Rudaw AA Editör Masası’nda ne yapıyor?

Tanımı yapılırken “Kürt medyası” olarak sunulan Rudaw’ın “gazetecileri”nin Türk rejimi ile ilişkileri derin kuşku yaratıyor. Rudaw, bu kez AA’nin Editör Masası’nda görüntülendi.

Kurulduğu günden bu yana tartışma konusu olan Rudaw’ın, tüm dönemlerde Ankara rejimi yanlısı bir profil sahibi olması tepki konusu oluyor. Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırılarında, KDP’nin Şengal ve diğer birçok alandaki saldırılarında yapılan yayınlar, bu medya kuruluşunun Ankara rejimi ile olan ilişkileri konusundaki şüpheleri güçlendirmişti.

Rojava’ya yönelik saldırıları sırasında da benzer bir yayın çizgisine sahip olması, ÖSO adı altındaki çeteleri ekrana taşıması, zaman zaman YPG’lileri teşhir etmesi ve Türk işgalini meşru gösteren bir habercilik sergilemesi, Rudaw’ı da AKP’nin “havuz medyasının bir parçası olarak” görüntü oluşturdu.

Son olarak Efrîn’e yönelik işgal saldırılarının sürdüğü bir sırada Rudaw, Erdoğan rejiminin resmi yayın organı AA’nın Editör Masası’nda görüntülenmesi, Rudaw’ın Türk istihbaratı tarafından yönlendirildiği yönündeki iddiaları pekiştirdi.

HAVUZDAKİ RUDAW

Editör Masası’nın konuğu Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu. Etrafında ise “gazeteci” olarak sunulan, “seçilmiş” yandaşlar var. Türk medyasının neredeyse tamamı AKP rejiminin kontrolünde olduğu artık bir sır olmadığında, masada yer alan gazetecilerin de rejime yakın isimler olduğundan kuşku duyulmuyor.  Diğer bir ifadeyle, Rudaw kaçınılmaz olarak AKP’ye yakın bir medya kuruluşu haline geliyor. Diktatör rejimlerde, önceden hazırlanmış bir programa muhalif bir gazetenin davet edilmesi düşünülemez. Söz konusu olan bu baskıcı rejimin tüm suçlarını örtmek için kullandığı bir savaş enstrümanı haline gelen AA ise, artık şüpheye yer vermeyecek kadar her şey açıktır.

ANKARA, RUDAW’A NASIL BİR GÖREV VERDİ?

Editör Masası’nın kurulduğu gün, 22 Mart. Efrîn kent merkezinin işgal edildiği 18 Mart’tan dört gün sonrasına denk geliyor. Programın temel konusu da bu işgal ve sonraki işgal planları. Türk Dışişleri Bakanı, ırkçı bir söylem olan “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözünü tekrarlıyor ve bunun Şengal, Kandil ve Kürtlerin yaşadığı tüm diğer yerler için geçerli olduğunu söylüyor. Şengal ve Kandil, Güney Kürdistan’da yer alıyor. Masadaki gazetecilerin güdümlü, organize gazeteciler olduğu düşünüldüğünde, Türk devletinin izlediği işgalci politikaları meşrulaştırma görevi üstlenenler olduğu söylenebilir. Rudaw da, Güney’e yönelik işgal tehdidinin yapıldığı AA masasında görev alıyor.

Oysa, Rudaw Türk devleti tarafından 26 Eylül 2017’de RTÜK tarafından Türk-Sat uydusundan çıkarılmış, iki gün sonra 28 Eylül’de Irak Basın ve Enformasyon Komisyonu tarafından yayınları yasaklanmıştı. Türk-Sat’tan çıkarılan bir medyanın halen AKP’nin havuz medyası ile birlikte hareket etmesi, devletin Rudaw’a ilişkin aldığı kararı da şüpheli kılıyor.

KANIT MI LAZIM?

Toplantının sonuçları nasıl mı oldu? Kanıt mı gerekiyor? AA’nın masasında Rudaw’ın yer alması tek başına bir kanıt oluştursa da, orada konuşulanlar ve sonuçları da bunu pekiştiriyor. Çavuşoğlu’nun Güney’e yönelik işgalden bahsettiği bir sırada Türk uçakları Güney Kürdistan’ı bombaladı ve 4 köylü hayatını kaybetti. KDP, Ankara yerine PKK’yi suçladı. Daha da kötüsü, 22 Mart günü Hewler’in Qesre beldesine yönelik hava saldırısını protest etmek isteyen 3 aktivist KDP asayişi tarafından gözaltına alındı.

Çıkan sonuç şu: Ankara, Güney’de işlediği suçların PKK’ye karşı bir tepkiye dönüştürülmesi için Rudaw’ı görevlendirdi. Bu sonuca varmak için resmi bir belgeye ihtiyaç yok. AA, Rudaw, Çavuşoğlu, işgal tehditleri, bombardıman, sivillerin ölümü ve PKK’nin suçlanması gibi parçalar yan yana geldiğinde puzzle çözülmüş oluyor.

Ayrıca belgesi de var. Daha önce WikiLeaks tarafından yayınlanan belgelerde 6 Rudaw çalışanının Türk istihbaratı MİT’e çalıştığı kayda geçmişti. Ancak öyle görünüyor ki, bu sadece altı çalışanla sınırlı bir ilişki değil. Daha geniş bir ilişki yumağı ve ortak planların, diğer bir ifadeyle işgal planlarının ve Türk rejiminin savaş suçlarının da bir parçası.