Şerik: Emek mücadelesi sınırlandırılamaz

Şerik: Türkiye’de toplum 16 Nisan sonrası hareketlenmiştir. Kürdistan’da özgürlük gerillası mevzilerini koruyor. Kürdistan halkı, 16 Nisan’da bir kez daha net tavır almıştır. Bunlar, ortak mücadelenin koşullarını yaratıyor.

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, emek mücadelesinin ekonomik ve coğrafik olarak sınırlandırılamayacağı gibi iş hayatının iyileştirilmesiyle yetinen bir eylemliliğe de hapsedilemeyeceğini söyledi. Şerik, "16 Nisan’dan sonra toplum kendi iradesine sahip çıkmak istiyor. Gezi Direnişi gibi spontane değil ama Gezi'nin de devamıdır. Bu iyi tespit edilirse 7 Haziran sonrası sürecin tekrarı yaşanmayabilir. 16 Nisan sonrası sokaklara dökülen insanlar, Kürdistan'daki öz yönetim direnişlerinin ne kadar doğru ve gerekli olduğu gerçekliğini kendi pratikleriyle yaşamaya başlıyor" dedi.

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı dolayısıyla ANF'nin sorularını yanıtladı.

1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı geliyor. Tarihsel arka planı ve 130 yıla yayılan süreci göz önüne alındığında 1 Mayıs, bugün ne ifade ediyor?

1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’nın 131. yıldönümüne giriyoruz. Bu vesileyle uluslararası alanda 1 Mayıs’ı emek mücadelesine katan Şikago işçilerini ve o direnişe önderlik eden Parsons, Spies, Engel, Fischer ve onlar şahsında tüm 1 Mayıs şehitlerini burada bir kez daha saygıyla anıyoruz.

1 Mayıs gerçeği ele alındığında emek mücadelesinin tek bir iş koluyla, bir bölgeyle, bir coğrafyayla sınırlı kalmadığı gerçekliğiyle karşılaşıyoruz. 1886 Amerika’sında Şikago işçilerinin eylemi bu gerçekliğin bir dışavurumudur. 1886’da başlayan Şikago işçi eylemi sadece Şikago’da ve sadece bir iş koluna ait değildi. Çünkü o zaman bu kararı alan Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu'dur. Tüm kente ve Amerika’ya yayılır ve kıta Avrupası’ndan da destek görmeye başlar.

1 Mayıs’ı salt ekonomik taleplerle sınırlandırmamak; iş süresinin kısaltılması, yaşam standartlarının biraz yükseltilmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesiyle sınırlı kalan bir eylemlilik olarak görmemek gerekir. Sosyalizmin uluslararası bir düşünce olduğu gerçekliği, işçi sınıfının ulusal sınırlar içerisinde iktidar güçlerinin yedeği haline gelmesine karşı işçi sınıfının birliği ve dayanışmasının mücadele günü olarak dünya tarihinde yer ediniyor. Zaten ondan sonraki süreçte de 1 Mayıs günü emek hareketleri içerisinde özüne bağlı bir şekilde kutlanarak günümüze kadar getiriliyor.

Türkiye özelinde, proletarya bilinci ve örgütlülüğü önce 12 Mart, sonrasında da 12 Eylül darbesiyle birlikte büyük yara aldı. 12 Eylül sonrası oluşan siyasi manzara Türk-İslam sentezine dayalı sağ popülizm olarak görünüyor. Bugünkü AKP şahsında da liberal çevreler, Cemil Meriç’in ‘Türkiye’de sağ partiler sol, sol partiler sağcıdır’ belirlemesine dayanarak Erdoğan’dan bir halk çocuğu yaratmak istemişlerdi. Referandum sonuçları da hesaba katıldığında, Erdoğan-Bahçeli faşizmiyle yoksul halk kesimlerinin ilişkisi ne yönlü görünmektedir?

1 Mayıs’ın pratikteki mücadele gerçekliği ülkelerin somutuna göre farklı biçimler kazanıyor. Kürdistan ve Türkiye’de de emekçiler, 1 Mayıs’a sahip çıkarken bir yandan kendi egemen iktidar güçlerine karşı da mücadele içerisine giriyorlar. Bu, Türkiye ve Kürdistan’da 1960 sonrası ortaya çıkmış değildir. 1900’un başlarından beri Türkiye’de 1 Mayıs geleneği yaşatılmaya çalışılıyor. Kapitalist tekellerin Osmanlı’nın son yıllarında Osmanlı sınırlarından içeri girmesi buralarda da bir işçi-emekçi kesimi ortaya çıkarıyor, böylesi bir süreç içerisinde işçi kutlamaları vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar da bu belli yönleriyle devam ediyor. Daha sonra yasaklanıyor.

O zaman Türkiye’deki devlet ve iktidar güçlerinin temel yaklaşımı “bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” söylemiydi. Buna rağmen Türkiye’de devrimci sosyalist mücadeleye büyük hizmetlerde bulunmuş Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Nazım Hikmet gibi kişilerin geliştirmeye çalıştığı bir sınıf mücadelesi de vardır. Bu hareketler de 1 Mayıs’a sahip çıkmak istemişlerdir. Ancak Türkiye’de bunun en etkin ve yaygın haliyle yaşandığı yıllar, 1960 sonrası dönemdir. Bu yıllardan sonra Türkiye’de var olan siyasal ortam, o dönemin uluslararası gelişmeleriyle birleşince demokratik-legal zeminde de örgütlenme olanakları ortaya çıkıyor ve bu koşullarda işçi sınıfı hareketleri beliriyor. Örneğin DİSK kuruluyor.

1 Mayıs’ın sahiplenilmesi Türkiye’de kapitalizmin geliştirilmesi, işçi sınıfının oluşumu ve düşünce gücü üzerinde etkili olan aydın kesimin pozisyonuyla bağlantılıdır. Yani Türkiye’nin bir gerçekliği, 1 Mayıs bilincinin sınıfa dışarıdan taşırılmasıdır. Türkiye’nin bir diğer gerçekliği ise devletle taşra, şehirle kır arasındaki sürekli bir çelişki, çatışma durumudur. Şehirlerde sistemin tepeden yeniden inşa çalışmaları var. Türk devletinin Sovyetler Birliği’yle ilişkisi söz konusudur. Sovyet sosyalizminin çeşitli inşa çalışmalarından da esinlenerek Türkiye’de yürütülen faaliyetler var. Tekelci devlet kapitalizmi diyebileceğimiz bir yönelim içerisine giriyorlar.

Daha sonra oluşan şehirlerin bazıları metropol özellikleri taşıyor ama sadece merkezleri bu özelliktedir. Etrafları kırdan gelen ilişkilerin bir biçimde yaşatıldığı yerlerdir. Göçlerle oluşan bu yerler Demokrat Parti'nin (DP) şehirlerde de etkili hale gelmesine neden oluyor. Bu denklem içerisinde Cemil Meriç’in bahsettiğiniz o sözü, dönemin sağ ve sol partilerinin dayandıkları taban gerçekliği şeklinde kendisini dışa vuruyor. Şehirlerdeki sol eğilimin Kemalizm ile bağlantısı üzerinden CHP ile bir yakınlığı oluşuyor. Ama CHP iktidardır, devlettir; bunlarla aralarında şiddete, çatışmaya varan bir çelişkisi yoktur.

Şehirlerdeki sol, bunlarla uzlaşır. Hatta kırla devlet arasında bir sorun yaşandığı zaman kırı gerici görüp devletle uzlaşıyor. İşbirliği yapıyor. Şimdi de öyledir. Mesela MHP’ye oy verenler Anadolu bozkırının; Yozgat, Çankırı, Niğde, Nevşehir’in yoksul insanlarıdır. Şehirlere bakın, buraların en yoksul kesimlerinde de bu partiler örgütlüdür. AKP son 15 yılda bu yerleri kendisi için bir oy deposu haline getirmiştir.

Oysa bu kesimlerin yer alması gereken saflar, emek ve sosyalizm mücadelesidir. Cemil Meriç kendini muhafazakâr ama demokrat, toplumcu gören kişilerden bir tanesidir. Bunlar ulusal, milli değerlere sahip çıkarak sosyalizmi reddetmiyorlar. Sosyalizmi bu anlamda kendilerine uygun şekilde yorumluyorlar. Anadolu’nun bozkırında, metropollerin yoksul kesimlerinde örgütlenenler bunların düşüncesine sahip çıkanlar değildir. 1950’lerden sonra Türk kontrgerillasının, Gladio’nun yerüstü unsurları olarak siyasi partiler oluşmuştur. Önce Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, daha sonra Milliyetçi Hareketçi Partisi’dir. Daha sonra Adalet Partisi’dir ve günümüzdeki AKP’dir.

2013 Haziran’ında, Erdoğan rejimine karşı İstanbul-Gezi Parkı çıkışlı kitlesel ve yaygın bir direniş gerçekleşmişti. Kendiliğinden ve orta sınıf karakteri taşıyan bu direnişin zamanla erimesi, örgütsüz ve öncüsüz olmasına bağlanmıştı. Direniş sürecindeki yaygın sansür ortamı karşısında muhalif çevreler ‘Kürtlerin neden çift çanak kullandıklarını şimdi anlıyoruz’ demişlerdi. Bugün de 16 Nisan dayatmasına karşı Bakurê Kürdistan’da sert bir ‘Hayır’ iradesi söz konusudur ama yine tanınmamaktır. Türkiyeli devrimci demokrat çevrelerle Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yeniden güçlü bir biçimde ilişkilenebilmesinde bu referandum sonuçlarının bir etkisi söz konusu olabilir mi?

Mayıs ayında Haziranlaşmak, Haziran’da Mayıs’ı yaşamak, esas alınmalıdır. Neden? Çünkü Türkiye’de ve Kürdistan’da Mayıs ayı genel devrimci sosyalist mücadeleler açısından şehitlere adanmışlığı ifade eder. Onun için özgürlük ve demokrasi mücadelemiz Mayıs’ı 'şanlı Mayıs şehitler ayı' olarak kabul etmiştir. Ama her iki ayın ortak özelliği aynı zamanda işçi sınıfı ve emek mücadelesinin, toplumsal savaşımın yükseldiği, kabardığı dönemler olmasıdır.

15-16 Haziran 1970 işçi eylemliliği sadece İstanbul’da başlamamıştır. Öncesinde Batman’da da işçi hareketleri vardır. 15-16 Haziran aslında önceden var olan tepkilerin birikip patladığı bir zirvedir. Ya da şöyle diyelim; küçük dereler vardır, kendi başlarına birer sudur ama birleştiklerinde büyük nehirlere dönüşür. 15-16 Haziran o nehrin ortaya çıkmasıdır işte, bu anlamda nehirleşen bir emek hareketidir. 1970’de çalışma yaşamını belirleyen, sendikalar mevzuatını yeniden düzenleyen 274 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 Sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklikler yapılıyor. Bunu Adalet Partisi (AP) ile CHP birlikte yapıyorlar. Uygulamaya geçildiği zaman da işçi ve emekçilerin tepkileri gelişiyor. O tepkiler 15-16 Haziran’da büyük işçi eylemlerine dönüşüyor. Bu eylemler, 1 Mayıs geleneğinin yaşam bulmasının bir biçimidir.

15-16 Haziran işçi sınıfı içerisinden ortaya çıkıyor ve o zamanki devrimci demokrasi güçleri de o sınıf mücadelesi içerisinde yer alıyor. Türkiye’de 68 kuşağının temel özelliklerinden biri zaten budur. O dönemin devrimcileri sadece üniversitede devrimcilik yapmamışlardır. Mitinglerde slogan atıp 6. Filoyu denize dökmekle sınırlı kalmamışlardır. Grevler, toprak işgalleri, madenlerdeki ağır çalışma koşullarına karşı gelişen tepkiler ve bu yönlü örgütlenmeler vardır.

68 devrimci kuşağı tüm bu faaliyetlerde yer almıştır. Ağalığa karşı toprak işgallerinde bulunmuştur. Maden işçilerinin grevlerinde yer almıştır. Madenlerde çöküntü olmuştur, oradaki işçi ailelerinin, köylülerin yanında olmuşlardır. O ruhla 15-16 Haziran eylemlerinde yer almışlardır.

Gezi Direnişi daha farklıdır. Spontane yönleri vardır. Devlet ve iktidara karşı tepkisi olan tüm güçler yan yana geliyor ki; bunun içinde öğrenciler, kamu çalışanları, ev kadınları, işsizler, işçiler, sol, devrimci demokratik güçler ve sivil örgütler de vardır. Bütün bu öznelerin birlikte geliştirdiği bir direniştir Gezi.

Emek hareketi ve mücadelesi bütünlüklü bir yaklaşımla ele alınmalı. Gezi Direnişi aslında bu gerçekliğin yaşanması gereğini ortaya koymuştur. Geri çekilmiştir, doğru ama bitmemiştir, bunu böyle anlayalım. Bu tür direnişleri bir dönem saman alevi gibi yanıp sönen direnişler gibi görmeyelim. Başlamıştır bir kere. Geri çekilme yaşayabilir, darbeler yiyebilir ya da o noktada kendini daha ileri bir aşamaya sıçratmayabilir fakat devam eder. Şehitleri ve yaratmış olduğu bir gelenek vardır. O geleneğin farklı mücadele biçimlerinde yaşatılması söz konusudur.

16 Nisan referandumunun kazananı Türkiye ve Kürdistan halklarıdır, bunu böyle bilelim. Hem sandıkta çıkan oy anlamında böyledir, hem de Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün kendi toplumunu yaratma gerçekliği karşısında Kürdistan ve Türkiye halklarının buna müsaade etmeyecekleri gerçekliğini ortaya koyması açısından böyledir. 16 Nisan’dan sonra toplum kendi iradesine sahip çıkmak istiyor. Bu direnişin Gezi’den bir farkı Gezi Direnişi’nin devamı oluşudur. Bunu böyle görelim. İkincisi, Gezi Direnişi’nden çıkarılan sonuçları vardır. Gezi’deki direniş bir biçimde spontane gelişmişti. 16 Nisan sonrası öyle değildir. Kendi iradesini sahip çıkan halkın bilinçli, örgütlü çabası olarak ortaya çıkmıştır.

Bu iyi tespit edilirse 7 Haziran sonrası sürecin bir tekrarı yaşanmayabilir. 7 Haziran sonrası da halk kendi iradesine sahip çıkmak istedi. Kürdistan’da böyle oldu. Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Gever’de, Silvan’da, Varto’da, Nusaybin’de, Dargeçit’te, İdil’de yaşananlar buydu. Fakat genelleşemediler. Böyle olmasında Türk devletinin özel savaş politikalarının önemli bir rolü oldu. Direniş bölgelerini kendi içerisinde gruplandırarak lokal ve parça parça saldırdı. Gerçekler kara propagandayla, özel savaşla karartıldı. Türkiye toplumuna çok farklı yansıtıldı. Şimdi nasıl Gezi direnişçileri Kürdistan halkının neler yaşadığını şimdi anlıyoruz demişlerse, 16 Nisan sonrası sokaklara dökülen insanlar ve devam eden direnişler de Kürdistan öz yönetim direnişlerinin ne kadar doğru ve gerekli olduğu gerçekliğini kendi pratikleriyle yaşamaya başlıyor.

1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı vesilesiyle devrimci-demokrasi güçleri ile emekçi kesimleri nasıl bir gündem bekliyor?

Türkiye’de toplum 16 Nisan sonrası hareketlenmiştir. Kürdistan’da özgürlük gerillası mevzilerini koruyor. Büyük bir soykırım saldırısıyla karşı karşıya kalan, büyük bir katliam yaşayan Kürdistan halkı tüm bunlara karşı 16 Nisan’da bir kez daha tutumunu ortaya koymuş, mücadelesine, değerlerine ve önderliğine sahip çıktığını çok somut olarak göstermiştir.

Bunlar, ortak mücadelenin koşullarını yaratıyor. Oluşan bu koşullarda toplumların üzerine düşen görev ve sorumluluklarını mutlaka yerine getirmesi gerekir. Burada da emekçilerin büyük bir görev ve sorumluluğu vardır, bu böyle bilinmelidir. Burada emeğin doğru ele alınması gerekir, emekçilerin mücadelesinin ne olduğu doğru anlaşılmalıdır. Emek toplumun kendisini var etmesi için içerisine girdiği faaliyettir. Bu, maddi üretimdir ve ekonomi biçiminde kendisini somutlaştırır. Bu aynı zamanda düşünsel üretimdir ve kendini felsefe, siyaset ve kültür olarak somutlaştırır.

Yaşamın her alanında insana ait olan her şeyin üretim gerçekliği; emek faaliyetini, emekçileri anlatır. O açıdan bu bilinçle 1 Mayıs gerçekliğine sahip çıkarak Türkiye’de ve Kürdistan’da gerçek emek mücadelesini ortaya çıkartıp egemen iktidar güçlerine karşı kendi emeğini sahiplenme, yabancılaştırıldığı değerleri gaspçıların tekelinden alma mücadelesini geliştirmek gerekiyor.

1 Mayıs bunun için bir vesile olmalıdır ama bu bir günle sınırlı kalmayıp özgürlük, demokrasi, eşitlik, kardeşlik ve adalet mücadelesinin zaferine kadar da devam etmelidir.

Tüm 1 Mayıslarda yaşanan şahadetleri de bu bilinçle anarak onları yaşamda sürekli yol gösterenler haline getirebilmeliyiz.