKP gerçeğinde bunlar yapılmadı. Bu açıdan bu yaklaşımlar bizi hep tereddütlü kıldı. Bu kadar olumlu yaklaşımımıza rağmen hiçbir olumlu cevap verilmemesi, hep istismar edilmesi bizim açımızdan da, Önder Apo açısından da bir değerlendirme konusu olmuştur. Önder Apo zaman zaman bu Erdoğan zihniyeti değişmemiştir, bu Çiller’den daha tehlikeli olabilir biçiminde değerlendirmeler yapmış, ama yine de bir yanılgı payı bırakalım, net bir şey söylemeyelim, diyerek AKP hükümetine fırsat tanımayı tercih etmiştir.

Öte yandan Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Kürt karşıtlığı üzerinden her zaman Türkiye'de iktidarlar değişmiştir, darbeler gerçekleşmiştir. Kürt sorununu çözemeyenler mutlaka ezme politikası izlerler. Ezme politikası izleyenler de mutlaka tüm Kürt karşıtlarıyla birleşmek durumunda kalırlar. Dolayısıyla Kürt karşıtlarının darbe mekaniği, söz konusu iktidara hakim olacak, ya da iktidar o darbeci güçlerle Kürt karşıtı güçlerle uzlaşmak zorunda kalacak. Bu açıdan Önder Apo İmralı’da görüşmelere katılan devlet ve hükümet heyetini sürekli uyarmıştır. Kürt sorununu çözmezseniz o zaman siz Kürt karşıtı, Kürt düşmanı güçlerin kontrolüne gireceksiniz. Darbe mekaniği derken kastettiği budur.

AKP kendisini sorunu çözeceğim diye gösteriyordu, zaman zaman demokratik söylemlerde bulunuyordu. Önder Apo bu söylemlere dayanarak, o zaman çözüm için adım atın, yoksa Kürt karşıtlığı harekete geçer ve darbe gerçekleşir, darbe devreye konulur, uyarısı yapıyordu. Demokrasiden söz eden AKP iktidarı eğer darbeyle karşılaşmak istemiyorsa Kürt sorununu çözmesi gerekir, diyordu. Eğer demokratik karakteri varsa, demokratik özelliği varsa, o zaman oluşacak bu darbe mekaniği karşısında demokratikleşmeyi devreye sokarak, Kürt sorununun çözümünü devreye sokarak bu darbe mekaniği ortadan kaldırılır yaklaşımını gösteriyordu. Çünkü Kürt sorunu her zaman derin güçler için, kültürel soykırımcı şovenist milliyetçi güçler için harekete geçme ve Kürt karşıtlığı konusunda yetersiz gördüğü iktidarları devirme gerekçesidir. Ama ne olmuştur? Erdoğan’ın, AKP'nin bir çözüm politikası olmadığı için, zihniyeti olmadığı için darbe mekaniğini harekete geçiren güçlerle birleşmiştir. Kendileri diyordu, Ergenekon’dur bunlar darbe yapacaklardı bize, şöyle olacaktı, böyle olacaktı! Bunların kimilerini darbeci olarak zindana attılar. Şimdi bunlarla ittifak haline girdi. Evet, Önder Apo'nun belirttiği darbe mekaniği gerçekleşti. Erdoğan onlarla bütünleşti. Erdoğan ve AKP tercihini demokrasiden yana koymadı. Kürt sorununu ezme ve tasfiye etme tercihini kullandı.

ERDOĞAN DARBE MEKANİĞİNİN İÇİNE GİRDİ

Bu, darbe tercihidir, darbe mekaniği içine girmektir. Erdoğan 2007 yılında darbe mekaniği içine girme adımını atmıştır. 2007’de Dolmabahçe’de Yaşar Büyükanıt’la yaptıkları mutabakatta Kürtlere karşı özel savaş konusunda anlaştılar. Özel savaşla PKK'yi oyalayarak tasfiye etmede anlaştılar. Günümüzde sadece savaşla değil de, zamana yayarak, devlet imkanlarını kullanarak tasfiye edelim, şimdi böyle bir yöntem kullanalım dediler. Yakın zamana kadar böyle bir yöntem kullandılar. Ama bu yöntemin sonuç alamayacağı görüldüğünde de tamamen Kürt düşmanlarıyla birleşerek, kendi iktidarını da korumak için Kürtler üzerinde bir soykırım saldırısı başlattılar. Bu tabii sadece Kürtlere yönelik bir saldırı değildir, tüm demokrasi güçlerine yönelik saldırıdır. Bugün AKP iktidarı Ergenekoncularla da, Doğu Perinçek’le de, şovenist milliyetçi çevrelerle de, bütün demokrasi ve Kürt düşmanı kesimlerle de birleşmiştir. Bir faşist cephe kurmuşlardır. 1970’lerdeki Milliyetçi Cepheden daha faşist bir cephe bugün kurulmuş durumdadır. AKP etrafında kurulan faşist cephe 1977’de kurulan faşist cepheden daha fazla demokrasi düşmanı, daha fazla Kürt düşmanı bir cephedir. Daha doğrusu sadece siyasal cephe değil bir savaş cephesi olmuştur. İçte ve dışta demokrasi güçlerine ve demokrasi dinamiklerine karşı savaş yürütülmektedir. Önder Apo'nun dediği gibi darbe mekaniği devreye girmiş, Erdoğan darbecilerle birleşerek bugün Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı savaş yürütmektedir.

Kuşkusuz toplumda, demokrasi güçlerinde, Kürt halkında da Kürt sorununun çözümü ve barış umudu oluşmuştu. Ama bunu yaratan Hareketimiz oldu. Hareketimiz makul davranarak, ateşkesler yaparak, en makul çözüm önerileri sunarak, yine tüm Türkiye toplumuna, demokrasi güçlerine seslenerek üslubuyla, tutumuyla, tavrıyla Kürt sorununun çözüm zeminini oluşturdu. Bu da hem Türkiye içinde, hem de Türkiye dışarıda bu sorunun çözülebileceği yönünde bir umut oluşturdu. Önder Apo'nun ve bizim yaklaşımlarımız böyle bir barışa fırsat veriyordu. Bu konuda esnek yaklaşımımız, politik yaklaşımımız, sabırlı davranmamız, yine ortamı yumuşatmamız böyle bir havayı, iklimi ve beklentiyi ortaya çıkardı. Bu açıdan yanlış değildi; bu bizim yarattığımız bir sonuçtu. Ancak bizim dışımızdaki güçler sadece bu havayı, iklimi görüyorlardı. AKP'nin politikaları nedir, gerçekten çözer mi, adım atar mı konusunda fazla bir fikre sahip değillerdi. Sadece söylenenlere bakıyorlardı, ama AKP'nin gerçeğini göremiyorlar, söylemiyle politikası arasındaki çelişkiyi fark edemiyorlardı. Hareketimiz fırsat ve imkan sunduğu halde AKP'nin adım atmama konusunu sorgulayamıyorlardı. Bu bakımdan Türkiye içinde de, Türkiye dışında da böyle bir gerilimli çatışma durumu ortaya çıkınca bu bir şaşkınlık yarattı. Niye böyle oldu gibi düşünceler ortaya çıktı. Ama Türk devlet gerçeği ve AKP gerçeği irdelendiğinde, biraz yakından bakıldığında neden bu sürecin, bu yumuşamanın, umudun bir barışa dönmediği rahatlıkla görülebilir.

ÇÖZÜM OLMAZSA TABİKİ SAVAŞ ÇIKAR

Bu savaş adım adım geliyorum dedi. Temmuz ayında gerilla alanlarına hava saldırısı ile başladı. Ancak bazı kesimler halen sizin savaşı başlattığınızı düşünüyor, bu konuda ne diyorsunuz?

Kürt sorununda çözüm olmazsa tabiki ortaya savaş çıkar. Kürt sorununda çözümsüzlük gerilim demektir, çatışma demektir. Bu açıktır. Kürtler örgütleniyorlar, mücadele ediyorlar, haklarını talep ediyorlar. Bu durum karşısında Kürt sorununu çözmek istemeyenler, Kürtler üzerinde kültürel soykırımcı sömürgeci politika izleyenler bu politikanın sonucu Kürt halkına karşı savaş açarlar. Zaten Türk devleti savaş kararını 2014 yazında almış. Bunun simülasyonunu bile yapmışlar. Ne kadar öldürülecek, ne kadar göçertilecek, ne kadar yıkılacak, ne kadar yaralı olacak! Bunların hepsi savaş planlaması içine alınmış. 2014 30 Ekim Milli Güvenlik Kurulunda da bu resmileştirilmiştir.

Önder Apo ve Hareketimiz 30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulunda savaş kararı alındığını gördü. Önder Apo buna karşı üç aşamalı demokratik müzakere taslağını sundu ve bu savaş kararını boşa çıkarmak istedi. Bu temelde Dolmabahçe Mutabakatını ortaya çıkartan, esnek ve sabırlı yaklaşımını gösterdi. Ama sonuç alınamadı. Önder Apo savaş yerine demokratik çözümü tercih etti, Hareketimiz bunu tercih etti, ama Erdoğan, AKP hükümeti bunu elinin tersiyle itti. Dolmabahçe Mutabakatı yok sayıldığı an zaten diyalog bitmiştir. Dolmabahçe Mutabakatı reddediliyorsa, masa da yok, Kürt sorunu da yok denilip hiçbir adım atılmıyorsa o zaman diyalog ve görüşmeler niye yapılmıştır? Konuşulanlar bir mutabakata dönüşüyor, ama sonra bu inkar ediliyor, kabul edilmiyor. Bu tutum zaten diyalogun, görüşmenin bitirilip savaş yürütme kararıdır. Arkasından Önder Apo'ya 5 Nisan’da ağır tecrit uygulandı. Bu zaten açık bir savaş tutumuydu. Gerçekler bu kadar açıktır.

KÜRT HALKINA KARŞI YÜRÜTÜLECEK SAVAŞA ÖNCEDEN HAZIRLANDILAR

Erdoğan seçimden önce neden İç Güvenlik Paketini ortaya çıkardı. Bu paket çıkarılırken ne gerekçe gösterildi? İç ve dış tehdit gerekçe gösterilmedi mi? Türkiye'nin iç ve dış tehditle karşı karşıya olduğunu, bu nedenle iç ve dış tehdide karşı savaşmak için bu yasa gereklidir denilmedi mi? Bu, Kürt halkına karşı yürütülecek savaşa hazırlıktı. Bunun yasal zeminini ortaya çıkarmaktı. Derler ya minareyi çalan kılıfını uydurur. Savaş kararını almışlardı, İç Güvenlik Paketiyle bunun yasal ve hukuki zeminini oluşturdular. Bu herkesin gözü önünde olmadı mı? Herkes de AKP'nin neden İç Güvenlik Paketini getirdiğini sorgulayıp karşı çıkmadı mı? CHP de karşı çıktı. Hatta MHP bile zaman zaman karşı çıkıyordu. Bu açık bir durumdur.

AKP'nin bu yaklaşımları çerçevesinde seçim öncesi birçok yerde provokasyon oldu, ama hareketimiz sabretti. Seçimler olsun dedi, sorunların demokratikleşme içinde çözme zeminini yaratmaya çalıştı. Yoksa AKP seçimden önce de kontrollü bir gerilim politikası, kontrollü bir savaş politikası yaratarak kendisinin iktidar olması gerektiği tezini işledi. İç Güvenlik Paketini de iç ve dış tehditler üzerinden çıkardı. İktidarını da demokratikleşme üzerine değil, iç ve dış tehdit üzerine kurmayı hedefledi. İç ve dış tehdide karşı savaşacak bir iktidar gerekir yaklaşımında oldu. Erdoğan’ın yaklaşımı, politikası buydu. Buna karşı Önder Apo ve Hareketimiz, onların gerilim, iç ve dış tehdit politikasına karşı Türkiye'nin önüne demokratikleşme seçeneğini, programını koydu ve 7 Haziran seçimlerine böyle gidildi.

7 Haziran seçimlerine bu yaklaşımla gidildi ki sorunların demokratik siyasal yollardan çözümü olsun. Hareketimiz bunu tercih etti. 7 Haziran seçimleri oldu, demokrasi güçleri önemli bir başarı kazandılar, AKP iktidarı düştü. Artık tek başına iktidar olamayacak düzeye geldi. Peki, buna ne tepki verildi? Bu seçim sonuçları dikkate alınacağına, buna göre bir tepki gösterileceğine daha ilk günden bu seçim sonuçları yok sayıldı. Hükümet kurmak için koalisyon görüşmeleri de formalite haline getirildi. Bilinçli, daha baştan bu seçim sonuçları reddedildi. Hükümet kurulmayacaktı, yeni bir seçime gidilecekti. Ama seçim sonuçları reddedildi; fakat göstermelik olarak kılıf uydurmak için bir iki ay toplum koalisyon görüşmeleriyle oyalandı. Koalisyonun kurulacağı yoktu. Şimdi nasıl ki anayasa komisyonu kuruluyor, uzlaşmaya dayalı bir anayasa kuracağız deniliyor, ama esas olarak uzlaşılmayacağını göstermek ve başkanlık sistemini dayatmak için bu yola başvuruluyorsa, koalisyon süreci de aynı anlayışla yürütüldü.

DEMOKRASİ GÜÇLERİ AKP’NİN SAVAŞ POLİTİKASINA KARŞI TUTUM ALAMADILAR

7 Haziran sonrası demokrasi güçleri AKP hükümetinin bu politikalarına karşı tutum alamadılar. AKP'nin siyasi darbesini seyrettiler, hatta zemin oldular. Aslında demokrasi güçleri seçim sonuçlarına dayanarak AKP'nin bu politikalarına karşı tutum koyup mücadele geliştirebilirdi. AKP'nin savaşı geliştirmesine fırsat vermeyebilirlerdi. Türkiye Kürt sorununun çözümünü istiyordu, demokratikleşme istiyordu, AKP iktidardan düşürülmüştü. Ama demokrasi güçleri Erdoğan’ın, AKP'nin politikalarını göremedi, mücadele ederek önüne geçemedi. CHP de zaten göremedi. Hatta AKP'nin oyunlarına geldi ve savaşın önü böyle açıldı. AKP bu sırada demokrasi güçlerinin aldığı oyu gerekçe göstererek ulus-devlet dağılıyor, Kürt’ü, Alevi’si, Ermeni’si, Süryani’si, Arap’ı, Mahelmi’si, Azeri’si herkes meclise girdi, Türkiye Meclis’i 1920 meclisi oldu, ilk dönemdeki Kurucu Meclis gibi oldu. Fakat Türkiye o Meclisi reddetmişti. 1924’ten sonra tek millet anlayışına dayalı, bütün kimlikleri yok eden bir siyasal sistem yaratılmıştı. İşte Erdoğan bu siyasal sistemin tehlikede olduğunu söyleyip, daha önce de ilişkide olduğu Ergenekoncular, çeşitli ulusalcılar, şovenist milliyetçi kesimlerle bir savaş cephesi kurdu. Bunun görülmesi gerekiyor. Bu politika niye yürütüldü? Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır derler. Peki, savaş öncesi AKP'nin politikaları nedir? Ergenekoncularla ilişki kurdu, bütün şovenist kesimlerle ilişki kurdu, 7 Haziran’dan sonra bunu daha da geliştirdi; söylemini tam şovenist milliyetçi söylem haline getirdi. Bütün bunlar bu savaşın politikalarıydı, savaşa hazırlıktı. Ondan sonra Suruç katliamı oldu. Kim yaptırdı Suruç katliamını? Ankara katliamını kim yaptırdı?

7 HAZİRAN’DA AKP-IŞİD ORTAKLIĞI KAYBETTİ ONUN İÇİN IŞİD DEVREYE GİRDİ

7 Haziran seçim sonuçlarında sadece AKP kaybetmedi. AKP-IŞİD ortaklığı kaybetti. Onun için IŞİD devreye girdi. 7 Haziran seçim sonuçlarını ortadan kaldırmak, 1 Kasım’da Erdoğan’ı iktidara getirmek için bu katliamlar gerçekleştirildi. Bu açıktır, bu görülmüyor mu? Bu yönüyle savaşı sanki PKK başlatmış, ya da PKK AKP'nin savaş politikaları oyununa gelmiş gibi yaklaşımlar gerçekliği görmeyen iyi niyetli yaklaşımlardır. Evet, biz de isterdik 7 Haziran seçimleri çerçevesinde Türkiye demokratikleşme sürecine girsin. Ama buna fırsat verilmedi ki! Bu yok sayıldı, bunu ortadan kaldırmak için 7 Haziran seçimlerine karşı ittifak kuruldu, savaş politikası izlendi, topyekun saldırıya geçildi. Bunun görülmesi gerekiyor. Peki, bu saldırı karşısında ne yapılacaktı? Niye sessiz kalmadınız deniliyor. Bu şuna benziyor, 12 Eylül darbesi saldırıya geçmiş, savaş başlatmış, buna karşı direnilmediği için 12 Eylül sistemi kendini hakim kılmıştır, bir süre sonra da 12 Eylül’e karşı direnecek güç kalmamıştır. Eğer direnilmeseydi AKP iktidarı daha fazla hakim olacaktı. Önünde hiç kimse kalmayacaktı. Önünde hiç kimsenin direnmediği bir AKP iktidarı ortaya çıkacaktı. Davutoğlu açıkça bir yıl önce savaş kararı aldıklarını söylemedi mi? Sonra Temmuz’da aldığımız karar doğruydu, demedi mi? Temmuz’da topyekun savaş başlatılmamış mıydı? Yüze yakın uçak kaldırılmıştı. Önceden fark edip tedbir almasaydık sonuçları ağır olabilirdi. Kaldı ki zaten savaş her gün sürdürülüyordu. Karakollar yapıyorlardı, barajlar yapıyorlardı, tutuklamalar yapıyorlardı. Bu, tek taraflı savaştı. Bu tek taraflı savaş karşısında sabrediyor, uyarılar yapıyorduk. Ancak savaş topyekun hale getirilince, bir imha savaşı devreye konulunca buna karşı direnmekten başka çare yoktu. Bu yönüyle bizim savaşı başlattığımızı düşünmek AKP'nin oyununa gelmektir. AKP'nin propagandasının parçası olmaktır.

KİMSE BİZİM SAVAŞI BAŞLATTIĞIMIZI İDDİA EDEMEZ

Dolmabahçe Mutabakatı niye reddedildi? Önderliğe niye 5 Nisan’da tecrit uygulandı? 7 Haziran seçimleri niye yok sayıldı? Suruç katliamı niye oldu? Bu hava saldırıları niye gerçekleştirildi? Ankara katliamı niye oldu? 1 Kasım’da seçim mi oldu, kimse propaganda yaptı mı? CHP bile yapmadı. 1 Kasım seçimi, 7 Haziran’dan sonra Erdoğan’ın, AKP'nin yaptığı darbeye kılıf bulunmasıydı. Bütün bu saldırılara rağmen yine de 1 Kasım’da HDP'nin aldığı oy başarılıdır. Bu kadar antidemokratik ortamda, bu kadar saldırı ortamında oyların iki puan kadar düşmesi bir başarıdır, başarısızlık değildir. HDP'nin nasıl bir ortamda seçime gittiği görülmelidir. Yüzlerce HDP'nin binaları yakılıp yıkılmadı mı? Taşların bağlanıp, köpeklerin salınması gibi bir ortamsa seçime gidildi. Sadece AKP seçim çalışması yaptı.

Özcesi hiç kimse bizim savaşı başlattığımızı iddia edemez. Böyle bir şey yok. Biz sadece saldırılara karşı cevap vermişiz. Sabır etmişiz, ama sonunda sabredemeyecek düzeyde topyekun bir savaş başlatılmıştır. Topyekun savaş karşısında artık ne yapacaktık, boynumuzu mu uzatacaktık? Kaldı ki 7 Haziran seçimini de anlamsız kılmışlardı, topyekun bir savaş başlatmışlardı. Halkın özyönetim ilanları bu savaşa karşı olmuştur. Davutoğlu zaten diyor biz 23 Temmuz’da savaşı başlatarak doğru karar aldık. Özyönetim ilanları Ağustos’un sonlarına doğru başlamış, Eylül ayında yaygınlaşmıştır. Türk devletinin bir çözüm politikası olmadığı, 7 Haziran seçimlerini dikkate almadığı, Kürt halkının iradesini hiçbir biçimde dikkate almayacağını ortaya koymasından sonra halkın, gençlerin başka çare kalmadı deyip kendi mahallelerinde, şehirlerinde özyönetim ilan etmeleri söz konusu olmuştur.

ÖZYÖNETİM İLANLARI DEMOKRATİKLEŞME HAMLESİDİR

Kürdistan’da geliştirilen özyönetim hamlelerine karşı devlet silahla yanıt verdi. Özellikle bazı kentlerde aylardır çatışmalar ve direniş var. Siz bu durumun nereye evrileceğini düşünüyorsunuz?

Halkın özyönetimleri karşısında Türk devletinin tüm ordusunu, polisini, elindeki her türlü tekniğini devreye sokarak şehirlere, mahallelere saldırdığı ortadadır. Kürt halkı özyönetim ilan ederek yaşadığı yerlerde yerel demokrasiyi gerçekleştirerek Türkiye'yi demokratikleştirme hamlesi yapmıştır. Türkiye'de demokratikleşme ancak yerel demokrasinin tanınmasıyla olur. AKP iktidarı, siyasal güçler bu basireti gösterip Türkiye'yi demokratikleştirme adımı atmadılar. Kürt halkı ve gençleri yerel demokrasi ilan ederek, özyönetim ilan ederek Türk devletini ve AKP hükümetini demokratikleşmeye zorlamışlardır. Bu temelde Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun çözümünü istemişlerdir. Bu bir siyasal projedir. Türkiye'nin demokratikleştirilmesi projesidir, Kürt sorununu çözme projesidir. Türk devletinin Türkiye'yi demokratikleştirme, Kürt sorununun çözümü için adım atmamasına karşı halkın bu tıkanıklığı, bu çözümsüzlüğü ortadan kaldırma, Kürt sorununu çözme ve Türkiye'nin demokratikleşmesine adım attırma tutumudur; bir demokratik devrimci çözüm sunma tutumudur.

Ancak Türk devletinin zihniyeti demokratik olamadığı için, despotik olduğu için bütün dünyada hakim olan yerel demokrasiyi geliştirerek devletlerin, iktidarların meşruiyeti arama politikasını bilmediği için, günümüzdeki demokrasi anlayışından habersiz olduğu için, ya da demokratik zihniyette olmadığı için bu özyönetimlere şiddetle saldırmıştır. Bu, yüzyıllar öncesinin devlet anlayışıdır. Despotik, merkeziyetçi, sokağı da ben yönetirim, evi de ben yönetirim diyen totaliter bir siyasal anlayış söz konusudur. Halbuki günümüzde meşruiyetin kaynağı yerel demokrasidir. Eksik ve yetersizlikleri olsa da dünyada yerel demokrasinin olmadığı ülke neredeyse kalmamıştır. Herkes farklı kimliklerin, farklı toplulukların özerkliğini tanıyarak, yerel demokrasisini oluşturarak, özyönetimini tanıyarak ortak yaşam ve siyasi birliği sağlamaktadır.  Böylelikle belirli siyasal sınırlar içindeki topluluklar yerel demokrasi içinde, mevcut devlet sınırları içinde birlikte yaşamayı sürdürmektedirler. Dünyada artık farklı kimliklerin, toplulukların sistem içinde kalmasının yolu yerel demokrasiden geçmektedir. Devletler, ülkeler ancak yerel demokrasiyle farklı kimlikleri ve toplulukları bir arada tutabilmektedirler. Devletler meşruiyetini de, birliğini de böyle sağlamaktadırlar. Artık her sokağa hakim olacağım, her mahalleye hakim olacağım, her yer benim ağzımdan çıkana bakacak türünden bir yönetim anlayışı, bir siyasal anlayış geride kalmıştır. 20. yüzyılda kalmıştır, hatta daha önceki yüzyıllarda kalmıştır. Ama Türk devleti çok doğal, haklı, meşru, çağdaş, evrensel, uluslararası demokratik normlara uygun olan Kürt halkının yerel demokrasi talebine şiddetle cevap vermiştir. Kürt halkı yerel demokrasisini pratikleştirmeye başlayınca, ben kendimi, mahallemi yönetirim deyince bütün faşist yüzünü, soykırımcı yüzünü göstermiştir.

Buna karşı tabii ki halkın direnişi olmuştur. Türk devletinin kültürel soykırımcı sömürgeciliğini kabul etmeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Bu direnişler bu anlama gelmektedir. Türk devleti karşısında direnen bir halk gerçekliği görmüştür. Buna karşı ne yapmıştır? Tankıyla topuyla bombalama, halkı göçertme, yerinden etme, yurdundan etme, kalanları da vurup ezme politikası izlemiştir. Dünyada böyle bir şey görülmüş müdür? Tankla, topla döv, ez, bombala, kaçırt, göç ettir, kalanı da yak, yık! Bu tabii ki soykırımcı bir yaklaşımdır. Buna karşı da kahramanca bir direniş sürmüştür, fedaice bir direniş yürütülmüştür. Dünya tarihinde bu kadar orantısız bir savaş olmamıştır. Bir şehirde onlarla ifade edilebilen, yüzlerle ifade edilebilen özyönetim güçlerinin, yani kendi mahallelerini savunan gençlerin üzerine on binlerce askeriyle, polisiyle, tankıyla, topuyla, her şeyiyle gitmişlerdir. Buna direnişle cevap verilmiştir. Bu, Türk devletinin zihniyetinin, politikalarının ve uygulamalarının kabul edilmediğinin açık ilanıdır. Kürt halkı özyönetimde kararlıdır; bundan geri adım atmayacaktır. Artık Türk devletiyle yürütülen mücadele kültürel soykırımcı, merkeziyetçi devlet anlayışı, yönetim anlayışıyla Kürt halkının yerel demokrasi ve özyönetim anlayışı arasında sürecektir. Kürt halkıyla devlet arasında böyle bir siyasal mücadele kesintisiz sürdürülecektir. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. İnişleri olabilir, çıkışları olabilir, şurada şu yöntem uygulanır, şurada bu yöntem uygulanır; ama kültürel soykırımcı bu despotik, merkeziyetçi, totaliter, insanların beyinlerine bile hakim olmayı amaçlayan devlet yönetimine karşı özyönetim direnişi, yerel demokrasi direnişi sürecektir. Kürt halkı bundan geri adım atmayacaktır. Ya Türkiye'de yerel demokrasiye dayalı, özyönetimlere dayalı demokratikleşme gerçekleşecektir, ya da Kürt halkı Türkiye'nin demokratikleşmesi ve yerel demokrasi temelinde Kürt sorununun çözümü gerçekleşene kadar direnişini kesintisiz sürdürecektir.

Hiç kimse Kürt halkının bu saldırılar karşısında sineceğini, özyönetim talebinden, yerel demokrasi talebinden vazgeçeceğini düşünmemelidir. Bu talepler sadece Kürt sorununu çözme talepleri değildir, Türkiye'nin demokratikleştirilmesi talepleridir. Kürt halkı aynı zamanda tüm Türkiye halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesini vermektedir. Bu mücadeleyi tüm Türkiye halkı adına sürdürmektedir. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekmektedir. Bu, sanıldığı gibi birkaç şehrin mücadelesi değildir; bütün Kürdistan'ın ve Kürtlerin mücadelesidir. Özyönetim direnişleri ve yerel demokrasi mücadelesine bütün Kürt halkı sahip çıkmaktadır. Metropoller de buna sahip çıkacaktır, bugün çatışmaların olmadığı yerler de özyönetim direnişine ve yerel demokrasiye sahip çıkarak Türkiye'yi demokratikleştirme mücadelesini yükselteceklerdir.

SAVAŞ HER YERDE SÜRECEKTİR

Bundan sonra artık savaş sadece dağlarda değil, şehirlerde de, metropollerde de, her yerde de sürecektir. Bu özyönetim direnişlerinin nereye evrileceğini soruyorsanız cevabı budur. Kürt halkı onlarca yıldır boşuna mücadele vermiyor, yüzyıldır boşuna mücadele vermiyor. Kürt halkı özgür ve demokratik yaşamını istiyor. Artık bunun zamanı gelmiştir. Görüşmeler de olmuştur, tartışmalar da olmuştur. Kürt sorununda tartışılmayan hiçbir şey kalmamıştır. Önder Apo da, Hareketimiz de, halkımız da çok makul bir yaklaşım göstermiştir. Türkiye sınırları içinde, Türkiye halklarıyla birlik içinde yaşamak istemektedir. Bölücü olanlar varsa bunlar da kesinlikle AKP iktidarıdır, Türk devletidir. Peki, nasıl birlik olacağız? Şu andaki gibi birlik olunabilir mi? Bu birlik midir? Şu andaki zorla ezme, susturmadır. Eğer birlik olacaksak Kürt halkının kendi özyönetimi, kendi kendini yönetmesi kabul edilecektir. Bunun dışında Türkiye'nin birliğini sağlamak mümkün değildir. Birlik projesi budur. Birlik projesi şehirleri bombalamak, ezmek değildir. Birlik projesi Kürt sorununu çözümsüz bırakmak değildir. O birlik politikası değildir; ezme, Kürtleri kültürel soykırıma uğratıp ortadan kaldırma projesidir. Bunun da kabul edilmeyeceği açıktır.

Özcesi artık mücadele bir final mücadelesidir; artık sonuca gitme mücadelesidir. Kürt halkı kesinlikle Kürt kimliği, dili ve kültürüyle özgür ve demokratik yaşam istiyor. Bunun için her türlü mücadeleyi vermiştir. Artık oyalama, zaman kazanma zamanı değildir; Kürt sorununun çözülmesi ve Türkiye'nin demokratikleştirilmesi zamanıdır. Bunun koşulları da olgunlaşmıştır. Ya çözüm, ya çözüm olacaktır.

ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE GERİLLA ŞEHİRDE AKTİF OLACAKTIR

Özellikle Kürtlerde bahar aylarında gerillanın aktif bir hamle içerisine gireceğine dair beklentiler var. Hareketiniz, yapılan katliamların hesabı sorulacak dedi. Yakın dönem için nasıl bir strateji var önünüzde?

Kuşkusuz halka yönelik bu saldırıların, bu katliamların hesabı sorulacaktır. Şimdiye kadar gerilla çok sınırlı devreye girmiştir. Baharla birlikte gerilla aktif devreye girecektir. Bunu söylemeye bile gerek yok. Çünkü kış koşulları gerillanın hareket alanını önemli düzeyde sınırlamaktadır. Öte yandan gerilla da on yıllardır esas olarak kış aylarının dışında savaş vermiştir. Böyle bir savaş tarzı alışkanlığı ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan yeni savaş koşullarına uyum göstermesi biraz zaman alacaktır. Bundan sonra giderek gerilla sadece baharda, yazda, sonbaharda değil, kışın da eylem yapacak duruma gelecektir. Artık mücadele bu aşamaya gelmiştir. Gerillada mücadelesinde de tarz değişiklikleri yaşanacaktır. Kış aylarında da en etkili eylem yapacak biçimde kendisini hazırlayacak, örgütleyecektir. Önümüzdeki dönemde gerillanın şehirlerde de daha aktif olacağı yeni bir mücadele dönemine girilecektir.

Kuşkusuz bu katliamların hesabı sorulacaktır. Kürt halkı savaşan bir halk gerçekliğine ulaşmıştır. Öyle sadece gerilla da değil, bütün halk bu mücadelenin içindedir, gençler içindedir, kadınlar içindedir. Türk devleti ben ezerim, bastırırım diyebilir, ama Kürtler tümüyle ortadan kaldırılmadan, yok edilmeden Kürt’ün direnişini söndürmek mümkün değildir. Bunu da herkesin bilmesi gerekiyor. Kürdistan'ın tüm parçaları ayaktadır. Kürtler her yerde ayaktadır. Herhangi bir sömürgeci devletin kendi sınırları içindeki Kürtleri ezme şansı kalmamıştır. Ne Türkiye'nin kendi Kürt’ünü ezme şansı kalmıştır, ne İran’ın, ne Suriye'nin, ne Irak'ın. Bütün parçalardaki Kürtlerin mücadelesinin yenilmeyeceği bütünlüklü bir Kürt bilinci, özgürlük tutkusu ve mücadele azmi ortaya çıkmıştır. Bunu zaten Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt gençleri, Kürt kadınları, Kürt halkı her yerde mücadele ederek ortaya koymaktadır. Bu yönüyle Türk devletinin yaptığı saldırılar, baskılar, zulümler kesinlikle direniş gerekçesi haline gelecektir. Hiç kimse Kürt halkından sineceğini, susacağını beklememelidir. Cizre’deki katliamlar direniş gerekçesidir; Sur’un yakılıp yıkılması direniş gerekçesidir. Kadınların katledilip çırılçıplak soyulması, teşhir edilmesi direniş gerekçesidir. Şehitlerin yakılması direniş gerekçesidir. Cesetlere hakaret edilmesi direniş gerekçesidir. Mezarlıkların yakılıp yıkılması direniş gerekçesidir. Bu yönüyle Kürt halkı eskisinden daha fazla, daha keskin bir direniş gösterecek konuma gelmiştir. Şu anda Hareketimizde bütün gerillalar fedaidir. Şu anda herkes fedai eyleme başvurmaktadır. O kadar öfkelidir ki, herkes kendisini AKP'nin saldırgan güçleri içinde bir atom bombası gibi patlatmak istemektedir. Gerillanın vuruş gücü bu fedailikle on kat, yüz kat artmıştır.

DİRENİŞ HER YERDE OLACAKTIR

Bu gücümüzle mücadeleyi her tarafa yayacağız. Direniş dağda da olacak, şehirlerde de olacak, metropollerde de olacak. Her yerde AKP hükümetinin, Türk devletinin saldırı güçlerine karşı gereken yanıt verilecektir. Gerilla buna hazırdır, Kürt gençleri ve kadınları buna hazırdır, Kürt halkı buna hazırdır. Öyle saldırdım, vurdum, öldürdüm, sindirdim dönemi bitmiştir. Kürtler için bu dönem kapanmıştır. Bunun altını çizerek vurguluyorum. Kim ezerek, vurarak Kürtleri sindireceğini düşünüyorsa tarihi yanılgı içindedir. Bu, kendini bitirme politikasıdır. Türk devleti Kürt’e bu düşmanlığıyla kendini bitirme kararı almıştır. Türk devleti bu politikalarıyla Türkiye tarihine ters davranmaktadır. Ne Osmanlı, ne Türk devleti bu düzeyde Kürt düşmanlığı yaparak var olmuştur. Zaten bu kadar Kürt düşmanlığı, onlarca yıldır Türkiye'de sürekli çatışma, savaş, kriz, bunalım yaratıyor. Türkiye'de barış, istikrar kesinlikle Kürt sorununun çözümü, iki halkın demokratik birliğinden geçecektir. Türkiye'de barış, istikrarın gelişmesi açısından tek siyasi proje budur. Bunun dışındaki siyasi projelerin hepsi kaybetmeye mahkumdur.

Yeni dönemde stratejimiz ne olacak? Topyekun direniş olacaktır. Direnişi her yerde yaygınlaştırmak, geliştirmek olacaktır. Öyle Kürt direnişini hiç kimse ezemeyecektir. Bir yerde ezdim, vurdum dediğinde on ayrı yerde direnişle karşılaşacaktır. Bu politika AKP iktidarının sonunu da getirecektir. Eğer AKP'nin politikalarının önü alınmazsa, Türkiye'de sorumlu güçler bu politikanın önünü alamazsa, demokrasi güçleri gerçekten mücadele edip doğru siyasal proje gündeme koymazlarsa bütün Türkiye de kaybedecektir. Zaten Türkiye'nin kaybetmesini isteyenler çoktur. Kürt sorununun çözümünü istemeyenler Türkiye'nin çıkarını düşünenler değildir, Türkiye düşmanıdırlar. Kim Kürt sorununun çözümünü istemiyorsa, kim Kürtleri ezme politikası izliyorsa onlar Türkiye düşmanıdır. Türkiye'yi sürekli hasta adam durumunda tutmak isteyenlerdir. Bu açıdan yakın dönemde biz de mücadele geliştireceğiz, Türkiye demokrasi güçleri de Türkiye'yi bataklığa götüren bu politikaya karşı mücadele içinde yer alacaklardır.

Türkiye'deki tüm devrimci demokrasi güçleriyle ittifak dönemi olacaktır, stratejik mücadele dönemi olacaktır. Bizim mücadelemiz sadece Kürt halkının özgürlüğü mücadelesi değildir. Türkiye'nin özgür ve demokratik yaşamı için, Türkiye'nin tüm demokratik ve devrimci güçleriyle birlikte bu mücadele Türkiye'yi demokratikleştirilip Kürt sorununu çözülene kadar yürütülecektir. Dün de stratejimiz buydu, önümüzdeki dönemde de stratejimiz bu yönlü olacaktır.

KÜRTLERE KARŞI MİLLİYETÇİ, FAŞİST CEPHE OLUŞMUŞTUR

AKP’nin ordu, Ergenekon, medya ve devletin diğer kesimleri ile Kürtlere karşı birleştiler. Zaten bu durum pratiğe de yansıyor. Yanısıra, Kürdistan’daki katliamlara karşı batıda toplumsal bir destek bulduğu da görülüyor. Türkiye devleti ve toplumu; derinleştirilen bu savaş konseptine karşı hangi çizgiler üzerinde yeniden formatlandı?

Şu anda AKP etrafında bir şovenist, milliyetçi, faşist cephe oluşmuştur. Zaten Davutoğlu demiyor mu, biz milli iktidarız, milli muhalefet de gerekiyor. Evet, bir milliyetçi cephe Kürtlere karşı kurmuşlardır. Öyle başkasına karşı kurulan bir milli cephe yoktur. Bir dış güce karşı kurulan milli cephe yoktur. Suriye politikası bile Kürt karşıtlığı üzerinedir. ABD ile kavga etmesi bile Kürt karşıtlığı üzerinden, Rusya ile de, başka güçlerle de kavga etmesi Kürt karşıtlığı üzerindendir. Suriye'ye herkesten daha fazla müdahale etmesi, çeteleri desteklemesi, savaşı yaygınlaştırması da bunun içindi. Kürtlere karşı içeride ve dışarıda bir faşist cephe kurulmuştur. Bunu açıkça görmek gerekiyor. Buna karşı da demokratik cephenin ortaya çıkması gerekiyor. Biz şimdi esas olarak da bütün Türkiye toplumuna bir demokratik cephe, demokratik blok kurma çağrısı yapıyoruz. Davutoğlu milli iktidar diyor, milli hükümet diyor, milli muhalefet diyor. Milli iktidar, milli muhalefet dediği Kürt karşıtı, demokrasi karşıtı iktidar ve muhalefettir. İstiyor ki herkes Kürt karşıtı olsun, demokrasi karşıtı olsun. Bu demokrasi ve Kürt karşıtlığına karşı demokratik bir yönetim, demokratik bir muhalefet gerekiyor. Türkiye'nin ihtiyacı öyle demagojik milli iktidarlar, milli muhalefetler değil, demokratik yönetimler, demokratik muhalefetlerdir. Ya da Türkiye'nin demokratikleşerek muhalefetin de, iktidarın da bu demokratikleşme içinde politika ürettiği bir Türkiye gerekiyor.

Batıda bir toplumsal destek bulduğu görülüyor diyorsunuz. Kuşkusuz AKP'ye verilen bir destek var. Zaten MHP bu milliyetçi cephenin içindedir. Tabii ki bütün faşist iktidarlar hep şunu yaparlar; içerideki muhalefetleri ezmek için hep bir dış düşman yaratırlar. İşte şimdi Türk devleti Rus savaş uçağını düşürdü, Ruslarla karşı karşıya geldi. Zaten Suriye ile karşı karşıya. Ortadoğu'da bir mezhep kutuplaşmasına dayalı düşmanlıklar yarattı. Kürtleri düşman olarak görüyor. Kürtleri düşmanlarıyla işbirliği yapan güç olarak gösteriyor. Kürtleri bazen İran’la, bazen Rusya ile, bazen ABD ile, bazen başka bir güç ile işbirliği içinde gösteriyor. İç ve dış düşmanlar söylemini sürekli kullanarak milliyetçi şovenist duyguları hortlattılar. Zaten seçimden önce iç ve dış tehdit diyerek İç Güvenlik Paketi çıkarmadılar mı? Şimdi de Türkiye'deki şovenist milliyetçi duyguları körükleyerek, bütün faşistlerin yaptığı gibi yaparak toplumu Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı kışkırtıyorlar. Evet, böyle formatlandı. Peki, biz de soralım, tarihte iç ve dış düşmanları yaratıp kendini örgütleyen faşist iktidarların sonu ne oldu? Kısa sürede, demagojiyle, propagandayla toplulukları kandırabilirsiniz, ama sonuna kadar böyle yürütülebilir mi? Bu mümkün değildir. Abraham Lincoln’ın çok önemli bir sözü var; bir kişiyi sürekli kandırabilirsiniz, bir çevreyi zaman zaman kandırabilirsiniz, ama bir toplumu uzun süre kandıramazsınız. Yani yalanla, dolanla, gerçekleri saptırarak uzun süre iktidarda kalmak mümkün değildir. Zaten faşist iktidarlar ve özel savaş yürüten iktidarlar kısa süreli toplumu aldatmaya dayanırlar. Kısa süreli sonuç almaya dayanırlar. Karşılarında direniş olur da sonuç almazlarsa kılırlar, dağılırlar. Şimdi AKP iktidarı da Türkiye'de böyle bir süreci yaşıyor.

AKP’NİN İKTİDAR, ERDOĞAN’IN BAŞKAN OLMASI İÇİN BİR SAVAŞ POLİTİKASINA İHTİYAÇ VARDI

Türkiye toplumunun, demokrasi güçlerinin bunu görmesi gerekiyor. Savaş niye başladı, bunun iyi anlaşılması gerekiyor. AKP'nin iktidar, Erdoğan’ın başkan olması için bir savaş politikasına ihtiyaç vardı. Bunun dışında ne başkan olabilirdi, ne de iktidarını sürdürebilirdi. Türkiye toplumunda da on yıllara, yüz yıla dayanan bir şovenizm var, bir Kürt karşıtlığı var, böyle bir zemin var. Bu kışkırtılarak, bu tahrik edilerek AKP bunun üzerinden iktidarını sürdürmeyi tercih etti. Toplumda Kürtlere karşı, Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı bizi bölüyorlar diyerek bölünme fobisini yeniden canlandırdılar. Biliyorsunuz Osmanlı büyük bir imparatorluktu, dağıldı, o zamandan bu yana bir bölünme kompleksi var, fobisi var. İşte bunu tahrik etti. Bu konuda demek ki bizim politikalarımız Türkiye toplumunu yeterince aydınlatmamış. Biz hep demokratik birlikten, özgürlükten söz ediyoruz, ama o hala PKK'nin bölücülüğünden, Kürt halkının, Özgürlük Hareketi'nin bölücülüğünden söz ediyor ve etkili oluyor. Öte yandan dış düşmanlar fobisini de canlandırmıştır. İçeride paralel devletler var, devlet içinde devletler var diyerek bölücülük kavramını bir de bunun üzerine dayandırarak toplumun belli kesimlerinden destek almaktadır.

Ancak şunu belirtmek gerekir; toplumun büyük çoğunluğunun bu durumdan memnun olduğunu sanmamak lazım. Doğru politika izlenirse, teşhir edilirse, alternatif ortaya konulursa AKP'nin bu planları ve politikaları çöker. Özel savaş iktidarları uzun süre iktidarda kalamaz. Kendilerini kısa süreli başarılar üzerinden var etmeye çalışırlar. AKP'ye karşı ciddi bir alternatif çıkmadığı için ayakta kalabiliyor. AKP zaten diyor ben alternatifsizim. Benim dışımda iktidar olacak kimse yok. Benim dışımda sorunları çözecek olan yoktur, diyor. Hala kendisi dışında alternatif olmadığını iddia ederek, bu yönlü demagoji yapıp propaganda ederek kendini iktidarda tutuyor. Bu bir özel savaş politikasıdır. Bu özel savaş çerçevesinde çok yönlü psikolojik savaş yürütüyorlar. Ama mücadele yürütüldüğünde, buna karşı direnildiğinde bu psikolojik savaşın da maskesi düşürülecek, bütün demagojilerin, yalanların hepsi ortaya çıkacak, çıktıkça da bugün yalan ve demagojiyle aldatılan topluluklar bu iktidara karşı tutum koyacaklardır.

SAVAŞI TÜRKİYE’YE TAŞIMA ANLAYIŞIMIZ YOKTUR

Bazı Kürtler, ‘savaş hep Kürdistan’da oluyor, PKK hareketi savaşı Türkiye kentlerine taşımıyor’ diyerek bu konuda sizi eleştiriyor. Ankara’da militarizmin merkezi olan bir yerde subaylara karşı eylem yapıldığı bir süreçte bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Bizim savaşı Türkiye'ye taşıma gibi bir anlayışımız yoktur. Bizim Türkiye halkıyla, Türkiye toplumuyla herhangi bir sorunumuz yoktur. Kürt halkı kendi ülkesinde özgür ve demokratik yaşamak istiyor. Bu açıdan kendi topraklarında direniyor, kendi topraklarında onlarca yıldır direnişini sürdürüyor. Şimdi de kendi şehirlerini, kasabalarını ve mahallelerini kendi yönetmek istiyor. Ancak kendini yönetmek isteyen Kürt halkına karşı kirli bir savaş sürdürülmektedir. Bu yönüyle hep savaş Kürdistan'da oluyor sözü yanlış bir sözdür. Tabii ki mücadele Kürdistan'da olacaktır. Dünyada da böyledir, herkes kendi ülkesinin özgür ve demokratik yaşamını gerçekleştirmek için direnmektedir. Kendi topraklarında direnmektedir. Doğrusu da budur. Bunu böyle ele almak gerekiyor. Tabii ki gerilla savaşını esas olarak Kürdistan dağlarında yürütecektir. Direnişi Kürdistan'da yürütecektir, Kürdistan'da Türk devletinin kültürel soykırımcı sömürgeci sistemini gerileterek Türk devletini Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını kabul eden, yerel demokrasiyi kabul eden bir çizgiye getirmek istiyor. Türk devletinden beklemeden çeşitli biçimlerde kendini örgütleyerek kendi mahallesini, şehrini kendisi yönetmek istiyor. Bu açıdan Kürdistan'da niye direniliyor, Türkiye'ye gidilsin savaşılsın yaklaşımları yanlış yaklaşımlardır. Bunlar doğru anlayışlar değildir.

KÜRT GENÇLERİ FIRSAT BULDUKLARI HER YERDE MÜCADELE EDECEKLERDİR

Kuşkusuz Türk devleti Kürdistan'da bu kadar kirli bir savaş ve mücadele yürütürken Kürt halkı da, Kürt özgürlük mücadelesi de, gençleri de imkanlar dahilinde bulunduğu her yerde Türk devletinin savaşçı güçlerine, kültürel soykırımcı güçlerine yönelik mücadele edeceklerdir, direneceklerdir; kültürel soykırımcı güçlere yönelik eylem gerçekleştireceklerdir. Bunu ortaya çıkaran Türk devletinin politikalarıdır. Bu bakımdan tabii ki Türk devletinin ağır saldırıları karşısında, metropollerde ve Türkiye'nin birçok yerinde sömürgeci, kültürel soykırımcı sistemin kurumlarına karşı direniş olacaktır, eylem olacaktır. Bunlar zaten gerektiğinde de yapılmaktadır. Bu ayrı bir durumdur. Fakat Kürdistan'da niye savaş oluyor, niye Türkiye metropollerinde savaş olmuyor biçimindeki bir yaklaşım bir çarpıtmadır. Yanlış bir değerlendirmedir. Şöyle bir şey olamaz; biz işimizi gücümüzü bırakıp Türkiye'de savaşacağız! Türkiye'ye savaş açacağız! Böyle bir politika olamaz. Bu yaklaşım doğru bir yaklaşım değildir. Tabii ki kendi ülkemizde direneceğiz; kendi ülkemize saldıran düşmana karşı direnişi sürdüreceğiz. Düşmanın Kürdistan'daki soykırımcı hedeflerine yönelik eylem gerçekleştireceğiz. Bu tabii ki mücadelenin esas yönüdür. Biz kendi ülkemizi özgür ve demokratik yaşama kavuşturmak istiyoruz. Kendi ülkemizde kültürel soykırımcı sömürgeci sistemi geriletmek istiyoruz. Bu yönüyle mücadelenin esasının Kürdistan'da olması normal bir durumdur. Savaş bir halka dayanarak yürütülebilir. Bu açıdan Kürdistan'da Kürt halkına dayanarak 40 yıldır bir mücadele yürütülmektedir. Ama metropollerde de milyonlarca Kürt vardır. Türk devletinin bu saldırıları karşısında metropollerdeki halkımız da direnişe geçmelidir, ayağa kalkmalıdır. Yine metropollerdeki halka dayanarak örgütlenip Türk devletinin kültürel soykırımcı hedeflerine karşı mücadele yürütülmelidir, yürütülecektir. Bu tabii ki yapılması gereken işlerdendir.

ANKARA EYLEMİ MİSİLLEME OLABİLİR

Ankara’da militarizmin merkezinde yapılan eylem de halkımıza karşı yürütülen insanlık dışı vahşi soykırımcı katliamlara karşı misilleme eylemi olabilir. Bu eylemi kimler yapmıştır bilemiyoruz. Ama daha önce Kürdistan'daki katliamlara misilleme olarak bu tür tepki eylemleri yapanların olduğunu biliyoruz. Herhalde eylemi yapanlar yakında niye yaptıklarını açıklarlar. Ancak şu açıktır ki, Kürtlere karşı bu kadar zalimce bir savaş yürütüldüğü ortamda birilerinin misilleme ve tepki eylemleri yapması anlaşılır bir durumdur. Cizre’de genç, sivil katleden bir devletin bu eylemler neden yapılıyor demeye hakkı yoktur. Bu eylemlerin sonuçları Kürdistan'da yapılanların yüzde biri bile değildir.

Ankara’da eylem oluyor, hemen büyük tepkiler gösteriliyor, paneller yapılıyor, bu eylemleri yapanların zalimliğinden söz ediliyor. AKP hükümeti Amed, Ankara ve Suruç katliamları olduğunda böyle naralar atmamıştı. Sabrımız şöyle taştı, böyle taştı deyip IŞİD’e karşı savaş açmamıştı. Lafta IŞİD'e de karşıyım deyip, ama esas olarak IŞİD'e karşı mücadele edenlere saldırmaktadır. Türk basını da aynı AKP hükümeti gibi davranıyor. Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Silvan’da, İdil’de, Gever’de ve Kürdistan'ın birçok il ve ilçesinde tanklarla, toplarla AKP hükümeti saldırıp yüzlerce sivili katlederken, yüzlercesini yaralarken hükümetimiz ve devletimiz neden sivil yerleşim yerlerine tankla, topla saldırıyor diye programlar yapılmamıştır. Dünyada sivil yerleşim yerlerine böyle tankla, topla saldırıldığı görülmüş müdür? Bu, insanlık suçu değil midir? Türk devletinin bu insanlık dışı politikalarına karşı bir yayıncılık yapılmamıştır. Ama sözde demokrat olduğunu söyleyen kişiler hemen aynı gün Ankara’daki eylem üzerine paneller yapıyorlar, bu eylemleri yapanların ne kadar zalim olduğundan dem vuruyorlar. İşte Türkiye gerçeği budur. Ankara eylemlerini yaratan gerçeklik de budur. Bu eylemleri kimin yaptığını bilmiyoruz; ancak Türkiye'nin aydınları, yazarları, basıncıları, siyasetçileri Türk devletinin bu zalimliğine karşı çıkmazsa; öfkeli Kürt gençleri de bu Kürt halkına yapılan saldırılara misilleme yapabilirler. Türkiye'de ahlaksız ve vicdansız bir çifte standart vardır. Kürt çocuğu, kadını, genci, yaşlısı hunharca, zalimce katledilirken sessiz kalanlar, Türkiye'de, hem de askeri hedeflere bir eylem olunca kıyamet koparıyorlar. Böyle pişkin, ikiyüzlü, çift standart yaklaşım olabilir mi? Yoksa Kürtlerin kadını, çocuğu, genci öldürülebilir diye bir kanun mu var? Eğer AKP hükümeti bu politikalardan vazgeçmezse tabii ki Türkiye de savaş alanı haline gelir. Köyleri yakılıp yıkılarak Türkiye metropollerine sürülen Kürtlerin şimdi Kürt şehirlerinin ve kasabalarının yakılıp yıkılması karşısında sessiz kalmasını kimse bekleyemez.

AKP YENİ BİR HEGEMONİK ÇİZGİ YARATIYOR

MHP, CHP hatta Ergenekoncular bile ‘AKP bizim çizgimize geldi’ diyorlar. Sizce kim kimin çizgisine geçti? Yoksa hepsi zaten aynı çizgide miydiler?

Kuşkusuz bu durumun değerlendirilmesi gerekiyor. MHP zaten bizim çizgimize geldi diyor, Ergenekoncular da öyle diyor. Şovenist milliyetçiler böyle diyor. Bu doğrudur. Ancak AKP'nin CHP çizgisinden gelmesinden çok, bu çizgiyi aşıp yeni bir hegemonik çizgi yaratma gerçekliği vardır. CHP açısından ise şöyle değerlendirmek daha doğrudur. CHP, Türkiye'nin kurucusuyum diyordu, kurucu partiyim diyordu, kendisini böyle ortaya koyuyordu. Türkiye'nin sahibi görüyordu. Bazı yönleriyle devletin kodlarıyla, paradigmasıyla bütünleşmiş bir parti olarak kendini görüyordu. Böyle bir durum vardı. Ama şimdi durum değişti. Şu andaki Türk devleti CHP’nin benim dediği devlet değildir. O durumdan çıkmıştır. Hala bir kısım CHP’liler kendilerini demokratik olmayan eski cumhuriyetin söylemleriyle kendilerini ifade etseler de, hala o yaklaşımları, o refleksleri gösterseler de Türkiye'de siyasal durum değişmiştir.

CHP ancak cumhuriyeti demokratikleştirerek ayakta kalabilirdi. Hala da ayakta kalması için böyle bir zihniyete sahip olması gerekmektedir. Bu basireti gösterip cumhuriyeti demokratikleştirme adımı atamadığı için şimdi devlet AKP’lileşmiştir, MHP’lileşmiştir. Artık yeni hegemonik zihniyet CHP’ye değil, AKP’ye aittir. AKP kendi zihniyetini yeni devletin hegemonik zihniyeti haline getirme konusunda önemli mesafe almıştır. Kuşkusuz hala AKP'nin hegemonik zihniyetiyle CHP’nin sahiplendiği kurucu zihniyete yakın olanlar arasında bir çatışma vardır. Bu çatışmanın zaten bir yüzü CHP’nin muhalefetinde görünmektedir. Ancak nasıl ki Türkiye 70-80 yıl boyunca CHP’nin kurduğu hegemonik zihniyetle bugünlere geldiyse, CHP’nin zihniyeti devletin temel parametrelerine hakim olduysa, şimdi bu değişmekte, yeni bir hegemonik zihniyet devlete hakim olmaktadır. Bu yönüyle AKP CHP’nin o hegemonik anlayışının, o ulus-devletçi paradigma savunuculuğunun önemli bir kesimini almıştır; ama yeni boyutlar da kazandırmıştır. Yani sadece CHP’nin, klasik devletin temel parametrelerini kendi parametresi haline getirmemiştir, yeni boyutlar da kazandırmıştır. Mezhepçilik boyutu kazandırmıştır, hatta daha hegemonik bir boyut kazandırmıştır. Aslında işbirlikçiliği CHP’den öte bir noktaya taşımıştır. Ancak AKP'nin hala politikada oturmamış yanları vardır. Bu yönüyle uluslararası sistemle çatışan yanları var, yine Türkiye içinde çatışan yanları var. Yani çok pragmatik, bir yerden bir yere kayma özelliği var. CHP bu kadar pragmatik değildi. Onun kendine göre bir siyasi çizgisi vardı. Ama AKP çok pragmatik, gerçekten iktidarı için, hükümeti için her türlü değeri yerle bir edecek bir karaktere sahiptir.

Kuşkusuz MHP de, CHP de, diğer partiler de, Ergenekoncular da Türk devletinin temel kodlarına sahipti. Bu yönüyle bir birlerinden bir farkları yoktu. Yok birbirimizden farkımız, biz Osmanlı bankasıyız reklamındaki gibiydiler. AKP ilk önceleri devletin paradigmalarını tümden sahiplenmiş parti değildi. Bu devlet içine alınmadığından devletin temel parametrelerine sahip çıksa da çelişkileri de yaşıyordu. Ancak AKP sistem içine alınmıştır. Önceden siyasal İslamcılar sistemden dışlanmıştı. 2007’deki Yaşar Büyükanıt’la Dolmabahçe’de yapılan mutabakatla siyasal İslam Kürt karşıtlığı temelinde sistem içine alınmıştır. Cumhuriyet Kürt’e de, sola da, siyasal İslam’a da kapalıydı. Bu üç akım karşıtlığı üzerine kurulmuştu. Şimdi siyasal İslam devlet içine alınmış, Kürt ve sol karşıtlığı üzerine yeni bir hegemonik sistem şekillenmektedir.

Bir daha vurgulayalım gelinen aşamada CHP artık 50-60 yıl öncesi gibi devletle bir olan, bütünleşen bir parti değildir. Devlet artık yeni partisini bulmuştur. Çünkü siyasal İslam’ı sistemin içine aldı. Şimdi siyasal İslam sistemin içine alındığı bir devlet şekillenmesi var. Yeni bir hegemonik devlet şekillendirilmiştir. Bu nedenle de CHP ile bu sistem arasında bu yönlü çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Şu andaki durumu böyle belirtmek gerekiyor. Ama MHP’nin, Ergenekoncuların, ulusalcıların, AKP bizim çizgimize geldi demeleri doğrudur. Yani artık 20-30 yıl öncesinin devleti yok, artık siyasal İslam’ın sistem içine alındığı bir devlet gerçekliği var. Ama diğer taraftan onlar da bazı yönleriyle AKP'nin çizgisine gelerek siyasal İslam’ın sistem içine alındığı yeni hegemonik zihniyetin partileri haline gelmişlerdir.

‘MASTER PLANI’ KÜLTÜREL SOYKIRIM PLANIDIR

AKP’nin açıkladığı Master Planı’nı nasıl yorumluyorsunuz?

AKP'nin her gün bir isim verdiği bu plan Kürtleri kültürel soykırıma uğratma itirafıdır. Yüz yıldır Kürtleri nasıl egemenlik altında tutarım, nasıl kontrol altına alırım, nasıl direnemez hale getiririm, nasıl kültürel soykırıma uğratırım üzerinde yoğunlaşılmıştır. Bunun için de sürekli Kürdistan'a yönelik bu yönlü planlar hazırlamışlardır. Şark Islahat Planıdır, şu pakettir, bu pakettir, şu plandır, bu plandır 90 yıldır Kürdistan'da kültürel soykırımcı egemenliği sürdürmek için plan üzerine plan hazırlıyorlar. Psikolojik savaş harekatları yapıyorlar, özel savaş yürütüyorlar. Master Planı da şu anda yürütülen kültürel soykırımcı özel savaşın yeni ismi, yeni politikası oluyor.

Kürt halkının özgür ve demokratik yaşam talebi ortaya çıkmıştır. Kürt halkı bilinçlenmiştir, örgütlenmiştir. Artık eski kültürel soykırımcı sömürgeciliği kabul etmiyor. Bu konuda direniyor, örgütlüdür. Kürt’ün bu bilinçli, örgütlü, dirençli karakterini nasıl ezerim, nasıl ortadan kaldırırım, nasıl Kürt’ü direnemez, boyun eğen ve suskun hale getiririm amacıyla planlar yapmaktadırlar. Güya Kürt’ü ezecekler, sindirecekler, arkasından da bu planla rehabilite edecekler, terbiye edecekler! Plan dediği, Kürt’ü özgür ve demokratik yaşamdan uzaklaştırmak, özgürlük ve demokrasiyi talep edemez hale getirmektir.

Sıradan bir insan bile sorar böyle planlar niye hep Kürdistan için yapılıyor? Bu planlar Kürtlerin iyiliği için mi yapılır? Türk devleti Kürtleri bu kadar mı düşünüyor? Kürtlerin şu kadar eksikliği var, aç kaldı, susuz kaldı, şöyle zorda kaldı, ben bunları yapayım Kürtleri de rahatlatayım mı diyor? 90 yıldır Kürdistan'da izlenen politikalar ortadadır. Bu politikalar dikkate alındığında bu nasıl Kürt’ü düşünmedir? Kürdistan hep sıkıyönetimle yönetilmiş, özel savaşla yönetilmiş, olağanüstü hallerle yönetilmiş, şimdi ise ne sıkıyönetimlerle, ne olağanüstü hale gerek duyulmadan dünyada görülmemiş pervasız bir kirli savaş yürütülüyor. Eskiden belirli anayasa ve yasalara uyulurdu, şimdi buna da uyulmuyor. Sıkıyönetimde yapılmayacak uygulamaları yapıyor, olağanüstü hal zamanında olmayan uygulamalar yapılıyor; bunların hiçbirisi ne meclise soruluyor, ne de herhangi bir kuruma ve topluma. Açıktan açığa kaymakama, polise mevzuata uymayın, istediğinizi yapın diyor.

Master Planı şöyle yorumlamak lazım; Türk devletinin demokratikleşme diye bir yaklaşımı yok, Kürt sorununu çözme diye bir yaklaşımı yok. Tamamen Kürt düşmanlığı üzerine kurulmuş bir politikaya sahip. Kürtler içinde bazı işbirlikçiler yaratacaklar, bununla bu politikalarını meşrulaştırmaya çalışacaklar. Havuç-sopa, şeker-kamçı ne denirse densin bu politikayı yürüterek insanları kendi sistemine boyun eğdirecek hale getirmek istiyorlar. Bu planın içinde ne Kürt vardır, ne özgürlük vardır, ne de demokrasi vardır. Bu planın içinde sadece ve sadece Kürt’ü özgür ve demokratik yaşamdan uzaklaştırmak, özgür ve demokratik yaşam talebi olmayan, apolitik, kendi varlığından vazgeçmiş, bütün değerlerinden vazgeçmiş, Türk devletinin önüne koyduğu politikaları kabul etmiş bir varlık haline getirme vardır. Dikkat edilirse Master Planı gibi planların tümünde ekonomik hamle, bilmem sosyal politikalar, kültürel politikalar vardır. Ama Kürt’ün varlığı yoktur, kimliği ve kültürü yoktur, kimliği ve özgür yaşamı yoktur. Bu açıdan bunun Kürt için hiçbir anlamı yoktur. Zaten Kürt için yeni değildir; Kürt’ün ciddiye aldığı bir şey de değildir. Belki bazı işbirlikçileri bunu ciddiye alabilir, bu planın içinde kendisine 5-10 kuruş menfaat elde edebilir diye düşünenler olabilir. Böyle düşkün, işbirlikçi bazı çevreler bu planla ilgilenebilir. Halkın bu planla ilgilenmesi mümkün değildir. Bütün planlar boş çıktığı gibi bu plan da boşa çıkacaktır. Evet, Kürt halkı acı da görüyor, zarar da görüyor, işkence de görüyor, ama sonunda bu politikalar boşa çıkıyor. Türk devleti belki bu politikalarla belirli mesafe aldığını düşünebilir, ama artık o mesafe aldıkları diye düşündükleri, aslında kendi kirli gerçeklerini ortaya koymaktan başka bir anlam ifade etmiyor.

Belki önceleri kısmi sonuçları olmuş olabilir, artık bu planların sonuç alması mümkün değildir. Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı tanınmadığı müddetçe Kürt halkı bu planları yırtıp atacaktır. Eğer Kürdistan'da bir şeyler yapılacaksa demokrasinin gereği Kürt’e sorulması gerekiyor. Bir şehre bir şey yapılacaksa o şehre sorulması gerekiyor. Kürt’e sormayacaksın, şehirlere sormayacaksın, üstten gelip zorla şunu yapacağım, bunu yapacağım diyeceksin! Bu, kültürel soykırımcı sömürgeciliktir, buna karşı da toplumun direnmesi gerekiyor. Bu plan içindeki kentsel dönüşümü kabul etmemesi gerekiyor. Gitsin Türkiye'de kentsel dönüşüm yapsın. Eğer hayırlı bir şeyse gitsin Türkiye'nin bütün şehirlerini dönüştürsün, şehirlerin bütün özelliklerini ortadan kaldırsın, beton yığınına dönüştürsün. Kürt halkı kesinlikle Master Planını elinin tersiyle itmelidir. Zaten Master Planı dediği kentsel dönüşümden başka bir şey değildir. Diğer söylenenlerin hepsi boştur; kentsel dönüşüm denilen soykırım planının üstünü örtmek içindir. Bilmem şöyle ailelere sosyal danışman verip onları terbiye edeceklermiş! Bunların hepsi boştur, hikayedir. Bunların hepsi kentsel dönüşüm denen hem Kürt’ün ruhunu ortadan kaldıran, şehirlerin ruhunu ortadan kaldıran, ama bazı müteahhitleri de zengin eden bir planı örtmek için söylenmektedir. Daha şimdiden Kürt halkına kentsel dönüşümü dayatmak için şantajlara başvurmuşlardır. Evleri yakıp yıkanlar şimdi şunu söylüyorlar; bu evlerin bir kısmı ruhsatsızdır, ya da plana göre yapılmamıştır gibi şantajlarla eğer bunların getirdiği sorunlardan kurtulmak istiyorsanız, bunların affa uğramasını istiyorsanız o zaman gelip kentsel dönüşümü kabul edeceksiniz, yerinizi kentsel dönüşüme vereceksiniz, kentsel dönüşümün parçası haline geleceksiniz gibi dayatmalarda bulunmaktadırlar. Bu bile Türk devletinin Kürdistan üzerinde nasıl bir tehdit, şantaj, çirkin ve kirli politika yürüttüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

PKK KİMSE ADINA SAVAŞMAZ

Erdoğan’ın bu savaşı AB ve ABD’nin desteği ve onayıyla sürdürdüğüne dair görüşler var. En azından göz yumdukları söyleniyor. AKP çevresi ise ‘PKK başka güçler adına Türkiye’ye savaş açtı’ suçlamasında bulunuyorlar. ‘Dış güçlerin’ devam eden savaştaki rolü ve pozisyonu nedir size göre?

İlk önce AKP'nin PKK başka güçler adına Türkiye'ye savaş açtı suçlaması gerçekten de saçmadır. PKK savaş açmadı, savaşı AKP açtı. Bu da çok açık ve nettir. Görüşmeleri kesen,    bitiren PKK olmamıştır, Önder Apo olmamıştır. Görüşmeleri anlamsız hale getiren Önder Apo olmamıştır. Diyalogla Dolmabahçe Mutabakatı olmuş, reddedilmiş. Bunu reddedenin Erdoğan olduğunu, AKP olduğunu herkes biliyor. Bu durum karşısında önderlik de “ben her türlü çabayı gösterdim, ama reddediyorsunuz, bundan sonra gelinecekse çözüm için gelinsin, yoksa gelmenin de, görüşmenin de anlamı yoktur” demiştir. Önder Apo'nun savaş çıkmaması için büyük çaba gösterdiğini tüm dünya bilmektedir. Hiç kimse Önder Apo'nun makul temelde sorunun çözümü için çaba gösterdiğini inkar edemez. Bu açıdan PKK savaş başlattı gibi söylemler sadece kirli savaşa gerekçe bulmaktır.

AKP’liler sık sık PKK Rojava’dan güç aldı, ona dayanarak savaşı başlattı biçiminde çok basit değerlendirmeler yapıyorlar. Bu da tam bir palavradır, demagojidir. Kürt sorunundaki kendi çözümsüzlüklerini, Kürt halkına karşı yürüttükleri savaşı örtmek için bunları söylüyorlar. Niye Rojava’dan güç aldı diye PKK savaşı başlatsın? Başlatsaydı Rojava’da AKP'nin IŞİD’e açık destek verdiği zaman savaşı başlatırdı. AKP'nin IŞİD’i desteklemesi nedeniyle Kobanê Direnişine sahiplenmek için halk ayağa kalktığında, büyük bir direniş içine geçtiğinde bile eylemleri sonlandıran Önder Apo ve PKK olmuştur. PKK ve Kürt Özgürlük Hareketi sonuna kadar diyalog yolunu denemedi mi? Görüşme yolunu denemedi mi? AKP hiçbir adım atmadığı halde sabırla görüşmeleri sürdürmedi mi? AKP sürekli karakol yapıyordu, tutuklama yapıyordu, askeri amaçlı barajlar yapıyordu, ama buna rağmen görüşmeler sürdürüldü. Görüşmeler süresince onlarca sivil katledildiği halde yine de sabırlı davranılarak çatışmasızlık sürdürülmüştür. Fakat görüşmeleri anlamsız kılan, yok sayan, muhatap da yok, masa da yok diyen, mutabakat da yok diyen, önderliğin açıklamalarına İmralı’yı meşrulaştırıyor diyen kendileri olmuştur.

PKK kimse adına savaş yapmaz, yapmamıştır da. Bunu bütün dünya biliyor. Türk devleti Kürtlerin direnişini her zaman bir yerlere bağlamıştır. PKK onlarca yıldır Kürt halkının özgürlüğü için mücadele yürütüyor. Herhalde Kürt halkının özgürlük sorunu var. Dünyada Kürt halkı gibi kimliği ve varlığı yok sayılan, kültürü ve dili yok sayılan, başka bir halk da yok. Bu yönüyle bu halk mücadele etmeyecek, savaşmayacak da kim savaşacak? Kim mücadele verecek? Eğer Kürtler gibi yok edilmek istenen bir halk mücadele etmeyecekse dünyada hiçbir halkın, hiçbir toplumun mücadele etmemesi gerekir. Eğer Kürtler mevcut duruma boyun eğecekse, dünyada herkesin halinden memnun olması, mevcut duruma boyun eğmesi gerekir. Bu yönüyle PKK'nin dış güçlere dayandığı sözü Türk devletinin onlarca yıldır tekrarladığı sözdür. Bu yeni bir şey değil ki! PKK ilk mücadeleye başladığından bugüne kadar her gün bir dış güç aramışlardır. Bir gün şu dış güçtür, bir gün bu dış güçtür; böylelikle Kürt halkının özgürlük mücadelesini suçlamışlardır. Hatta o kadar ileri gitmişlerdir ki, savaşanlar Kürtler değil, Ermenilerdir demişler, şehit düşen savaşçıların sünnetsiz olduğunu iddia etmişlerdir. Halbuki dış güçlere dayanarak Kürt halkına karşı yüzyıldır kültürel soykırımcı politika izleyen Türk devletidir; yine son 35 yıldır da Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında dış güçlerden destek alarak savaşı yürüten Türk devletidir. Dış güçlerden destek almazsa Türk devleti bu savaşı bırakalım 10 yıl, bir yıl, altı ay bile sürdüremez. Türk devleti Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü savaşta tekniği nereden alıyor? Bugün savaşta kullandığı en önemli teknikleri kendisi mi yapmıştır? İsrail’den almaktadır, Amerika’dan almaktadır. Kendisi dış güçlere dayanarak, kendisini pazarlayarak Kürtler üzerinde inkar ve imha siyasetini yürütürken, güya PKK dış güçlere dayanıyormuş!

Kürt halkının özgürlük ve demokrasi sorunu var. Özgürlük mücadelesi veriyor. Bu açık ve nettir. PKK'nin dış güçlere dayanarak savaş verdiği yönünde tek bir belge gösterilemez. Evet, Kürtler de diplomasi yapıyorlar, ilişki kuruyorlar, ama şu güne kadar tek bir devletten bir devletten tek bir kuruş ve silah almamışlardır. Hepsini serbest piyasada parasıyla almıştır. Halkın yardımları olan parasıyla almıştır. Bu açıdan hiç kimse PKK’yi herhangi bir dış gücün etkisinde gösteremez.

HERKES TÜRKİYE’NİN DOSTU DEĞİLDİR

Tabii ki bizim Türkiye'ye karşı yürüttüğümüz savaştan memnun olanlar vardır. Bu da bir gerçektir. Dünyada herkes Türkiye'nin dostu değildir. Dünyada herkes Türkiye'nin rahat olmasını istemez. Türkiye zaten Kürt sorununu çözmeyerek kendi düşmanlarını ve Türkiye'yi sevmeyenleri memnun ediyor. Bu konuda Türk devleti ve AKP hükümeti kendine bakmalı. Kürtlerle savaşarak kendi toplumuna ve tarihine ihanet ediyor. Kürtler ne yapacak, kültürel soykırımcı sömürgeciliğe teslim mi olacak? Mecburen direnecek! Direndiği zaman da ortaya çıkacak direnişten, savaştan bazıları memnun olur. Ama bunu yaratan, bu duruma getiren Türk devletidir. Bunun sorumlusu Kürtler değildir. Kürt sorununu çözmeyerek, kendisini sürekli Kürtlerle savaş içinde tutan Türk devletidir. Bu nedenle Türkiye toplumu AKP hükümetinin yakasına yapışmalıdır. Sen Kürt sorununu çözmezsen herkes bundan yararlanır demelidir. Zaten Kürt düşmanlığı nedeniyle Suriye politikası çökmüştür. Kürtler hak elde etmesin diye faşist çetelerle ilişki kurmuş ve bunun sonucu da Suriye'de faşist çetelerle ilişki kuran güç olarak kaybetmiştir.

Bizim direnişimiz tamamen AKP politikalarına karşı direniştir. Bilmem şu dış gücün etkisiyle, yok Rojava’dan aldığımız güce dayanarak Türk devletine savaş açmışız da; bunların hepsi de masa başında uydurulan, kendi Kürt sorununun çözümsüzlüğüne, Kürtlere yönelik açılan savaşa kılıftır. Kürt sorununun çözümünde adım atsınlar, bir günde bütün sorunlar çözülür. Kürtlere karşı savaştan vazgeçsinler, hemen sorun çözülür. PKK en makul yaklaşımı gösterir. Önder Apo en makul yaklaşımı gösterir. Yeter ki Kürt sorununda çözüm politikaları olsun, çözüm yaklaşımları olsun. Kürt sorununda çözüm yaklaşımı olmadığı müddetçe, Kürtleri baskıyla, zulümle kültürel soykırıma uğratmak istediği müddetçe Kürtler de direnecektir.

Tabii ki Türk devleti Kürt halkına karşı yüz yıldır dış destekle savaşıyor. Dış dünyanın desteği olmasaydı, Avrupa’nın, ABD'nin, çeşitli güçlerin desteği olmasaydı Türk devleti Kürtlere karşı böyle bir soykırım politikasını bu yüzyılda yürütemezdi. Türk devleti Avrupa ülkelerinin değerlerinin bile kabul edemeyeceği dünyanın en kirli politikasını yürütüyor. Bir halkın varlığını yok sayıyor, inkar ediyor. Ama bu politika şimdiye kadar desteklenmiştir. 1990’lı yıllardaki kirli savaşı ABD de biliyordu, Avrupa da biliyordu, ama desteklediler. Binlerce köy yakılıp yıkıldı, faili meçhul cinayet işlendi; her türlü zulmü gördü Kürtler, ama ses çıkarmadılar, onay verdiler. Neden? Türk devletini kullanmak için! Ecevit niye Apo'yu bize verdiler diye soruyordu. Niye verdiler? Kullanmak için teslim ettiler. Bugün de Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı, Kürt halkına karşı çok kirli bir savaş yürütüyor, ama ses yok. Bu kadar katliama ses çıkarmamak, bu kadar kirli savaşa ses çıkarmamak, insanlık dışı savaşa ses çıkarmamak destek olmaktır. Şehirler tankla, topla yıkılıyor, sivillerin yaşadığı mahallelere, şehirlere saldırı yapılıyor. Sivil yerleşim yerlerine tankla, topla saldırmak bir savaş suçudur. Ama buna ABD ve Avrupa göz yumuyor. Evet, 7 Haziran’dan önce biraz AKP'yi, Erdoğan’ı sıkıştırdılar; Erdoğan’ın, AKP'nin politikalarını eleştiriyorlardı. 7 Haziran’dan sonra AKP zayıflayınca ilk yaptığı iş, ABD'ye ve Avrupa’ya yaltaklanmak oldu. Bir taraftan içeride faşistlerle Kürt düşmanı cepheyi kurarken, diğer taraftan da ABD ve Avrupa’nın politikalarına uyacağını söyledi ve bu çerçevede destek aldı. 1 Kasım seçimi öncesi Avrupa Türkiye yönelik eleştirel raporu yayınlamamıştır. Seçimden sonra da yumuşatarak yayınlamıştır. Çünkü ABD ve Avrupa Türk devleti zorlandıkça kullanıyorlar. Türk devleti zorlandıkça ABD ve Avrupa’ya başvurup kendini kullandırıyor. Böyle bir politika var, böyle bir ilişki var aralarında. Nasıl ki önderliğe komplo yaparak Türkiye'yi kendi politikalarında daha fazla kullanma yoluna gitmişlerse, şimdi de PKK'ye karşı yürütülen savaşta açık olmasa da el altından destek vererek, göz yumarak kendi politikaları doğrultusunda kullanmaya çalışıyorlar.

AB VE ABD’NİN TÜRKİYE’NİN BAZI POLİTİKALARINDAN RAHATSIZLIKLARI VAR

Kuşkusuz ABD'nin de, Avrupa Birliğinin de Türkiye'nin bazı politikalarından rahatsızlıkları var. Bu yönüyle hiç rahatsız olmadıkları söylenemez. Gerçekten de AKP'nin belli politikaları ABD'nin, Avrupa’nın politikalarını zorlamaktadır. Bu açıdan rahatsızlıkları var. Çelişkileri de var, ama esas olarak Türk devletini, AKP'yi, Erdoğan’ı kendi politikaları doğrultusunda kullanmak için bu savaşa onay verdiler. Eğer Avrupa ve ABD onaylamasaydı, göz yummasaydı Türk devleti, Erdoğan Kürtlere karşı bu kadar kirli bir savaş yürütemezdi. Bu açıdan Kürt halkına karşı bu kadar kirli savaş yürütülmesinin suç ortağıdırlar. Zaman zaman Türk devletinin, AKP iktidarının bazı uygulamalarını eleştirseler de açık, net tutum koymadıkları için, politikalarına karşı durmadıkları için onaylamış oluyorlar. Bu da bir gerçekliği ifade ediyor.

Şunu söyleyebiliriz, daha önce de belirttik, bu savaşla hem Türkiye'yi zayıflatmak istiyorlar, AKP'yi köşeye sıkıştırmak, hem de Kürt Özgürlük Hareketini zayıf düşürmek istiyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi'nin de bölgede etkili olmasını istemiyorlar. PKK'nin etkili olmasını engellemek açısından bu savaşın sürmesini istiyorlar. PKK zayıflarsa kendine bağlı Kürtler öne çıkabilir, ya da PKK zayıflarsa Kürtler üzerinde etkili olma, Kürtleri etkileme imkanları artabilir, bunu düşünüyorlar. PKK ile savaşta Türk devleti ve Erdoğan zayıflayacağından bölge politikalarında daha iyi kullanabilirler. Erdoğan ve Türk devletinin insanlık suçu olan birçok eylemi olmuştur. Bunları ellerinde koz olarak tutuyorlar. Şu anda Avrupa ve ABD'nin Türkiye'nin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü savaşta rolü böyledir. Bir daha vurgulayalım, AKP Kürtlere karşı savaş açmıştır. Şu dış güç bu dış güç etkisiyle PKK Türkiye'ye savaş açmıştır söylemleri tamamen yalandır. PKK'nin dış güce bağlı olup olmadığı, PKK'nin dış güç adına savaşıp savaşmadığını test etmek istiyorlarsa Kürt sorununda çözüm için adım atsınlar, o zaman PKK'nin kime bağlı olup olmadığı, esas olarak kimi düşündüğü, Türkiye'yi mi düşündüğü yoksa dış güçler adına mı bir savaş yürüttüğü net anlaşılır. O zaman Türk devletinin konuşma hakkı olabilir. Kürtlerin varlığını bile yok sayan, kimliğini ve kültürünü yok sayan bir devletin bu konularda hiç konuşmaya hakkı yoktur.

ÖZGÜRLÜK HAREKETİ EN GÜÇLÜ DÖNEMİNİ YAŞIYOR

Kürt halkına karşı yoğun bir kara propaganda yapılıyor. Sanki Devlet güçlü sizin hareketiniz zayıfmış gibi bir algı oluşturulmak isteniyor. Hareketinizin nasıl bir aşamada olduğunu düşünüyorsunuz? Buna karşı Türk devleti nasıl bir durumla karşı karşıya?

Türk devleti 30 yıldır sonunu getirdik, bitti bitti demektedir. Gerilla savaşının başladığı 1984’ten bugüne Türk devlet yetkililerinin hepsi bunu söylemiştir. Her yıl bunu söylemişlerdir, ama gelinen aşamada Kürt Özgürlük Hareketi en güçlü dönemini yaşamaktadır. Hem askeri açıdan, hem toplumsal destek açısından, hem Ortadoğu'daki siyasi gücü açısından, hem Türkiye'deki siyaseti etkileme açısından PKK en güçlü dönemini yaşamaktadır. Son on yıldır Türkiye içinde bile PKK’siz siyaset yapılmış mıdır? Herkes Önder Apo'nun, PKK'nin ne söylediğine bakmamış mıdır? Bugün bile Türkiye'nin politikalarını belirleyen PKK’dir. Şu anda AKP'nin hangi politikası var? Tek politikası var, Kürt düşmanlığıdır, PKK düşmanlığıdır. Hepsi PKK'ye karşı özel savaş hükümetleri haline gelmişlerdir. Ekonomi, eğitim, diğer şeylerin hepsi hikayedir. Bunların hepsini herhangi bir iktidar da yapabilir, bakanlık da yapabilir. Onlar zaten rutin bakanlıklardır. Ama en fazla konuşulan konu PKK’dir, Kürt halkının durumudur, Kürt halkına karşı yürütülen savaştır. Milli Güvenlik Kurulunda da bunlar konuşuluyor, bakanlar kurulunda da bunlar konuşuluyor. Milli Güvenlik Kurulunun bütün açıklamaları alınsın, hepsi terörizme karşı nasıl mücadele verileceği yönündedir.

Her gün naralar atılıyor, bağırıp çağırılıyor. Niye bu kadar bağırıp çağırıyorlar? Eğer PKK zayıf olsaydı, etkisiz olsaydı, Türk devleti bu kadar sorun haline getirir miydi? Bu kadar bunun üzerinde yoğunlaşabilir miydi? Gerçeklik ortadadır. Nasıl zayıflamışız, bunu nereden çıkarmışlar? Bölge politikalarında mı zayıflamışız? Bölgeyi etkileyen güç değil miyiz? Toplumsal temelimiz mi zayıflamış? Herkes HDP'ye, BDP’ye oy veren kitle PKK'nin etkilediği kitledir, diyor. Doğrudur, Özgürlük Hareketimizin mücadeleyle ortaya çıkardığı kitledir. İlk defa yüzde 10 barajını aşmadı mı? AKP'yi neredeyse Kürdistan'ın tümünde tabela partisi haline getirmedi mi? Nasıl oluyor, hemen birkaç ayda bu kitle uçup gidiyor mu? Gerilla şu anda en güçlü konumunda! Türk devletine karşı en etkili savaşı verecek durumdadır. PKK şu anda sadece dağlarda değil, şehirlerde bile etkili savaşacak düzeye gelmiştir. Halkın özyönetim direnişleri de yenidir, bir başlangıçtır, eksikleri ve yetersizlikleri olabilir, ama şimdiden özyönetim direnişleri kazanmış, AKP hükümeti kaybetmiştir. Gençlerin, öz savunma güçlerinin üzerine on binlerce askerle, tankla, topla giden bir devlet mi güçlüdür, yoksa on binlerce askere, tankla, topla fedaice savaşan bir halk mı, direnenler mi güçlüdür? Özyönetim direnişleri bir daha Kürt’ün direnme gücü ortaya çıkmıştır, halkın direnme gücü ortaya çıkmıştır. Bu açıdan Kürt halkının özgürlük mücadelesinin zayıfladığı yönlü propagandalar özel savaş, psikolojik savaştır. Toplumu etkilemedir. Özellikle de Erdoğan ve AKP hükümeti kendini iktidarda tutmak için Kürt’ü zayıf göstermeye çalışıyor. Kendini iktidarda tutmak için PKK'ye ne kadar darbe vurduğunu anlatmaya çalışıyor. Bunlar kısa süreli şeylerdir. Olabilir, Türkiye toplumu içinde bazı kesimleri etkileyebilir. Zaten bu tür propagandalar Türkiye toplumuna yöneliktir. Yoksa dünya neyin ne olduğunu biliyor. Kürt halkı da neyin ne olduğunu biliyor, demokrasi güçleri de neyin ne olduğunu biliyor, kimin güçlü, kimin zayıf olduğunu biliyor. AKP en zayıf dönemindedir. Bu kadar zayıf döneminde olmasaydı daha düne kadar birbirlerine neler söyleyenler, Ergenekoncular, ulusalcılar, MHP, şu bu bir araya gelmezdi. Bunlar güçlü olduklarından mı bir araya geliyorlar? AKP demokrasi ve Kürt halkı karşısında zayıf düştüğünden bütün bu güçlerle birleşerek kendini ayakta tutmaya çalışıyor. Ama onlar da kendisini ayakta tutamayacaktır.

Biz Hareket olarak nereye geldiğimizi görüyoruz. Herkes de görüyor. Herkes PKK'nin en güçlü döneminde olduğunu söylüyor. Bu açıktır. PKK'nin etkisi Başur’da da vardır, Rojhılat’ta da vardır, Rojava Kurdîstan’ında da vardır, bütün Ortadoğu'da da vardır. Sadece Kürtler üzerinde değil, bütün Ortadoğu halkları üzerinde etkilidir. Eğer bir iki ilçede direnen gençlerin şehit düşmesinden söz ediliyorsa, ya da yüzlerce sivili katletmeyi bir başarı olarak görüyorlarsa o ayrı, o onun görüşüdür. Onun başarı olmadığı açıktır. Sivilleri öldürmek, yaralıları katletmek hiç kimse için bir başarı değildir, bu bir başarısızlıktır. Bir yenilgidir. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yaralıların, halkın üzerine bu düzeyde giden bir güç kaybetmiştir. Demek ki başka türlü ayakta kalamıyor. Sivil halkın üzerine bile böyle gitmek zorunda kalıyor. Öz savunma yapan gençlere bütün ordusunu yığmak zorunda kalıyor. Bu düzeyde zayıflamıştır. Meşruiyeti de kalmamıştır, toplumsal temeli de zayıflamıştır. Kürdistan'da artık çıplak zoruyla kültürel soykırımcı sömürgeci bir güç haline gelmiştir. Zaten bu bitişidir. Ne Master planı, ne şu, ne de bu artık Kürdistan'da AKP'nin toplumu aldatma, kandırmasına yetecektir. Bir musibet bin nasihatten yeğdir derler. Evet, acı çekti Kürt halkı, büyük kayıplar verdi, ama AKP gerçeği ortaya çıktı, büyük bir bilinç yaşadı. Bu dönem Kürt halkının çok güçlü biçimde bilinçlenme dönemidir. Nasıl mücadele edeceğini daha iyi anlama, daha iyi kavrama dönemidir. Bu bakımdan bundan sonra Kürdistan'daki tüm toplumsal kesimler gaflete düşmeden, kendini aldatmadan, kendini kandırmadan mücadelesini daha güçlü biçimde sürdürecektir.

Bu gerçeklik bile AKP'nin kaybettiğini göstermektedir. Biz birkaç yıl önce bir röportajımızda, Türk devleti bahar gelmesin diye dua ediyor, demiştik. Türk devleti hep kışta yaşamak isteyen bir güçtür. Bu röportajı yaptığımız kıştan sonra gelen baharla birlikte gerillanın Türk devletine karşı nasıl bir savaş yürüttüğünü herkes gördü. O sözümüzün ne anlama geldiğini daha sonra bütün Kürt toplumu da, Türk yetkilileri de gördü. Aslında şimdi de baharın gelmesini istemiyorlar, ama bütün insanlık tarihi boyunca hiç kimse baharın gelişini engelleyemedi, halkların umudunu engelleyemedi, özgürlük direnişini, mücadelesini engelleyemedi; AKP de engelleyemeyecektir. Öyle algı operasyonlarıyla, sanal algılar yaratmakla hiç kimse hiçbir şey elde edemez. Olabilir, belli bir süre için bazı toplumsal kesimleri aldatabilirler, kandırabilirler, inandırabilirler, ama Türklerin atasözü var, Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu!

KÜRT HALKINA MESAJ

Önümüzdeki sürecin mücadele karakteri ve yakıcılığında bakıldığında, Kürt halkına, gençliğe, kadın, kurum ve siyasetçilere ne gibi bir mesajınız var?

Türk devletinin politikası ve saldırganlığı açıkça görülmektedir. Türk devleti çeşitli güçlerle faşist bir cephe kurarak Kürt halkının özgürlük ve demokrasi iradesini kırmak istiyor. Kürt sorununda çözüm politikası olmadığı için bilinçlenen, örgütlenen, mücadele eden Kürt halkını ezmek istiyor. Çünkü Kürt halkı şu anda koşullar ne olursa olsun bilinçli, örgütlü ve mücadele eden bir halk gerçekliğine ulaşmıştır. Belki yetersizliği ve eksikleri vardır, ama mücadele eden bir halk gerçekliğine ulaşmıştır. İşte şimdi mücadele eden bu halk gerçekliğine yönelik bir savaş açılmıştır. Türk devletinin saldırgan politikası herhangi günlük politikayla ya da olayla ilgili değildir; tamamen bir hükümet kararıdır, hatta Milli Güvenlik Kuruluyla devlet kararı haline getirilmiştir. Bu açıdan bu savaşa, bu mücadeleye kesinlikle geçici gözle bakmamak gerekiyor. Herkesin kendisini uzun vadeli bir savaşa göre hazırlaması gerekiyor. Artık bu savaşın finaline doğru gidiliyor. Önümüzdeki dönemde gerçekleşecek mücadeleyle Kürt halkının geleceği belirlenecek. Özgür ve demokratik yaşamının karakteri belirlenecek. Bu açıdan Kürt halkı bu dönemde kendisini bir final savaşına göre hazırlamalıdır. Bölgede yeni dengeler kuruluyor, bölge altüst olmuş. 20. Yüzyılın başındaki dengeler yıkıldı. Yeni kurulacak dengelerde Kürtler yer alacak mı, almayacak mı? Türk devleti, Kürtler yer almamalıdır diyor. Bunun için Rojava Devrimine düşmanlık yapıyor. Bunun için içeride Kürt düşmanlığı yapıyor; bütün Kürt düşmanlarıyla birleşmiş durumdadır. Kürtlerin ne Türkiye içinde özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını istiyor, ne Rojava’da, ne de Rojhilat’ta istiyor. Bu gerçekliği halkımızın görmesi lazım. Böyle bir saldırganlık var. Bu saldırganlığa karşı da ancak örgütlenerek, direnerek cevap verebiliriz. Öyle sıradan, vasat bir mücadeleyle Türk devletinin saldırılarına cevap verilemez. Ortadoğu'da, dünya dengelerinin kurulduğu coğrafyada Kürtlerin gerçekten soykırıma uğratılmak istendiği bir coğrafyada sadece Bakurê Kurdîstan’daki Kürtler değil, bütün Kürtler tehlikededir. Böyle bir coğrafyada direnmeden özgür ve demokratik yaşam elde edilemez. Herkesin bu gerçekliği bilmesi ve kendini kandırmaması lazım. Gafil olmaması lazım.

Mücadele edilmeden de, sadece sözle, belli açıklamalarla ya da milletvekillerinin mecliste söyleyeceği sözlerle bu sorun çözülemez. Çözülmesi mümkün değildir. Erdoğan açıkça mevzuatı ve yasaları dinlemeyin dedi. Türkiye'de Kürt sorunu söz konusu olduğunda yasaların, mevzuatın, meclisin hiçbir anlamı yoktur. İstediğin kadar konuş derler, ama Kürt sorunun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda adım atmazlar. Zaten Kürtler yararlanır diye Türkiye'yi de demokratikleştirmiyorlar. Bu gerçeğin de herkes tarafından bilinmesi lazım. Bu bakımdan önümüzdeki dönemde mücadeleye bütünlüklü bakmak lazım. Bu mücadelede herkes rolünü oynarsa sonuca gideriz. Gençlik de rolünü oynayacak, kadın da rolünü oynayacak, demokratik siyasetçiler de rolünü oynayacak, bütün kurumlar da rolünü oynayacak. Herkes rolünü oynadığı takdirde o zaman bu mücadele birbirini tamamlayarak AKP'nin saldırgan politikaları boşa çıkarılıp Kürt halkının özgü ve demokratik yaşamı kazanılabilir.

Kuşkusuz Türk devleti her türlü insanlık dışı uygulamayı yapan ve yapacak bir devlettir. Nitekim vahşi politikalar uyguluyor, vahşi saldırılar yapıyor. Çoluk çocuk, kadın demeden öldürüyor. Böyle bir gerçekliği var. Ama Kemal Pir’in dediği gibi yaşamı uğruna ölünecek kadar sevemezsek Kürtler varlığını koruyamaz. Bırakalım özgürlüğün kazanılması, var olunamaz. Bu açıdan halkımız genciyle, kadınıyla, yaşlısıyla herkes zor koşullara katlanmasını bilecektir. Kürdistan devriminin tarzı, zor koşullarda direnerek başarmanın tarzıdır. Kürdistan'da zor koşullara katlanmadan başarı yoktur, kazanma yoktur. Bu bakımdan herkes zor koşullara katlanmasını bilecektir. Herkes şehitlerimizin mücadelesini göz önüne getirmelidir. On binlerce şehidimiz var, Cizre’de yüzlerce şehidimiz oldu, Silopi’de oldu, başka ilçelerde oluyor. Bu şehitlerimize bağlılığın gereği zorluklardan şikayet etmeden Sêvê şahsında Nusaybin’de katledilen üç kadın yoldaşın izinde, yine Cizre’de vahşice yakılarak katledilen şehitlerimizin izinde zor koşullarda direneceğiz ve kazanmasını bileceğiz. Bu bakımdan tank atışı oluyor, top atışı oluyor diye kimse evlerini bırakmamalıdır, mahallesini bırakmamalıdır. Zaten kaçırtmak için bu saldırıları yapıyor. Halkın iradesini böyle kırmak istiyor. Tankla, topla öldürürüm, kaçırtırım, sonradan da iyice yakarım, yıkarım diyor. Böyle bir vahşi zihniyete sahip! Dolayısıyla en büyük yurtseverlik ve direniş, bu politika karşısında mahallesinde kalmak, şehrinde kalmak, sokağında kalmaktır. AKP hükümeti böyle yenilgiye uğratılır. AKP'yi yenilgiye uğratacak tarz, onun tankı, topu karşısında, saldırıları karşısında mahalleleri korumaktır, sokakları korumaktır, şehirlerimizi korumaktır. Evimizi, mahallemizi, şehrimizi terk etmemektir. Bu, en temel yurtseverlik görevidir.

Yine tüm halkımız bulunduğu yerde, şehrinde, kasabasında kalarak direnmelidir. Sadece özyönetim alanlarının ilan edildiği yerler direniş alanları değildir. Öz savunma direnişinin öne çıkmadığı yerlerde de halkımız her türlü yol ve yöntemi kullanarak direnmelidir. Herkes kendi yerinde kalarak direnmelidir. Direnme, köy köy, mahalle mahalle, kasaba kasaba, şehir şehir olmalıdır. Herkes kendi bulunduğu alanı serhıldan alanı haline getirmelidir.

Öte yandan Türk devletinin saldırıları karşısında mağdur kalan halkımıza sahip çıkılmalıdır. Halkımız ortak yaşamayı bilmelidir, evini, aşını, ekmeğini paylaşmasını bilmelidir, sokağını paylaşmasını bilmelidir. Halkımız direnişini toplumsal yaşamına dayandırmalıdır. Kesinlikle Türk devletinin Kürdistan'ı boşaltma politikasına karşı durmalıdır. Hiç kimse ne şehrini, ne kasabasını bırakmalı, ne de metropollere gitmelidir. Şu andaki en önemli yurtseverlik görevinin bu olduğunu görmek gerekiyor. Artık bu savaş halkın savaşı haline gelmiştir. Zaten savaş sadece gerillayla olmaz. Evet, gerillanın savaşı önemlidir, gerilla da büyük mücadele veriyor, ama artık sonuca gitmek isterken halkımız da devreye girmelidir. Halkımız bu savaşın parçası olduğunu göstermelidir. Bunu yaptığımız takdirde kesinlikle AKP iktidarının, Türk devletinin yenilmesi yakındır.

Tabii ki savaş şiddetlendi, daha da şiddetlenecektir. Bu bakımdan kız-erkek tüm gençleri gerilla saflarına daha fazla katılmaya çağırıyorum. Hem YPS-YPJ saflarına katılmalıdırlar, hem de gerillaya katılmalıdırlar. Bu yönüyle bu dönemde gerillaya on binlerce katılım göstererek AKP iktidarının bu saldırısına cevap verilmelidirler. Bütün gençleri özgürlük saflarına katılmaya çağırıyorum. Gerilla ordusunu büyütmeye, YPS’yi, YPJ’yi büyütmeye ve Türk devletini döktüğü kanda boğmaya çağırıyorum. Kesinlikle direnen halkımız kazanacaktır, direnen halkımız daha şimdiden kazanmıştır; 2016 yılında da AKP'nin bu Kürt düşmanı saldırgan politikalarına karşı büyük direniş gösterilecek, halkımız 2016’da daha büyük kazanacaktır. Bu gerçeği tüm halkımız ve dostlarımız bilmelidir.