En yakın kahramanlarımızı kaybettik

Şirnex’ın Cizîr ilçesinde 14 Aralık 2015 yılında ilan edilen “sokağa çıkma yasağı”nın üzerinden iki yıl geçti. 79 gün süren çatışmalar boyunca 66 YPS üyesi yaşamını yitirirken, 213 sivil katledildi.

Kürt halkına yönelik ‘Çökertme Konsepti’ kapsamında Cizîr, Türk devlet güçleri tarafından dört bir yandan kuşatıldı. En az bin ev yıkıldı, onbinlerce insan toprağını terk etmek zorunda kaldı. 150’yi aşkın insan Cudi ve Nur mahallelerinde tüm dünyanın gözleri önünde diri diri yakıldı. İnsanlar, hala yıkımın içinden geçmişlerine dair ipuçları aradıkları Cizîr’de, devlet bu kez asimilasyon, kayyum, TOKİ ve Hüda-Par ile ‘çökertme konseptini’ sürdürüyor.

KHK ile kapatılan DİHA’nın o dönem Cizîr’deki muhabiri Cihan Ölmez, kentte yaşanan katliamın en yakın tanığı. Geçtiği haberlerle Cizîr’de yaşananları dünyaya duyurdu. Cihan oranın çocuğu... Bodrumlarda akrabalarını, arkadaşlarını kaybetti.  Cizîr’de iki yıl önce ne oldu? Şimdi ne oluyor? Cihan Ölmez ile konuştuk.

Cizîr’de yaşananların en yakın tanığıydınız. Devletin katliam öncesi kentteki durum neydi?

Hem çözüm süreci esnasında hem de süreç bozulduktan sonra 80 günlük sokağa çıkma yasağına gelinceye kadar kente çok sayıda provokasyon yaşandı. 14 Aralık 2015 ile 2 Mart 2016 tarihleri arasında ilan edilen sokağa çıkma yasağının yolları döşeniyordu aslında. Kobane saldırıları, Hüda-Par olayı, hendekler kapatılırken kameralar önünde öldürülen çocuklar ve büyük yasak öncesi kentte 4 kez ilan edilen sokağa çıkma yasakları. Bunun karşısında halk bir özyönetim pratiği içerisine girmişti. Gün geçtikçe devlet ile olan ilişkilerini kesip bir nevi kendi çatışmasızlık sürecinin devamı için kendi çözümlerini inşa ediyordu. Mahallelerde meclisler kuruluyordu. Sağlık, dil, kültür, eğitim, ekonomi, adalet komünleri kuruluyordu. Bunları meyvesi olarak Kürtçe eğitim veren okullar açıldı. Çocuklar 2 yıl boyunca anadilde eğitim gördü. Ya da her mahallede sağlıkçılar gönüllü olarak insanları tedavi etti. İnsanlar yaşadıkları tüm sorunları adalet komüne getiriyordu. Kısa bir sürede sorunlar çözülüyordu. Bunu herkes biliyordu artık. Örneğin o günlerde bir avukat savcının kendisine müvekkili için yaptığı suç duyurusu karşısında, “onlar daha çabuk çözüyor. Bizim gibi prosedürleri yok. Niye onlara gitmiyorsun” dediğini ifade etmişti. O esnada bir espiri gibi gelmişti. İnsanlar kolektif bir şekilde terzi, fırın ve yemek evleri açtı. 

Tüm bunlar özyönetimin bir parçasıydı mı?

Evet, bu durum devleti rahatsız etmişti. İşlevsiz kalması kendisini çok tedirgin etmişti. Genel süreçte bozulduğu için bu duruma bir operasyon planlandı. Az önce bahsettiğim tüm olaylar biraz bu yüzden gerçekleşti. Ancak saldırılar ve provokasyonlar artıkça halk daha fazla tepki gösterip örgütlülüğünü güçlendirdi. Son yasak öncesi devlet kente çok yoğun askeri sevkiyatlar yaptı. Örneğin kentin havalanına bir günde 35 kargo uçağı indi. Ya da sevkiyatlar esnasında kente getirilen zırhlı araçları saydığımızda 200’e yakın bir rakama ulaşıyorduk. Tüm bunlar yaşanacak savaşın ne kadar çetin geçeceğini gösteriyordu. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, devlet tek bir insanın burnu bile kanamadan diyalog ile bu sorunu çözebilirdi. Ama bunu hiç denemedi.

Bu kadar şiddetli bir saldırı bekleniyor muydu?

Devletin uzun zamandır yaptığı hazırlıklar vardı. Cizîr üzerinden tüm Kürt halkına büyük bir mesaj vermek istedi. O yüzden çatışmaların dozajı büyük devletlerin savaşlarını anımsatacak şekildeydi. Nasıl bir savaşın yaşandığı meydana çıkan sonucunda anlaşılabilir. Yasakta ölen sivillerin yaş aralığı savaşın ne kadar kontrolsüz olduğunun kanıtıdır. Sadece hendek ve barikatların olmadığı Dağkapı ve Kale Mahallesinde top atışı sonucu 5 çocuk yaşamını yitirdi. Tepelere konuşlanan paletli tankların rastgele yaptıkları atışların görüntülerini kaydettik. O vurulan evler bu halkındı. Yasak sonrası bin ev kullanılamaz hale geldi. Bunlar hep o top atışları yüzünden oldu. Bu savaşın ne kadar orantısız olduğunu gösteriyor.



Bodrumlarda çok yakın arkadaşlarını kaybettin. Kimlerdi bu arkadaşların? 

Bodrumda yaşamını kaybedenler DBP PM üyeleri, MKM sanatçıları, gazeteciler ve öğrencilerdi. Onlar çatışmalardan etkilenmemek için o bodrumlara sığınmıştı. O insanlar kurtarılabilinirdi. Orada mahsur kalan arkadaşlardan Gülistan Eylem Üstün atılan toplar karşısında halkı cesaretlendirmek için çektiği zılgıtlar halen kulağımda yankılanıyor. Umut, Fırat, Feride, İslam ile ellerinde erbaneyle sokak sokak gezip halka moral vermek için şarkılar söylerlerdi. Çok cesaretli ve fedakar arkadaşlardı. Üniversite öğrencileri olan İzzet ve Sakine yasaktan bir gün önce kente gezi için gelip mahsur kalmışlardı. Halk ile o kadar bütünleşmişlerdi ki yasak sonrası okulu bırakıp Cizîr’ye yerleşmeyi düşünüyorlardi. İzzet, kolektif bir şekilde arkadaşları ile bir atölye açmayı planlıyordu. Hacer ve Ramazan çok genç yaşlarına rağmen yardıma ihtiyacı olan herkese koşuyorlardı. Haber için olay yerine gittiğimde hep yardım etmek için benden önce oraya vardıklarini görürdüm. 

İki yıl sonra Cihan’da neler değişti?

Sadece ben değil bütün Cizîrliler hala her sabah yasak öncesine uyanır. Ama birkaç saniye sonra içerisinde olduğumuz gerçekliğe geri dönüyoruz. Tüm Cizîrliler artık kalan ömürlerini eksik tamamlayacak. Büyük bir onur ve mücadele mirası bırakıldı. Ama hepimiz en yakın kahramanlarımızı kaybettik. Duygusal olarak çok etkilendik. Hâlâ bu etki devam ediyor.



Cizîr’de şu an ne yapılıyor? 

Kentte şu an yapılanlar yasak öncesi hazırlanan bir planın parçası ve devamı niteliğindedir. Yoğun bir güvenlik ablukası var. Her mahallede 2 karakol mevcut. Sürekli devriye atan zırhlı araçlar ve GBT yapan polisler ile karşılaşıyoruz. Bu güvenlikçi politikalar yanı sıra bir asimilasyon ve yozlaşma siyaseti  devreye konulmuş durumda. Öte yandan iktidarın çok yoğun propagandası yapılıyor. Daha önce Cizîr’de yaşamayan çok sayıda insan yasak sonrası getirildi. Tüm bunlar karşısında Cizîrliler özellikle olağanüstü güvenlik önlemlerinin kaldırılmasıni istiyor. Gasp edilen iradelerinin teslim edilmesini istiyor. Şu an haksız iddialarla cezaevinde olan yüzlerce kişi var. Bunların bırakılması isteniyor. 

Yaşam nasıl kuruluyor?

Cizîrliler yaşamlarına devam etmeye çalışıyor. Bir toparlanma süreci var. HDP ve DBP etrafında bir kenetlenme var. Yürüyüş ve toplantılara izin verilmiyor OHAL nedeniyle. Ama ilçe binaları çok kalabalık. Bu konseptin en büyük amaçlarından biri halkın temel haklarından vazgeçip bu çerçevede HDP ve DBP’den uzaklaşmasıydı. Ancak bu gerçekleşmedi. Ki, Newroz en büyük cevaptı.



HDP Şirnex Milletvekili Aycan İrmez, yıkılan kentlerde TOKİ eliyle yapılan konutları kamp olarak görmek gerektiğini söyledi. Kürt aile yapısının küçültülmesi mi hedefleniyor?

Gerçekleştirilen yıkım ve sonrasındaki yapılaşma genel konsept ile direkt bağlantılı düşünülmüş. Yapılan TOKİ’ler bölgedeki genel yapılaşma ile örtmüşüyor. 2 ya da 3 çocuklu aileler için inşa ediliyor bu binalar. Geniş avluların binaların yerini 12 katlı binalar alacak. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın son açıklaması buna yönelikti. Bu düşünülenin ağızdan kaçmasıdır bir nevi. Yıkım sonrası insanlar kendi evlerini kendi arsaları üstünde inşa etmek istedi ancak buna izin verilmedi. Bunlar sadece Cizîrliler için yapılmadı. Yasakta bin ev yıkıldı ama 4 bine yakın ev yapılıyor. Bunların çoğu kente getirilen memur ve güvenlik görevlilerine tahsis edilecek. 

Son 2 yıldır kentte Hüda-Par çevrelerinin etkili olduğu söyleniyor. Bu çevreler nasıl örgütleniyorlar? Hükümet bunlara nasıl olanaklar sağlıyor?

Aslında Hüda-Par’ın bölgeye alternatif olarak planlama fikri uzun yıllara aittir. Ancak halkın hiçbir zaman bu fikre ilgi göstermediğini belirtebiliriz. Ki seçimlerde çıkan sonuçlar bunun göstergesi olarak değerlendirilebilir. Çözüm süreci esnasında birçok provokasyonda adı geçen Hüda-Par sokağa çıkma yasaklarına destek çıktı. Örneğin Cizîr’de yasak esnasında evlerini güvenlik güçlerine açan ya da her ölüm sonrası memnuniyetlerini dile getirenler oldu. Yaşanılan büyük acılara rağmen vahim tabloyu kendileri açısından bir fırsat olarak değerlendirmek istiyorlar. Kentte Hüda-Par’a yakınlığı ile bilinen insanlar bugün kayyum atanan belediyelere personel olarak alınıyor. Çoğusu güvenlik bekçisi olarak başvurdu.

Diyanet ile işbirliği içinde çok sayıda kuran kursu açıldı. Şüphesiz bunlar sadece Kuran eğitimi için açılmadı. Daha önce Kürtçe eğitim veren 2 okul bügun kuran kursu olarak kullanılıyor. Bu kursların hocaları Hüda-Parlı aileler. Hüda-Par bugün istediği eylem ve etkinliği kente yapabiliyor. Kimse onlara OHAL gerekçesini hatırlatmıyor. Örgütlenmesi teşvik dahi ediliyor. Ancak HDP için aynı durum geçerli değil.



Cizîr’de öldürülenler, yakılanların davaları konusunda bir gelişme var mı? 

Yaşamını yitiren herkes için Cizîr Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma başlattı. Ancak soruşturma ölümleri meşru gösterme üzerine ilerliyor. Şu ana kadar 34 soruşturmaya takipsizlik verildi. Görevsizlik verilen dosyalar var. Ama kovuşturmaya dönüşen bir dosya yok. Yani yaşamını yitiren 300’e yakın insanın ölümünde güvenlik güçlerinin tek kusuru yok deniliyor. Takipsizlik gerekçeleri ise aynı. Bazı gizli tanıklar var, kim olduklarını bilmediğimiz tüm ölenleri örgüt üyesi olarak gösteriyor. Mahkeme de bodrum bölgesinde yaşamını yitiren herkesi örgüt üyesi olarak değerlendiriyor. Bu soruşturmalar suç işleyenleri aklamaya yönelik yapılıyor. Orada cenazesi küle dönüşen insanların nasıl ve kim tarafından öldürüldüğü belirtilmiyor. Çatışmalarda kullanılan yöntemin gayri hukuki boyutuna hiç değinilmiyor. 

Örneğin 3’üncü bodrumda ambulans beklerken öldürülen Sahip Edin dosyasına bakarsak: Edin, günlerce ambulans beklediğini canlı yayında açıklıyor. Ancak Edin dahil o Bodrum’daki herkes yaşamını yitiriyor. O bodrumdan çıkarılan cenazelere baktığımızda hep diz ve göğüs hizasında birden fazla kurşun var. Bu bir taramayı işaret ediyor. Ki o bodrumdan sağ çıkan tanık ile görüştüğümüz de tarama yapıldığını söylemişti. Yine tanığın anlatımına göre tarama sonrası Sahip Edin bir sandıkta saklanıyor. Ancak içeri gelen güvenlik güçleri rastgele tarama yapıyor. Ve tarama sonucu sandıkta bulunan Edin yaşamını yitiriyor. Güvenlik güçleri sandıkta birinin saklandığını bilmiyor. Ama odaya girer girmez bir tarama gerçekleştiriyor. Sahip Edin cenazesi yasağın kalktığı gün halk tarafından o sandıktan çıkarıldı. Sahip Edin kurtulmak için girdiği sandıkta dahil öldürüldü. Bu olay sivil insanlara herhangi bir çağrı yapılmadığının göstergesidir. 

Kentte son 3 yıl içinde kaç çocuk öldürüldü?

Yasak esnasında yaşamını yitirenlerin 30’una yakın çocuktu. Yasak sonrası ölümler genellikle zırhlı araç çarpması sonucu meydana geldi. 3 çocuk araç çarptığı için yaşamını yitirdi. 

Bodrumlarda ölen insanlardan 74’ünün kimliği teşhis edilmeden defnedildi. Neden teşhis edilemiyor?

1’inci bodrumda mahsur kalan yurttaşlardan cenaze diye bir şey kalmamıştı. Teslim edilen cenazeler birkaç kemikten ibaret. Çünkü 1’inci bodrumdaki insanlar yakılarak öldürülmüştü. O bodrumda olup hala cenazesi bulunmayan 3 kişi var. Aileler cenazelerinin tamamen yandığını düşünüyor. Şu an 16 aile çocuklarının cenazesine ulaşamıyor. DNA eşleşmesi olmuyor. Yasak sonrası o bodruma indiğimizde insan uzuvları gördük. Yine Dicle nehrine dökülen molozlarda da insan uzuvları gördük. Bunların haberini yaptık. 2’inci bodrum da çıkarılan cenazeler de tamamen enkaz altından çıkarılmış. Hepsinin vücut bütünlüğü yok. Ve çoğunda da yanık izleri mevcut. Sadece 3’üncü bodrumda çıkarılan cenazeler vücut bütünlüğü kalmıştı. Ancak onların da ölüm şekli birbirine çok benzer. Sadece cenazeler üzerinden gidilse ne kadar orantısız güç kullanıldığı anlaşılacaktır.

Bazı çevreler uzun süredir, ‘hendekler olmasaydı böyle olmazdı’ diyorlar. Gerçekten yıkım ve cinayetlerin nedeni hendekler miydi?

Cizîr’deki hendekler 2014’ten beri kazılmıştı. Gözaltı ve tutuklamalar önüne geçmek için bir yöntem olarak gelişti. Ancak daha sonra çözüm süreci ile birlikte yapılan çağrılar ile bu hendekler kapatıldı. DTK Eş Genel Başkanı Hatip Dicle’nin kente geldiği gün tüm hendekler kapatılmıştı. Ancak o gün 12 yaşındaki Nihat Kazanhan polis kurşunu ile öldürüldü. Yine hendeklerin kapatıldığı gün mahallelere operasyon yapıldı. Sonrasında mevcut çözüm süreci de bozuldu zaten. Ve hendekler bir korunma yöntemi olarak tekrar kazıldı. Hendekler daha önce diyalog ile kapıtılmıştı. Eğer sorun hendekler olsaydı yine diyalog ile kapatılırdı. Ancak devlet açısından sorun hendeklerden çok daha büyüktü. Operasyon genel konsept ile alakalı bir durumdu. Devlet bunu bir gerekçe olarak öne sürdü. Bugün hendekler yok ama DBP’li belediye başkanı görevden alındı; HDP’li vekiler cezaevinde, en demokratik talep bile dile getirilmiyor, OHAL mevcut. Eğer sorun hendek olsaydı bütün bunlar neden yapılıyor o zaman. Sorun bir halkın meşru taleplerine yönelik şiddet ile çözüm arayışı içerisine görmekti. Sorun oy kaybettiren çözüm sürecini bitirmekte bahane aramaktı.

Yeni Özgür Politika