Almanya Kürt Hareketi’nden ne istiyor?

Eski YEK-KOM başkanlarından Mehmet Demir: İlk derneğimizi 1979’un sonu 80’in başında Köln’de kurduk. İkinci derneğimizi 1980’de Diusburg’ta, üçüncüsünü Bochum’da, dördüncüsünü ise Nürnberg’te kurduk. Ondan sonra da yaygın bir örgütlenme sürecine girdi.

Mehmet Demir, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Avrupa’daki örgütleme sürecinin en başından itibaren yer alan bir emektar. 1979’da Köln’de ilk Kürt derneğinin kurulması sürecinden günümüze kadar siyasal çalışmalarını sürdürüyor. Eski YEK-KOM başkanlarından Demir’le Almanya’nın Kürt Hareketi’ne yönelik baskıları Yeni Özgür Politika'ya değerlendirdi.

Almanya’da ilk örgütlenmeler nasıl başladı? O dönemin siyasi atmosferinden biraz bahseder misiniz?

Bizden önce Almanya’ya gelen, göç eden, bizim coğrafyadan Kürdistanlı, Türkiyeli işçiler vardı. Bizim gelişimiz daha çok 12 Eylül faşizmine giden yolun başlangıcı ile süregelen bir süreçtir. Dolayısıyla ben 1978’in ilk aylarında Almanya’ya geldim. Darbe sürecine gidilirken Maraş katliamı yapıldı. Maraş katliamının iki karakteristik özelliği var: Birincisi, 12 Eylül faşist cuntasına giden yolun ilk taşları döşendi. İlk sıkıyönetimin başta Kürdistan olmak üzere Türkiye’de ilerici devrimci gençliğin örgütlü olan alanlara sıkıyönetim ilan edildi ve 12 Eylül askeri darbesiyle de cunta işbaşına geldi.

İkinci yanı ise, aslında 12 Eylül faşist cuntası iktidara gelirken, aynı günümüzdeki gibi emperyalist güçlerin bölge üzerinde oyunları vardı. 68 kuşağının yarattığı devrimci hamle ve değerler giderek çığ gibi büyümeye başladı. O devrim potansiyelini oradan bir biçimiyle çıkarmak gerekiyordu. Maraş katliamı ve 12 Eylül ile başlayan süreçte tüm devrimci örgütlerin gücü kafileler halinde yurtdışına çıktı.

Biliyorsunuz, 1973 yılından itibaren işçilerin alımları durduruldu. Aradan 5 yıl geçti; katliamın başlangıcı, sıkıyönetim ilanı, askeri cuntanın gelişiyle birlikte oluşan devrimci potansiyelin yurtdışına çıkmasının yolu açıldı. Otobüsler dolusu, trenler dolusu, uçaklar dolusu insan bu vesileyle yurtdışına çıkartıldı. Yani resmen çeşitli güçler, kesimler eliyle adeta köyler, mezralar, kazalar gezilerek yurtdışında büyük umutların vaat edildiği bir çıkışın önü açıldı. Ve o devrimci potansiyel parça parça, peyder pey başta Kürdistan ve Türkiye olmak üzere Ortadoğu’dan boşaltıldı.

İlk örgütlenme adımları nasıl atıldı?

Şimdi bizim Almanya’ya gelişimiz ve ilk adımları atmamız da böyle bir süreçte başladı. 1979’un sonu, 80’lerin başlarında Almanya’ya gelişler nedeniyle bir grup arkadaşla bir komite oluşturduk. Bu komiteyle birlikte Almanya başta olmak üzere Avrupa’da ne yapabiliriz; biz birey olarak ilk Almanya’ya çıkışımızda dernekleşmeyi oportünizmin yuvası gören, derneklerin insanlarda oluşan devrimci potansiyeli tüketmeye yarayan alanlar olarak görüyorduk ve kesinlikle dernekleşmeye karşıydık. Biz uzun süre bu çerçeve üzerinde tartıştık ve kesinlikle dernekleşmeyi reddettik.

Biz o dönem Maraş’ta yapılan yıkım, yakım sürecini burada bir kampanya ile desteklemek istedik. Maddi manevi katkılar toplamaya başladık. Bu katkıları oraya göndermenin hazırlığındaydık; ama asker cuntanın Kürdistan’ı tümüyle boşaltma süreciyle birleşince bu başlangıç bizi, Kürt hareketinin örgütlenmesine doğru bir sürece götürdü.

Maraş katliamından bir ay önce 27 Kasım 1978’de Kürt özgürlük Mücadelesine öncelik eden PKK kuruldu. Katliam, PKK’nin kuruluşuna bir cevap niteliği de taşımaktadır. Yurtdışında özgürlük hareketinin ilk örgütlenme adımlarını, yani kurumlaşma bazında atmaya başladık. Gelişlerle birlikte potansiyelin çoğalmasıyla o küçük grup giderek 100’lere, 1000’lere varınca, koşullar ister istemez bizim o ilk başta tepki koyduğumuz dernekleşmenin aslında giderek bir ihtiyaç olduğunu bize kabul ettirdi. Her ne kadar bizim o dönemdeki bilgi, birikim ve duruşumuz buna izin vermese de koşullar bizi kurumlaşma faaliyetlerinin ilk adımlarını atmaya götürdü.

İlk dernek ne zaman ve nerede kuruldu?

İlk derneğimizi 1979’un sonu 80’in başında Köln’de kurduk. İkinci derneğimizi 1980’de Diusburg’ta kurduk. Üçüncü derneğimizi Bochum’da, dördüncü derneğimizi Nürnberg’te kurduk. Giderek dernekleşme bizde bir örgütlenme aracı olarak kabul gördü. Ondan sonra da yaygın bir örgütlenme sürecine gidildi.

Kürt Hareketi’ne yönelik baskılar peki ne zaman başladı?

Bizim açımızdan ilk yönelim Düsseldorf davasıyla başlamadı. 82’de Özgürlük Hareketinin ülkeye dönüş kararı alması emperyalist güçlerin özgürlük hareketini denetime alma, kontrole alma süreçlerinin başlangıcıdır. Ki bu 82’lere tekabül eder. 80’de bizim Köln Dom’da açlık grevimiz oldu, aynı dönem Essen konsolosluk işgali, 82’de büyük ölüm oruçları başladığı zaman bizim Diusburg’da 35 günlük açlık grevimiz var. Daha sonra bu süreci değerlendirdik.

82 sürecinin şöyle bir karakteri var: Diyarbakır zindan direnişiyle, Ortadoğu’da ve Kürdistan merkezli yepyeni bir direniş eğilimi, mücadelesi gelişiyordu. Bu uğurda bir halkın en değerli evlatları kendilerini kahramanca feda ediyorlardı. Bunun karşısında uluslararası güçlerin her türlü bilgi birikimini yedeğine alarak bu devrimci mücadeleyi, direnişi bastırmak ve içerde ihaneti örgütleyen bir süreç de var. Cezaevlerinde ve dışarıda, Avrupa’da o dönem,  özgürlük hareketine “ülkeye dönüş intihardır” diyorlardı. Diyarbakır zindan direnişi karşısında ihanetçilik örgütleniyordu. Yani ben o dönemdeki isimleri anmak istemiyorum. Dolayısıyla ülkelerin bu gelişmelerin tümünden haberi vardı.

Misal şunu hiç unutmam; o süreçlerde birçok partinin milletvekilleri bizim bazı arkadaşların iltica işleriyle bizzat uğraşıyordu. Biz bunu çok olumlu değerlendiriyorduk. Ve yahut tek yanlı görüyorduk. Hâlbuki içimize girip bizim iç dinamiklerimizi öğrenip, bizi en rahat biçimde nasıl denetime alıp kontrol altına alabilmenin hesapları yapılıyormuş. Biz o dönem siyasal yetmezliklerimiz nedeniyle bunu görecek durumda değildik.

ERNK’nin kuruluşu ardından yönelimler daha da somutlaştığını görüyoruz.

Bizlere yönelik ilk fiziki pratik yönelim 86’da başladı. 21 Mart 1985 yılında ERNK kurulmuş, 86 yılında ERNK’nin kuruluşunun 1. yıl kutlamaları görkemli olacaktı. Duisburg Mercatorhalle’de kutlamak istiyorduk. O gün tüm Almanya çapında geceye gelenler otobanlarda yerlere yatırılarak üstleri arandı. Gerekçe sonradan ortaya çıkıyor ki, bize karşı 8 örgüt imza toplamış, “86 Newroz’unda PKK lideri Abdullah Öcalan Newrozu kutlamak için Mercatorhalle’ye Duisburg’a gelecek” diye. Dolayısıyla kutlama yapacağımız yer polis ablukası altına alındı. Aslında bugün yaşadıklarımız 86’da bize uygulandı.

Dolayısıyla 82’den başlayarak parça parça örgüt gelişip büyüdükçe her türlü mekanizmayı devreye koyarak bu hareketi boğmaya çalıştılar. Bunun çok iyi bilinmesi gerekiyor. Yani PKK şahsında özgürlük hareketi etrafındaki örgütlü mücadeleye yönelim ne 89’da başlayan Düsseldorf davasıdır ne de ’93 PKK yasağıdır. Çok önce başladı. Bence bu çok net bilinmeli.

Peki gecenizi yapabildiniz mi?

Bu koşullarda elbette ki bizim buna karşı tepkimiz çok sertti. Biz  o salonda en görkemli biçimde gecemizi yaptık. Verilmesi gereken mesajı da verdik. Ama aynı zamanda bu devletin o kirli yöntemlerini de boşa çıkarttık. Yani ikiyüzlü, işbirlikçi, devlet denetimine girmiş, devletten aldıkları fonlardan ötürü bizzat bir halkın haklı mücadelesini çok kirli yöntemlerle boğmaya yönelen, hizmet edenler de teşhir edilmiş oldu.

Siz YEKKOM başkanıydınız. YEKKOM’dan önce hangi örgütlenmeler vardı?

Hayır, bizim Avrupa’daki kurumsal çalışmalarımızın çatı örgütü olarak ilk federasyonumuz FEYKA Kurdistan’dır. Federasyona Komalen Kurd Ya Almanya Rojava. O zaman iki Almanya daha birleşmemiş. Batı Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu idi. Kısaltılışı da FEYKA Kurdistan’dır. FEYKA Kurdistan’ın 21 Mart 1984 Köln’de kuruluşu ilanını yaptık. Federasyonun ilanından sonra da 18 Nisan-8 Mayıs tarihleri arası Almanya’da iki koldan uzun yürüyüş yaptık. Biri Hannover-Bonn, bir diğeri Hanau-Bonn yürüyüşüdür. İki koldan gerçekleşen bu yürüyüşü FEYKA Kurdistan örgütledi. O dönemde o yürüyüşlerde yer alan, periyotlar biçiminde federasyonumuza başkanlık eden iki arkadaşımız, bu konuda da onları anmak gerekiyor; Rauf Özbay ve Mehmet Öner arkadaşlarımız sonradan özgürlük mücadelesinde şehit düştüler.

Tabi FEYKA Kurdistan’ı iyi tanımak gerekiyor. FEYKA Kurdistan bir dönemin ciddi bir misyonunu üstlendi ve bunu hakkıyla her alanda hem siyasal alanda hem demokratik mücadelede yerine getirdi.

Sonraki yıllarda baskılar cinayetlere kadar vardı…

Bugüne kadar Almanya’da 18 yurtsever-devrimci katledilmiştir. Bizim ilk şehidimiz 1982 Münih’te Mardinli bir yurtseverimiz Serxwebûn dergisini dağıtırken, bir Kürt örgütününün Newroz gecesinin çıkış kapısının önünde katledildi. Yani tek suçu Serxwebun Gazetesini dağıtmaktı. Bizzat o örgüt tarafından kim vurduya getirildi. Bizim tarihimizin bu yanları hiç bilinmiyor. İnsan dönem dönem tabii ki isyan ediyor. 82 ardından 83’te Hannover’de Serhatlı bir yurtseverimiz yine aynı örgütün gecesinin yapıldığı yerin önünde o dönemki yayını dağıtmasına karşı silahlı yöneliyorlar ve halen de engelli bir arkadaşımızdır. Biz bu süreçleri yaşadık. Halim Dener’lere giden yol aslında önceden inşa edildi. Dikkat edilirse 82’de her tarafta bir yönelim, öyle sıradan bir şey değil. Yurtdışındaki ilk şehidimiz de Almanya’da Münih’te oluyor.

Bunların ardından Halim Dener’in katledilmesinde, Alman devletinin yasakçı mantığı neyi hedefliyordu? Bugün de renkleri yasaklıyor, bayrağı yasaklıyor, o yasağa tepki olarak yani yasaktan aşağı yukarı 7-8 ay sonra Hannover’de ERNK bayrağının afişini asarken sokakta polis kurşunuyla katlediliyor.

Devlet bununla yetiniyor mu? Hayır! Özgürlük hareketini çok yönlü vurmaya çalışıyor. Örneğin burada en önemli şeylerden biri Eser Altınok’tur. Alman devleti tek yönlü değil, her yönüyle uğraşıyor. İnsanları içeri aldığı yetmiyormuş gibi, o insanları kendi toplumuna, değerlerine karşı ajanlaştırmak için insanlar üzerinde o kadar psikolojik baskı uyguluyor ki; işte Eser Altınok buna tepki olarak bizzat kendi yaşanma son verdi cezaevinde. Hiç kimse kalkıp bunu başka tarif edemez.

Almanya’nın Kürt Hareketi’ne bu denli düşmanlığını nedeni nedir?

Alman devleti sadece bugün değil, başından beri diyoruz ya bu harekete düşmanlık üzerinden kendisini sürekli sorumlu gören, yükümlü gören ve bunun için de bizzat düşmanca yönelen bir pozisyondadır. Şimdi şeyler bununla sınırlı mı? Hayır. İşte Halim Dener’in katledilmesinden sonra Neurmünster’de faşistler tarafından saldırıya uğrayıp katledilen bir gencimiz var. Resmen, sokak ortasında katledildi. Biliyoruz ki, Türk faşistleri tarafından yapıldı. Arkasından şunu çok iyi biliyoruz; yani yasakları protesto eden, kabul etmeyen iki kadın arkadaşımız Ronahi ve Berivanların Manheim’de yaşamlarına son vermeleri. Burada oluşan baskıyı görmek gerekir. Bu baskı neyin baskısıydı?  Kürtler gerçekten o süreçte Almanya’da ne yapmıştı ki, Kürt gençleri o dönem yaşamlarına son verecek kadar tepkilenmişti? Burada devletin katıksız baskılarını görmek, devletin taa başından beri Kürt Özgürlük Hareketi etrafında örgütlü olan Kürde yönelme durumu var.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan buradan tüm Avrupalıların, komploda payı olanların desteği ile Türkiye’ye teslim edilirken bunu protesto eden 4 Kürt genci Berlin’de İsrail konsolosluğunda katledilmedi mi? Onları katledenlere ne ceza verildi? Bu devlet bunların hesabını verdi mi? Bunu protesto etmek için Koblenz cezaevinde bedenini ateşe veren Berzan Öztürk’ün hesabı verildi mi? Şunu mu diyecekler: “Bizim bunda bir şeyimiz yok, kendi kendisini…” Hayır. Bizim hangi derneğe günde kaç defa giriş çıkışımızı kayda alan bir devlet nasıl oluyor da cezaevi hücresinde bir Kürt tutuklunun yaşamına son vermesini göremiyor? Bunlar inandırıcı mı? Peki, bu devlet taraf mı değil mi? Dolayısıyla Alman devleti pir û pak değil.

O günden bugüne mücadele ne aşamaya geldi?

Geriye dönüp baktığımızda Kürt hareketinin gelişim düzeyi, faaliyetleri gerçekten göz önünde bulundurulmalı. “Keşke böyle yapmasaydık da şöyle yapsaydık” diyebileceğimiz şeylerden önemli bulduğum bir şeyi söyleyeyim. Bulunduğumuz bu ülkede Düsseldorf davası bitmişti. Arkadaşlarımızın serbest bırakıldığı günlerde Bonn’da merkezi bir eylem yapıldı. Bu eylem Alman Sol örgütleri tarafından gerçekleştirildi. 10 binin üzerinde Alman yoldaşımız, devrimci mücadelede yer alan sistem karşıtı insan katıldı. Ve bu yürüyüşün konuşmacısı Ali Haydar Kaytan idi. Bu on binler nereye gitti? Hepsi yaramaz insandı diyebilir miyiz? Peki bizim  özel Avrupa hareketinin bir ittifak politikası yok muydu? Müttefiklerimizle nasıl ilgilenelim, ilişkilenelim politikası yok muydu? Vardı. Ama eğer bu kadar acımasız, amansız günleri hesap etmiş olsaydık daha farklı davranabilirdik. Almanya genelinde 30’un üzerinde dayanışma grubu vardı. Haftada bir, iki gün hatta bazen daha fazla, Kürtçe yayın yapan onlarca radyo vardı. Keşke bu günleri görerek örgütün ittifak, politikaları çerçevesinde yaklaşsaydık, şimdi bu kadar yalnız kalmıyor olacaktık. Buradaki boşluğu kim doldurdu? Örneğin Alman devleti baktı ki bizim o ittifak politikalarındaki eksiğimiz, yetmezliklerimiz ya da zaaflı yaklaşımlarımız var, devreye girdi.

Günümüzde bakın bunu çok daha açık bir biçimde yaşıyoruz değil mi? Bir taraftan da DAİŞ’e karşı mücadeleyi bu kadar çok kutsayacaksın ama DAİŞ’e karşı mücadele edenleri de her türlü yönelime tabii tutacaksın. 2 Mart 2017’deki İçişleri Bakanlığı gizli yazışması, 29 Ocak 2018’deki gizli yazışma ve giderek artık Kürtlerin o özgürlük mücadelesinin etrafında örgütlü insana selam vermenin suç sayılacağı süreç yaşatılıyor.

Bundan sonrasına ilişkin ne yapmak gerek?

Geçmişten bugüne birikimlerimizi, eksik ve yetmezliklerimizi görerek, mücadeleyi çok daha  derinleştirebilmek, bir taraftan hukuksal mücadele; diğer taraftan siyasal meşru haklar etrafındaki örgütlüğümüzü hem içimizdeki tartışmaları güçlendiren hem de müttefiklerimiz ile bunu kalıcı duruma getiren, aynı zamanda kendi müttefikleri ile ilişki kurarken de hiçbir biçimiyle dar, sığ yaklaşımlardan kendisini kurtaran bir yaklaşıma sahip olmalıyız. Bu konuda eksik olduğumuzu, yetmez olduğumuzu, geri kaldığımızı açıkça itiraf etmek, bunun öz eleştirisini de vermek durumundayız.

Sonuçta bugüne kadar tüm bu ağır baskı ve saldırılara karşın çok ciddi bir mücadele verildi. Buradaki tarihimiz baskı kadar baskıya direnişin de tarihidir. Özellikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın paradigmasının yarattığı büyük gelişmeler, en başta da Rojava Devrimi, bu direnişin Avrupada çok daha büyümesine ve gençlik başta olmak üzere sistem karşıtı kesimlerin desteğini almasına yol açmıştır. Bugün artık geçmişi çok çok aşan bir gelişmeyi yaratabilecek bir birikim ve güce sahibiz. Mücadeleyi büyütmek, genişletmek için sadece çok yoğun çalışmamız ve mücadele geleneğimize güvenmemiz yetecektir.