Erdoğan, Putin’i arkadan hançerledi

TC devleti Ortadoğu savaşında birlikte hareket ettiği Rusya ve İran’ı ortada bırakmış bir başka ifadeyle de “dostum” dediği ve neredeyse günlük olarak tekmilini verdiği Putin’i arkadan hançerlemiştir.

14 Nisan günü ABD- İngiltere ve Fransa füzeleri, savaş uçakları; Suriye’deki önceden belirlenmiş olan hedefleri vurdular. Daha önce de aynı kapasite ve yoğunlukta olmasa da ABD tarafından benzeri bir saldırıda bulunulmuştu. Ancak bu sefer ki saldırı, her ne kadar neden olduğu tahribata dair şu ana kadar çelişkili haberler basın-yayın organlarına yansıtılmış olsa da, öncekinden daha etkili oldu. 

14 Nisan’ın üzerinden yaklaşık bir hafta gibi bir süre geçmesine rağmen Suriye’ye yapılan bu saldırı gündemdeki yerini korumaya da devam etmektedir. Yapılan yorum ve değerlendirmeler de ağırlıklı olarak; gerçekleştirilen bu saldırının siyasal ve askeri sonuçları, ABD- Rusya arasındaki ilişkiler üzerin de ne tür bir etkide bulunacağı vb. sorulara cevap arar bir özellik taşıdı. Öyle anlaşılıyor ki, muhtemel olasılıklar dikkate alındığında bu  böyle bir süre daha tartışılmaya devam edecek.

Fakat yapılan tartışmalar da bu yön önemli bir ağırlık teşkil etse da, daha farklı dikkat çekici yönler de bulunmaktadır. Bunların başında da yapılan bu saldırıya gösterilen gerekçeler gelmektedir. Dikkat edilirse, 2003 yılında Irak Saddam Hüseyin rejimine yönelik başlatılan askeri harekat için de benzeri “gerekçeler” dile getirilmişti. O zaman da gerekçe olarak uluslararası sözleşmelere göre yasak olan “kimyasal silahların” varlığını gösterilmişti. Şimdi de, Suriye’ye yönelik gerçekleştirilen saldırı için, Esad rejiminin Doğu Guta- Duma’da “kimyasal silah” kullanıldığı iddiası gerekçe olarak gösterilmektedir.

Esad rejimi Doğu Guta- Duma’da böyle bir saldırı da bulundu mu? Bu sorunun cevabı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak şöyle bir gerçeklik vardır. O da, 2003 yılında Irak Saddam rejimine karşı yapılan askeri müdehaleye gerekçe olarak gösterilen “kimyasal silah” iddialarının bir türlü doğrulanamamış olduğu ve benzeri bir durumun bugün Suriye rejimi için bulunulan iddialar içinde geçerli olabileceği olasılığıdır. Çünkü henüz Duma’da “kimyasal silah” kullanıldığı ve bunun da kimler tarafından gerçekleştirildiği netleştirilmeden, böyle bir saldırı da bulunulmuştur.

Tabii, Suriye’ye yönelik gerçekleştirilen 14 Nisan saldırısı bu yönüyle de önümüzde günler de tartışılmaya devam edecektir. Ancak tartışmaların bunlarla da sınırlı kalmayacağı açıktır. Eldeki bulgular, veriler ve yürütülen tartışmaların yönü de bunun böyle olacağını göstermektedir.

Burada çok net bir şekilde dile getirmek gerekir ki, Suriye savaşı başından beri masa başında oynanan bir satranç maçını andırmaktadır. –İçerisin de sürprizlere hazırlıklı olunmakla birlikte- Kurulan oyuna göre hamleler yapılmaktadır. O nedenledir ki, yapılan hamlenin ardından, buna nasıl bir karşılık verilebileceği önceden anlaşılabilmektedir. ABD- Fransa ve İngiltere’nin, Suriye’ye yönelik gerçekleştirmiş olduğu saldırı da böyledir. Çünkü Ortadoğu savaşı olarakta adlandırılan Üçüncü Dünya savaşında bir taraf olan Rusya- İran ve TC devletinin yapmış olduğu hamlenin ardından böyle bir saldırı da bulunulmuştur.

ABD’nin başını çektiği koalisyon güçlerinin Suriye savaşının “çözümün” de Cenevre’de kurmuş oldukları masanın alternatifi olarak, Rusya’nın öncülüğünde İran ve TC devleti tarafından da Astana’da ayrı bir masanın kurulduğu ve bu masalarda da sürekli olarak karşılıklı hamlelerde bulunulduğu bilinmektedir. 14 Nisan öncesinde de böyle olmuştur. 

Önce Astana’da; Rusya- İran ve TC devleti biraraya gelerek aralarında planlama yapmışlardır. Yapılan bu planlamaya göre de, Efrîn’in TC devletine ve bunun karşılığında Doğu Guta’da TC devletinin beslemesi olan güçlerin çekilmesi yine ve İdlib’in önemli bir kısmının Suriye rejiminin kontrolüne bırakılması kararlaştırılmıştır. Bu şekilde, Suriye savaşını ve DAİŞ’e karşı yürütülen mücadeleyi etkileyecek olan ciddi bir hamle de bulunmuşlardır. Ankara’da; Putin, Ruhani ve Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirilen “zirve”de de, uygulamaya koydukları bu kararın sonuçlarını değerlendirmişlerdir.

Koalisyon güçlerinin kendi “çözüm” masası olan Cenevre görüşmelerinin sonuçsuz kalması ardından ABD’nin İngiltere ve Fransa ile görüşmeleri ve aralarında bir mutabakata varmaları da bunun bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Almanya’nın pasif desteğini alan bu mutabakatın sonucunda Suriye’ye yönelik 14 Nisan saldırısı gerçekleştirilmiştir.

Bu anlamda 14 Nisan saldırısı her ne kadar Suriye toprakları üzerinde gerçekleştirilmişte olsa, özünde Rusya-İran ve TC devletine karşı yapılan bir saldırı ve onlara verilen bir cevap anlamına gelmiştir ve bu yönüyle amacına da ulaşmıştır. Rusya, İran ve TC devletleri arasındaki ilişkinin Suriye saldırısı sonrasında yaşadığı sarsıntı da bunu göstermektedir.

Dikkat edilirse TC devleti, Suriye’ye yapılan saldırıyı desteklediğini, hatta bunu yetersiz bulduğunu açıklamıştır. Oysa Suriye rejiminin Doğu Guta ve İdlib’de gerçekleştirdiği askeri saldırıları Rusya ve İranla birlikte kararlaştırmışlardı. Suriye rejimi de bunlardan aldığı güç ve destekle saldırılarda bulunmuştu. Böyle bir gerçekliğe rağmen TC devleti Ortadoğu savaşında birlikte hareket ettiği Rusya ve İran’ı ortada bırakmış bir başka ifadeyle de “dostum” dediği ve neredeyse günlük olarak tekmilini verdiği Putin’i arkadan hançerlemiştir.

Kuşkusuz 14 Nisan Suriye saldırısının ardından başlayan daha da devam edecek tartışmalar içerisinde böyle bir gerçeklikte yer alacaktır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, yapmış olduğu açıklama da bu saldırı ile TC devletini, Rusya’dan kopardıklarını dile getirmiş olması da bunun böyle olacağını göstermektedir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika