Rıza Altun: Türkiye kafese girdi

KCK Yürütme Komitesi Üyesi Rıza Altun, Türkiye’nin Rusya-ABD blokları arasındaki ilişkilerine dikkat çekerek, “Türkiye bir biçimi ile bir kafesin içine girdi” dedi. Altun, Efrîn’de zafer naraları atanların yaşadıkları yenilgileri anlamadığını belirtti.

KCK Yürütme Komitesi Üyesi Rıza Altun, Türkiye’nin Ortadoğu krizinde hem Rusya hem ABD blokları arasındaki ilişkilerine dikkat çekerek, “Türkiye bir biçimi ile bir kafesin içine girdi” dedi. Altun, Efrîn’de zafer naraları atanların da zafer içinde yaşadıkları yenilgiyi anlamadıklarını kaydetti.

Geçtiğimiz haftalarda İngiltere’de bir ajanın zehirlenmesiyle birlikte, oklar Rusya’ya yöneldi. Bu yönelim ardından dünya ve Ortadoğu krizinde önemli bir konumda bulunan Suriye’de uluslararası koalisyon güçleri harekete geçtiler. Bu hareketlenme ile birlikte Üçüncü Dünya Savaşında yeni bir aşamaya geçildi. Bu yeni aşamada bölge sorunları, Suriye odaklı yeni bir mecraya taşınırken çoklu, bir birini etkileyen ulus-devlet ilişkileri yeniden değerlendirilmek durumunda kalındı. İşte Ortadoğu denkleminde uluslararası koalisyon güçleri yeniden kılıç kuşanıp, Suriye’yi vurdu. Akabinde Amerika askeri gücünü bölgeden çıkaracağını ifade ederken, Fransa Minbic’e yeni askeri güç sevk etti. Britanya, krizde Amerika’dan daha sert bir dil ile sürece müdahale olacağını söyledi. Üçüncü Dünya Savaşında gelinen yeni aşamayı, bu aşamada uluslararası koalisyon güçlerinin rolünü, Rusya-Türkiye, Rusya-İran, Rusya-Suriye ilişkilerini, Irak’ta ve Türkiye’de yapılacak seçimleri ve olası sonuçlarını KCK Yürütme Komitesi Üyesi Rıza Altun’a sorduk.

SURİYE’YE SALDIRI ULUSLARARASI KRİZİN DIŞAVURUMUDUR

-Suriye’ye dönük 14 Nisan saldırılar ile birlikte Üçüncü Dünya Savaşı ve Ortadoğu krizinde yen bir aşamaya girildi. Tabi bu vuruşlar ardından, bölge aktörlerinde bir değişim oldu. Uluslararası koalisyonun üyeleri Amerika’nın yanında Fransa, Britanya aktif, Almanya ve İtalya orta düzeyde, bölgesel güçlerden Suudi Arabistan da rol oynayacaklarını büyük harflerle ifade ediyorlar. Bu yeni süreç nasıl gelişti ve yeni denklemde ortaya neler çıkabilir?

Suriye’deki son vuruşu genel dünya siyasetinden kopuk ele alamadığımız gibi Ortadoğu’da yürütülen siyasetten de kopuk ele alamayız. 103 füzeyle Suriye’nin vurulmasıyla somutlaşmış olarak direk rejimi hedefleyen bir durummuş gibi gösterilse de esas çok farklıdır. Birincisi bu durum uluslararası koalisyon ve Rusya ilişkilerinin ya da ABD-Rusya ilişkileri ile bağlantılıdır. Bu konuda bir kriz yaşanıyor. Bu kriz İngiltere de ortaya çıkan ajan krizi ile birlikte ortaya çıktığını göstermeye çalıştılar. Her ne kadar İngiltere de bir ajanın zehirlenmesi olayı olarak görülse de bundan daha derin bir krizin olduğu görülüyor. İşte bu olay uluslararası krizin dışavurumundan başka bir şey değildir. Hatırlıyorum, Sovyetler Birliği çöktüğü zaman artık dünya iki bloktan olmayacak deniliyordu. Şöyle bir düşünce vardı. Doğu ve batı bloku anlamında bir bölünme olmayacak. Ama Rusya’nın ortaya çıkmasıyla onun bloksal karakteri hep var olacak. Kısacası dünya egemenliğinde bir güç sürekli olacak ve ABD’nin başını çektiği sistemin buna karşı direnişi hep olacak deniliyordu. Bu doğru, Rusya ilk çıktığı süreçte biraz bocalandı. Tabi sonra dünya siyaset sahnesine yeniden çıktı. Amerika’nın başını çektiği dünya sistemindeki bloklaşma karşısında kendisini bir blok olarak örgütlemekten vazgeçmedi. Farklı moderniteleri temsil eden güçler olarak değil hegemonyayı dayalı farklılaşma olarak vardı ve aralarındaki krizler de hep yaşanıyordu.

ABD-RUSYA ÇELİŞKİSİ

Rusya’da kendi içinde krizleri hep vardı. Bu nedenle o kadar güçlü bir hegemonya olamadı. Ama bu çelişki hep sürdü. Değişik aşamalardan geçerek Suriye krizine kadar gelindi.

Tabi Suriye krizinde bu durum Ortadoğu gerçeğinde ele alınarak değerlendirilmeli. Yaşanan krizi, Kapitalist modernite içinde genel bir durum olarak ele almak daha yerinde olacaktır. Ama bölgesel karakteri de vardır. Amerika yenidünya düzeni temelinde dünyaya yeni bir biçim vermenin öncülüğünü yaparken, krizin Ortadoğu’da çıkması temelinde bir biçim verme gücüdür. Ve dünyada belirleyici olan birçok gücü de arkasına alarak, bölgesel devletleri de yanına alıp ya da rejim değişiklikleri öngörerek yol almak istiyordu. Alternatif yoktu. Geçmişte Rusya çok devrede değildi. Kendi sorunları ve yakın ilişkileri ile ilgileniyordu. Daha sonra Suriye devreye girdi. Rusya, Suriye müdahale etti. Onun müdahalesi önemlidir. Eğer Rusya Suriye’deki müdahalesini sınırlı tutsaydı, çelişki belli sınırlar içinde idare edilebilir pozisyondaydı. Ama bu çelişkiler belli sınırlar içinde tutmayarak, Ortadoğu’da yeni bir hegemonik yapıya kavuşma hayalleri durumu farklılaştıracaktı. Birde Suriye’yi bunun merkezi haline getirmeye çalışırsa o zaman çelişkilerin daha yoğunlaştığı bir politika ortaya çıkarırdı. Zaten kapitalist modernitenin kendi içindeki hegemonya savaşında iki ucun görülmesi gerekir. Biri ABD’nin müttefikleri ile birlikte başını çektiği bir uçtur. Diğeri Rusya’nın buna alternatif pozisyonudur. İşte son dönemde genelde Avrupa’da ortaya çıkan ajan krizi ve ardından gelen bloklaşma bundan kaynaklıdır. Fransa’nın İngiltere’nin, Almanya’nın, Amerika’nın devreye girip tutum belirlemeleri münferit bir olay karşısında tutum belirleme değildir. Sistemin hegemonya savaşında tutum belirlemedir. Ortadoğu da bu durum farklı bir aşamaya girdi. Rusya’nın Ortadoğu’daki politikalarına dikkat edilirse son vuruşlar daha iyi anlaşılır. Doğu Guta’da rejimin kimyasal silah kullanması olarak dile gelse de bu aslında var olan çelişkinin krizin üstünü örtmedir. Mesele rejimin katliamları değildir. Ne kadar kimyasal silah kullandığı meselesi de değildir. Rejimin yedi yıllık savaşta yaptığı şeyler ortada. Köyler bombalandı, katliamlar yapıldı. Defalarca kimyasal silah kullanıldığına dönük iddialar ve deliller vardı. Ama böylesi bir tutum alınmadı. Sadece bazı uyarılar yapıldı. Ama müdahaleler yapılmadı. Neden şimdi Doğu Guta’da kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığı tartışılmaya başlandı. Hatta önce vurdu, sonra araştıracağız dedi. Demek ki asıl sorun bu değil.

SURİYE’DE GERÇEKTE NELER OLUYOR?

-Peki, durum böyleyse uluslararası koalisyonun rejim karşısında harekete geçiren asıl neden nedir?

Uzun süredir Rusya, rejiminin ona tanıdığı fırsat temelinde Suriye’ye yerleşip, bölgesel düzeyde bir hegemonya oluşturmanın siyasetini yürütmeye başladı. Rusya’nın yürüttüğü siyasette rejim ile ilişkiler, İran ile ilişkiler ve bununla bağlantılı Hizbullah ile ilişkileri ve en önemlisi Türkiye ile olan ilişkileri bağlamında baktığımızda gerçekten de çok ciddi bir sorun ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz.

Batı bloku daha çok Suriye’de belli bir değişim temelinde kendini hakim kılmanın arayışındayken, Rusya’nın buradaki politikaları bunun tam tersi. Mevcut sistem İran ile büyük bir çatışma ile değişim politikaları yürütürken Rusya, İran ile ittifak içinde.

Az önce ifade ettiklerimden de önemlisi son dönemde Rusya’nın Türkiye ile ilişkileri sizin belirttiğiniz yeni aşamaya gelmenin temel nedenidir. Türkiye ile ilişkiler kırılma noktasıdır. Orayı çok iyi anlamak gerekiyor. Rusya-Türkiye ilişkileri takip edersek sıçrama noktasını yakalayabiliriz.

Türkiye önemli bir konuma sahip. Türkiye’de ulus devlet kurulduğundan bu yana batıyla, Amerika ile ilişkileri ve ona biçilen rol ele alındığında önemli bir konumdadır. Bu ülkenin dünya çapında bir kabulü varken, Rusya’nın Türkiye ile ilişkileri ve politikaları oldukça zorlayıcı oldu.

RUSYA-TÜRKİYE İLİŞKİSİ VE SONUÇLARI

-Bu ilişki, sistemi nasıl zorladı?

Birincisi Türkiye’nin Rusya ile girmiş olduğu ilişki giderek uluslararasılaşmaya başladı. Bunun ekonomik, askeri ilişkileri ve anlaşmaları. Ama bunların hepsinden de önemlisi Rusya’nın da önünü açmasıyla Türkiye’nin Ortadoğu’ya fiili olarak müdahale etme aşamasına gelmesidir. Efrîn’e girmesi ve ardından Kürt karşıtlığı temelinde Rusya’nın ona verdiği fırsatlar ile kendini genişletme arayışları vuruşun esas nedenlerini ifade ediyor.

Bu çok kritik bir nokta. Kendi haline bırakılırsa Türkiye’yi kendi safına çekmeye çalışan bir Rusya var. Rusya Türkiye’yi kullanarak, Efrîn’e yaptığı gibi başka yerlere de benzeri şeyleri yaptırabilirdi. Türkiye ile ittifak içinde yeni bir hegemonya sahası oluşturuyor. Bunun sınırları giderek genişliyor. Rusya’nın içine gireceği geniş bir hegemonya sahası oluşuyor. Bu çok zorlayıcıdır. O zaman ABD ve hegemonyası oldukça zorlanıyor. Yeni bir hegemonya sahası oluşuyor. O zaman uluslararası koalisyon ve ABD hegemonyası da zorlanacaktır. Giderek Ortadoğu stratejilerinin karşısında yeni bir güç kuruluyor. Hatırlarsak Efrîn’e saldırının daha ilk günlerinde Erdoğan oldukça yüksek bir sesle Minbiç’e de gideceğiz, Kobanê’ye de Tıl Ebyad’a da Qamişlo’ya da gideceğiz ardından Şengal, Başurê Kürdistan, Kerkük, Musul vb. diyordu. Hatta Kerkük, Musul, Halep Misak-ı milli haritalarını çizdi. Bu Rusya’nın politikalarının bir sonucudur. Amerika ve uluslararası güçlere karşı Türkiye’yi kullanma biçimidir. Kürt düşmanlığını yeni bir politik durum olarak ele alıp yeni bir hamle yaptı. Uluslararası koalisyonun, bunu böyle kabul etmesi mümkün değildir. Ya bunu kabul edip Ortadoğu’da etkinliğini kaybedecek, dolayısıyla dünya çapında hakimiyetini kaybedecek ikinci plana düşecek ya da buna bir dur diyecek.

BATI, RUS-TÜRK İTTİFAKINA ‘DUR’ DİYECEK Mİ?

-Peki, uluslararası koalisyon dur diyecek mi?

Dur demesinin göstergeleri var. İngiltere de ortaya çıkan ajan krizi bunu ifade ediyor. Genel anlamda Rusya’ya yürüttüğü politikanın tehlikeli olduğunu ve bu politikaya bir yerde dur demen gerekiyor demenin adıydı. Yaptırımlarla da eyleme geçileceğinin dünya çapında mesajı verildi. Dünyadaki mesaj Ortadoğu’daki sıcaklığı karşılayacak yeterlilikte değildir. Rusya ve Türkiye’nin içinde bulunduğu tehlikeli ilişki biçimi ve buradan kaynaklı Ortadoğu’daki krize siyasete de bir müdahale etmek gerekiyordu. Bu son vuruşla biraz da bu sıcaklığı yarattı. Rusya’ya aynı zamanda Türkiye ile geliştirmek istedikleri politikayı kabul etmediğini ifade etti.

İran geleneksel bir hedefti. Suriye’deki vuruş her ne kadar kimyasal kullanıldı mı kullanılmadı mı, katliam yaptı mı yapmadı mı böyle göstermelik bir gerekçe üzerinden tartışmaktan çok esas olarak bu zemin üzerinde tartışmak gerekiyor. Verilen mesaja bakmak gerekir, esas olan mesajdır.

MESAJ VERİLDİ VE ALINDI

-Sizce dolaylı bu mesaj yerine ulaştı mı?

Direk Türkiye’yi hedefleyemezdi. Türkiye daha ortada, ne yapacağı çok belli değil. Buradan kendini ifade edemez. Rusya’yı direk hedefleyemezlerdi. Nükleer bir savaş ortaya çıkardı. En kestirme hedef rejim ve İran üzerinde bu hedeflenebilirdi. Rejim ve İran üzerinde bu hedefi geliştirmek hem Türkiye ve İran’ın aktif olarak karşı çıkmasını engelleyip mesajı doğru algılayıp ona göre kendini konumlanmalarını sağlayacak. Hem de günah keçisi konumunda olan ve çok da güçlü olmayan Suriye’ye vurmanın meşruiyetini kazanmış olacaktı. Şimdi bu mesaj verildi ve alındı.

SURİYE’YE ÜÇLÜ SALDIRIDAN SONRA BİR ŞEYLER DEĞİŞTİ

-Bundan sonra ne olur?

İki boyutu var. Rusya’nın bu mesaj sonrasında ilişkilerini nasıl geliştireceğidir. İkincisi Türkiye’nin Rusya ilişkilerini de, bu ilişkiyi ne kadar götüreceğine karar vermesi gerekiyor. Bu karar verilmesi durumunda yeni bir durum ortaya çıkar. İkincisi ise koalisyonun böyle bir tutum ortaya koyduktan sonra kendini yeniden konumlandırıp mevzilendirmesidir. Her ikisi de yeni bir durumu ortaya çıkarıyor. Bu durum da sizin başta söylediğiniz gibi yeni aşamaya geçilmesidir. Bakıyoruz vuruştan sonra da her iki cepheden -uluslararası koalisyon güçleri ve Rusya cephesi- gelişmelere baktığımız zaman bir şeylerin olduğunu hissediliyor.

REQA’DAN SONRA NELER OLDU?

-Bazı analistler Kürtler büyük bir siyasi hamle yaptılar ve Efrîn’de uluslararası güçleri karşı karşıya getirdiler deniliyor? Siz ne diyorsunuz?

Dikkat edelim, DAİŞ’in Kobanê yenilgisi bir kırılma noktasıydı. Reqa ise DAİŞ’in büyük ölçüde eski konumunu yitirdiğini gözler önüne serdi. Ortadoğu krizinde Reqa’ya kadar olan süreci ele alalım. Esas Reqa’nın düşürülmesi ile birlikte ulus devletler devreye girdiler. Ortadoğu’da büyük bir kriz var, kapitalist modernitenin, Ortadoğu’nun ulus devlet krizidir. Tabi bu ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal anlamda bir krizdir.

DAİŞ, El Nusra gibi taşeron güçler devreye sokularak modernitenin Ortadoğu krizi üç-beş yıl bunlarla yürütüldü. Özellikle Rojava’da YPG ile daha sonra QSD’nin DAİŞ’e karşı mücadelenin arkasından başka yerlerde alınan darbelerle bu taşeronlarla artık krizin üstünün örtülemeyeceği ortaya çıkardı. Çünkü büyük ölçüde bunlar yenilgiye uğradılar, güç kaybettiler ama kriz halen çözülmedi. Üstündeki perde kaldırıldı, ama kriz ortada kaldı. O zaman kriz kendisini yeni güçlerle ifade etmek zorundadır. Kullanılan taşeronların gücü kalmayınca ya da çok kısmi düzeyde kalınca devletler kendi güçlerini göstermeye başladılar. Hem uluslararası güçler bağlamında hem de bölge ulus devletleri bağlamında Reqa’dan sonra bu gelişti.

KRİZ NEREYE EVRİLECEK?

-Peki, bu kriz bundan sonra nasıl gelişecek ya da çözülme olasılığı var mı?

Bundan sonraki kriz ya uluslararası güçler ve bölgesel güçlerin birbirleri ile ilişki ve çelişkisi temelinde çatışmalı devam edecek ya da krizi çözmek üzerinden yaklaşacaklar. Şimdi Suriye’de krizi çözmenin imkanları ortaya çıktı. Ama bu sadece Suriye meselesi değil. Bir Ortadoğu ve dünya sistemi meselesi. Ortadoğu’da meseleyi çözmeden Suriye’de meseleyi çözmek bir anlam ifade etmiyor. Hatta Ortadoğu sorunları çözmeden Suriye’de meselenin çözülmesi çok daha büyük krizlere neden olabilir. Bu güçler açısından da sakıncalı olabilir. Bu ortaya çıkan tabloda Suriye’de bir çözüm geliştirilmedi. İmkanlar olmasına rağmen çözüm geliştirilmedi.

Bugün Rusya’nın, ABD’nin başını çektiği blokların durumuna baktığımız zaman kesinlikle çözüm potansiyeli var. Dikkat edilirse kimse çözüme yönelmiyor. Suriye’yi daha çok zora ve kaosa çatışmaya sokan bir siyasete yöneliyorlar. Örneğin Rusya’nın son dönemde Türkiye’yi Suriye’ye sokması bununla ilgilidir. Rejimin iktidarını güçlendirmek isteseydi, Türkiye’yi oraya sokmanın mantığı var mıydı? O zaman Ortadoğu sorunu olduğu için taşeronlar devreden çıkmasına rağmen, devletler Suriye’de sorunu çözmekten ziyade Ortadoğu hegemonyasının çelişkilerine farklı bir boyut kazandırdılar. Rusya’nın, İran’ın, rejimin, Türkiye’nin politikaları ve ABD ve onunla birlikte uluslararası koalisyon güçleri yani devletler devreye girdiler.

BİRBİRİNİ VURMA DÜZEYİNE GELDİLER

Bugün uluslararası koalisyonun rejimi vurması aynı zamanda rejimin müttefiklerinin tümünü vurması anlamına geliyor. Şimdiye kadar bir öngörü olarak çelişkileri değerlendiriyorduk, bu çatışmalara dönüşmemişti. Bu daha çok diplomatik arenada kendini ifade eden ilişki-çelişki dinamiğiydi. Fakat son durum bir birini vurma düzeyine geldi. Bugün dolaylı gibi görünüyor, gerekçeler üzerinden bir birini vurmadır. Ama önümüzdeki dönemde çok daha farklı güçler devreye girerek daha aktif bir şekilde bir birini vurmanın önünün açıldığı bir sürece girilecektir.

SURİYE’DE YENİ SİYASİ-ASKERİ KONUMLANMA

-Türkiye ve Rusya ilişkileri nereye gider? Amerika ve uluslararası koalisyon bu yeni ilişki denklemine göre nasıl konumlandırabilir?

Bu güçler ortaya çıkacak, yeni durum neyse o kadar güç devreye girebilir. Uluslararası koalisyon güçlerini de aşan bir durum ortaya çıkıyor. Amerika uluslararası güçlerin temsilcisi olarak Suriye ve Irak’ta yer alıyor. Fransa ve İngiltere sahada çok aktif olarak devreye girdi. Nedeni Rusya’nın Türkiye ilişikleri ve onun getirdiği politikalar çok zorlayıcı olması. Bu ABD’nin tek başına kaldıracağı boyutları aştı. Kendi müttefiklerini çok aktif olarak devreye koyma aşamasına girdi. Bunun için de Fransa da devreye girerek Amerika kadar müdahil olacağını söyledi. İngiltere, Amerika’dan daha radikal söylemler ile sürece müdahil olacağını söylüyor. Hatta senato onayı almadan hava saldırıları yaptı. Bu uluslararası güçler açısından önemli, ama bununla da sınırlı kalmıyor. Bölge güçlerinin de artık Ortadoğu’da konumlanacağını görüyoruz Mısır ve Suudi’nin, biz kuzey Suriye’ye girebiliriz söylemleri dikkate alındığında devletlerin Ortadoğu çelişkisinin merkezi olan Suriye’de yeniden siyasi ve askeri konum alacaklarını ve mevcut çelişkileri hangi boyuta götüreceği sorusunu gündeme getiriyor.

KRİZ DAHA FAZLA DERİNLEŞECEK, SAVAŞ ORTAMINA GİDİLEBİLİR

Kriz daha fazla derinleşecek. Savaş ortamına doğru gidebilir. Amerika, Fransa, İngiltere aktif olarak İtalya, Almanya gibi ülkelerde bunların tamamlayıcı olarak rol alacaklarını söylediler. Bunların bağlaşıkları da rol almak istediklerini söylediler. Bunlar kimlerdir. Birinci derecede İsrail ve oluşturmak istedikleri Arap birliğinin öncüleri olan Mısır ve Suudilerdir.

Yukarıda ifade ettiğimiz güçlerin karşısında ise Suriye-Türkiye, Rusya-Türkiye, İran-Rusya ilişkileri yeniden bir boyut kazanacak. Bunun alacağı biçim uluslararası koalisyon ve bağlaşıklarının politikalarını belirleyecektir. Eğer bunlar ilişkilerini diri tutar ve politikalarını eskisi gibi yürütmeye kalkışırlarsa hem uluslararası koalisyon ve bağlaşıklarını karşılarında bulacaklar. Ama bunlar ilişkilerinde çelişkiye düşüp, yeni çatlaklar oluştururlarsa yeni bir çelişki ortaya çıkar.

ASTANA-SOÇİ VE CENEVRE SÜREÇLERİ

-Peki böylesi ikili bir durumda Astana-Soçi ve Cenevre görüşmeleri vardı. Bu görüşmelerin anlamı neye tekabül eder?

Şöyle bir durum var. O çatlaklar ve bileşkelerden bahsedersek İran, Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkiler Soçi ve Astana görüşmeleri olarak ortaya çıktı. Cenevre de bir süreçti. Ama nasıl bir süreçti. Kendi içinde çok tutarlı bir süreç değil. Çözümü ortaya koyan bir süreç hiç değil. Daha çok Ortadoğu krizinde temel rol oynayan güçlere hizmet eden politik bir durumdu. Onun bileşkesi, katılımcıları çözümü içermiyordu. Temel güçlerde çözüme yönelmediler. Bu daha çok uluslararası koalisyonun elinde bir süreçti. Tekrar tekrar yapıldı ama çözüm yoktu. Bölgeye biçim vermek isterken diğer taraftan siyasi bir alt yapı oluşturmak istediler. Daha sonra Astana sürecinin ortaya çıkması farklı bir durum. Rusya cephesiyle hareket edenlerle birlikte adeta Cenevre de yapılanın bir benzerini kendi alanında yapmaktır. Alternatif bir çalışma yapmak istediler. Bu kendi içine aldığı güçlerle birlikte Türkiye-İran-Suriye ile birlikte yapılıyor. Bu da aslında taktik bir yaklaşım, çözüm getirmiyor. Çünkü kiminle işleri yürütüyor. Türkiye’nin Suriye sorununda başat aktör olarak ele alınması başlı başına bir sorun. Çünkü Suriye’deki katliamların, kırımın, çelişkilerin en büyük sorumlusu Türkiye’dir. Mevcut rejimi yıkıp kendisine yakın bir rejimi oluşturmak isteyen Türkiye. 2011’den bu yana da eğit-donat ile birlikte dış güçlerle ilişkilenerek mevcut çelişkileri derinleştirdi. Böyle bir ülkenin Suriye’deki sorunu barışçıl temelde çözümü beklemek Astana ve Cenevre süreçlerine dahil etmek hiçbir anlam ifade etmez.

İkincisi İran başından beri rejimle birlikte hareket ediyor. O da mevcut savaş içinde rejim tarafıdır. Rusya ise uluslararası bir güçtür. Suriye’deki çıkarları temelinde rejime endekslenmiş bir güçtür. Bunun müttefiklerine baktığımızda bu sorunu çözmekten çok hegemonik bir yaklaşımı görüyoruz. Türkiye, Rusya, İran hegemonyasını görüyoruz.

Cenevre de Astana da Soçi de çözüme endekslenmiş bir güç değil. Sonuçsuz kaldılar, ama politik, ilişkiye sahip oldular. Astana ve Soçi süreci sonunda Türkiye’nin fiilen Efrîn’e girmesi Kürt düşmanlığını bu kadar ileri düzeye taşıdı, Cenevre de bu duruma çanak tuttu. Sessiz kaldı. Astana ve Soçi süreci Efrîn’in yolunu açtı. Kendi hegemonyalarını esas aldıkları için krizi derinleştirdiler. Her ikisi de sonuçsuz kaldığı gibi çelişkileri öyle bir noktaya getirdiler ki çatışmaya neden oldular. Astana da Soçi de Cenevre de her biri bağımsız yürürse çatışmalar kaçınılmazdır. Bloklaşmayı besler, bloklaşma kendi hegemonyasını esas alır ve bu hegemonya mutlak bir çatışmaya gider.

Bu süreçleri birleştirip çözüm perspektifi oluşturmak gerek. Ama henüz olgun bir süreç yok. Esas olarak bundan sonra ne olacak. İlerde çatışmanın mı çözüm sürecinin mi gelişeceğini görmek gerekiyor. En sıkıntılı durum Türkiye’dir. Türkiye’nin alacağı pozisyon geleceği belirleyen bir pozisyondur. Türkiye eğer Rusya ilişkilerini temel alıp ve o ilişkileri derinleştirmeye devam ederse yeni sorunlara gebe bir süreç başlatır. Nedir bu sorunlar, başta NATO olmak üzere uluslararası kurumlar ile ilişkilerinin kopuşu anlamına gelecektir. Batı ve ABD ile olan ilişkilerinde de kopuşu beraberinde getirir. Bu son vuruş da Türkiye tutumunu belirlemek zorunda kalacaktır.

TÜRKİYE BÖYLE DEVAM EDERSE, SORUN ÇIKAR

Uluslararası koalisyon güçleri şunu söyledi; “Bir noktaya kadar senin siyasetine göz yumabilirim, ama senin benim varlığımı tehlikeye soktuğun yerde seni reddetmesini bilirim” noktasına geldi. Onun içinde Türkiye’nin NATO ile ilişkilerini sürdürmesi halinde mevcut durumda Ortadoğu’daki uluslararası koalisyonun ve onunla bağlantılı bölge güçlerinin hedefi haline gelir. Yaptırımlar gelişir ve tutumlarda çok netleşir. Aslında Fransa’nın İngiltere’nin devreye girmesi, Macron’un konuşmaları, Fransızların güç getirmesi, Amerika’nın güçlerini geri çekme temelinde yeni bir pozisyona geçmesi yeni bir güç göstergesi oluyor. Eğer Türkiye böyle yaparsa sorun çıkar.

TÜRKİYE KAFESİN İÇİNE GİRDİ

-Ama Türkiye Rusya ile ilişkilerini gevşetip uluslararası koalisyonla ilişkiye girerse neler olur?

Bu sefer İran ve Rusya ile karşı karşıya gelme riski vardır. Her iki açıdan da bir açmazı ifade ediyor. Hem Rusya hem de uluslararası koalisyonla ilişkiye geçerek, bir biçimiyle ‘Ortadoğu da var olmanın imkanını yakaladık’ diyor Türkler. Bunu söyleyen de eski diplomatlar. Halbuki Türkiye bir biçimi ile bir kafesin içine girdi. Mısır ve Suudilerin oluşturacağı koalisyon Kuzey Suriye’de kendisini ifade etmesi İngiltere’nin Fransa’nın Amerika’nın bu alanda kendisini tahkim etmesi sonucunda oluşacak hegemonik durum Türkiye ile vuruşma anlamına gelir. Ama eğer yok biraz da uluslararası koalisyona kayacaksa o zamanda Rusya ile karşı karşıya kalacak. Öyle kolay değil.Cerablus, Bab, Efrîn, İdlib uzun bir alan, haritayı biraz kafanızda canlandırın. Bu alanda yüz binden fazla silahlı güç var. Hamiliğini de Türkler yapıyor. Aynı zamanda Türkiye’de 3 milyonluk mülteci, bu alanda da yaşayan takriben iki milyonluk mülteci güç var. Toplam 5 milyon mülteci ve yüz bin de silahlı güç var. Bu Rusya ile ilişkileri iyi olduğunda da çelişkili olduğunda da bir sorundur. Çelişkiye girdiğinde onun bu alanlardan çekilerek yüz bin kişilik silahlı güç ve mülteci güç ile birlikte Türkiye’ye çekil diyebilir. Eğer bu kadar güç giderse sorunlar yaşayacak. Diyelim ki Rusya’dan yana tutum aldı. Eninde sonunda Suriye’de çözüm geliştiğinde kesinlikle ya Suriye bölünmüş bir Suriye olacak ya Cerablustan İdlib’e kadar olan bölümde Hatay’da yaptığı gibi ilhak ederek Türkiye’ye katar ya da federasyonu kabul eder ve bunları yaptıramazsa da yüz bin silahlı güç ve beş milyonluk güç yine kendi başına bela olacaktır. Büyük bir çözümsüzlük içinde.

ERDOAN ZAFER İÇİNDE YAŞADIĞI YENİLGİLERİ ANLAMIYOR

Erdoğan, zafer naraları atıyor. Çoğu zaman zafer kazandığını zannedenler zafer içinde yaşadıkları yenilgiyi anlamazlar. O zafer tadı geçtikten sonra nasıl yenilgiyi yaşadıklarını anlarlar. O zaman da iş işten geçer. Türkiye Efrîn’de büyük bir zafer kazandığını var sayıyor. Kürt düşmanlığı temelinde yaklaştığında Kürtlere ait bir bölgeyi ele geçirdiğini düşünüyor. Öyle bir alana çekildi ki kaldıramayacağı bir pozisyona girecek. Bu gün kazandıklarının on katını da verse kendisini kurtaramayacak bir pozisyon.

IRAK SEÇİMLERİ

-Irak Ortadoğu’nun en krizli bölgesi. Yakında seçimler yapılacak. Peki, mevcut krizi aştırır mı? Ya da en genel haliyle Ortadoğu krizlerine seçimler çözüm getirir mi?

Kapitalist modernitenin kendi krizi var bir de Ortadoğu krizi var. Biz buna Üçüncü Dünya Savaşı diyoruz. Üçüncü Dünya Savaşanın en belirgin olduğu coğrafya ise Ortadoğu’dur. O zaman hem dünyada krizin çözümüne dönük bir yaklaşım olmadan hem de Ortadoğu krizine genel bir bakış açısı olmadan krizlerini çözümünü beklememek gerekiyor. Ulus devletlerde ya da genel anlamda bölgede iniş ve çıkışlar olabilir. Kısa süreye baktığımızda bunu görürüz. Örneğin bir dönem Saddam esastı. Devrildi, ama kriz çözüldü mü? Hayır, tam tersine kriz daha da derinleşti. Yeni hükümetin kuruluşu biraz zaman aldı. Eskiye nazaran daha demokratik bir yapı ortaya çıktı. Sessizlik bir süre devam etti. Sonra DAİŞ ortaya çıktı. DAİŞ gitti şimdi seçim süreci var. Ama kriz ortadan kalkar mı Hayır. Ortadoğu’da bir kriz var dolayısıyla bölgeyi bir bütün olarak ele almak gerekiyor. Ortadoğu krizinin nedenlerini bir bütünlük içinde ele almazsan krizleri değerlendiremezsin. Tek tek ülkeleri de değerlendiremezsin. Örneğin Suriye’deki sorun Suriye sorunu değildir Irak için de geçerlidir. Ama sorun Ortadoğu sorunudur. Bütün Ortadoğu sorunu içinde Suriye ve Irak sorunu vardır. O kadar iç içe geçmiştir ki bütün uluslararası ve bölgesel güçleri de dikkate alarak tek tek ülkeleri de göz önünde bulundurarak kriz anlaşılır kılınabilir. Onun içinde krizi seçimler çözemez. Bu gün bu yaklaşımlarla krizler derinleşiyor genel çözüm bağlamında bir yaklaşım yok.

Irak’ta seçim neye çare olacak. Sorunlu bir yapı var. Çok karmaşık bir yapı olmasına rağmen Şiiler iktidardır. Suniler de var ama onları temsil edecek ciddi bir güç yok. Bu nedenle orada ortaya çıkacak temsil gücünü iyi takip etmek gerekiyor.

Üçüncü bir faktör ise Kürdistan federasyon olmasına rağmen, yaşadığı çözümsüzlüklerdir. Özellikle son Kerkük ve oradan kaynaklı sorunlara baktığımızda seçim bu sorunları çözemez. Seçim mezhep sorununu, etnik sorunu, uluslararası konjonktürün dayattığı siyaseti çözemiyor. Seçim hatta şöyle bir rol oynayabilir. Seçimde ortaya çıkan dengeler ile daha da güçlü olan olarak çıkacak olanın ortamı çok daha çelişkili bir hale doğru götürebilir. Çözüme hizmet eden bir süreç değil, Kaostan, krizden doğan ve kaosu ve krizi de kendi hegemonyasına götüren bir anlayış ve uygulama vardır. Bunlar krizi derinleştiriyor.

IRAK’TA BÜYÜK BİR BOŞLUK VAR

Şimdi Irak’ta bir boşluk var. Kerkük olayı ile birlikte Kürt güçlerinin yanlış politikalarının yarattığı boşluktan faydalanarak biraz da Irak’taki Sünnileri ve onlarla ilişkilerini Türkmenlerle olan ilişkilerini kullanarak burada kendini ifade etmeye çalışacaktır. Bunun da ne kadar olacağı tartışmalı. Güneyli güçler Türkiye gerçeğini çok iyi anlamıyorlar. Dünya ve bölge çapında siyaseten çökmüş. Erdoğan’ı çok güçlü bir lider olarak görüyorlar ama tüm dünyada maskara konumuna düşmüş Türklerden faydalanarak dünyaya açılmak adına Erdoğan ile ilişki kuruyorlar. Erdoğan da bundan faydalanarak pervasızca Kürdistan topraklarına saldırıyor. Eskiden birçok yerde Türk üsleri ve MİT binaları vardı. Son dönemlerde ise Medya Savunma Alanlarında Heftanin’den başlayarak Metina ve Zap’ı da içine alarak özellikle Xakurke ve Bradost hattında güneyin işgali hareketine girişti. Bunu buradaki Kürt zaafından yararlanarak yapıyor. Tabi Sünniler ile ilişkilenerek bunu yapıyor.

Sünniler, DAİŞ ile birlikte hareket ederek DAİŞ yenilgisiyle birlikte yeni bir kırılma daha yaşadılar. Bir bütün yok olmadılar, ama zorlanan bir pozisyonda kaldılar. Halen Sünnileri temsil eden bir takım güçler vardır. Bu Sünnilerin ilişkileri de Türkiye’yledir. Türkmenler ile birlikte Sünni Kürtler ve Sünni Araplar Türkiye’yi bu alana çekerek kendilerini oluşturmaya çalışıyorlar. Böyle baktığımız zaman bu siyaset bir sonuç alır mı? Türkiye’nin ne olacağı belli değil. Bir yerde bir kırılma yaşayacak. Bu kırılmanın olduğu yerde, Türkiye’ye dayayan Kürtler boşluğa düşecekler. İktidar arayışı içinde olan Iraklı Sünniler boşluğa düşecekler. Bu da yeni bir kırılmaya neden olabilir. Tabi bu kırılma yeni bir çatışmaya da neden olabilir. Türkiye’de ise bu kırılma ya çok savaşçı ve etrafa saldıran bir yapıya dönüşecek ki böyle bir potansiyel var. Ya da içe büzüşen bir yapıya dönüşecek. Türkiye’nin zaten yaptığı içe büzülüp kendi sorunları ile boğuşmak yerine dışa açılarak saldırıyor. Etrafa saldırarak milliyetçiliği yayarım tercihinde bulunuyor. Böylece nereye gideceği belli olmayan bir sonuca savruluyor. Efrîn’e saldırısı da Medya Savunma Alanları’na, Tıl Ebyad saldırısı Şengal saldırısı da bunun sonucundadır. İmkanı olduğu sürece bu siyaseti güdecek. Kürt mevzilerine sürekli saldırı halinde olursa adeta çökme noktasına gelir. Çökme noktasına geldiğinde bu sorunları yaşadığı tüm noktalarda Sünni ve Kürt siyaseti onun başına çöker. Aynı Osmanlı döneminin yaşadığı sona benzer. Osmanlının son dönemindeki gibi dramatik bir son yoktur. Tarihte, Yemen’den çekilen güçlerin Suriye ovasında Faysal güçleri tarafından nasıl katledildiğini hatırladığımızda yüz yıldır yemen Türküleri ile kendilerini avuttuklarına baktığımız zaman yeni yemen türküleri yakılma olasılığı var.

TÜRKİYE SEÇİMLERİ

-Tam da o çökme tehlikesi görülürken, 2019’da seçimler yapılacaktı ancak Devlet Bahçeli Türkiye’nin o kadar beklemeye gücünün olmadığını ve bu nedenle seçim olması gerektiğini açıkladı. Bu tehlike görüldüğü için mi böyle bir karar alındı?

Türkiye’nin içinde bulunduğu kaosta, çözüm diye bulduğu güncel şeylerle durum idare edilmeye çalışılıyor. Yeni bir anayasa kuruldu, tek adam rejimi oluşturulup, başkanlık sistemine geçiş sağlandı. Uluslararası ve bölgesel siyasette etkili olması gerekiyordu, siyasetin önünü tıkadı. Tam da bu noktayken seçimi gündeme getirmesi rejimle ilgili değil. Kurumlar oluşturulmuş işler yürüyor. Muhalefet yok. Bundan kaynaklanmıyor. Sorun nedir biliyor musunuz, bölge ve dünya çapındaki kriz mevcut iktidarın yönetemeyeceği ortaya çıkmıştır. Günü kurtarmaya çalışıyor ve krizi derinleştirmenin dışında hizmet ettiği farklı bir konu yok. Düne kadar seçim gündemde değil deniliyordu. Ama iki gün sonra toplanıp, iki ayda seçime gidileceği söylendi.

SEÇİM KARARI, DEVLETİN GASPIDIR

İki ayda seçmen kime oy vereceğine karar veremez. Hiçbir parti bu konuda hazırlık yapamaz. Baskın seçim gibi bunun rejim kurmakla ne alakası var. Bu tamamen devletin gaspıdır. Önümüzdeki seçime kadar kan kaybeden iktidarın kendisini iktidardan kopma riskini ortadan kaldırmak. Muhalefeti hazırlıksız yakalayıp, ittifakının sonuçlarından yararlanmak istiyor. Seçim kararı ne olursa olsun yasal ve yasal olmayan yollarla durumu kurtarmakla ilgilidir. Peki, yeniden iktidara gelse ne olacak acaba eski siyasetini sürdürürse sorun ortadadır. Çark edip de demokratikleşmeye doğru yol alacağı pek mümkün görünmüyor. Bu nedenle Türkiye’nin de büyük bir kriz için de olduğunu görmek gerekiyor.

KÜRTLERİN ROLÜ

-Ortadoğu’nun geneline baktığımızda krizler ve sorunlu iktidar yapılar var. Kürtler ise demokratikleşme, kadın özgürlüğü, adalet, eşitlik anlamında bölgenin en cazip örgütlü gücü olarak ortaya çıkıyor. Kürtler bölgede nasıl bir misyona sahip?

Kürtler Ortadoğu krizinde hem krizin sürekli beslenerek bu düzeye tırmanmasında temel bir aktördür hem de çözümünde temel bir aktördür. Arap baharı ilk ortaya çıktığında bir Ortadoğu krizi dönüp dolaşıp geleceği yer Suriye, Türkiye, Irak, İran yani Kürdistan coğrafyası olacaktır demiştik. Kürt inkarı üzerinden ortaya çıkan, Kürtlerin bölünmüşlüğü parçalanmışlığı, Kürtlerin yüz yıldır sürdürdüğü mücadele böyle bir krizin ortaya çıkmasında önemli rollerini ortaya koyuyor. Fakat kriz ortaya çıktıktan sonra Kürtlerin varlık mücadelesi önemlerini daha fazla arttırdı. Bunu özellikle PKK’nin ortaya çıkışıyla birlikte Kürtlerin belirleyici karakterini görmek gerekiyor. Kürtlerin özgürlük talepleri ama onunla birlikte bölgesel sorunlara bölgesel çözümler üretmesi Ortadoğu krizinden çıkmanın ve çözüm getirmenin adı oluyor. Tabi bu anlamıyla yaşanan pratikler Kürtlerin de ötesinde dünya çapında cazibe kazandırdı. Rêber Apo’nun inşa ettiği yeni paradigması oldukça önemlidir. Özellikle de Ortadoğu krizinin nedenleri ve krizden çıkmanın yolları özellikle de özgür bir Ortadoğu yaratımında önemli bir rol oynuyor.

PKK bölgede krize çözüm anlamında bir takım pratiklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Böylece şöyle bir noktaya geldik. Geçen yüzyıl Kürtlerin inkarı üzerinden kurulan bir Ortadoğu vardı. Bu sadece İran, Irak ve Türkiye ile izah edilemez. Bu dünya sisteminin gerekliliğiydi. Birinci Dünya Savaşıyla oluşturuldu İkinci Dünya Savaşı ile birlikte de pekiştirildi. Kapitalist modernitenin hakim güçleri Kürtleri başkalarını terbiye etmenin kozu olarak görüldüler. Kürtler olsun, ama kısmi hakları olsun. Kürtlerle Farsları, Arapları ve Türkleri terbiye edelim diye düşündüler. Tarihte birçok Kürt direnişi oldu, Simko isyanından Berzenci, Barzani hareketine kadar bir direniş oldu. Ama bu direnişler bu uluslararası kaderden kendilerini kurtaramadılar. Hatta onun uygulayıcısı durumuna geldiler. Uluslararası sistemden beklentiler ile farkında olmadan onlara hizmet ettiler. Fakat PKK’nin ortaya çıkması ve Önderlik gerçeği Kürtlerin kaderini değiştirdi. PKK yeni bir durum olarak ortaya çıktı. Kendi toplumunda büyük alt üstler oluşturdu. Toplumda sosyal, zihinsel değişimler yaşattı. Kendi direnişiyle de büyük önyargıları kırarak aştı. Öyle bir noktaya geldi ki Kürt sorununun çözümünü Ortadoğu’da olgunlaştırdı. Önderlik paradigması, PKK ile bölge ve dünya kamuoyunda görülmesi ve tanınmasına getirdi. Ortadoğu’nun en önemli bir gücü haline geldi. Ortadoğu’da siyaset yürüten güçler onu dikkate almadan siyaset yapamaz hale geldiler. O zaman Kürt gerçeğinin bu stratejik konumunu dikkate alarak ilişkili ve ittifaktan saldırmaya kadar politikalar yürütmeyi beraberinde getiriyor. İkincisi Ortadoğu krizinin çözümünde Kürtler belirleyici rol oynar siyasal olarak Kürtlerin bu krizin çözümünde siyasal olarak rol yüklemesi gerekiyor.

Kapitalist modernitenin dünya çapındaki çelişkileri ve bu çelişkilerden ortaya çıkan güçler dengesi ve bu güçler dengesinin Ortadoğu gerçekliği, Ortadoğu gerçeğinde güçlerin karşılıklı kutuplaşma hali bu kutupların iç çelişkileri ve bir birleri ile çatışmaları ele alındığında Kürtlerin yaşadıkları coğrafya, nüfus potansiyelleri, siyasal durumları ve öncelikle Önderlik paradigmasının halk içindeki etkisi ve örgütlülük durumları Kürtler öyle saf dışı edilecek bir güç değiller. Kürtlerin talihsizliği uluslararası güçlerin daha çok ürktüğü dayandıkları önceki güçleri aşmayan ve halen onlara önem veren yaklaşımlarındaki tutarsızlığın git-gellerini yaşıyorlar. Onlara bu bir şey kazandırmayacak. Çünkü devlet ve iktidar yapılarıyla krizi bu noktaya getirdiler. Kürtler inkar edilerek bu noktada devam edilmeye çalışılırsa krizin daha da derinleşmesine neden olacaktır. Gün geçtikçe Kürt faktörü sürekli güncelleşen çözüm noktasında bir ivme kazanacağını görmek gerekiyor. Bu birileri istedi diye değil, Daha çok Kürtlerin mücadelesi ile ortaya çıkıyor. O zaman Kürtlerin Ortadoğu’daki stratejik konumunu görmek gerekiyor. Önderlik paradigmasının çözüm olarak koyduğu kilit noktası Kürtlerin elindedir. Bunu büyük bir zafere dönüştürebilirler. Ama tabi Kürtlerde var olan değişik çözüm arayışları tarih boyunca yenilgiye uğramış çözüm modellerinden uzak durmaları gerekiyor. Dünya artık ulus devletler dünyası değil. Dünya milliyetçilikler dünyası değil. Ulus devlet sisteminin sembollerine dayanarak ayakta duramıyor. Bu yüzden Kürtler ulus devletçi milliyetçi yaklaşımlarla Kürt meselesini ele aldıkları zaman Kürt meselesinde çözümü oluşturamazlar. Bunun en iyi örneği güneydeki gelişmelerdir. Güneyde, Saddam rejiminin yıkılması ile birlikte dünya sisteminin oluşturmuş olduğu bir parçayı yürütemeyecek kadar güdük kalma neyle ifade edilir. Sahip olmuş oldukları paradigma ile ilgili politikalar ile ilgilidir. Kapitalizmin bile artık sahip çıkmadığı tortu politikaları ile Kürdistan’ı yaratmaya kalkıştığın zaman Kürdistan’a konum kaybettirirsin. Bugün DAİŞ karşısında, rejim karşısında, savaşıp direnemiyor. Topraklarını koruyamıyor ve küçük bir savaşı bile yürütemiyor. Toplumu yürütemiyor, toplumsal sorunlarına çözüm getiremiyor, yönetim mekanizmasını yürütemiyor. İktidar dahi olamıyor. Hükümet kuramıyor. Daha çok ailesel, kişisel çıkarlarla vahşi kapitalizmin talancı zihniyeti içinde anlık ihtiyaçlarını gidermeye çalışarak, ayakta durmaya çalışılıyor. En son dayanağı nedir Türkiye’nin Kürt düşmanlığı üzerinden siyaset yapmaya çalışıyor. İşte inkar edilen Kürtler için biçilen kader neyse onu devam ettirmeye çalışıyor. Kürtlerle başkaları terbiye etmek düşmanlarına dayanarak var olma siyaseti dünyanın Kürde biçtiği misyonla hareket etmeye çalışıyor.

İkinci örnek; Kürtlerin Rojava ve Bakurê Kürdistan’da yaptıkları modeldir. Bakur’daki mücadele ve Rojava’daki örnek iyi ele alınırsa Kürtlerin stratejik konumları ortaya çıkmış olacaktır. Birincisi Önderlik paradigmasının Türkiye için söylediği şey nedir? Ulus devlet yerine tüm toplumsal varlıkların kendini ifade ettiği özgürlükçü eşitlikçi toplum modeli var. PKK bunun mücadelesini her alanda veriyor. Askeri, siyasi, toplumsal, kadın özgürlükçü anlamda bunu yapıyor. Özgürlükler temel alınmadığı sürece Türkiye’de hiçbir sorun çözülemeyeceğini ifade ediyor. Bugün Türkiye’de aydın ve demokratlar konuştuğunda umut Kürtlerde diyor. Aksini söyleyen sırtına bayrağı alıp Efrîn’e gidip türkü söylüyor. Ama özgürlük arayışçısı olan kimse bunun olsa olsa Kürtlerden geleceğini düşünüyor. Aleviler, ezilenler biraz meselenin farkında olanlar, birçok kesim Kürtlerin demokrasi mücadelesinde oynadığı rolün farkında.

YPG’nin varlığını tasfiye etmeyi Suriye’nin özgürlüğü konsepti ile yaklaşan tüm güçler, Kuzey Suriye’deki Kürtler ile çözüm modelleri ve yaklaşımları dikkate alındığında gerçek yurtsever kimdir diye sorulsa nasıl bir yanıt gelir. Bu sorunun yanıtı ne rejimdir, ne İran, ne Rusya hiçbiri değildir. Gerçek Suriye yurtseveri Kürtlerdir. Nasıl bir yurtseverlik yapıyorlar. Suriye’nin birliği ve bütünlüğünden yanadırlar. Oradaki yaşayan tüm toplumsal kesimleri meşru sayıyorlar. Halkların nicel ve nitel durumlarına fark koymadan, hepsini aynı özgürlük hakları ile donatıyorlar. Birlik, beraberlik, eşitlik, demokrasi, kadın özgürlüğü üzerinden yaklaşıyorlar. Ben burada mücadele ediyorum, bütün haklar benim olmalı demiyorlar. Hatta burada benim kadar güçlü olmayanlar benden daha fazla hakka sahiptir diyor. Böyle bir yaklaşım çözüm müdür. O zaman Rojava’daki model hem halk nezdinde hem de geleceğin rejimi açısından çözüm olacak tek konumdur. Bunu dört parça Kürdistan, örgütlü Kürtlerin mücadelesi açısından düşündüğümüzde dört parçadaki Kürtlerin ulus devletlerle mücadelesi açısından düşündüğümüzde bunun dünya ve bölge siyasetinde nasıl bir stratejik konum kazanacağını görebiliriz.