İran demokratikleşmezse Iraklaşır

İran rejimi, toplumun üstüne her geçen gün bir karabasan gibi çökmekte ve nefessiz bırakmaktadır. Eğer İran devleti demokratikleşmezse, Iraklaşır.

Bölgemiz uzun süredir kaynıyor. Bu kaynama derecesi kimi zaman tavan yapıyor, kimi zaman ise kaynama lokal olmaktan çıkıp tüm bölgeye yayılıyor.

Biliniyor; devletler arası güçler, Ortadoğu’ya1990’larda Kuveyt meselesinde Irak’a müdahaleyle başladı. Bu müdahalelerini 2003'te Irak’ta bulunan BAAS rejimini yıkarak yeni bir düzeye taşırdılar. Ardından ise 2010’larda 'Arap Baharı'yla müdahalelerini genişlettiler. Sıkça dile getirilen Büyük Ortadoğu Projesini bu temelde daha bir görünür kıldılar.

BOP’ta -Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık- (Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa) çizilmiş olan vizyon temelinde bölgemiz dizayn edilmeye devam ediliyor. Arap Baharı derken Kürt Baharı ve şimdi sıra İran Baharı’na gelmiş dayanmıştır. Bunların bahar mı yoksa kış mı oldukları sıkça tartışılsa da, bölgemizdeki ısı her hâlükârda artıyor. Öyle ki kimi zaman kaynama derecelerini aşarak patlayarak gaza dönüşebiliyor. Yani buharlaşıyor.

SIRA İRAN'A DAYANDI

Son iki üç haftadır bu kez sıra İran’a gelmiş dayanmıştır. İran’daki bahar diğer alanlardaki gibi olursa sadece kendisiyle sınırlı kalmayacağı, tüm bölgeyi alt üst edeceği ise kesin. Nedeni, İran’ın hem bugün kendi içerisinde barındırdığı potansiyel hem de tarihi kültürel arka perdesi. Bu coğrafyada -yani İran’da- olup biten herhangi bir gelişme kendi yerinde durmamış, tüm Ortadoğu’yu sarmıştır; belki de sarsmıştır, demek gerekir. Medlerden Akamenitlere, Partlardan Sasanilere, Ebu Müslümi Horasaniden Babeklere, Safevilerden İran İslam Cumhuriyeti'ne kadar, buradaki her bir gelişmenin mutlaka bölgesel etkisi olmuştur.

İşte bu perspektifle bakıldığında bugün İran’da olup bitenlerin sadece İran ile sınırlı kalmayacağını kestirmek zor olmayacaktır. Tam tersine İran’da olup bitenlerin tüm bölgemizi etkileyeceği, hatta bir kısım alanları alt üst edeceğini ifade etmek bile abartı olmayacaktır.

ÖCALAN'IN TARİH ÇÖZÜMLEMELERİ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yıllar önce bugün olup bitenlere dönük çözümlemelerde bulunduğu bilinmektedir. Bu yazımızda çok yorumlamalara gitmeden, Kürt Halk Önderliği’nin görüşlerine yer vererek, olup biteni anlamaya çalışmak çok öğretici sonuçları olacaktır. 

Kürt Halk Önderliği’nin şu tespitleri tarihidir:

“İran’ın geleneksel tarihinde kültürlere ve oluştukları alanlara saygı gösterilmektedir. İnkar etme ve başka türlü gösterme, zoraki asimilasyon ve benzeri tutumlara fazla itibar edilmemektedir...

Tarihsel ve kültürel gerçeklerle etnik ve kavimsel gruplara bu saygılı ve gerçekçi yaklaşım, İran’da tarih boyunca zengin bir yönetim geleneğinin oluşmasına yol açmıştır. Her kavim ve kültürden yöneticiler ve yönetim hanedanları ortaya çıkabilmiştir. Aşırı bir kavmiyetçiliğe ve ulusalcılığa itibar edilmemektedir. Yeteneklerine ve kültürel üstünlüklerine göre rol oynamak daha çok imkan dahilindedir. Pers İmparatorluğundan günümüzdeki İran İslam Cumhuriyeti’ne kadar bu özgünlükler az çok korunmuştur. Bazen yozlaşan şahlıkların devrilmesinde kanıtlandığı gibi, ehil olmayan konuma düştüklerinde, hangi hanedan aile ve kültürden olurlarsa olsunlar, bunlar en güçlü şah da olsalar, ağırlıklı olarak halkın rol oynadığı ayaklanmalarla devrilmekten kurtulamamaktadırlar.”

İRAN REJİMİ ŞAHLAŞTI

Öyle görülüyor ki bugün de İran İslam Cumhuriyeti Şahlaşmıştır. Şahlık özü itibariyle toplumdan uzaklaşmaktı. Toplumdan kopmaktı. Toplumun değer yargılarına ters düşmekti. Batı politikalarını marifet bilerek topluma deli gömleğini giydirmekti. Bununla yetinmeyerek, tam bir istibdat rejimi olarak toplumun üstüne bir karabasan gibi çökmekti.

Evet, Şah rejimi buydu. Ancak bilelim ki bugün de İran İslam Cumhuriyeti rejimi politikalarıyla toplumun üstüne her geçen gün bir karabasan gibi çökmekte ve toplumun nefes alıp vermesinin önüne geçerek, nefessiz bırakmaktadır.

Böyle olma yerine Kürt Halk Önderliği’nin ifade ettiği gibi İran olabilir:

“İran bu konuda var olan tartışmayı geliştirir, halkın dine karşı özgür ve bilinçli tercihini ve kendi ahlaki geleneğini oluşturmasına katkıda bulunursa, demokratik İslam adına yürütülen hamle gerçekten büyük bir değer taşıyabilir ve Ortadoğu Rönesans’ında önemli bir rol oynayabilir.”

Ne var ki İran böyle olma yerine: “Fakat geleneksel feodal İslam’ın buna geçit vermesi son derece güç görünmektedir” diye devam Kürt Halk Önderliği bugün olup bitene işaret etmektedir. Görülen de gerçekten budur. Geleneksel feodal İslam’ın yani devlet İslam’ının toplumun başına çöreklenmesidir.

DEMOKRATİK FEDERAL İRAN

Halbuki gerekli olan: “Demokratik Federal İslami İran bir perspektif, bir slogan olarak anlam kazanabilir. İran’ın kültürel, yasal ve idari gerçeklerine dikkat ederek, çağdaş demokrasi normlarının bu gerçeklerle nasıl kaynaştırılabileceğini özenle yorumlayarak bir senteze varma, çözüm yolunda önemli bir adım olabilir.”

Nasıl ki BAAS, nasıl ki Kemalizm ve şimdilerde ise Yeşil Faşist Türkçülük toplumları ezerek, hiçleştirmiş ise şimdilerde İran Rejimi Şialıkla bir benzerini yaparak, İran’ın önünü almaktadır.

İKTİDARCI İSLAM YAKIŞMIYOR

Kürt Halk Önderliği: “İster Sünnilik ister Şialık olsun, iktidarcı İslâmî kültürler Kürtler üzerinde kendilerine yakışmayan, zorla giydirilmiş kirli elbiseler gibi durmaktadır” demektedir. Ve bu zorla giydirilen kirli elbiseler başka toplumlara da giydirilmek istenmektedir ki, bu tepkilere yol açmaktadır.

Biliyoruz ki, Şahlık zamanında pratikleştirmeye çalışılan politikalarının özü: “Beyaz Türk faşizmiyle Rıza Pehlevi faşizmi arasında 1937’de Sadabad Paktı adıyla varılan anlaşma özünde Kasr-ı Şirin Antlaşması’nın çağdaş biçimi olup, Kürt bölünmesini derinleştirme ve özgürlük hareketini ortaklaşa tasfiye etme amaçlıdır.”

ULUS DEVLET PUTU İSLAM DEĞİL

Böyle oldukları halde, böyle olmadıklarını İran İslam Cumhuriyeti ısrarla vurgulamaktadır. Halbuki Kürt Halk Önderliği: “Acem ulus-devlet oluşumunda da aynı oyunları görmek daha ibret vericidir. Acemler Pers uygarlığından beri iktidar sanatında kazandıkları ustalığı modernite döneminde işbirlikçilik temelinde daha da geliştirmişlerdir. Denilebilir ki, uygarlık aldatmacalarıyla modernite aldatmacalarını (Şia milliyetçiliği) iç içe kullanmada Çinlilerle yarışacak güçtedirler. Çinliler en vahşi kapitalizmi ‘komünizm’ diye cilalarken, İran modernistleri kapitalizm imalatı ulus-devlet putunu büyük ruhçuluk olarak ‘İslâm Cumhuriyeti’ adıyla sunmaktan utanmayacak denli pişkindirler. İran güncel somutluğuyla küresel sistemin zayıf karnı durumunda olup Iraklaşma olasılığı yüksektir. Bölgenin diğer ulus-devletleri gibi kurumsal faşizmi temsil etmesine rağmen, ABD-AB hegemonyacılığının zaaflarını kullanarak ömrünü uzatmaktadır. Fakat diğerleri gibi krizin pençesinde olup, Irakvari kaotik duruma yol açabilecek potansiyeli fazlasıyla taşımaktadır” diye büyük öngörülerde bulunmaktadır. Bunlar ciddiyi alınmadan, İran’ın sağlıklı bir geleceğinin olmayacağı ise zaten doğası gereğidir.

OLİGARŞİYİ MASKELEYEN İDEOLOJİDİR

Nedeni ise açıktır: “Afganistan-Pakistan, İran-Irak, İsrail-Filistin örnekleri, ulus-devletin sadece Ortadoğu açısından değil, küresel çapta çözümsüzlüğünü, kriz ve kaotik durum üzerindeki etkilerini yol açtığı yıkımlar, döktüğü kanlar ve akıttığı gözyaşlarıyla açığa çıkarmaktadır. Ulus-devletler insan toplumları için sadece en zalim yönetim araçları değil, çözümsüzlük kaynakları olduklarını kanıtlamaktadır. Bölgenin kültürel dokusunu parçalayan ulus-devlet, tarih boyunca uğranılan en büyük felaketi simgelemektedir.”

Evet: “Son iki yüz yılın ulus-devlet oligarşilerini maskeleyen bir milliyetçilik ideolojisidir siyasi İslâm. İran İslâm Cumhuriyeti bu gerçekliği çok çarpıcı olarak sunmaktadır.”

ŞİA İSLAMI İRAN MİLLİYETÇİLİĞİDİR

Daha çarpıcı olan ise: “Şia İslâmı baştan sona İran milliyetçiliğidir; İran imparatorluk geleneğinin hegemonik ideolojisi” olmasıdır. 

Halbuki doğru olan: “Orijinal kültür olarak, tarih olarak İslâm hem farklı hem de önemlidir. Bu gerçeklikteki İslâm’ı çözümlemeden Ortadoğu kültürünü çözümlemek, ayrıştırmak ve bazı çözümlere konu teşkil edici kılmak mümkün değildir. Görev olarak çözümlenmeyi bekleyen muazzam bir kültür deryasıdır. Özellikle başta Hz. Muhammed olmak üzere, doğuşundan günümüze demokratik öğe olarak İslâm’la iktidarcı öğe olarak İslâm’ı ayrıştıran bir tarih, bu temelde halkların, yerel ve bölgesel varlıkların tarihi yeniden yazılmayı bekliyor. Toplumsal tarihin bu paradigmayla geliştirilmesinin günümüzü aydınlatıcı değeri yüksek ve kesindir. Aynı yorumlamalar Yahudilik, Hıristiyanlık ve Zerdüştilik (Maniheizm gibi sentezler de önemlidir) için de geliştirildikçe, Ortadoğu kültürü doğruya yakın çözümlenebilecek ve anlam zenginliğine yol açacaktır.”

TOPLUMA DELİ GÖMLEĞİ

Şimdi İran İslam Cumhuriyeti böyle midir? Böyle olmadığı, tam tersine tamamen Kemalist, Nasırcı ve BAAS ideolojileri gibi toplumları kırımdan geçiren, ezen, ruhen çökerten bir hale geldiği açık değil midir? Ortadoğu gibi renkli bir coğrafyaya tekçi renkleri ve yaşam tarzlarını dayatmasıyla, İran’da yaşayan her topluma hatta herkese tam bir deli gömleği giydirmeye çalıştığı açık değil midir?

Bu tarz bir siyaset, ulus devletçi zihniyet İran gibi onlarca renk için -ki 400’den fazla farklı renk ve kimlikten söz ediliyor- yıkım demektir.

Kürt Halk Önderliği daha somut olarak: “İran gibi her an parçalanmaya ve bölünmeye uygun potansiyele sahip bir ülke için ulus-devletçilik, dibine yerleştirilmiş atom bombası gibidir. Sürekli ulus-devletçiliği daha da katılaştıran Şia milliyetçiliği de, tüm modernite cambazlıklarına rağmen, İran’ın bölünmesini ve parçalanmasını durduramayacağı gibi daha da hızlandırır.”

Bu ayrıştırıcı, parçalayıcı politikalar yerine: “İran için demokratik ulus kuramı günlük olarak kullanılması gereken bir ilaç gibidir. Kapitalist moderniteye karşı oldukça direngen olan İran kültürünü ve halkını tarih boyunca peşinde koştuğu eşit, özgür ve demokratik bir dünyaya ancak demokratik ulus zihniyeti taşıyabilir. Önündeki çatıştırıcı ve savaştırıcı ulus-devletçi komplo ve suikastları boşa çıkartıp onurlu bir barışa kavuşturabilir” diyen Kürt Halk Önderliği’nin ne kadar haklı ve doğru olduğunu şimdi olup bitenlerden daha iyi görmek mümkün değil midir?  

YETERLİ POTANSİYEL VARDIR

Ya “İran toplumsal sorunlarında demokratik modernite kuramı yetkince uygulandığında önemli çözümleyici sonuçlara yol açabilir. Tüm merkeziyetçi çabalarına rağmen, alttan alta âdeta bir federal İran da yaşanmaktadır. Demokratik uygarlık unsurlarıyla federalist unsurlar (Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluciler, Türkmenler) buluştuğunda, İran Demokratik Konfederasyonu projesi anlam kazanabilir ve rahatlıkla çekim merkezi olabilir. Kadın özgürlük hareketi ve komünal geleneklerin de bu proje kapsamında önemli rolleri olacaktır. İran’ın aydınlık geleceği ve Ortadoğu’daki tarihsel rolünü yeniden kazanması ancak demokratik modernite unsurlarıyla (demokratik, ekonomik ve ekolojik toplum) bütünleşmesi ve çıkış yapması sayesinde mümkündür” tespitleri!

Bilelim ki ve inanalım ki: “İran ulusal toplumunun potansiyeli bunun için yeterince güçlü olduğu gibi, İran demokratik ulus gerçeği de bunu gerektirmektedir.“

Ancak şunu da bilelim, Ortadoğu’da son bin yılda en çok İran’a ve İrani renklere karşı komplolar ve oyunlar içerisinde olanlar Osmanlılar ve onların geleneklerinden gelen yapılar olmuşlardır. Amiyane tabirle bu güçlerin imkanları olsa ellerinde gelse İran’ın tüm renklerini bir kaşık suda boğarlar.

Ve yine bilelim ki bugün Türkiye’de iktidarda bulunan Yeşil Türkçü faşistlerin en fazla kendilerine düşman belledikleri inanç ve siyaset, Şia siyasetidir. Tek renkli kafa yapılarıyla bunlar gerçek manada faşisttirler. Bu kafa yapılarının ne zaman, kiminle hangi Osmanlı oyunlarıyla İran’a yönelecekleri, İran’ı ve halklarını ortada bırakacakları ise kestirilemez.

DOĞRU İTTİFAKLAR KURULMALI

Bunlarla tarihi bir eşikten geçerken ittifaklar, ortaklaşmalar kurma yerine öncelikli olarak bölgemizin tüm renkleri ile özelde de ise Kürtlerle sağlıklı ittifaklaşmalar geliştirmek daha yerinde olmaz mı?

Yine, tarihi bu eşikten geçerken -az da olsa- dönüp Rojava Devrimi’ne ve Kuzey Suriye Federasyonu’nda olup bitenlere bakmak, orada Demokratik Ulus perspektifiyle en zayıf ve güçsüz olanların, en düşmanlaştırılmış ve ayrıştırılmış olanların nasıl bir araya gelerek, kendilerini ortak bir zihniyet etrafında güç haline getirdiklerinden ders çıkarmak, yerinde olmaz mı?