‘AKP, 12 Eylül Darbesinin devamıdır’

12 Eylül Askeri Darbesinin mağdurları, bugün yaşananların 12 Eylül’ün devamı olduğunu belirterek, 12 Eylül’ün askeri diktatörlük olduğunu, AKP hükümetinin ise asker ve polisi denetimine almış sivil bir diktatör rejimi olduğunu söyledi.

Türkiye 90 yıllık geçmişinin büyük bir bölümü darbelerle geçti. Bu darbeler sonucu ülke yıllarca asker rejimler tarafından yönetildi. Darbeler nedeniyle binlerce insan yaşamını yitirdi; yüzbinlerce insan cezaevine atıldı ve işkence gördü. Bu darbelerden biri de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi. Darbe sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi kapatıldı. Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye’de yeniden bir askeri dönem başladı. Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü. 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin en büyük mağdurları ise, Kürtler ve devrimciler oldu. Darbe sonrasında binlerce Kürt ve devrimci cezaevine atıldı ve işkence gördü. Özellikle Diyarbakır Cezaevinde, Kürtler ve devrimciler, ağır işkenceler gördü. Bu işkenceler sonucunda bir kısmı sakat kaldı, bir kısmı cezaevinde yaşamını yitirdi, bir kısmı ise cezaevinde yaşadığı ağır işkence sonucunda, serbest bırakıldıktan sonra yaşamını yitirdi.

ASLAN: 1980 DARBESİNDEN ÖNCE ÜLKE ÇEŞİTLİ KAMPLAŞMALARA AYRILDI

12 Eylül Askeri Darbenin mağduru ve Mazlum- Der Van Şube eski Başkanı Yakup Aslan, 1980 darbesinden önce ülke çeşitli kamplaşmalara ayrıldığını söyledi. Sağ düşüncenin devletin koruması altında olduğunu belirten Aslan, “Güvenlik güçleri, halkın “bu gidişata artık bir dur denilmeli, asker müdahale etmeli” demesini pekiştirircesine olaylara seyirci kalıyor gibi yapıyor, ancak fişlemelerini, listeler tutması kusursuz bir şekilde yapmayı da ihmal etmiyordu. İnsanlar ölüyor, iş yerleri kundaklanıyor, insanların fırınlarda yakılması doğal hale getiriliyor, provokatörlerin kurgusuyla ayaklanma provaları yapılıyor gibiydi. Kurtarılmış bölgeler, devrim baharlarının tahayyülü, büyük gövde gösterileri pompalanan komünizm tehlikesi eşliğinde ana gündemdi. Artık bir askeri müdahalenin yakın olduğuna kesin gözüyle bakılıyordu. Siyaset, kifayetsiz, yetersiz ve aciz kalıyordu veya kaldığı empoze ediliyordu. Her sabah bir askeri darbeyle uyanma ihtimalimiz hep canlıydı. General Kenan Evren ABD’ye gidip döndükten sonra ordu, emir-komuta zinciri içerisinde sabaha doğru tanklarıyla, zırhlı araçlarıyla, cemseleriyle şehre indi ve sokağa çıkma yasakları içerisinde önceden hazırlanan listeler doğrultusunda büyük tutuklama furyaları başladı. Cezaevlerinde yer kalmayınca kışlalar, spor salonları kullanılır olmuştu. Ağır işkence haberleri, sokaklarda yasakların boyutunun artması, siyasi gençlerin idam haberleri, parlamentodaki milletvekillerin, parti başkanlarının tutuklanması ve basının bir anda darbeci kesilmesi o günlerin gündemiydi” dedi

ASLAN: CEZAEVLERİNDE TUTUKLULARA AĞIR İŞKENCELER YAPILDI

Birçok cezaevinde tutuklulara ağır işkenceler yapıldığını ifade eden Aslan, “Tutuklananların o ağır işkencelerde canını sağlam kurtarması mucize gibiydi. Diyanet, medya, halkın büyük bir bölümü anarşiden kurtulmuş olmanın sevinciyle darbecileri destekliyordu. Aslındaysa darbe öncesi halkı hazır hale getiren psikolojik propaganda mühendisliği, darbeden sonra da halkı bu skalada tutmaya çaba gösterdi. Ceza evlerinde neler yaşandığı çok geç öğrenildi. Tek bir muhalif söze, harekete, habere, yayına, ilişkiye izin verilmedi. Siyasi mücadele içerisindeki gençlerin önemli bir kısmı yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Darbe ile birlikte dünyadan tamamen izole bir toplum oluşmuş ve daha önce sağlanan hak ve özgürlükler yasaklanmıştı. Dışarıda düşman olan düşünce çevreleri kışlalarda, ceza evlerinde güya ıslah edilmek üzere bir arada askeri baskıyla ıslah edilmek isteniyordu. Hayalı bile zor işkence yöntemlerini uygulamakla şöhret yapmış Esat Oktay Yıldıran ve köpeğini Diyarbakır Cezaevinden yolu geçenler kolay kolay unutmaz. Düşünce adına inşa edilen paradigmalar devletin bu yeni retoriği veya gerçek yüzü karşısında iflas etmiş, ülkeye tamamen militarist bir anlayış hakim olmuştu. İran basını, Kenan Evren’in parayı ve darbe emrini ABD’den aldığını yazdı” şeklinde konuştu.

‘YILLARCA KİMLİKSİZ YAŞADIM’

Aslan konuşmasına şöyle devam etti: “Biz ne olduk! Darbe öncesi zaten hayali suçlardan, yani devleti yıkmak için örgütlenmek gibi komik iddialarla aranıyordum. Darbe den birkaç gün sonra eve uğradığım esnada mahallenin muhasara edilmesinden sonra kimliğim alınarak yakalanmıştım. Beni ve bir kardeşimi götürmek üzereyken akrabalar olaydan haberdar oldular ve büyük kalabalıklar halinde kapının önünde birikmeye başladılar. Evde yakalanan tek suç aleti bir kitabın arasından çıkan, Hürriyet Gazetesinin kesilmiş bir manşetiydi. Akrabaların sayısı artıkça, asker ve polisler geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada gitmek istemiyor olmama rağmen, akrabalarım beni zorla kaçırdılar. “Seni tutuklarlarsa kesin öldürürler” diyorlardı. O gece şehirden uzak ve olaydan habersiz bir arkadaşın evine misafir oldum. Benden sonra, kızgınlıklarından 3 erkek kardeşimi, kız kardeşimi ve babamı gözaltına aldılar. Babam 45 gün kadar Toprakkale’de kışlada sürekli kaba işkence gördü. Her ikisi de ağır işkencelerden sonra o dönemin örgüt üyeliğinden en ağır ceza aldılar. Oysa ikisi de çocuktu ve siyasetin ne oluğunu da yeterince bilmiyorlardı. Ben de imkan olmasına rağmen yurt dışına gitmemekte kararlıydım. Hakkari üzerinden İstanbul’a gittim. Bu yolculuğun serüveni de hem zor ve hem de ilginç anılarla doludur. Kimliksiz İstanbul’da yaşamak kolay olmadı. İnsanların gerçek kişiliklerinin bu zor zamanda ortaya çıkmasıyla birlikte, yanlış hayaller kurduğumuzu da görmüş olduk. Kitaplarını, Kuran meallerini yakanların yanında daha önce mangalda kül bırakmayanların nasıl jurnalci veya ihbarcı olduklarına şahit olduk. Şeklini, yaşam tarzını, düşüncelerini ve hatta inancını değiştirenlerin yanında ülkede ne kadar kişiliksiz insanın da olduğunu görmemize darbe yardımcı olmuştu. Yurt dışına çıkıp okumaya karar vermiştim. Van’a gelip İran’a gittim veya gitmek zorunda kaldım. 10 yıl boyunca gurbet hayatı yaşadıktan sonra yeniden döndüm. Ancak değişen bir şey olmamıştı. Yine 90’lı yıllar, faili meçhuller, OHAL’ler, sıkıyönetimler, DGM (Devlet Güvenlik Mahkemeleri), Köy yakmalar, sokak ortasında infazlar, işkence, baskı ve sindirme politikalarının en üst seviyede uygulamada olması yeniden bir yöntem olarak benimsenmişti.”

‘GELECEĞİ MUAMMA BİR ÜLKE VE YÖNETİMLE KARŞI KARŞIYAYIZ’

Aslan konuşmasının devamında şunlara değindi: “AK Parti ile birlikte küçük bir ışık, umut doğmuştu. Her kesim güzel şeyler olacağını ümit ediyordu. Ülke artık normalleşebilirdi. Kavgalar, parçalanmışlıklar, düşmanlıklar artık sona erebilirdi. Barış, huzur ve güven dolu bir ülkeyi elbirliğiyle inşa etme imkanı doğar gibiydi. Barış Süreci devam ettiği bir zamanda Suriye savaşı ve ardından IŞİD’in Irak’ta hareketlenmesiyle başlayan yeni bir süreç başladı. Ardından 17-25 Aralık’ta 4 bakanın istifasına sebep olan yolsuzluk ve rüşvet skandalından sonra Cemaat operasyonuyla başlayan süreç. Zannedersem burada geri dönüşü mümkün olmayan bir yola girildi ve devamında bu derinden gelen depremi atlatabilmek için “ülkenin beka sorunu” üzerinden kurgulanan yeni siyasette milliyetçi kanadın istekleri doğrultusunda hareket edilmeye başlandı. Milliyetçi ve ırkçı düşünceyi çok iyi tanıyoruz. Kendisinden başka herkesi düşman gören, parçalayan, bölen, baskı, barbarlık, ilkellik ve mafyavari zorbalığı yöntem olarak benimseyen bu çevrenin vesayeti altındaki iktidar, kendisine yönelik baskıları, sindirme çabalarını bertaraf etmek maksadıyla her söyleneni fazlasıyla yapmayı görev kabul etmektedir. Böylesine bir handikabın içerisinde olan iktidar, OHAL ve KHK gibi hukuksuzluğa zemin hazırlayan uygulamalarla 1980 askeri darbesinin bile cesaret edemeyeceği boyutta tutuklamalara, işten atmalara, müsaderelere, halkın iradesine kayyum atamalara, parlamentoyu baypas etmelere ve yer yer işkenceyi yeniden canlandırmalara kadar birçok hukuksuz uygulamaya imza atmıştır. Mesele devlet politikalarından çok bireysel kin, kan davası, öfke ve kızgınlıklara dönüşmüştür. Yüz binlere varan mağdur ve bir o kadar baskı ve sindirme altında olan potansiyel suçlu olarak kabul edilen kesim. Ülke bir korku imparatorluğuyla yönetilme temayülleri giderek belirginleşiyor. Dünyadan tamamen izole olmuş, toplumun büyük kesimi tarafından muhalefetle karşılanan iktidar, nerdeyse herkesle kavgalı bir ortam inşa etti. Elbette kimi yerde bilinçli olan bu kavgalar, toplum nezdinde iktidarı mağduriyet üzerinden savunma noktasına sürüklüyor. Ancak siyasi, ekonomik ve askeri yönden büyük fiyaskolar yaşayan iktidar, özellikle şu anlarda şaibe altında olan 15 Temmuz kalkışmasıyla orduya da ağır bir darbe vurulmasına da zemin hazırladı. Sonuç olarak, geleceği muamma bir ülke ve yönetimle karşı karşıyayız. Geleceğe ümitle bakmak çok kolay olmasa gerek. Mevcut cezaevlerinin bir o kadar fazlasıyla ceza evi inşa edilerek, baskı, korku ve sindirme politikalarıyla ülke nasıl yönetilecek bilmiyorum. Tutuklama, susturma, tekçilik, yargıya müdahale ve dünyanın en fazla ve büyük cezaevlerini inşa etmekle adil bir devlet inşa etmek kolay olmasa gerek.”

BULUT: YOLDAŞIM SEYİTHAN ÖKSÜZ’ÜN KATLEDİLİŞİNİ HİÇBİR ZAMAN UNUTMADIM

12 Eylül Askeri Darbesinin mağduru Ahmet Bulut ise, Diyarbakır zindanında arkadaşlarının yaşadığını vahşeti halen yüreğinde yaşadığını söyledi. Bulut, şu değerlendirmede bulundu: “Özellikle dikta faşist darbesinde her ne kadar yolum, Diyarbakır zindanlarına düşmediyse de yüreğim halen orada atıyor. Zindanda yoldaşlarımın yaşadığı vahşeti yüreğimde his ediyordum. Özellikle yüreğime kazılan yoldaşım çocukluk arkadaşım Seyithan Öksüz’ün katledilişini hiç bir zaman unutamadım.”

TAKVA: 12 EYLÜL DARBESİ YIL DÖNÜMÜ, YAŞANAN ACILARIN GÜNÜDÜR

Van 78’liler Derneği Başkanı Şemsettin Takva, 12 Eylül Askeri Darbesinin, acıların hatıra geldiği, işkenceden insan feryatlarının arşa yükseldiği ve yitirilen canların, yakınlarına çektirdiği ıstırabın gök kubbeyi deldiği günün yıl dönümü olduğunu söyledi. 12 Eylül’ün rütbeleri omzunda yazılı olanların ülke yönetimine el koydukları gün olduğunu ifade eden Takva, “İnsanların evlerinde mahpus, insanların yollarda mahsur ve insanların her şeyini bırakmaya mahkum bir günün yıl dönümü. Ülke havası çok ağır. Kimisi can yakmak için el tetikte beklerken; kimisi kendi canını kurtarmanın derdinde. Kimisi ise yüce değerleri uğruna ve sevdiklerini korumanın uğruna kendi bedenini işkence tezgahlarına yatırmaya aday. Fırsatın vicdansızlara manevra hareketi sağladığı bir gündür. Haksızların, haksızlıklarını örtmek için birilerinin canını yakmaları gerekiyordu ki, haklı görülebilsinler. Oyunun esas adı buydu ve bu oyun çok ustaca oynandı. Uçak uçmuyor, gemi çalışmıyor ve arabalar yürümüyor. Her yer işgal altında, s ular çekilmiş kurbanlıklar orta yerde duruyorlar. Eli, yüzü kalbi kirli generaller av peşindeler. Evler, iş yerleri basılıyor insanlar tutuklanıyor. Tutuklanan insanlar sövülüyor, dövülüyor ve akıl almaz işkencelerle tezgahlara çekiliyorlar. Her yer kan her yer gözyaşı ve her yer cehennemi bir atmosferin içinde. İnsan avına gelenler çok katı ve çok kaba; hareketleri alabildiğine gayri insani, zorun, zorbalığın zirve yaptığı bir gün. İşte bunun adı 12 Eylüldü. 12 Eylül hakkın, hukukun ayaklar altına alındığı; vicdanın ve merhametin para etmediği bir uygulamanın adıdır. Bu kadrolar geçmişteki deneyimlerden de edindiği tecrübe ile daha bir organizeli hareket ettiler. Geçmiştekiler insanları yapıp ettikleri işlerinden dolayı cezalandırırken bunlar ne olduğu belli olmayan 'örgüt' potası içinde insanları alarak örgüt yargılamasıyla insanlara ceza verdiler. İşkence hanelerde insanlar örgüt üyeliğine zorlanarak 'suçlu' olmaları sağlandı. Çok az insan bu oyunlarından kurtuldular ama yine de ceza almalardan kurtulamadılar. Verilen cezalar alabildiğine ağır ve hukuktan yoksundu. Çokça insan cezalarını tamamlayıp yarım insan olarak çıktıktan sonra bu defa medeni haklarını kullanamaz durumuyla yüz yüze geldi. Medeni haklarından mahrum cezası alan bizler bu defa sürgün cezasıyla karşılaştık” dedi.

TAKVA: 12 EYLÜL DARBE AYGITLARINI YARGILAYABİLSELERDİ 15 TEMMUZLARI GÖRMEYECEKTİK

Takva konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu zulmü insanlara reva gören rütbeleri omzunda generaller elbette bir korkuyu da yaşıyor olacaklar ki, zora dayalı olarak kabul ettirdikleri anayasalarında kendilerini korumaya aldılar.12 Eylül konuşulamaz ve yargılanamaz anayasal madde geldi. Bu olanların hiç birini yani zorbaları ne unutturdu ne de mağdurları verecekleri mücadeleden alı koydu. Bu korku imparatorluğu ilelebet devam etmeyecekti. Öyle de oldu 12 Eylül mağdurları bin bir sabırla başlattıkları hukuk mücadelelerini 16 Haziran 2014 tarihine kadar kovaladılar. Kararlıkla sürdürülen mücadele TBMM’sinde de kendini gösterdi ve hükümetin aldığı referandumdan sonra generallere yargılama yolu açıldı. İşte o haklıymış gibi duran rütbeleri omzunda kalabalık generaller suçlu bulunarak tarihin çöp sepetine atıldılar. Fakat bunlar bir dönemi kanla yazdılar. Çokça insanımızı bizden aldılar. Kimini sakat bıraktılar, kimini idam ettiler; kimini işkencelerle mahvettiler kimini de evinden yurdundan ettiler. Yurtseverler, devrimciler, muhafazakarlar ve diğer inanç grupları hiç kimse generallerin kendilerine yaptıklarını hak etmemişti. Bu ülkenin topraklarına zehirli kin tohumlarını ektiler. Tel örgü mantığıyla bir toplum dizayn etmeye çalıştılar ama toplumu sakat ettiler. Bunlara taraf olan herkes de elbette suçsuz değillerdir. Küçücük menfaatleri için ülkenin geleceğine el koyan darbecilere sessiz kaldılar. Korkularından onları alkışladılar, onların önünde eğilip büküldüler. Ağam paşam deyip el-pençe divan durdular. Ama toplumun çoğu mücadele etti. Yedi veren gül gibi açarak ve dalga dalga büyüyerek bugünleri bize yaşattılar. Eğer halk yığınları 12 Eylül Darbe aygıtlarını süreç içinde amasız-fakatsız yargılayabilselerdi 15 Temmuzları görmeyecektik. Çünkü darbeler davetsiz misafirler gibidir. İşkal duygulu, gasp hünerlidirler. Hiç bir dönem bunlara taraf olmamak lazım. Mesele, adaleti kaçırmamaktır , marifet yaşamı zehirlememektir.”

AVUKAT ÇELİK: BU GÜN YAŞANANLAR 12 EYLÜL’ÜN DEVAMIDIR

Avukat Feyzi Çelik, bugün yaşananların 12 Eylül’ün devamı olduğunu söyledi. 12 Eylül’den farklı olarak her ne kadar askeri bir diktatörlük yoksa da asker ve polisi denetimine almış bir iktidarın var olduğunu dile getiren Çelik şöyle konuştu: “Şu anda bir dikta yönetim var. Bu birazda askeri diktatörlükler daha geçiciydi ve yönetim bir süre sonra sivillere bırakılıyordu ama şimdi kalıcı bir niteliği var. Bu yüzden toplum üzerindeki baskı ve egemenlik tesisi daha derinden hissediliyor. Dolayısıyla 12 Eylül’ün yapmak isteyip de yapamadığını bugün AKP yapıyor. Sivil bir güç daha kolay bir biçimde 12 Eylül’ün hedeflerini gerçekleştirdi. Karşıda ki muhalefet çok parçalı hale getirilmiş, cezaevine atılmıştır ve bütünsel bir muhalefetin oluşmasına izin verilmiyor ve sistem kendini daha kolayla dayatabiliyor. 12 Eylül’de nispeten de belli kanun ve yasalar çerçevesinde işlemler yürüyordu ayrıca askeri yönetimin de geçici olduğu biliniyordu. O yüzden yani askeri yönetimin geçici olduğu bilindiği için toplumda kalıcı etkileyici uygulamalar yapamıyordu. Şimdi ki sistem de ise OHAL ilanıyla 12 Eylül’ün yaptıklarından daha fazlası yapılıyor.”