Adır: Newroz’da milyonlar faşizme dur diyecek

8 Mart eylemlerini “direniş tutumu” olarak değerlendiren KCK Yürütme Konseyi üyesi Fatma Adır, “Newroz bahar eylemselliğinin zirvesi olacak, 4 Nisan ise Önderlikle buluşmayı gerçekleştirecek” dedi.

Adır, KDP’nin AKP ile yaptığı ittifaka da tepki göstererek, bu ittifaktan vaz geçilerek ulusal kongrenin toplanması gerektiğini, Kürtlerin de kendi iç sorunların tüm siyasi çevrelerin katılacağı ulusal kongreyle çözmesi gerektiğini belirtti.

Referanduma giderken Türkiye demokrasi güçlerine de mücadeleyi büyütme çağrısı yapan Adır, Kürt hareketinin Türkiye’de birçok başbakanı, genelkurmay başkanını tasfiye ettiğine dikkat çekerek, “Türkiye toplumu, halkı bu faşizm ve diktatörlüğün yıkılabileceğine inanmalı. Buna inanıldıktan sonra gerisi kendiliğinden gelecektir” diye konuştu.

Adır, ANF’nin sorularını yanıtladı.

8 Mart’ta emekçi kadınlar gününde on binlerce kadın alanlara çıkarak tepkilerini ortaya koydu. OHAL ve baskı ortamını düşündüğümüzde Türkiye ve Kürdistan kentlerinde 8 Mart’ta ortaya çıkan tabloyu nasıl okumak gerekir?

En başta 8 Mart’ta alanlara dolduran kadınların direnişini selamlıyorum. Son yılların en görkemli ve en güçlü 8 Mart’ını hep birlikte izledik. Bu sadece bir kutlama değil de bir direniş tutumuydu. Kadının direniş gücünü ortaya koydu ve faşizme karşı direnenlere güç verdi. Önümüzdeki mücadele seyrine de etkisi mutlaka olacaktır.

Bizim açımızdan bahar ayları mücadeleyi büyütmenin süreci oluyor. Mücadele 15 Şubat komplosunun yıl dönümünde başlayarak, 8 Mart’ta daha büyüyerek Newroz’la zirveleşiyor. 4 Nisan’da ise Önderlikle buluşma şeklinde yeni bir aşamaya alıyor.

Bir de Mart çok büyük şahadetlerin yaşandığı bir aydır. Mazlum Doğan’lar, Zekiye Alkan’ların eylem ve şahadetlerinin gerçekleştiği bir ay. Mücadelenin giderek günümüzde milyonlara ulaşmasında bu büyük eylem sahibi yoldaşların büyük bir rolü var. Şengal ve Rojava’da DAİŞ’e karşı yürütülen mücadelede şehit düşen çok değerli arkadaşlarımız oldu. Röportajı yaptığımız şu anda PDK’ye bağlı güçlerin saldırılarına karşı tavır için yürüyen halka saldırdığı, bir kadını katlettiği ve çok sayıda yaralı olduğu bilgisi var. Bu baharda mücadeleyi büyütmek bir yönüyle bu şehitlerin anılarına verilmiş bir yanıtta oluyor.

Türk devleti, 24 Temmuz 2015’te yürürlüğe koyduğu soykırım ve çöktürme planıyla sonuç almayı hesaplıyordu. Bu baskı sürecinin genelde Kürtler özelde de kadınlara geri adım attırılacağı var sayıldı. Cizre, Sur, Şırnak, Nusaybin, Gever ve daha onlarca yerdeki katliamlar geliştirildi. BM’nin son yayınladığı raporla bunun bir sivil, kadın, çocuk katliamı olduğunu tescillemiş oldu. Bu katliamla sonuç aldıklarına inandılar. İçişleri bakanı Nisan’da artık özgürlük hareketinin isminin telaffuz edilmesinden dahi korkulur hale geleceği gibi bir açıklama yaptı.

8 Mart’ta ortaya çıkan fotoğraf bu iddia ve planların sonuç almaması olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Kesinlikle öyle. 8 Mart gelişen saldırı ve yapılan açıklamalara açık bir tutumdur. Amed, Van ve İstanbul’daki kareler bunun açık ispatıdır. Soykırım politikaların sonuç almayacağının açık bir göstergedir. Kürt halkının ulusal taleplerini şiddet, baskıyla geriletemezsiniz, ağır baskı politikasının yarattığı dönemsel durum, Kürt halkının temel haklarından vazgeçtikleri anlamına gelmez. 8 Mart eylemleri halkımızın kadının öncülüğünde mücadelesine olan bağlılığının da fotoğrafı oldu. Bu açıdan oldukça tarihi nitelikte bir cevaptır.

Rojava devrimiyle birlikte Kürt kadını bölgede olduğu kadar, dünyada da sistem karşıtı mücadelesiyle dikkatleri üzerine çekiyor. Birkaç cümleyle belirtecek olursanız, bugün Kürt kadınının hem sistem karşıtı mücadelede hem de dünya kadın özgürlük mücadelesindeki yeri, pozisyonu nedir?

Kürt kadını sistem karşıtı mücadelenin öncüsü ve merkezindedir. Her yönüyle ön saflarda direnişini büyütmektedir. İnsanlık, erkek egemen sistemin baskı ve zulüm cenderesi altında her türlü soykırım, şiddeti yaşamaktadır ve bu durumun giderek cinnet düzeyine vardığı günlerden geçmekteyiz. Artık taşınamaz hale geldi. Bunun en büyük mağduru, zarar göreni kuşku yok ki kadındır.

Bu realite; ABD’de Donald Trump iktidarında somutlaştı. Türkiye’de ise Erdoğan şahsında tezahür etmektedir. Dikkat edin Erdoğan sadece kadın değil, tüm toplumun tebaası olmasını ve ona boyun eğmesini istiyor. Buna karşı çıkanlara her türlü baskı ve soykırımı uyguluyor.

Önderliğimiz bu gerçeği ön gördü ve çözdü. Onun için kadın özgürlük çizgisini geliştirdi. Kadın partileşmemizin de yıl dönümündeyiz. 13 Mart 1999’da biz Kürt kadınları olarak partileşmeye gittik ve PJKK’yi kurduk. Kadının partileşmesi bu erkek egemen sistem ve kültüre bir tavırdır, ona karşı mücadeledir.

Mücadelemizin siyasal ve toplumsal açıdan daha açık görünür hale gelmesi Rojava’da DAİŞ’e karşı yürütülen mücadeleyle gerçekleşti. Bu, dünyada muazzam bir etki yarattı. Trump’ın politikalarına karşıt dünya çapında kadınların ortaya koyduğu tepkiyi direkt olmazsa da dolaylı olarak etkisi kesinlikle vardır.

Sizce 8 Mart duruşu önümüzdeki Newroz kutlamalarına nasıl yansır?

Newroz, Mazlum Doğan arkadaşın eylemiyle asıl içeriğine kavuştu. 1984 Newroz’unda olsa gerek, Yılmaz Güney “kazanacağız, mutlaka kazanacağız” diyor. Bu büyük bir inançtır. Henüz 15 Ağustos direnişi gerçekleştirilmemiş. Yılmaz Güney’in bu inancı Mazlum Doğan yoldaşın kararlılığının bir devamıdır. Kaldı ki, bu 1980 darbesinin etkilerinin halen devam ettiği, birçok kesimin zorla susturulduğu, bastırıldığı, teslim alındığı ve PKK kadrolarının Amed zindan direnişi ile sınırlı da olsa faşizme karşı durduğu bir dönemdir.

Kürtler Yılmaz Güney’in o sözünü bugün Newroz’un sloganı haline getirmiş durumda. Bu sloganla kutlanacak Newroz, Kürt halkının kazanımlarını kalıcı hale getirip, mutlaklaştıracaktır. Kürtler aslında kazanmıştır. Ama yapılacak olan bu kazanımları mutlak hale getirmektir. Kürdistan’ın dört parçasında artık hiçbir şekilde geriletilemeyecek denli kazanımlar mevcuttur. Kürtlerin direnişi artık kırılmaz. Güney Kürdistan’da bir kazanım elde edilmiş. Rojava’da örnek teşkil edecek bir mücadeleyle artık statüye doğru giden bir kazanım yaratıldı. Aynı şekilde Kuzey Kürdistan’da çok büyük kazanımlar elde edildi. Dolayısıyla elde edilen kazanımları kalıcılaştırma muhtevasını sahiptir, bu yılki Newroz.

Çöktürme planının sonuç almaması Davutoğlu’nun sonu oldu. Erdoğan şimdi bir yandan içerde OHAL uygulamalarıyla toplumu sindirmeye çalışırlarken bir yanda da Rojava ve Güney Kürdistan saldırılarını sürdürüyorlar. Bu durum devam ederken Newroz geldi. Newroz’da yüzbinler, milyonlarla alanlara çıkılmasının ısrarla sürdürülmek istenen bu çöktürme planına etkisi ne olur sizce?

Davutoğlu’nu götüren öz yönetim şehitleri öncülüğünde gelişen direniştir. Çiyager yoldaş, “son ne olursa olsun muhteşem olacak” diyor. Bu süreç kesinlikle muhteşem sonuçlanacaktır. Şimdi verilen mücadele onların mücadelesinin sürdürülmesidir. Newroz bu yıl böyle bir anlama sahiptir.

Buna karşı, devletin yapmak istediği şey, Kürt toplumunu sokağa çıkamaz hale getirmektir. Kürtler varlığını ve kazanımlarını korumak ve kalıcılaştırmak istiyorsa, o zaman milyonlar Newroz’da alanlara çıkmalı, mücadele etmelidir. 8 Mart’ta bu tutum ortaya konuldu. Kaldı ki özel savaş manipülasyonları ve propagandalarına rağmen bu yapıldı. Kaldı ki, Kürt halkının alanlara çıkma konusunda bir çekincesi yoktur. Newroz’da milyonlar yine alanlarda olacak ve Mazlumların, Çiyager’lerin, Mehmet Tunç, Asya ve Sevê’lerin mücadelelerine sahip çıkacaklardır.

Bu açıdan Amed başta olmak üzere her yerde halkımız alanlara çıkarak, bu soykırım politikalarına karşı tutum alacaktır. Bu yapıldığı oranda Erdoğan’ın gidişi hızlanacaktır. Tabi bu aynı zamanda son günlerde zindanlarda başlatılan direnişe de sahip çıkma anlamına gelecektir.

Çöktürme planı tersine mi dönecek diyorsunuz?

Kesinlikle öyle. Çöktürmek isterken çökecekler. Çünkü haksızdır, zulüm ve soykırım uyguluyor. Hiçbir diktatörlük bu sondan kurtulamamıştır. Dönemsel olarak öyle yenilmez, güçlü oldukları gösterilmeye çalışılır. Oysa en güçsüz zamanlarıdır. Şimdi Amed, Mardin, Colemerg’e askeri sevkiyat yapıyor, Rojava’yı tehdit ediyor. Bir taraftan da Kürtlerin içine oynuyor. Çöküşünü geciktirmenin telaşıdır.

Bu durumda AKP hükümeti Newroz’un kitlesel kullanılmasına izin vermezse neler olur? Ya da buna karşı tutum nasıl gelişmeli?

Erdoğan karakterinin en belirgin yönü iki yüzlü oluşudur. Dikkat edin Almanya, Belçika, Hollanda ve neredeyse tüm Avrupa’ya demokrasi dersi veriyor kendince. Ama birileri de dönüp kendisine sorar, peki sen ne yaşıyorsun? Kürtlere her şey yasak. Newroz’da hep yasaklara karşı direne direne bugünlere geldi. Yasal sınırlara takılarak bugüne getirilmedi. Kaldı ki, Newroz’un kendisi yasağa, zora karşı başkaldırıdır. O açıdan kendi meşruiyetini mücadeleyle oluşturmuştur.

O açıdan Erdoğan Avrupa’ya demokrasi dersi verirken kalkıp Newroz’u yasaklarsa bir kez daha iki yüzlülüğünü tescillemiş olacaktır. Böyle bir tutum gelişirse de kesinlikle buna karşı durulmalı, milyonlar inadına alanlara çıkmalıdır. Tüm alanlar Newroz’un bu yasaklara karşı meşrulaştığı alanlar haline getirilmelidir. Kadın ve gençlik buna öncülük etmelidir.

Türkiye demokrasi güçleri, farklı inanç kesimleriyle birlikte neredeyse toplumun tüm kesimleri AKP’nin bu baskılarına maruz kalıyor. Bunların tutumu nasıl olmalı?

Türkiye toplumu, halkı bu faşizm ve diktatörlüğün yıkılabileceğine inanmalı. Buna inanıldıktan sonra gerisi kendiliğinden gelecektir. Mücadelemiz onlarca başbakan, genel kurmay başkanı, katili, faşisti tasfiye etti. Erdoğan da benzer bir sonu kesinlikle yaşayacaktır. Türkiye demokrasi güçleri de bu gerçeği görmeli ve kendilerine güvenmelidirler.

Kürtler sadece Kürt soykırımının önüne geçmeye çalışmıyor. Türkiye demokrasi mücadelesini de geliştiriyor. Buna öncülük ediyor. Çünkü biliyoruz ki, Erdoğan Kürt hareketini tasfiye etmeyi başarırsa, kesinlikle sıra Türkiye demokrasi güçlerine gelecektir.

Türkiye demokrasi güçleri son süreçte bu gerçeği biraz görür gibi oldu. ‘HAYIR’ cephesinin giderek büyümesi bu gerçeğin bunun sonucudur. Ancak CHP şahsında durum daha farklıdır. Onlar, Erdoğan’a, “Madem idam diyorsun niye getirmiyorsun, madem Avrupa’ya kafa tuttun neden savaş ilan etmiyorsun” şeklinde daha fazla faşistleşerek karşı çıkıyor. Türkiye demokrasisi için mücadele etmiyor.

Öyle anlaşılıyor ki, HDP etrafında oluşan demokrasi cephesi bir kez daha öncülük misyonuyla karşı karşıyadır. Bunun imkanları daha fazla ortaya çıkacaktır. Demokrasi isteyen tüm kesimlerin ortak bir mücadele içinde olmaları önemlidir.

Newroz, bir süredir toplumda oluşan sessizliğin kırılması ve parçalı duruşun giderek ortak bir cephede toplanmasına, yeniden bir sinerjinin ortaya çıkmasını sağlayabilir mi? Böyle bir ön görünüz var mı?

Referandum, süren mücadelenin yeniden ivme kazanması olarak değerlendirilir ise, sonuç alacaktır. İslami değerler adına yola çıktığını söyleyen Erdoğan’ın geldiği nokta; faşizm ve diktatörlüktür. İslamiyet’e en büyük zararı bu teklik ve diktatörlük veriyor. Sadece bu da değil, tüm yol arkadaşlarını saf dışı etti. Bu İslami kesimlerin referandumda HAYIR demesinin gerekçesi çok fazladır. Aleviler açısından tutum Hayır’dır. Kadınlar açısından da erkek devlet, erkek iktidar, erkek politika ve yaşam biçimi demektir. Her şeyi belirleyen Erdoğan’ın iktidarcı erkek zihniyeti olacak. Bu da işte kadınların HAYIR demelerinin güçlü gerekçesidir. Gençler de ölümden öte bir şey getirmeyen bu sisteme kesinlikle HAYIR demelidirler. Çünkü faşizan, militarist bir sistemden ve kendilerine ölümden öte bir şey yoktur.

Diğer kesim ise Kürtlerdir. Şimdi son zamanlarda deniliyor ki, tek tek aşiret reisleriyle görüşerek bir takım maddi vaatlerle yanına çekme girişimleri var. Bu küçük bir kesimdir ancak önemlidir. Tüm Kürtler bilmelidir ki, evet çıkarsa; Kürtlerin savaş derinleştirilecektir. Soykırım siyaseti sonuca götürülmeye çalışılacaktır. Hiçbir siyasi, ekonomik çıkara bakılmadan halk olarak tutumumuzu net olarak HAYIR şeklinde ortaya koymalıyız. Dikkat edin Hollanda’ya karşı Türk siyasi partilerinin siyasi tutumları nasıl da hemen ortaklaştı. Bizim varlığımıza dönük bir saldırı ve soykırım tehlikesi var. O açıdan aşiret ya da siyasi görüş farklılığı olsa da saldırılara karşı ortak tutum içinde olmalıyız. Ulusal duruşta yan yana olmalıyız. Bu sadece referandum için değil, her zaman böyle olmalı. Kaldı ki, referandum bizim açımızdan her şey değildir. Ama Kürtlerin Erdoğan diktatörlüğü ve soykırım saldırılarına karşı yan yana durmaları açısından önemlidir.

AKP içerde MHP ile anlaşırken, Kürdistan’da da KDP’nin desteğini alarak Rojava’da saldırı geliştiriyor. KDP’nin özellikle Şengal saldırısı, Maxmur ve Kandil’e dönük askeri yığınaklarına da bakılacak olursa, mevcut pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eş başkanlarımız Besê Hozat arkadaş ile Cemil Bayık arkadaş da Kürtler arası birliğe son açıklamalarında dikkat çekip, bu yönlü çağrılar yaptı. AKP siyasetinin dayanağı olmanın Kürtler açısından yaratacağı handikapları ve tehlikeli sonuçlara dikkat çekildi.

Erdoğan Kürt halkına karşı soykırım politikasında sonuç almak istiyor. Bunu yaparken bir yandan Türk milliyetçiliğinin somutlaştığı MHP’yi diğer yandan da KDP’yi kendisine dayanak haline getirdi. KDP bundan vazgeçmezse, AKP’nin bitişi KDP’nin de bitişi olacaktır. Bugün Erdoğan’ın yaptığı sadece ve sadece Kürtleri arası çatışma yaratarak, çıkar sağlamaktır.

Şengal çok tartışılıyor. Biz Şengal’i KDP’den almadık. Biz Êzidî halkımızı DAİŞ soykırımından halkımızı kurtararak Şengal’i aldık. O zaman yapılması gereken Şengal’in nasıl yönetileceğine Şengal halkının vermesidir. KDP-PKK bu konuda bir araya gelip konuşur, diğer partilerle de ortaklaşılır ve çözüm geliştirilir. En doğru çözüm yöntemi budur. Kaldı ki bu bir iç sorundur. Kürtler kendi aralarında diyalogla çözmelidir. Şengal’e bir kez saldırarak, bir kadının katledilmesi ve onlarca yarılının varlığı ihanet tutumundan öte bir durum değildir.

Burada şunu söyleyeyim. Bugün yapılmak istenen Şengal sorununu çözmek değildir, aksine Türk devletinin Kürt soykırımına payanda olmaktır. Kürtler kendi iç sorunlarını çeşitli platformlar, toplantılarda, ulusal kongre de çözmelidirler. Başkalarının koltuk değneği haline gelerek bu sorunlar kesinlikle çözülmez. Kürtlerin Şengal saldırısına karşı çok sert tutum aldılar. Artık bu politikada da ısrar edilmemelidir. Israr etmek Kürtlere bir yüz yıl daha kaybettir.

Ulusal kongreden söz etmişken, şimdi bir kesim Kürtler kendi aralarındaki sorunları çözmeden ulusal kongre gerçekleştirilemez derken, bir görüş de sorunların ancak ulusal kongre ile çözülebileceğini söylüyor. Siz ne dersiniz?

Şimdi Kürtlerin iki büyük partisi olarak PKK ve KDP öne çıkıyor. Ancak bunun yanında YNK ve Goran Hareketi gibi, Rojava güçleri gibi ciddi güçler var, Rojhılat var. Dolayısıyla tüm bu güçleri yok sayarak iç sorunları çözebilir misiniz? Bu mümkün değil.

Bütün Kürtler her konuda aynı görüşte olsun denilmiyor. Şengal konusunda da Rojava konusunda da farklı görüşler olabilir. Ama biz bir araya gelip sorunlarımızı tartıştıkça, görüş birliği sağlayabiliriz. Sadece PKK ile KDP’nin kendi aralarındaki sorunları çözmesiyle ulusal birlik gerçekleşemez.

Bu aslında egemen sömürgeci güçlerin Kürtler arası geliştirdiği bir fitnedir, çatıştırma siyasetidir. Kürtler bu gerçeği görmeli. Ulusal güçlerin ortak toplantısı veya bir konferansla da bir araya gelerek sorunlar tartışılabilir. Hemen bugün kongre toplanmayabilir. Ama sorun şurada, KCK’nin kongre için çağrı yaptığı bir dönemde Şengal saldırısı gelişti. İşte bu sorundur.

Tüm bu değerlendirmelere bakarsak Kürt mücadelesinin mevcut seyri ve bölgeye etkisi için neler söylenebilir?

Kürtler geliştirdikleri mücadele ile dünya kamuoyunda ciddi bir etkiye sahip oldu. Reber Apo’nun geliştirdiği paradigmanın Rojava’daki gelişmelerde etkisi belirleyicidir. Kürtler aslında Ortadoğu rönesansına öncülük ediyor. Bu bir propaganda, abartı falan değildir. Rojava’da halkların birlikte yaşayabilecekleri kanıtlandı. Koşullandırılmış şekilde birbirleriyle savaşmak zorunda değiller. İnanç, düşünce, siyasi farklılıklar birbirini öldürmenin nedeni değildir. Aksine farklılıklarımızla yan yana yaşamanın gerekçesi haline getirilebilir. Buna PKK, Önderlik paradigması öncülük ediyor. Son dönemlerde Rojava’da Arap aşiretlerinin devrim sürecine katılması bununla ilgilidir. Herkesin inancı, siyasi görüşü farklı olsa da ortak değerler etrafında yaşanabileceği ortaya çıktı.

Bu toprakların tarihine, gerçeğine uygun ve yaraşır olan ortak yaşamı oluşturabilmektir. Kürtler buna öncülük ediyor. Sadece Kürtler olarak da değil, halklar olarak da birlikte özgürce yaşamaya en fazla yakınlaştığımız bir dönemdeyiz. Bu Kürtler açısından bir onurdur. Bunun maneviyatı bile çok güzel sonuçlar yaratır. Ancak güncel politik çıkarlar, parti çıkarları, iktidar çıkarlar bu kazanımların kalıcılaşmasının zamana sarkmasına neden olur. Biz bunu önlemeye çalışıyoruz. Ama inanıyoruz ki bizler tüm engelleri aşarak, kazanacağız.