Kalkan, Güney’e yönelik saldırıları anlattı: Kazanan PKK'dir

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Türk devletinin Güney Kürdistan’a yönelik işgal saldırılarını değerlendirdi.

Türk devletinin 1980’lı yıllarda başladığı saldırıları ayrıntılarıyla değerlendiren Duran Kalkan, bu saldırıların sonucunda kazananın PKK olduğunu belirtti.

Kalkan, saldırıların amacı, yerel ve uluslararası güçlerin bu saldırılardaki rolü ve PKK’nin tutumunu ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan ile yaptığımız röportajın ilk bölümü şöyle:

Türk devleti Başurê Kürdistan işgalinin ilk adımlarını kimi kaynaklara göre 23 Mayıs, kimi kaynaklara göre ise 25 Mayıs 1983 yılında yaptığı ilk sınır ötesi adını verdiği saldırılarla başlattı. İlk saldırıların kapsamı, hedefi neydi? Ne kadar askerle yapılan bir saldırıydı. O sürecin bir tanığı ve tarafı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, 1983 yılının Mayıs ayında ilk operasyonun olduğunu biliyorum. Doğrudan operasyonun içinde kalmadım. Operasyon sahasında operasyondan birkaç gün önceye kadar bulundum. Operasyondan kısa süre önce Mehmet Karasungur yoldaşın Kandil’de şehit düşmüş olduğunu öğrenince, operasyon sahasından Karasungur yoldaşın kaldığı sahaya gitmek üzere ayrıldım. Yolda söz konusu operasyonun gerçekleştiğini duydum. Kısa bir süre sonra söz konusu sahaya tekrar geri dönüp, operasyonun ortaya çıkardığı askeri sonuçları gözümle gördüm. Bu çerçevede ifade edersem, tam gününü bilmemekle birlikte Mayıs’ın sonuna doğru gerçekleşen bir askeri operasyondu. 25 Mayıs doğru bir tarih olabilir. Ben genelde 25 Mayıs olarak hatırlıyordum, fakat doğrusu 23 de olabilir.

Operasyon 1982 Güzünden itibaren PKK gerillalarının Güney Kürdistan’la Kuzey Kürdistan’ı ayıran sınır hattına dönüşü ve üslenmesi süreciyle bağlantılıdır. Gerilla grupları geldikçe söz konusu sahada etkinlikleri artıyordu, toplumla ilişkileri gelişiyordu. Her alanda PKK’nin sınır alanlarına döndüğü ve gerilla savaşı geliştirileceği yönünde propagandalar oluyordu. Bunlar TC devletinin istihbaratçıları tarafından duyuluyor, devlet yönetimine taşınıyordu ki hem askeri karakollarda hem sivil yönetimde ciddi bir rahatsızlık vardı.

İkincisi, Habur kıyısında 82-83 kış sürecinde kaçakçılarla askerler arasında çatışma yaşanmıştı; kaçakçılar askerleri vurmuşlardı. İki asker ölmüş, yaralılar da olmuştu. Bunun üzerine faşist cunta şefi Kenan Evren’in açıklamaları gerçekleşmişti. İşte, “Bir askerimin düğmesi kopsa uyuyamam” dediği zaman o zamandır. Bu da TC yönetiminde bir öfke yaratmıştı. O dönemde KDP mevzilenmesi de sınırın sıfır noktasındaydı. KDP de Güney Kürdistan’a yeni geliyordu. Onlar da 75 yenilgisi ardından çekildikleri Doğu Kürdistan’dan tekrar sınır üzerine geliyorlardı. Habur kıyısında suyun güney yakasındaydılar. Sınırın Güney yakasında Komünist Partisi ile birlikte üslenmişlerdi. Öyle ki Türk karakoluyla KDP karakolu -ki bu karakola Makar deniyor- karşı karşıyaydı. Habur Çayının Kuzey yakasında TC karakol kurmuştu. Güney yakasında da KDP’liler vardı. Ben de oradan, KDP makarından (kontrol noktası) geçtim. Hem KDP hem Komünist Partisi yetkilileriyle görüşmeler yaptım. Söz konusu iki konu yani kaçakçılarla çatışmada kayıp vermeleri ve PKK gerillalarının döndüğü biçimindeki duyumlar o zamana kadar çatışmalı olmayan Türk Ordusuyla KDP’nin arasını açtı. Türkiye çok fazla ayrım yapamıyorlardı. Kaçakçıların askeri vuracak kadar cesaretlenmesinden herhalde KDP’nin orada bulunmasını sorumlu tutuyorlardı. PKK’nin sınır zeminine dönüşü, KDP’yle geliştirilen resmi ilişki ve ittifak kapsamında oluyordu. Bunu da biliyorlardı, dolayısıyla KDP’ye öfkeliydiler.

Bu anlamda ilk saldırı, 23 yada 25 Mayıs 1983 sınır ötesi saldırısı, kuşkusuz gerillanın dönüşünden duyulan kaygıdan, kaçakçılarla yaşanan çatışmadan kaynaklanıyordu. Türk devleti bunu gidermek için de somut hedef KDP’nin sınır üzerindeki o üslenmesini geri itmek, sınıra tümden Türk askerinin hakim olmasını sağlama hedefini gütmüştü. Dolayısıyla o ilk saldırı Komata Vadisinde, Habur Suyunun kıyısından, Yekmale’den Zendura Vadisinin Kuzeyindeki Habur Suyunun Doğusundaki dağlık alanı kapsıyordu. Belli bir bölgede hareket etmişlerdi, bizim kamp kurup çalışma yaptığımız yere kadar gelmişlerdi. Biz ayrılmıştık ama arkadaşlarımız operasyon olduğunda o sahadaydılar. Yine, KDP’ye ya da sınıra yakın değillerdi. Tam arkadaşların bulunduğu yere kadar operasyon ulaşmadı. Basına yansıdığı kadarıyla 5 km sınırın içine girdiği ifade edilmişti. Kısa süreliydi, tekrar sınırın gerisine çekilmişlerdi. KDP ve Komünist Partisinin kampını olduğu yerden kaldırarak, Zendura Vadisine çekmesine yol açmışlardı. Biz tekrar o alana gittiğimizde bunu gördük. Yekmale köyünün yakınında sınır üzerindeki kamp tümden yok olmuştu, o kamp eşyaları yığın gibi getirilip Zendura Vadisine doldurulmuştu. KDP’lilerin kendisi Zap Suyuna kadar çekilmişlerdi. O alanı bırakarak uzun bir geri çekilme yapmışlardı. Eşyalarını kurtarmışlardı, herhalde Türk Ordusu da izin vermişti; ama epeyce kırılmış, yıkılmış, parçalanmış, heder olmuştu o eşyalar. Yıkıntı halinde atılmıştı o sahaya. Böylece sınırda KDP üslenmesini geriye iterek sınır denetimini daha güçlü sağlama ve böylece PKK gerillalarının sınırdaki hareketini ve geçişini önlemeye dönük bir saldırı olduğunu ifade edebiliriz.

Amacı, KDP kampını sınırın uzağına iterek sınırda Türk askerinin denetimini sağlayıp PKK gerillalarının hareketini ve Kuzeye geçişini önlemekti. Lokal bir saldırıydı, dar bir alandaydı. Bir dağlık alanı kapsıyordu. Yekmale köyünden Xabur Vadisinin Doğusunda uzanan dağlık alandır. Qumriye’nin arkasındaki dağlık alan oluyor. Kela Qumriye’ye kadar ulaşmamıştı. Ama Qaşura bölgesi denen bölgede sınırın Irak tarafına bir geçiş yapılmıştı. Herhangi bir çatışma olmamıştı. Asker ilerlemiş, belli bir alanda var olan KDP ve Komünist parti mevzilerini Güneye atmış, geri çekilmişti.

Peki daha sonra bu saldırıları sürdü mü?

Daha sonra 80’li yıllar boyunca sınırda ne tür benzer saldırılar oldu bilemeyiz. Somut, ayrıntılı bilgimiz yoktur. Bunlar küçük saldırılar oluyordu, lokal saldırılar oluyordu, bir dağlık alanda, bir bölgede gerçekleşiyordu ki o zaman böyle güç yoğunluğu da yoktu. Gerilla yoğunluğu da yoktu. Her şeyi izleyip, gözlemek mümkün de değildi.

Saldırılar 1990’lı yıllar boyunca da sürdü. 80’li yılarda gerçekleştirilen saldırılarla 90’lı yıllarda gerçekleştirilen saldırılar arasında herhangi bir fark var mı?

Operasyon ve işgal saldırıları 80’li yıllarda sınır giriş-çıkışı biçimindeydi. Aslında sınırda gerilla hareketliliğini önlemeye dönüktü. Gerillanın sınır geçişini engellemek amaçlıydı. 90’lı yıllarda bu durum değişti. 80’li yıllarda gerilla timleri, grupları sınırdan geçiyordu 90’ların başına gelindiğinde gerilla sınırın Güney yakasında Heftanin’den Xakurke’ye kadar kamp kurdu, karargah kurdu, üslendi. Orayı kendi üs alanı haline getirdi. Ona dayanarak Botan-Behdinan kurtarılmış alanı yaratma hedefini güder hale geldi. Heftanin ve Xakurke karargahlarını kurup, yine Zap sahasında da önemli bir gerilla üslenmesi yaratarak Güney ve Kuzey alanlarında belli sahaları kurtarıp, Kuzey ve Güney Kürdistan’ın bir bölümünü içine alan bir kurtarılmış alan yaratma boyutuna ulaştı. Böylece aslında sadece sınırdan gerillanın yararlanması, ya da sınırın gerilla geçişleri biçiminde kullanılmasının çok ötesinde kurtarılmış alan hedefini güden bir gerilla üslenmesinin ortaya çıkması ve gerilla karargahlaşmasının da bunun ortasında, söz konusu sınır zemininde örgütlendirilmesi durumu gerçekleşti. Bu kuşkusuz çok daha farklı bir durumdu, ayrı bir durumdu. Gerillanın günlük taktik eylemlerinden öte askeri düzeyde stratejik hamle yapmasına zemin sunan bir durumun ortaya çıkması, böyle bir üslenmenin gerçekleşmesi anlamına geliyordu.

Nitekim o zaman Türk Genelkurmayı bu gerilla üslenmesini stratejik üslenme olarak değerlendirdi. Böyle bir üslenmeye dayanarak Kuzey’e dönük yapılan gerilla eylemlerini stratejik hamleler olarak ifade etti. Örneğin, Doğan Güreş’in değerlendirmeleri incelendiğinde bu rahatlıkla görülebilir. Şemzinan, Çukurca, Uludere, Şırnak hattında gerçekleştirilen karakollar baskınlarının hepsini stratejik taarruz kapsamında değerlendirmişlerdir. Ki 91-92 yıllarında gerilla tarafından bu alanlarda kapsamlı karakol baskınları olmuştur. Bazı karakollar tümden imha edilerek gerillanın eline geçmesi gibi bir sonuç yaşanmıştır. Özellikle 91 yılındaki gerilla karakol baskınları son derece başarılıdır. Çünkü henüz Türk Ordusu bu tür baskınlara göre hazırlıklı değildir. Ordunun hazırlıksız olduğu, hazırlıksızlığından yararlanarak gerillanın yaptığı baskınlar başarılı sonuç vermiştir. Söz konusu saldırıları Türk Genelkurmayı stratejik saldırı kapsamında ele alarak, bu stratejik saldırı zeminini ortadan kaldırmak üzere karşı-devrimci stratejik saldırı yapacak operasyonlar planlamışlardılar.

Somut olarak ne tür bir planlanmadan söz ediyorsunuz?

Bu gelişmeleri önlemek, engellemek için 1992 Ekiminden itibaren TC-ABD-KDP-YNK ittifakı kapsamında büyük bir işgal harekatı başlatıldı. Buna PKK tarihinde -Güney Savaşı- tanımı da getiriliyor. Özellikle Xakurke, Heftanin ve Zap çevrelerinden, Güney’den KDP güçlerinin, Kuzey’den TC güçlerinin ortaklaşa söz konusu gerilla karargahlarını ezip tasfiye ederek gerillanın stratejik hamle yapma konumunu ortadan kaldırmak üzere karşı bir stratejik saldırı yaptıklarını biliyoruz. Aslında Güney Kürdistan’da oluşturulan yönetim de böyle bir saldırıya Güney’den destek verilsin diye ortaya çıkartıldı. TC devleti tarafından bu yönetim bu temelde kabul edildi. Şimdi Tayyip Erdoğan böyle bir kabullenmenin tarihi hata olduğunu söylüyor, ama o zamanki yönetim gerilla karşısında başka bir çare bulamamıştı.

Hewler yönetimini TC devleti süs olsun diye, ya da Kürtleri sevdiği için kabul etmemişti aslında. PKK gerillasına karşı ezici, stratejik saldırılar yapabilmek için KDP ve YNK güçlerinden faydalanabilmek, onları kendi askeri saldırılarına katabilmek için yapmışlardı.

KDP-YNK’nin bu rolü nasıl bir sonuca sebep oldu?

Eğer öyle yapmasaydılar, KDP-YNK güçlerini kendi askeri saldırılarına katamasalardı PKK karşısındaki askeri saldırıları bu kadar etkili olmazdı. Gerilla daha hızlı ve daha güçlü gelişirdi. TC devleti yıkılır, ordusu yenilirdi aslında. Bu gerçeği görmek lazım. Bütün bunları hiç hesaba katmadan şimdi niye böyle oldu, işte KDP’yle YNK’ye prim verildi biçimindeki değerlendirme temelsiz bir değerlendirmedir. Tarihsel koşullardan, maddi verilerden kopuk otuz sene sonranın koşullarına göre otuz sene öncesini tahlil etmeyi ifade eder ki, bunun bilimsel düşünceyle bir alakası yoktur.

Peki bu saldırılar da ABD’nin rolü neydi? ABD ile ittifak halinde yapılmadı mı?

Bu saldırılar ABD öncülüğünde gerçekleşen saldırılar olarak ortaya çıktı. ABD ve NATO desteğini alan saldırılardı. TC devletiyle KDP-YNK güçlerini PKK’ye ortak saldıracak kadar ittifak düzeyine getiren güç de TC’den çok ABD’ydi. Böyle bir durumun 1991’de örgütlendirilen Çekiç Güç Operasyonu ile planlandığını ve uygulandığını biliyoruz. Aslında TC’nin Güney Kürdistan’da işgal saldırılarını, Güney Kürdistan’a kalıcılaşmasını, KDP-YNK’yle ilişkilerini değerlendirmek isteyenler NATO’yu anlamalılar, TC-ABD ilişkilerine bakmalılar. 1985’ten itibaren gerillayla savaşı, TC’nin NATO gündemine götürmüş olduğunu bilmeliler, bunlar temelinde esas olarak da 1991 yılında ABD öncülüğünde Çekiç Güç adıyla oluşturulan askeri operasyona bakmalılar. Bu operasyon aslında büyük bir askeri operasyondu. Körfez Savaşı’yla bağlı gelişen, ABD’nin Ortadoğu’ya askeri müdahalesinin esasını oluşturan bir operasyondu. Görünüşte hedefi Saddam güçlerinin havadan ve karadan 36. Paralelin Kuzeyine geçişini engellemeye dönüktü. Saddam’a ait uçak ve tankların 36. Paralel Kuzeyine geçmesi yasaklanmıştı. Dünyaya tek hedefin bu olduğu söyleniyordu. Gerçekten bazı dönemler Saddam’ın tehditleri önlendi de, fakat Çekiç Güç Operasyonu’nun esas ve tek hedefi bu değildi. ABD öncülüğünde oluşan bir askeri karardı, NATO’dan destek alıyordu, NATO içerisinde de en çok ABD-TC ittifakı temelinde bu operasyon oluşturulmuştu. 36. Paralelin Kuzeyine Saddam uçaklarının, tanklarının, ordusunun geçişi yasaklandı ve engellendi ama aynı alana Türk ordusunun uçaklarının, tanklarının, askerlerinin geçişine izin verildi.

91’den itibaren TC’nin Güney Kürdistan’a dönük sınır ötesi saldırıları Çekiç Güç Operasyonu’nda alınan kararlar, yapılan planlamalar çerçevesinde oldu. ABD öncülüğünde oldu. Bunun arkasında ABD’nin verdiği karar vardır. Zaten Çekiç Güç Operasyonu 36. Paralelin Kuzeyine Saddam güçlerinin geçmesini engelledikten sonra KDP’yle YNK Güney Kürdistan’a getirildiler, bir arada anlaşmaya vardırıldılar. Hewler yönetimi bu güvence altında örgütlendirildi. Öyle bir güvence verilmeseydi böyle bir yönetim örgütlenemezdi. KDP ve YNK böyle bir yönetim olma adımını atamazlardı. Söz konusu yönetim de Çekiç Güç Operasyonu temelinde oluşmuştur. Aslında o yönetimin de Güney Kürdistan’da yönetim olmak, Saddam karşısında bir yönetim olmak gibi bir hedefi vardı. Ama nasıl ki Çekiç Güç Operasyonu Saddam’ın güçlerinin bu alana 36. Paralel Kuzeyine girmesini yasaklayıp ama Türk güçlerinin önünü açarken, KDP-YNK’nin oluşturduğu yönetim de Saddam’a karşı ama Türkiye’yle ittifak halinde bir yönetim olmak üzere kuruldu. Bu kayıtla KDP ve YNK’ye Hewler’de hükümet kurdurdular, seçim yaptırdılar, yönetim haline getirdiler. Nasıl ki Türk ordusuna havadan ve karadan söz konusu alana her türlü saldırıyı yapma izni verildiyse, KDP-YNK’ye de Türk ordusuyla ilişki ve ittifak halinde olma talimatı verildi. Ortak bir anlaşmaya gidildi. TC devleti Hewler’deki yönetimi kabul etti, Hewler yönetimi TC devletine PKK’ye karşı yürütülen saldırıda her türlü destek vermeyi kabul etti, böyle bir ittifaka ulaştılar.

Bu plan ne tür sonuçlar ortaya çıkarttı, bunu karşı PKK hangi hamleler yaptı?

Bütün bunlardan ortaya çıkan ilişki ve ittifakların siyasi-askeri tek hedefi de şu oldu: PKK Güney Kürdistan’a sokulmamalı. Güney Kürdistan’da örgütlenmemeli, etkili hale gelmemeli. PKK’nin Güney Kürdistan’da güç olması engellenmeli. Güney Kürdistan’a girişi durdurulmalı. Aslında PKK’ye dönük böyle bir karar 1979 yılında Ankara’da alındı. O zamanki karar şu şekildeydi: Ne olursa olsun PKK Mardin’i geçememeli, Botan’a girememeli. Onun için Mardin’de, Diyarbakır’da 1980 başında UDG adı altında bir güç ortaya çıkarttılar ve PKK’ye saldırttılar. PKK’yi Mardin ve Diyarbakır’da tutarak Botan’a girişini engellemeye çalıştılar. O sahada savaşa çekip boğmak istediler. PKK bu planı Lübnan-Filistin sahasına geri çekilerek, KDP’yle ilişkilenip Botan-Behdinan sınır hattına dönüş yaparak boşa çıkardı. İran-Irak savaşının yarattığı siyasi-askeri boşluktan da yararlanıp 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı temelinde Kuzey Kürdistan’da gerillayı geliştirdi, yaydı, güç sahibi kıldı. 87-88 özel savaş saldırısını da boşa çıkartınca artık Kuzey Kürdistan’da gerilla kökleşti. Türk ordusunun etkinliğini kırdı. Gerilla Kuzey Kürdistan’dan sökülemez hale geldi. Bunun üzerine Kürdü inkar eden ve imha etmek isteyen küresel kapitalist modernite sistemi 79’da aldığı PKK Mardin’i geçememeli, Botan’a girememeli kararını bu sefer PKK Güney Kürdistan’a girememeli, Güney Kürdistan’da etkili güç haline gelememeli biçiminde yeniden şekillendirdi.

Çekiç Güç Operasyonu’nun esas amacı PKK’nin Güney Kürdistan’a girişini önlemekti. KDP ve YNK bu temelde bir araya getirildiler, onlara bu görev verildi. TC’yle de bu temelde ilişkilendirildiler. TC’nin de Güney Kürdistan’a karadan ve havadan her türlü saldırı yapmasının önü açıldı. O söz konusu güçlere haber verme kaydıyla istediği zaman saldırı yapabilecekti. Onun için 91’den sonra Türk ordusu hazır olduğu zaman, güç getirebildiği zaman kimseden izin almadan söz konusu operasyonlarını yaptı. 80’li yıllarda Saddam yönetiminden izin alması, Saddam yönetiminin bilgisi dahilinde operasyon yapması gerekiyordu. 91’den itibaren artık Çekiç Güç Operasyonu’nun kendisine verdiği hakka dayanarak gücü yettiği, istediği zaman operasyon yapar hale geldi. Dahası bu operasyonlarını daha fazla Güney’e doğru, Güney’in iç kesimlerine yayabildi. 36. Paralel Kuzeyindeki bütün sahalar neredeyse Türk ordusuna açık hale geldi. Bu durum Güney Kürdistan’ın Türk işgaline açık hale gelmesini de sağladı. Söz konusu saldırılar PKK gerillasını ezeceğim amacıyla başladı, ama giderek başarılamadıkça, tabi yerleşmeye, üslenmeye, mevzi tutmaya arayışlarına kadar gitti.

Böylece adım adım Güney Kürdistan’ı işgal süreci başlamış oldu. Böyle bir durumda da 92 Ekimindeki Güney Savaşı dediğimiz o kapsamlı NATO planlaması dahilinde gerçekleşen operasyon başlangıç oldu. Aslında Güney’de işgal o zaman başladı denebilir. Türk ordusu geri çekildi ama istihbarat güçleri, özel kuvvet güçleri, KDP’nin bazı alanlarında gizliden kaldılar. KDP birlikleri içinde kaldılar. Çünkü KDP’yi korumak amacıyla gelmişlerdi. Türk generalleri hep söylüyorlar: Bizi Hewler’deki yönetim, yani komşumuz çağırdı, biz de onun üzerine gittik. Tayyip Erdoğan şimdi, tanımamalıydık onu diyor. Tanımasaydı o zaman sınırın ötesine operasyon yapamazdı. Şimdi boşluk bulmuş, Efrîn’e operasyon yapıyor, saldırı yaptı, zannediyor hep öyle kalır. Yarın öbür gün kendisinden onun hesabını soracaklar. Geçmiş dönemde böyle bir durum da yoktu ki ancak Güney Kürdistan’daki yönetimin resmiyetini tanımak kaydıyla Türk ordusu söz konusu askeri saldırıları Güney Kürdistan’da PKK gerillalarına karşı yapabildi.

Saldırılar önce askeri operasyon adıyla yapılıyordu. Türk devleti askeri operasyonlarla başlattığı saldırıları hangi yıllarda kalıcı işgale dönüştürdü?

Evet, önce tabi gerilla güçlerini vurmak, etkisizleştirmek amacıyla giriliyordu. Ama bunlar gerillayı etkisiz kılma, imha etme hedefini gerçekleştiremeyince gerillayı vurmak üzere yapılan saldırılar başarısız kalınca bu sefer hem operasyonlar daha çok sıklaştı, hem operasyonun kapsamı ve süresi daha çok büyüdü hem de operasyon yapıp geri çekilme değil, giderek Güney Kürdistan’ın değişik alanlarında adım adım işgali geliştirme durumuna dönüştü. 92 savaşından itibaren başladı bu süreç; gizli güçler kaldılar, istihbarat güçleri kaldılar, özel kuvvet güçleri kaldılar. Daha sonra 95 operasyonunda bu gerçekleşti. O dönemde askeri yönetimde bulunan generallerin anıları incelenirse görülür ki Türk generalleri bu durumu şöyle değerlendiriyorlar: “Bizim sınır ötesi operasyonlarımız PKK’yi vurmayı hedefliyordu ama çok boyutluydu.” Çok boyuttan kasıt şu; PKK’yi vurmayı, KDP’yi ise denetim altına almayı hedefliyorlardı. Böylece bir taşla iki kuş vuruyorduk, diyorlar.

İkincisi, operasyon yapmak, oradaki güçleri darbelemek için giriyorduk ama bu o alanı tanıma, giderek adım adım küçük de olsa birlikler bırakarak alana yerleşmemizi, o alanda doğrudan denetim sahibi haline gelmemizi sağlıyordu. Böylece de iki kuş vuruyorduk diyorlar. İşte özellikle 95 operasyonunu öyle değerlendiriyorlar. Evet, çok fazla sonuç alamadık ama ilk defa o operasyonda bazı alanlarda askeri güç konumlandırma imkanına ulaştık diyorlar. Bunu herhalde Amerika’dan almışlar, KDP’ye de dolayısıyla kabul ettirmişlerdir. Amerika’dan alınınca artık KDP’nin söyleyeceği, yapacağı bir şey yoktu. Dolayısıyla askeri operasyonların 92’den itibaren adım adım işgale dönüştürüldüğünü bilmemiz ve kabul etmemiz lazım. 95’te bu daha çok somutlaştı, 97 operasyonunda ise zaten Türk tankları Güney Kürdistan’ın özellikle Behdinan’ın bütün kentlerine girdiler. Diyana’ya kadar gittiler, Hewler’e ulaştılar, oradan Qesre’ye, Hacı Ümran’a kadar tankları götürdüler. 92’de sadece Heftanin’e giren tanklar 97’de Hewler’e, Diyana’ya kadar, Güney Kürdistan’ın bütün alanlarına girdiler. Aylarca Güney Kürdistan’ın kasabalarında üslendiler, yol geçitlerini tanklara yerleştirilmiş lazer ve termallerle kontrol ettiler. Onun için TC devletinin şimdi birçok kentte tankçı birliği vardır. Sadece Bamerne’de değil, Şeladıze’de de vardır, Sudi’de var, Amediye’de de vardır, artık Duhok, Zaxo’nun da birçok yerinde tank ve topçu birlikleri vardır. Ama bu tank girişleri o zaman gerçekleşti.

Türkiye Başurê (Güney) Kürdistan ve Irak’taki bazı boşluklardan mı yararlanarak bu işgali geliştirdi, yoksa daha farklı güçlerle farklı anlaşmalarla mı bu işgali geliştirdi?

Boşluktan değil de NATO çerçevesindeki ilişki ve ittifaklardan yararlanarak TC devletinin Güney Kürdistan ve Irak’taki askeri operasyonlarının kalıcı işgale dönüştürdüğünü söylemek daha doğru. Fakat şu boşluk denebilir; önce Irak’la İran’ın sekiz yıl savaşının yarattığı pratik sonuca bakılabilir, daha sonra da Körfez Savaşı’yla ortaya çıkan sonuca bakılabilir. Eğer bir boşluk denecekse bu savaşların sonucu ortaya çıkan boşluk vardır. Mesela 1980 Eylül’ünde başlayan İran-Irak savaşının pratik olarak Türkiye-Irak sınırının Güney Kürdistan yakasında giderek askersiz, boş alanlar yarattığını biliyoruz. Çünkü asker İran sınırına çekildi. Ancak bazı stratejik yerlerde Saddam’ın askeri güçleri kalmışlardı.

Bu konuda bazı somut şeyler de belirtebilirim. Sınır üzerindeki bazı karakollarda, ki bu karakollar Saddam Hüseyin yönetiminin karakollarıydı, sınırın Irak tarafındaydılar, İran’la savaş nedeniyle ordusunu sınıra çekmek zorunda kalınca Saddam Hüseyin yönetimi bu karakolları da boşaltmak istedi. Boşaltırken buraları Türk ordusuna devretti. Mesela Çukurca sınırındaki Tepe Sor denen alan. Şimdi zaman zaman gerilla saldırıları oluyor. Zap ve Metina’ya gidenler Tepe Sor’u bilirler. Tepe Sor bir çevreyi gözetleme tepesidir, yani kaç km’lik alanı görüyor, tam bilemiyorum ama o mıntıkada nereye gidilse Tepe Sor’un görüntüsü içinde kalınmaktadır. Bu Tepe Sor 83’te Saddam karakoluydu. Ben oradan geçtim. Saddam Hüseyin’in helikopterleri iniyordu. Çevresinde peşmergeler vardı, karadan gidemiyordu, güvenlikli bulmuyordu Saddam ordusu, tepenin ihtiyaçlarını birkaç günde bir tepeye indirdiği helikopterlerle sağlıyordu.

Daha sonra oradan Saddam’ın güçleri çekildi, o tepe Türk ordusuna devredildi. Saddam çekilirken orayı Türk ordusuna bıraktı. Benzer birçok yeri de bırakmıştı. Halbuki buralar Irak toprağı sayılıyordu eğer devlet sınırlarını esas alırsak, söz konusu devletin kendisi kendi tepelerini Türk ordusuna vermek durumunda kaldı. KDP’nin eline geçmesin, Kürtlerin eline geçmesin, PKK’nin eline geçmesin diye TC’ye verdiler. Devletlerin arasında böyle bir anlaşma vardır. Yeter ki Kürtlerin eline geçmesin. Birbirlerine böyle destek veriyorlar. İşte bu bir boşluk sayılabilir. Mesela ilk işgali Tepe Sor ve Bamerne hattında, Qaşura hattındaki alanlar görülebilir. 83-84’ten itibaren bu gerçekleşti. Bu boşluk İran-Irak savaşıyla oldu. Daha sonra Körfez Savaşı’yla Saddam Hüseyin yönetimi daraltılıp Bağdat etrafında sıkıştırılınca 36. Paralelin Kuzeyine geçişi yasaklanınca Güney Kürdistan’da büyük bir boşluk oluştu. Türk devleti bu boşluktan yararlandı. İkincisi, önceki soruda da belirttim, aslında boşluktan çok bir anlaşma ortaya çıktı. 91’de Çekiç Güç Operasyonu ABD öncülüğünde planlandı, örgütlendi, NATO tarafından desteklenen operasyondu, Saddam güçlerinin 36. Paralelin Kuzeyine geçişini bu operasyon yasakladı.

Diğer yandan KDP’yle YNK’yi Hewler’de yönetim haline bu operasyon getirdi. Bu Çekiç Güç oluşumu Türk devletinin ve ordusunun istediği zamanda Güney Kürdistan’a karadan ve havadan operasyon yapmasına izin verdi. Türk devleti bu izin karşılığında Hewler yönetimini resmi yönetim olarak tanıdı. Bu anlamda Saddam’ın yıkılışının yarattığı boşluk gibi görülebilir, fakat boşluktan çok ABD öncülüğünde oluşturulan Çekiç Güç Sistemi bunu yarattı. ABD buna izin verdi, bu zemini ABD ortaya çıkardı, NATO ilişkileri ve ittifakı temelinde Türk ordusu operasyonlarını kalıcı bir işgale dönüştürme fırsatı ve imkanı buldu.

Yarın devam edecek.../..