Kürt-Türk ilişkilerini sorgulamak-YORUM

Kürtlerin tarihsel olarak Türklerle üç kez çok ciddi bir şekilde tarihi kavşaklarda buluşmasının söz konusu olduğu söylenir.

İlkini 1071 Malazgirt Savaşı sürecinde Alparslan’ın Mervaniler ile olan ilişkisine endeksliyor, tarihçiler.

İkincisini 1500’lerin başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun başındaki Yavuz Selim ile Kürt İdris-i Bitlisî arasında geliştirilen ilişkiye endeksliyorlar.

Üçüncüsü ise Mustafa Kemal Atatürk ile çeşitli Kürt bey, ağa ve şeyhler arasında Türk ulusal kurtuluşu savaşı sürecindeki geliştirilen ilişkilere bağlıyorlar, bu buluşmayı. Süreç, tarih olarak ise 1919 ile 1922 yılları arasına denk geliyor.

Bir parantez açalım: Yanlış anlamalara fırsat vermeden hemen belirtelim ki söz konusu dile getirilen ilişkilerin, Türk egemenleri ve Kürt egemenleri arasında geliştirilen ilişkiler olması itibarıyla, bu yazımızda dile getirdiğimiz hususlar egemenlere dönüktür.

Genelde dile getirilen husus, bu üç buluşmada özelde Türklerin, genel anlamda Kürtlerin de kazançlı çıktığıdır.

Türklerin 1071 yılında kesinlikle kazançlı çıktığı, batıya yani Kuzey Kürdistan’dan adım adım Anadolu’ya doğru açıldıkları bir gerçek. Ya Kürtler, daha doğrusu Mervaniler ne kazandı, diye soracak olursak, 1071 yılından 1096 yılına kadar varlıklarını koruduktan sonra Türkler tarafından, daha somut olarak Alparslan tarafından ortadan kaldırılmışlardır.

1500’lerin başlarında Osmanlılar ile İdris-i Bitlisî ve kimi Kürt beyi arasında geliştirilen ilişki sonucu Osmanlı önce bir doğu gücü olmuş, ardından ise “üç kıtada at koşturttuk” cümlesine yol açacak olan Memlukler'den İslam’ın halifelik tacını alarak İstanbul’a getirmişlerdir. Kürtler beylik formlarını korusalar da, Osmanlılar ile geliştirilen ilişkiler sonucu Osmanlı-Safeviler arasındaki savaşlardan kaynaklı Kürdistan hep bir işgal ve savaş sahasına dönüştürülerek, Kürt işbirlikçiliği bu negatif ortam üzerinde derinleştirilmiştir.

Bu durumu en iyi ifadeye kavuşturan ise Ehmede Xani olmuştur.

“…Fakat ezelden beri Allah böyle yaptı

Bu Rumları ve Acemleri bize saldırttı.

Onların uyrukluğu gerçi utanç vericidir.

Ama bu utanç ünlü kişileredir.

Bu önderler ve beyler için namustur

Ozanların ve yoksulların gücü nedir ki?

Bak Arabistan’dan Gürcistan’a kadar

Kürtlüktür olmuş kaleler gibi.

Bu Rumlar, Acemler onlarla hisar olmuş,

Kürtlerin hepsi dörtkenarda yer tutmuş,

Her iki taraf küçük kabilelerini,

İmha oklarına hedef yapmışlar.

Sanki Kürtler sınır başlarında kilitmişler,

Her kabile sağlam bir set gibidir...”

Ve set gibi olan kaleler hep ya Osmanlılar'a ya da Sefaviler'e hedef olarak, iki güç arasındaki savaşlarda ölen hep Kürtler olmuştur. Osmanlılar cihan imparatoru olmuş, Kürtler ise Kasrı Şirin’de ikiye parçalanmışlardır.

1919 ile 1922 yılında ise bu kez mekan Kuzey Kürdistan’da Atatürk ile Kürt egemenlerin içine girdikleri ilişki olmuştur. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti adı atlında bir devlet kurarken, Kürtlerin payına düşen ise kendi tarihlerinde ender rastladıkları bir soykırım olmuştur. Türk egemenleri hakim, muktedir güç olarak tekçi bir rejim kurarlarken, Kürtlerin payına düşen ise kölelik ve hizmetçilik olmuştur. Bu durumu en açık bir şekilde ise zamanın Adalet Bakanı olmuştur: “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.”

Evet, Türk egemenlerine düşen efendilik, Kürtlere ise Türk egemenlerine hizmetçilik ve kölelik olurken, bu köleliğin yanı sıra bir de Lozan’da mühürlenen antlaşmayla dörde bölünme olmuştur. Ardından ise 1924 yılındaki anayasa hükmüyle herkes Türk olmuştur.

Hiç şüphe yok ki konu genişçe de ele alınabilir ve alınmalıdır da. Kürtler hem köle olmuşlar hem de ülkelerinde yaşayan diğer halklarla düşman olmuşlardır. Örneğin; Asurilerle, Süryanilerle, Ermenilerle, Melemilerle, Yunanlarla, Araplarla derken Alevilerle yani bu topraklarda yaşayan ne kadar halk ve inanç grubu varsa hepsi ile düşmanlaşmışlar. Araları açılmış; öyle ki ekilen bu fitne tohumlarından dolayı on yıllarca Kürtler kendilerine gelememişlerdir. Zor bela özgürlük hareketi diye bir hareketinin çıkması ardından az da olsa yukarıda ismi geçen halklar ve inanç gruplarıyla yeniden doğru temellerde buluşmalar gerçekleşmiştir.

Şimdi yeniden soralım; Türk egemenleriyle Kürt egemenlerinin kurdukları her üç ilişkide kim kazanmış, kim kaybetmiş? Ya da gerçekten de Kürtlerin kölelikten ve parçalanmaktan başka ne ellerine geçmiş? Türk halkı ise eline milliyetçilik ve sahte egemenlik duygusundan, pohpohlanmış duygulardan başka ne elde etmiş?

Şimdi yeniden tarihi bir sürece girerken ve Kürt sorunu yeniden daha etraflıca tartışılmaya başlanmışken, Kürtleri yeniden bir kırımdan geçirmek isteyen bir Türk egemen gerçeği var iken ve günlük olarak 16 Ekim Kerkük, yine devamında Afrin’den başlamak üzere, tüm Kürt kazanımlarına ve onların varlığına saldıran bir gerçeklik yaşanırken, Türk egemenlerinin Kürtlerle daha doğrusu Kürt egemenleriyle girdikleri ilişkileri Kürt halkı adına sorgulamak gerekmez mi?

Bizimkisi sadece bir soru...