Karasu: Ölüm oruçları 14 Temmuz gibi tarihseldir

Karasu: Önder Apo ile yapılan görüşme üzerine spekülasyonlar yapılıyor. Bunlar aslında esas olarak AKP’nin kontrolündeki özel savaş merkezlerinde üretiliyor.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber TV’de yayınlanan Ülkeden programında gazeteci Kadir Hürdoğan’ın sorularını yanıtladı. Karasu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kalkması için süresiz-dönüşümsüz açlık grevi ve ölüm orucunda olan binlerce eylemci için, "Nasıl ki 14 Temmuz direnişçileri o dönemde sorumluluklarını görerek eylemleriyle faşizme karşı tutumlarını koymuş ve tarihin akışını değiştirmişlerse şu anki eylemciler de tıpkı 14 Temmuz direnişçileri gibi tarihsel sorumluluklarını görerek bu eyleme başlamışlardır, bu eylemi yürütüyorlar" değerlendirmelerinde bulundu.

Kadir Hürdoğan’ın sorularına Karasu, şu yanıtları verdi:

Kürt Halk Önderi Öcalan’la 8 yıl aradan sonra, 2 Mayıs’ta avukatlarıyla bir görüşme gerçekleşti. Bu görüşme için neler söylemek istersiniz, bu görüşmeyi yaratan koşullar, zemin neydi?

Aslında İmralı’da uygulanan tam bir tecrit sistemidir. Önder Apo’nun yakalanmasından bugüne kadar bu tecrit uygulanmaktadır. Ama bazı dönemler ağırlaştırılmış tecrit olmakta, bazen de siyasal duruma göre biraz gevşetmektedirler. Bugün de ağır bir tecrit vardır, bunun da siyasal durumla bağı vardır. Kürt halkı üzerinde kapsamlı bir soykırım sistemi var. Halk üzerinde, demokratik siyasal alan üzerinde, demokrasi güçleri üzerinde baskı var. Bu aslında Önder Apo üzerindeki tecritle paralel yürütülen bir durumdur.

Önder Apo’ya tecrit her zaman Kürt halkı üzerinde baskı ve zulüm politikası olmuştur. Ne zaman siyasal koşullarda taktik gereği belirli bir yumuşatma ortaya çıksa tecritte de kimi gevşemeler olmuştur. Bilindiği gibi Önder Apo 27 Temmuz 2011’den beri avukatlarıyla görüştürülmüyor. 7 Temmuz'dan itibaren görüştürülmemesinin nedeni, Sri Lanka modeli adı altında bir politika uygulanmaya başlanmasıdır. Kürt Özgürlük Hareketi tümüyle tasfiye edilmek isteniyordu.

Nitekim bu çerçevede 2011-12’de çok kapsamlı soykırım saldırıları oldu. Buna karşı Özgürlük Hareketimiz direndi. Öyle ki Türk ordusu karakollardan çıkamaz oldu. AKP iktidarı sallanmaya başladı. Bunun sonucu Önder Apo’nun yanına gidilerek tekrar İmralı sistemi yumuşatılmaya çalışıldı. Önder Apo da bu dönemde Türkiye’deki demokrasi güçlerini cesaretlendirmek, Türkiye’deki demokrasi güçlerini güçlendirmek açısından bir çatışmasızlık süreci başlattı.

LEYLA GÜVEN YURTSEVERLİK DUYGULARI İLE BİR ADIM ATTI

Bilindiği gibi 2013 Newroz’unda bir Demokratik Çözüm Manifestosu yayınladı. Fakat AKP iktidarı buna cevap vermedi, herhangi bir adım atmadı. Hatta bugün süren savaş politikasını yürütme hazırlığı o zaman yapıldı. Nitekim 2014’te Çöktürme Planı gündeme geldi ve bu çerçevede de 5 Nisan 2015’ten itibaren Önder Apo üzerinde ağı tecrit uygulanıyordu, bir savaş politikası yürütülüyordu. 5 Nisan tecridi, Dolmabahçe Mutabakatı’nın Erdoğan tarafından reddedilmesiyle başlatıldı. Çünkü Erdoğan Kürt sorununa Demokratik çözümü değil, savaşla Kürt halkının iradesini ezmeyi planlıyordu.

Milli güvenlik Kurulu’nda böyle bir karar alınmıştı, bu karar gereği mutabakat reddedildi. 5 Nisan’da ağır tecrit uygulanmaya başlandı. 7 Haziran’da da ortaya çıkan seçim sonuçları reddedildi ve savaş politikası yürütülmeye başlandı. O günden bugüne de Kürt halkı üzerinde, demokrasi güçleri üzerinde bir savaş yürütülmektedir. Bu savaş karşısında halkımızın, Özgürlük Hareketimizin yürüttüğü bir mücadele vardır. Bu mücadele sonucu AKP iktidarı istediğini alamamıştır.

Ama hala AKP-MHP faşist ittifakı hem Kürt halkı üzerinde hem demokrasi güçleri üzerinde saldırılar yürütüyor, Rojava’yı tehdit ediyor. Yine Medya Savunma Alanları üzerinde sürekli saldırılar yaptığı gibi, Önder Apo üzerinde de ağır tecrit uyguluyordu. Bunların tümü Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek, Kürtleri soykırıma uğratmak ve demokrasi güçlerini ezmek amaçlıydı. Bu saldırılar da 5 Nisan’da Önder Apo üzerinde tecrit uygulanmasıyla başlamıştı. İşte buna karşı Leyla Güven, yurtseverlik duygularıyla, derin demokratik zihniyetiyle, özgürlük tutkusuyla Önder Apo üzerindeki tecridin, Kürtler üzerinde soykırım politikası olduğunu, demokrasi güçleri üzerinde baskı olduğunu anlayarak bir adım attı. Tecridi kırmak için süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı.

AKP ZORLANAN İKTİDARINI RAHATLATMAK İÇİN AVUKATLARI İMRALI'YA GÖNDERDİ

Arkasından cezaevlerinde binlerce tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. Yine Avrupa’da yoldaşlarımız, dünyanın her yerinde Özgürlük Hareketi’ne bağlı olan gençler, yurtseverler süresiz-dönüşümsüz açlık grevi başlattılar. 1 Mart’ta da bu, binlerce tutsağın katılımıyla daha etkin ve yoğun hale geldi. Bu tabi Kürt toplumunu harekete geçirdi, dünyada gündem oldu, AKP iktidarını teşhir etti. AKP iktidarının zindanlarda kendi anayasasına bile uymadığını, kendi anayasasına uymayarak Önder Apo’nun avukatlarıyla, ailesiyle görüştürülmediğini gördü ve buna tepki geliştirdi.

İçeride halkımız tepkisini ortaya koydu. Beyaz tülbentli analarımız zaten uzun süredir bu tecride karşı direnişi yükseltmekte. Zindanlarda direnen oğullarını ve kızlarını desteklemektedirler. 30 Nisan’da da 15 tutsak ölüm orucu başlattı. Tüm bunlar AKP-MHP iktidarını zorladı.

Bunun sonucunda iç ve dış kamuoyundan gelen baskıyı azaltmak, Kürt halkının tepkisini azaltmak, halkın mücadelesi ve demokrasi güçlerinin tepkisi karşısında zorlanan iktidarını rahatlatmak için avukatları Önder Apo’yla görüşmeye gönderdi. Önceden reddederken, bir gün önce avukatlarına telefon ediyorlar, gelin müvekkilinizle görüşebilirsiniz diyorlar. Bu çerçevede avukatlar gidip görüşüyorlar. Avukatlar zaten görüşmenin sonuçlarını kamuoyuyla paylaştılar.

AVUKATLAR TECRİT KOŞULLARINDA GÖRÜŞME YAPTI

Önder Apo’nun söylediklerini kamuoyuna duyurdular. Bu görüşme tabi ki halkın direnişi ve kamuoyunun baskısıyla oluşmuş bir görüşmedir. Tecrit kırılmış değildir, çünkü AKP’nin savaş politikaları değişmemiştir. Kürtler üzerindeki soykırım politikaları değişmemiştir, hala bu politikaları sürdürmektedir. Bu politikaların temelinde de Önder Apo üzerindeki tecrit olmaktadır. Bu bakımdan, görüşmeden sonra tutsaklar; tecrit kaldırılmamıştır, hatta görüşme tecrit koşullarında yapılmıştır, diyerek eylemlerini devam ettireceklerini açıkladılar. Yine ikinci gurup ölüm orucuna başlayacağını açıkladı.

Bu çerçevede Kürt kamuoyu da bunun tecridi kaldırmak olmadığını, sadece AKP’nin İstanbul seçimleri iptal olduktan sonra seçime girerken imajını yumuşatmak ve bu temelde de oyunu attırmak için böyle bir adım attığını gördü. Görüşmenin bu çerçevede olduğunu biz de söyledik, açıklama yaptık. Tutsakların eylemini sürdürme kararlığına saygılı olduğumuzu, haklı olduklarını söyledik. Önder Apo’nun görüşmesinde de zaten açıkça bırakılsın çağrısı yoktur. Önder Apo’dan zaten herhangi bir eyleme devam edin çağrısı beklemekte doğru değildir.

Bu tür yorumlar var. Açlık grevlerinin bırakılmasına dönük olduğunu iddia edenler var, böyle değerlendirenler var. Gerçekten sayın Öcalan’ın gönderdiği mektupta açlık grevlerinin bırakılmasına dönük bir vurgu, bir mesaj var mıydı?

Açlık grevleri ölüm sınırına getirilmesin diyor. Önder Apo bunu söyleyecektir. Önder Apo’nun farklı bir şey söylemesini kimse bekleyemez. Önder Apo zaten geçmişten beri şunu söylüyor; kimse benim için ölmesin, benim için kendini yakmasın diyor. Bunu bugün de söyleyecektir. Ama bu şu anlama gelmiyor; hareketimiz, halkımız açısından Kürtler üzerinde tecrit anlamına gelen, Kürt soykırımının temeli olan tecridi kaldırmak için militan mücadele etmesin, halk mücadele etmesin anlamına gelmiyor.

Şunu açıkça söyleyelim bugün uluslararası komplo önemli oranda boşa çıkarılmışsa bunu yaratan Güneşimizi Karatamazsınız sloganıyla onlarca yoldaşımızın, yurtseverin fedaice kendisini ateşten barikat yapmasıdır. Bu temelde mücadele bugüne kadar gelişti ve komplo boşa çıkarıldı. Önder Apo üzerindeki baskı Kürt halkı üzerindeki baskıdır. Tecrit kalkmadan Kürt halkının özgürlük mücadelesi geliştirilemez. Bu gerçeklik ortadayken, tecrit sıradan bir şey değilken, her gün kazanımlar elde etmek için, mücadeleyi geliştirmek için onlarca şehit verirken tabi ki böyle önemli bir konuda da halkımız da, zindandaki yoldaşlarımız da yaşamlarını fedaice ortaya koyacaklardır. Bunu herkesin anlaması gerekiyor.

ÖNDER APO ÇATIŞMA DEĞİL, UZLAŞMA OLSUN DİYOR

Önder Apo zaten saygı duyuyorum, meşru savunma haklarıdır demiştir. Önder Apo kimse meşru savunma hakkını kullanmasın diyebilir mi, demez. Ama Önder Apo’dan kimse de eylemler sürdürülsün, tecridin kaldırılması için insanlar yaşamını ortaya koysun demesini de bekleyemez. Bu bakımdan Önder Apo’nun söyledikleri anlaşılır bir durumdur. Kaldı ki Önder Apo’nun söylediği diğer mesajların hepsi AKP-MHP iktidarına karşı tutumdur. Ne diyor? Kutuplaşma olmasın. Savaş değil, akıl, kültür, demokratik siyaset kullanılsın diyor. Çatışma değil, uzlaşma olsun diyor.

Bütün bunların tersini yapan, daha doğrusu kutuplaşma yaratan, çatışma yaratan, çözümsüzlük yaratan, sorunları şiddetle çözmek isteyen kimdir? AKP iktidarıdır. Dolayısıyla Önder Apo’nun tüm söyledikleri AKP-MHP iktidarına karşı tutum oluyor, bunun alternatifi oluyor. Türkiye AKP-MHP’nin politikalarıyla düzlüğe çıkmaz, ancak böyle çıkar diyor. Yani AKP-MHP politikalarının tersi izlenirse, ona karşı durulursa, ona karşı mücadele edilirse AKP-MHP iktidarı geriletilir.

Yerine bu politikaları uygulayan bir siyasi irade ortaya çıkarsa, o Türkiye’yi demokratikleştirebilir, Kürt sorununu çözebilir diyor. Önderliğin açıklamalarından bunun dışında başka bir şey anlaşılabilir mi? Bunun dışında başka bir şey anlamak gerçekten kafayı kuma gömmektir, zeka sorunu olmaktır. Önder Apo’nun avukatlarıyla görüştürülmesinden bir diyalog, bir uzlaşma, bir müzakere çıkarmak, böyle anlamak gerçekten akıl karı değildir.

Böyle yorumlar var. Onurlu barıştan bahsediyor sayın Öcalan, toplumsal uzlaşmadan bahsediyor. Bazı kesimler bu konuda sanki yine yeni bir çözüm süreci olacakmış gibi, diyalog başlamış gibi yorumlarda bulundu. Genel hatlarıyla nasıl anlamak lazım?

Evet onurlu barıştan bahsediyor, demokratik çözümden bahsediyor. AKP-MHP iktidarıysa bunun tersini yapıyor. Diyor; barış yok, çözüm yok, uzlaşma yok, anlaşma yok, terördür ezeceğim diyor. Dolayısıyla Önder Apo’nun bu beyanları, bu açıklamaları tamamen AKP-MHP iktidarına karşıdır. Zaten avukatlarına bu bir müzakere değildir, bu bir diyalog değildir demiştir, uyarmıştır. Herkesin böyle anlamasını istememiştir. Bırakalım şu andaki görüşmeler, geçmişte Önder Apo’yla yapılan görüşmeler bile yanlış anlaşılmıştır. O zaman bile sanki hemen sorun çözülecekmiş gibi kendini kandırma durumuna düşülmüştür.

Herkes kulağını İmralı’ya vermiş, sanki oradan kolay bir çözüm çıkacakmış gibi bir yaklaşım içine girmiştir. Önder Apo o zaman da tutumuyla, davranışıyla, söyledikleriyle demokrasi güçlerinin önünü açmak istemiştir, demokrasi güçlerini güçlendirmek istemiştir. Demokratik mücadelenin geliştirilmesiyle Kürt sorununun çözülmesi ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesini önermiştir. Mesajı bu olmuştur, bugün de mesajı budur. Bu mesaj esas demokrasi güçlerinedir. Türkiye’nin kurtuluşu buradandır. Bu kimedir, bu MHP’ye değildir, bu AKP’ye değildir. Çünkü onların bu tarakta bezi yoktur. Onların şiddet ve zordan başka politikaları yoktur.

Önderlik demokratik siyasetten bahsediyor. Bugün binlerce demokratik siyasetçi içeridedir. Belediye başkanları içeridedir. Halka nefes aldırılmıyor. En ufak demokratik hak kullanıldığı zaman saldırılıyor. Kaldı ki seçimler ortada, İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi bile AKP-MHP’nin demokratik zihniyete sahip olmadığını, iktidarı seçimle bırakmak istemediğinin açık kanıtıdır. Bu iktidarı bırakmama yaklaşımıdır. Seçimi kaybetmesine rağmen, nasıl ki bütün yargıyı kullanarak belediye başkanlarını cezaevine attırdı, milletvekillerini cezavine attırdı. Binlerce insan tutuklandı, bu defa da yargıyı kullanarak seçimleri iptal etti. Zaten yargının bu düzeyde iktidarın elinde olması orada demokrasinin olmadığını, insan haklarının olmadığını gösterir. Oradan herhangi bir çözüm çıkabilir mi?

ÖNDER APO 2013 YILINDA NE DEDİYSE BUGÜN DE ONU SÖYLEYECEKTİR

Hiçbir krallık, padişahlık, geçmişteki feodal despotluk döneminde, hiçbir dönemde adalet bu kadar iktidarın kontrolünün elinde olmamıştır. Kesinlikle olmamıştır. O dönemde adaletin belirli ölçüleri vardır. Toplumsal ahlak vardır. Toplumsal kültür vardır. Vicdan vardır, dinler vardır. Dinlerin etkisi vardır. Hristiyanlıkta da, İslamiyet’te de, her türlü dinde adalet önemlidir. Bu nedenle krallar, padişahlar ne kadar despot olsa da adalet bu kadar kontrollerinde olmamıştır.

Adaleti bu kadar kontrolde tutan bir iktidarın bu zihniyeti değişmediği müddetçe, daha doğrusu bu iktidar değişmediği müddetçe Türkiye’de demokratikleşme adımının atılması, Kürt sorununun çözülmesi noktasında adımların atılması mümkün değildir. Bu açıdan bu görüşmelerden diyalog oluyor, müzakere oluyor sonucunu çıkarmak tamamen kendini kandırmaktır. Önder Apo oraya gidene ne diyecek? Avukata gelme mi diyecek? Ya da avukata bunun tersi şeyler mi söyleyecek? Erdoğan’ın politikaları iyidir, Kürtleri baskı altına alıyor, iyi politika izliyor mu diyecek?

Tabi ki Önder Apo 2013’te ne dediyse onu söyleyecektir. Bugün de bunu söyleyecektir, on yıl sürse de bunu söyleyecektir. AKP-MHP iktidarı değil başka bir iktidar olsa bu politikaları uygulasa onlara da aynı şeyleri söyleyecektir. Bu açıdan Önder Apo’nun bu görüşmesi ve söyledikleriyle ne açlık grevlerinin bırakılması söz konusudur, ne de bu görüşmenin diyalogla ilgisi vardır. Ne de yenilenecek İstanbul seçimleriyle ilgisi vardır. Bunları ayırmak lazım.

Son olarak Bahçeli, gazetecilerin sorduğu bir soruya bu görüşmelerin olabileceğini söyledi. Siz bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bahçeli ve Erdoğan bir ittifak içerisinde ve bu ittifakı sürdürmek istiyorlar. Bu yönüyle Bahçeli’nin kalkıp AKP’nin bu uygulamalarına yanlış demesi söz konusu olamaz. Herhalde yanlışlıkla demeyeceği gibi büyük ihtimalle Erdoğan, Bahçeli’ye bu konuda bir mesaj göndermiştir. Bu seçim sürecidir, bu süreçte sert mesajlar verilmesin demiştir. Böyle diyeceğini de düşünmek gerekiyor.

Öte yandan avukat ve aile görüşü yasal birer hak. Kalkıp kamuoyunun gözü önünde Bahçeli’nin, avukatlarla görüşmesi kötü olmuştur, ailesiyle görüşmesi iyi olmamıştır, niye görüştürülüyor ailesiyle, avukatıyla diyecek hali yok. Bunun yerine oradaki savcı gerekçe buluyor; şundan görüştürülmüyor, bundan görüştürülmüyor şeklinde onlar bu işi yürütüyorlar. Yoksa AKP iktidarı hiçbir zaman açık bir biçimde biz görüştürmeyiz, ailesiyle görüştürmeyiz, avukatıyla görüştürmeyiz dememiştir. Ama fiili olarak kendi yasalarını uygulamamışlardır. Bu açıdan avukat, aile görüşmesi yasal bir hakkıdır Önder Apo’nun. Bunu vermek bir pazarlık konusu olacak değildir.

Önder Apo’nun avukat ve ailesiyle görüşmesi bir pazarlık konusu değildir. Bunlar zaten anayasada, yasalarda her tutuklunun kullandığı haklardır. Ama Kürt halkına karşı bir savaş yürütüldüğü için, Kürt halkına karşı savaşın bir boyutu da Önder Apo olduğu için kendi anayasalarına, yasalarına uymayarak bu tecridi yürütmektedirler. Bu açıdan Devlet Bahçeli’nin böyle söylemesi çok normaldir. Özellikle de İstanbul seçimleri dikkate alındığında herhalde AKP’nin yaptığı bir uygulamayı eleştirecek değildi. Şu anda Bahçeli zaten sık sık kim Cumhur İttifakı bozulacak diyorsa yanlış söylüyor, Cumhur İttifakı sapasağlamdır, hiçbir sorunu yoktur diyerek bu süreci götürüyor. Böyle yaklaşan Bahçeli’den herhalde, AKP’den farklı tutum takınması beklenemezdi. Bir nevi AKP iktidarının seçim öncesi takındığı tutumun benzerini Bahçeli’de takınmış oluyor.

Sayın Öcalan’ın çağrıları demokrasi güçlerine bir çağrıdır dediniz. Demokrasi güçleri bu çağrının gereklerini yerine getirmek için neler yapmalı?

Türkiye’nin zaten temel sorunu demokrasi güçlerinin bir araya gelememesi, ortak mücadele yürütememesidir. 31 Mart seçimleri şunu gösterdi; eğer demokrasi güçleri bir araya gelirse karşısındaki güç ne kadar despot ve diktatör olursa olsun geriletilebilir. Demek ki demokrasi güçleri fiili bir ittifak yapınca sonuçlar böyle oluyorsa, planlı, programlı, daha örgütlü bir ittifak yaparlarsa daha önemli sonuçlara ulaşabilirler. AKP iktidarını düşürebilirler, bu iktidar aslında en zayıf dönemini yaşıyor. Zorla ayakta kalıyor. Bu kadar bastırması, bu kadar saldırması düşme korkusundandır. Düşme korkusu olmasaydı bu kadar saldırgan olmazdı. Bu çerçevede şu görülüyor, demokrasi güçleri bir araya gelebilirse bu iktidar düşürülebilir. Bunun zemini doğmuştur.

Düne kadar HDP olumsuz gösteriliyordu. Türkiye halklarının karşısında sürekli olumsuz politikalarla bir algı operasyonu yürütülüyordu. Ama bu seçimle birlikte HDP’nin politikasının Türkiye’nin demokratikleşmesi doğrultusunda olduğunu, Türkiye’nin hayrına politikalar yürüttüğünü çok geniş bir kesim gördü. Özellikle CHP’nin tabanı gördü. Diğer demokrasi güçleri gördü. Bu açıdan ilk defa Kürt demokrasi güçleriyle, Kürt halkının demokrasi isteyen güçleriyle Türkiye halklarının demokrasi isteyen güçleri için güçlü ortaklaşma zemini doğdu.

Bunu doğru değerlendirmek lazım. Bu açıdan Türkiye’deki demokrasi güçleri en geniş cephede, daha doğrusu AKP-MHP faşist iktidarına karşı mücadele eden herkes bir araya gelmelidir. Çünkü bu açıdan AKP-MHP iktidarı devrilmeden, geriletilmeden Türkiye’de demokratik bir açılım geliştirmek mümkün değildir. Bu nedenle AKP-MHP iktidarına karşı olan herkes bu demokrasi ittifakı, mücadelesi içerisinde yer alabilir.

Bu yapıldığı taktirde AKP iktidarı aşılır. Yoksa demokrasi güçleri ittifak yapmazsa, mücadele etmezlerse AKP iktidarı seçimle götürülemez. Demokrasi mücadelesi yürütülmediği takdirde yapılacak her seçimde AKP iktidarı hile ile aynı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi zorla kendisini galip ilan eder. Bunun önüne geçecek kesinlikle demokrasi ittifakıdır ve bu temelde yürütülecek mücadeledir. Bu yönüyle zemin güçlüdür. 31 Mart yerel seçimleri bu zemini daha da güçlendirmiştir. Bu açıdan her çevre sorumlu davranırsa, kendini dayatmazsa, asgari bir program çerçevesinde AKP-MHP politikalarına karşı olan bütün çevreler bir araya gelirse gerçekten de bir demokrasi ittifakı yaratmak ve mücadele etmek mümkündür.

İstanbul seçimleri iptal edildi, tekrardan seçimlere gidilecek. Kürt halkının oyları üzerinden şimdiden çeşitli spekülasyonlar yapılmaya başlandı. HDP açık bir şekilde tavrını ortaya koydu. Ancak bazı kesimler kafa karışıklığına yol açmak için farklı değerlendirmelerde bulunuyorlar. 31 Mart yerel seçimlerinde Kürt halkı AKP-MHP faşizmini yıkma temelinde bir politika izledi. AKP-MHP faşist iktidarının Kürtlere karşı tavrı değişti mi ki böyle bir durumun yaşanma ihtimali doğsun?

31 Mart’ta Kürtler önemli bir tutum sergiledi. AKP-MHP iktidarını gerilettiler, yenilgiye uğrattılar. Sadece İstanbul’da değil, Ankara’da da, Antalya’da da, Çukurova’da da, Adana ve Mersin gibi bu yaşandı. Bütün önemli yerlerde ve Türkiye’nin genelinde AKP-MHP iktidarının geriletilmesinde en büyük rolü tabi ki Kürtler, HDP oynadı. Tabi HDP içinde Kürtler de var, çok geniş demokrasi kesimleri de var. Bunlar doğru politika ortaya koydular ve sonuç aldılar.

Şimdi Önder Apo ile yapılan görüşme üzerine spekülasyonlar yapılıyor. Bunlar aslında esas olarak AKP’nin kontrolündeki özel savaş merkezlerinde üretiliyor. Bunu böyle görmek lazım. Onlar bunu böyle gündemleştiriyorlar. Sanki böyle bir şey varmış gibi bir hava yaratıyorlar, bazıları da buna takılıyor. Bunun aleti oluyorlar. Sanırım bir kısım ulusalcı ya da CHP’ye yakın demokratik çevreler de sanki böyle bir şey olurmuş gibi bir kaygıyı dile getiriyorlar. Bunlar aslında Kürt halkının özgürlük mücadelesini tanımamadan, HDP’yi tanımamadan ileri gelen şeylerdir. Böyle bir şeyin olması mümkün değil.

Şu anda Kürtler üzerinde AKP-MHP faşizminin soykırım politikası var. Bu değişmiş mi? Kürt politikası değişmiş mi? Aksine bu seçime de şovenizm ve Kürt düşmanlığı ile gidecek. Zaten seçimi kazanırsa yine benim politikalarım kazandı diyecek. AKP ve MHP birlikte Kürt düşmanı, demokrasi düşmanı politikalarını sürdüreceklerdir. Bu gerçek ortadayken, demokrasi güçlerinin tutumunun değişmesi beklenebilir mi? Kürtlerin tutumunun değişmesi beklenebilir mi? Kürtler Türkiye’nin en özlü demokratik gücüdür. En gerçekçi demokratik gücüdür. En doğru demokratik gücüdür. Demokrasi mücadelesinin de temelidir. Demokrasi güçlerinin de en temel bileşenidir. Türkiye’nin en özlü, en demokratik gücünün farklı davranması beklenebilir mi?

Türkiye’de demokrasiye en çok ihtiyaç duyan Kürtlerdir. Kürtler kadar demokrasiye ihtiyaç duyan bir toplum var mı? Kürtler kadar AKP-MHP iktidarından zarar gören var mı? Şu anda AKP-MHP iktidarının en büyük zulmünü kim yaşıyor? Kürtler yaşıyor. Bu yönüyle seçim öncesi imajını yumuşatma, baskıyı azaltmak için yaptığı bir görüşme nedeniyle Kürtlerin tutumu değişebilir mi? Kürtlerin tutumu, Kürt politikası değişmeden, Kürtler üzerindeki soykırım politikası değişmeden Kürtlerin de AKP-MHP iktidarına karşı politikaları değişmez. Kaldı ki AKP-MHP iktidarının zihniyetiyle hiçbir sorun çözülemez. Bu yönüyle AKP-MHP iktidarının aşılması gerekmektedir. AKP-MHP iktidarı aşılmadan ne Kürtler ne de demokrasi güçleri zulümden ve baskıdan kurtulabilir mi? Bu bakımdan Kürtlerin İstanbul seçimlerinde tutumunun değişmesi beklenemez. Beklenmemelidir.

Seçimle AKP'nin iktidardan gitmesi mümkün müdür? İnsanlar gidip oylarını demokrasiden yana kullansalar bu iktidarı yenilgiye uğratabilirler mi?

Bu konuda CHP ve çeşitli güçlerin bazı yanılgıları var. 16 Nisan referandumunda da, 24 Haziran seçimlerinde de aslında yine yapıldı. Kaybetmişti ama AKP iktidarı zorla kazandı. O dönemde CHP tutum koyamadı. Aslında tutum koyması gerekirdi. Halk tutum koymaya hazırdı. Ama CHP tutum koymadı. Böylelikle bu seçimleri meşrulaştırdı. Şimdi de kendisi İstanbul seçimleri olduktan sonra diyor, o seçimler meşru değildir. Demek ki AKP iktidarı meşru bir seçim yapmıyor. Seçimle iktidarda kalmıyor yani. Hile ve zorla iktidarda kalıyor. Bu bakımdan sadece sandığa gidip oy vermeyle AKP iktidarının düşürüleceği sanılıyorsa bu büyük bir yanılgıdır.

Sadece sandığa oy verilerek Ekrem İmamoğlu seçim kazanamaz. Eğer demokrasi güçleri ittifak yapmazsa, bu seçim sürecinde toplum harekete geçmezse toplum tutumunu ortaya koymazsa, halk eylem ve tutumlarıyla, örgütlülükleriyle AKP-MHP iktidarına, ‘sen bu seçimde hile yaparsan dünyayı başınıza yıkarız’ mesajını verecek toplumsal hareketlilik ortaya çıkmazsa İstanbul seçimlerinde Ekrem İmamoğlu ne kadar oy alırsa alsın Ekrem İmamoğlu’na mazbatayı vermezler. Seçimi yine AKP kazanır. AKP’nin önünü kesecek tek şey halkın mücadelesidir, demokrasi güçlerinin mücadelesidir.

Tamam, CHP karar almış, gidecek ve oy kullanacak. Tabi başka tutum gösterebilirdi. Ama o gücü kendinde görmedi, gösteremedi. Sandığa gideceğim ve seçimi alacağım diyor. Demokrasi güçlerine çağrısı da budur. Olabilir. 31 Mart seçimi gibi tüm demokrasi güçleri sandığa gidip AKP-MHP iktidarına kaybettirecek oyu kullanmaları gerekir. Ama bununla seçim kazanılamaz. Demokrasi ittifakı ortaya çıkmazsa, birleşmezse, toplumsal hareketlilik ortaya çıkmazsa, demokrasi güçleri seçim sürecinde güçlerini ortaya koymazlarsa bu seçimi yine kaybederler. Bu açıdan yapılması gereken, demokrasi güçlerinin ittifak kurarak, AKP-MHP iktidarına karşı tutum ortaya koymasıdır.

HALK TUTUMU ORTAYA KOYARAK AKP-MHP İKTİDARINI SEÇİMDEN DÜŞÜRECEK

Seçimi AKP-MHP iktidarına karşı bir toplumsal mücadeleye dönüştürmelidirler. Böyle olursa, bu yaratılırsa o zaman seçime girip oy vermenin anlamı olur. Yoksa yine yaparlar, yine kaybettirirler. Bu yönüyle bizim düşüncemiz, çağrımız ve yaklaşımımız; AKP iktidarının ancak demokrasi güçlerinin ittifakıyla düşürüleceğidir. AKP iktidarı meşruiyetini kaybetmiştir. İktidardan düşmüştür. İstanbul, Ankara, İzmir, Çukurova’nın yani Türkiye’nin ekonomik, sosyal, kültürel bütün gücünü belirleyen alanların AKP tarafından kaybedilmesi iktidardan düşmesi anlamına gelmektedir.

Bu nedenle demokrasi güçleri; AKP iktidardan çekilmelidir, diyebilmeliydi. Toplum burada harekete geçebilmeliydi. Yani AKP iktidarının meşruiyeti kalmadı diyerek AKP’ye çekilme çağrısı yapılmalıydı. Çekilmediği takdirde de toplumsal hareketi geliştirerek AKP-MHP iktidarını düşürmeliydi. Bu meşru ve haklı bir mücadeledir. Çünkü seçimin sonucudur. Yani meşru bir seçimin ortaya çıkardığı sonuç AKP’nin iktidardan düşmesidir. 7 Haziran’da olduğu gibi bu seçimde de iktidardan düştü. O zaman da demokrasi güçleri doğru tutum takınamadığı için AKP oyun yaptı. İlk o sallantıyı gidererek ve MHP ile de ittifak yaparak tekrar iktidarını sürdürdü.

Bugün yine aynı şeyi yapmak istiyor. Aslında demokrasi güçleri ona yine nefes aldırdılar. Hiç değilse bu seçim sürecinde ittifak yaparak ve mücadele ederek AKP iktidarına şu mesajı kesin vermelidir; hile yapamazsın, adaletsiz seçim yapamazsın, yaptığın takdirde dünyayı başına yıkarız. AKP iktidarı seçimle gitmemek için direniyor. Ama her seçimde de düşüyor. Referandumda da düştü, 24 Haziran’da da düştü. O zaman halk tutumunu koyarak AKP-MHP iktidarını seçimden düşürecek bir noktaya getirmelidir. Yapılması gereken budur.

Gündemin bir diğer önemli maddesi Leyla Güven öncülüğünde 7. ayına giren süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemleridir. İkinci grubun girmesi ile 30 PKK ve PAJK'lı tutsak bu açlık grevi direnişlerini ölüm orucuna çevirdi. AKP’nin tüm baskı, hile ve oyunlarına rağmen bu eylemlerini kararlılıkla sürdürüyorlar. Yeni bir aşamaya varan bu süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerini ve ölüm oruçlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu eylemleri bir daha saygı ile selamlıyorum. Ölüm orucuna giren yoldaşları da saygıyla selamlıyorum. Onlar tecridin tarihi anlamının farkına varmışlardır. Tecride karşı mücadelenin faşizme karşı mücadele ve özgürlük mücadelesi olduğunu görmüşlerdir ve eylemlerini ortaya koymuşlardır. Nasıl ki 14 Temmuz direnişçileri o dönemde sorumluluklarını görerek eylemleriyle faşizme karşı tutumlarını koymuş ve tarihin akışını değiştirmişlerse bu eylemciler de tıpkı 14 Temmuz direnişçileri gibi tarihsel sorumluluklarını görerek bu eyleme başlamışlardır, bu eylemi yürütüyorlar.

Şunu söylüyoruz; biz de tecrit ile yaşamak istemiyoruz, halkımız da tecrit ile yaşamak istemiyor. Zindandaki yoldaşlarımız da tecritle yaşamak istemiyor. Artık tecritle yaşamak istemiyoruz. Bu bakımdan tecrit kırılana değin mücadele devam edecektir. Leyla Güven’in kararı da budur. Zindandaki yoldaşlarımızın kararı da budur.

Bu bakımdan halkımız da bu kararı görmelidir. Tecritle yaşanmamalıdır. Tecritle yaşamak, köleliği kabul etmektir, soykırım politikasını kabul etmektir. Soykırım politikasına, soykırım bıçağının altına kafayı uzatmaktır. Bu yönüyle direnişler yeni bir aşamaya gelmiştir. Bu direnişlerin AKP-MHP faşizmi ve tecridi kırmada önemli rol oynayacağına inanıyoruz, mücadelelerinde başarılar diliyoruz.

Açlık grevi eylemlerini başından itibaren barış anaları, tülbentli analar destekliyor ve bir direniş içerisindeler. Gün geçtikçe de AKP-MHP faşist ittifakı bu direnişe daha yoğun ve ağır bir biçimde saldırmakta. Daha önceki bir programa katılan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat, özellikle gençliğin bu saldırılara karşı tepkisizliğini eleştirdi. Bu saldırılara engel olmak için neler yapılmalı, nasıl bir tutum ortaya konulmalı?

İlk önce şunu belirtiyorum; beyaz tülbentli Kürt anaları Kürt halkının vicdanıdırlar. Kürt halkının iradesidirler. Onlar Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin sütunlarıdırlar, direkleridirler. Herkes böyle anlamalı. Hepsinin elinden hürmetle öpüyoruz. Onlar tarihe karşı sorumluluklarını yerine getiriyorlar. Kürdün vicdanının anaları olduğunu ortaya koyuyorlar. Kürdün vicdanı demek, Kürdün iradesi demektir. Çünkü Kürt halkı üzerinde yapılan zulümden, soykırımdan en fazla analarımız acı çekiyor. Soykırıma uğratılan analık değerleridir, anaların yarattığı değerlerdir.

O analar çocuklarına anadillerini öğretiyor. Soykırımcı sistemse yok etmek istiyor. Bu analar çocuklarına Kürtçe ninni söylüyorlar. Kürdün bu güne kadar varlığını taşıyan Kürt analarıdır. Bu açıdan Kürt anaları tabi ki, Önder Apo’nun Kürde ne kazandırdığını biliyorlar. Önder Apo’nun Kürt kadınına ne kazandırdığını biliyorlar. Oğulları gibi onlar da tecridin Kürt halkı için ne anlama geldiğini biliyor. Bu açıdan da en ön saflarda yürüyorlar. Yılmadan direniyorlar.

Analarımız direnir, kaybedecek bir şeyleri yoktur. En değerli evlatlarını kaybediyorlar. Anaların yarattığı her şey yok edilmek isteniyor. Bugünkü anaların, dünkü anaların, tarih boyu tüm analarımızın yarattığı değerler yok edilmek isteniyor. Analar kendi değerlerine sahip çıkıyorlar, kendi yavrularına sahip çıkıyorlar. Herkes de bunu böyle anlamalı. Tabi gençler de analarının bu tutumunu takip etmelidirler. Analarına her gün el kaldırılıyor. Bunun için örgütlü olmaya gerek yok, birilerinin örgütlemesine gerek yok. Her sokak ve mahallede gençler bir araya gelip eylem yapabilirler.

GENÇLER KÜRT ANALARINA EL KALKTIĞINI GÖREREK AYAĞA KALKMALI

Eskiden Kürdistan’da bir kasabada, bir şehirde büyük Kürt kadınına taciz yapıldığında o kasaba, o mahalle, o şehir ayaklanırmış. Kürt kadınına el uzatmayı onuruna dokunan en büyük şey görür ayağa kalkarmış. Dersim isyanının askerlerin bir kadına yaptığı hakaretten dolayı başladığı söylenir. Evet, onun da payı vardır. O sadece bir kıvılcımdır ama payı vardır. Hele toplumsal ahlakta anaya el kaldırılır mı, yaşlı kadına el kaldırılır mı? Bir toplumda kim yaşlı kadına el kaldırırsa onun yüzüne tükürürler, onun üzerine giderler. Onu taşlarlar. Bu açıdan tabi ki de gençlerimiz her mahallede, her sokakta şu gelsin örgütlesin demeden Kürt analarına el kalktığını görerek ayağa kalkmalıdırlar.

Analar onlar için direniyor. Yarattıkları analık değerlerini, analarda somutlaşan Kürtlük değerlerini korumak için tabi ki ayağa kalkıyorlar. Bu yönüyle gerçekten saygıya değerdir. Tarihteki yerlerini almışlardır. Halkımız da, gençler de, herkes de halkın vicdanı olan, iradesi olan, Kürt analarının peşinden gitmek zorundadır. Kürt anaları ne diyorsa herkesin onun peşinden gitme görevi ve sorumluluğu vardır.

Çünkü Kürdün vicdanını, iradesini bugün onlar temsil ediyor. Sadece Kürtler değil Türkiye ve dünyadaki demokrasi güçleri de Kürt analarının iradesine saygı duymalı ve bu mücadeleyi desteklemelidir. Sadece seyretmek ve demeç vermekle değil, tutumlarını daha net, açık ortaya koymalıdırlar. Bu temelde ben anaları bir daha saygıyla selamlıyorum, onların duruşunun Tecridin kırılması ve Kürt halkının özgürleşmesinde büyük rol oynayacağına inanıyorum.

Son olarak iki soru sormak istiyorum; biri Rojava diğer de Başur’la ilgili. Öncelikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan mektubunda Rojava’da yerel demokrasi temelinde bir anayasayal çözüme vurgu yapıyor. TC’nin hassasiyetlerine dikkat edilmesi vurgusu yapıyor. Rojava’yla ilgili Sayın Öcalan’ın dedikleri nasıl anlaşılmalı?

Önder Apo zaten yerel demokrasi derken demokratik özerkliği kastediyor. Federasyonu kastediyor. Yerellerin kendi kendini yönetmesinden söz ediyor kısacası. Önder Apo’nun o maddede söyledikleri anlaşılabilir bir durumdur. Önder Apo zaten Türkiye’de de, her yerde de demokratik anayasalar çerçevesinde onurlu barıştan, onurlu çözümden söz ediyor. Nedir o? Kürt halkının özgürlüğüdür, kendi kendini yönetmesidir. Onu da geçmişten beri yerel demokrasiyi ifade eden özgürlük ve federasyon biçiminde tanımlamıştır. Yine aynı ifadeleri kullanıyor. Yani Önder Apo’nun önceden de süreç için düşündüğü çözüm bu yönlüydü, şimdi de bu yönlüdür.

Stêrk TV’nin Rojeva Welat programına konuk olan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık programda; KDP’nin Türk keşif uçaklarına istihbarat, teknik, üslenme konusunda ciddi destekler verdiğini söyledi. KDP tarafındansa bu konuda olumlu-olumsuz herhangi bir açıklama gelmedi. Siz bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu konu ciddi bir konudur. Türk Devleti’nin Medya Savunma Alanları’na, gerillaya dönük saldırısına zaten Güney Kürdistan yönetimi onay veriyor. Geçmişte ortak operasyonları oldu, birlikte Özgürlük Hareketi’ne karşı savaştılar. Fakat geçen yıllarda Mesut Barzani bir daha kardeş kavgası olmayacak demişti. Öte yandan 4-5 yıl önce ulusal birlik toplantıları oldu. Bu konuda belirli ilkeler kabul edildi. Belki kongre gerçekleşmedi ama hazırlık aşamasında ilkeler kabul edildi.

Bu ilkelerin biri de Kürtlerin birbirlerine karşı düşmanlık yapmamaları. Ya da Kürtlere düşman konumda olan güçlerle ilişki içinde olmamaları, başkalarıyla ilişkilenerek başka Kürt hareketlerine, partilerine, parçalarına düşmanlık yapılmamalı. Bunlarla ortaklık ve işbirliği yapılmamalı gibi. Bu tür şeyler kongre hazırlık sürecinde tartışıldı.

Şimdi şunu görüyoruz; özellikle Behdinan alanında Türk devletinin hava saldırılarına istihbarat verildiğini görüyoruz. Keşif uçaklarının hedeflerini tespit etmesi için istihbarat verildiğini duyuyoruz. Bu konuda elimizde bilgiler de var. Bu gerçekten çok ağır bir durumdur. Belki doğrudan savaşın içinde değil ama verilen istihbaratla onlarca hatta yüzlerce diyebileceğimiz arkadaş şehit düşmüştür. Türk MİT’ine bilgi verilmektedir. Türk devletine istihbarat bilgisi verilmektedir.

GERİLLANIN KATLEDİLMESİNDE VERİLEN İSTİHBARATLARIN ROLÜ VAR

Şimdi bu yönlü çabalar YNK alanına da kaydırılmak isteniyor. Zaten bu alanlara da bu yönlü saldırılar olmaktadır. Bunların olmaması gerekiyor. Güney Kürdistan yönetiminin, Türk devletinin bu saldırılarına istihbarat vermemesi gerekiyor. İşbirliği yapmaması gerekiyor. Türk devleti uçaklarını kaldırdı saldırıyor, keşif uçaklarını gönderiyor, buna da karşıyız buna da izin verilmemesi gerekir ama bunlardan öte istihbarat vermeleri işbirliği yapmaları kabul edilemez. Bu bir savaş anlamına geliyor. Bir nevi Uluslararası Komplo’da yer aldılar. Şimdi bu kadar açık yer almıyorlar fakat farklı bir biçimde Türk devletinin saldırıları içerisinde oluyorlar. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir.

Kürt kamuoyu bilsin, Güney Kürdistan halkı bilsin. Türk devletine istihbarat verilerek gerillalar katlettiriliyor. Buna ortak olunuyor. Özellikle Behdinan’da yapılıyor, şimdi YNK’ye de böyle dayatmalar yapılıyor. YNK de buna ortak edilmek isteniyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bizim söylememize gerek yok, kendilerinin yapmaması gerekiyor, Türk devleti dayatsa da kabul etmemeleri gerekiyor. Türk devleti istedi diye herhangi bir Kürt partisinin ya da Güney Kürdistan yönetiminin böyle yapması gerekir mi? Reddetmesi gerekir, biz buna ortak olmayız demeleri gerekir.

Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı Türk devletiyle bu düzeyde işbirliği yapılabilir mi? Bu konuda herkesi uyarıyoruz. Eğer Kürtlerse, yurtseverlerse, Kürtlükten söz ediyorlarsa bu tutumlarını gözden geçirmeleri gerekir. Bu ciddi bir konudur, bu bakımdan arkadaşlarımız uyarmıştır. Ben de bütün Kürt kamuoyunun, Güney Kürdistan halkının bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerillanın katledilmesinde, verilen istihbaratların rolü vardır. Bu tutumdan bir an önce vazgeçilmesi gerekir. Halkımızın da, Kürt kamuoyunun da buna tepki göstermesi gerekir.