Örgütlü ve eylemli yaşamayı esas aldı - II

“Daha yedi yaşından beri hep örgütlü ve eylemli yaşamayı esas aldığım iyi bilinmelidir. Zaten örgütlülük, eylem; eylem, örgütlülük gerektirir. Örgütlenme ve eylemlilik, yaşam hali olarak anlaşılmalıdır.”

Halk Önderi Abdullah Öcalan, bireysel ve örgütsel yaşamını üç döneme ayırıyor:

BİRİNCİ DÖNEM

Birinci dönem; kendi toplumsallığımı kendim kurabilmeliyim iddiası temelinde anamla giriştiğim çatışma ile başlamış, aileye ve köye karşı gösterdiğim tepkiden sonra ilkokula gitmemle gelişmiştir.

İlkokula başlamak devletleşmeye ilginin ilk ciddi adımıdır. Kişilik komünal toplumdan devletçi topluma doğru dönüşüm adımını atar. Şehirleşmeyle birlikte yürür. Şehir değerleri kırsal komünal değerlere göre üstün sayılır. Ortaokul ve lise öğrenimi, memurluk ve üniversitenin son sınıfına kadar okumak, devlet adamlığı için ön hazırlıktır. Herkeste bu yaşlarda şehir-devlet kişiliği kati bir şekilde hakim olur. Geri bırakılmışlık ve ezilen milliyet konumu devlete tepkiye dönüşür. Sol sempatizanlık aslında adil, eşitlikçi ve daha kalkınmacı devlet arayışından başka bir anlama gelmez. Kişilik bu dönemde ezici biçimde geleneksel toplumun bağlarından kopartılmıştır. Anacıl komünal kırsal toplum ve soy toplumu büyük oranda inkâra uğramış; bunun yerine kendinde geçmişini inkâr eden, küçük gören, devlet ve şehir büyüklüğüne tapınan, gözü kara biçimde resmi düzene koşan oldukça marjinal bir kişilik oluşmuş, oldukça trajik bir kişilik katliamı yaşanmıştır.

İKİNCİ DÖNEM

İkinci dönem; bu sefer burjuva toplum ve devletinden kopup kendi çağdaş toplumsal ve siyasal sistemini kurma amacına yönelik bağımsız bir ideolojik grup kurma denemesiyle başlar. İlk toplumsallaşmanın çocuklarla dinsel dualar ezberleme ve ilkokula gitme temelinde oluşturulmasına karşılık, ikinci toplumsallaşma üniversite öğrencileriyle sol ve ulusal ideoloji temeli üzerinde geliştirilir. Kapitalizmin yaydığı değerlere ve hakim ulus şovenizmine karşı her ne kadar kendi öz toplumunu yeniden arama çabası varsa da mevcut sol ve ulusalcı akımlar kapitalist yaşamın normlarını aşacak güçte olmadıklarından, bu çabalar gerçek hedefine ulaşmaktan uzaktır. Birinci PKK’leşme aşaması da diyebileceğimiz bu süreç, 1970’lerin fırtınalı dünyasında aslında bir yaprak misali savrulur durumdadır. Geleneksel dünyadan koptuğu kadar, kapitalizmin öz değerleriyle de bütünleşmemiştir.

Teorik ve pratik arayışlarla toplum ve ülke yeniden keşfedilmek istenecektir. Aslında dünya genelinde yaşanan sol moda takip edilmektedir. Artık kendimize özgü bir fikrimiz vardır. Grubumuz sayısal olarak da gelişiyor. Aşının tutma ihtimali yüksektir. Kozasından çıkan kurtçuk misali yurt dışına adım atılınca, özgüven ve delikanlı kesilme dönemine adamakıllı girildiği kabul edilecektir. Ütopya gerçekleşeceğine dair umut vermektedir. Grupsal destekten kitlesel halk desteğine ulaşma güveni daha da pekiştirecektir. Silahların gücü ile tanışılmış, çağdaş ulusal hareketlerin gerilla grubu eğitilmiş ve silahlanmış olarak ülkenin erişilmesi güç doruklarına ulaşılmıştır. Sıra yeni tarihi hamleye gelmiştir.

Yaşamımın 1972-1984 yıllarını kapsayan bu dönemin ilk bölümü çok çeşitli açılardan değerlendirmelere konu olabilir. Yoksul Kürt halkının çağa uyanış hamlesi denilebilir. İlk isyan, kör kadere ilk kurşun da denilebilir. Namus ve onurun haykırışı olarak da değerlendirilebilir. Hz. Davud’un Golyat’a karşı ilk başarılı eylemine benzer bir eylem olarak da anlam kazanabilir. Düşünce özgürlüğüne cesaret etmenin ilk adımlarından biri de sayılabilir. Bin yılların köklü kölelik normlarından kopma hamlesi de olabilir. Anlamlı, başarısı biraz şans biraz da emek ve inanç isteyen, adeta ikinci doğuş, yeniden paradigma kazanma olarak da tanımlanabilecek bir dönemdir.

Yaşamımdaki ikinci dönemin ikinci bölümü, 15 Ağustos 1984-15 Şubat 1999 yıllarını kapsar. On beş yıllık bu süreç ikinci PKK hamlesi olarak silahlı mücadelenin ağırlık teşkil ettiği müthiş bir süreçtir. Ortadoğu tarihinde Babek, Hariciler, Karmatiler ve Hasan Sabbah gruplarına benzetilebilir. Birinci bölümde İsevilik ağır basarken, ikinci bölümde Musevilik ve Muhammedilik karışımı bir ağırlık söz konusudur. Zor yürüyen muhacirin grubunu ‘vaat edilmiş topraklara ulaştırma görevi’ büyük çaba ve yetenek istemektedir. Grubu ulaştırma Hz. Musa’nın eylemini çağrıştırırken, savaş eylemleri Medine’deki Hz. Muhammed’in eylemlerini andırmaktadır. Öylesi ruhsal bir iman ve inanç atmosferi hakimdir. Kendini inanca adama tam mümincedir. Bilimsel sosyalizm iman gücünü kazanmış olarak yürütülmektedir.

Savaş tam kutsal bir eylemdir. İnsan birey giderek hiçleşirken amaç her şey haline gelir. Tarihin tipik bir iktidar hastalığına tutulduğunu fark etmek bile çok güçtür. En tipik özellik en kutsal şey eylemdir inancıyla her şeyin feda edilmesidir. Aslında en kutsal değer yaşamdır demek gerekirken, tersine “Amaç her şeydir, yaşam hiçbir şeydir” inancıyla fanatizm derecesinde bir kişilik öne çıkıyordu.

İkinci yaşam dönemi devlet odaklı olduğundan ama henüz yitirilmemiş komünal demokratik duruş özelliklerinden ötürü çelişkiliydi. Sonucu bu çelişkilerin boğuşması belirleyecekti. 15 Şubat 1999 komplosu aynı zamanda devlet odaklı yürüyüşe ölüm darbesi indirmişti. Eğer devlet odaklı particilik ve devletçilik bir hastalıksa o halde 15 Şubat 1999’da tüm kapitalist dünya devletlerinin bana vurduğu darbe aynı zamanda üçüncü doğuşum için bir ilaç, bir ebelik rolünü oynayacaktı.

ÜÇÜNCÜ DÖNEM

Üçüncü yaşam dönemi, adına ve özüne yaşam denilebilecekse 15 Şubat 1999’dan başlayıp sonuna kadar gidilebilecek aşama olarak ayrıştırılabilir. Belirgin niteliği genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Tekrar yaban yaşama koşmuyorum. On bin yıl öncesine gidecek değilim ama insanlığın bazı temel değerlerinin o yıllarda gizli olduğu da kesindir. Uygarlığın binbir hile ve zorbalıkla kestiği o dönem insanlığı günümüzün bilimsel-teknik seviyesiyle bütünleştirilmedikçe, insanın gerçek kurtuluşu ve özgürlüğü mümkün olamazdı.

Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmak gerileme değildir. Tersine doğadan ölümcül kopuşa yol açan, kan ve yalana dayalı şişirilmiş iktidar kişiliğinden vazgeçme belki de en temelli sağlığa kavuşma imkanıdır. Hastalıklı toplumdan sağlıklı topluma, sıkboğaz, obez, çevreden kopmuş ve bir nevi kanserleşme olan aşırı şehirleşmiş toplumdan ekolojik topluma, tepeden tırnağa otoriter ve totaliter devletli toplumdan komünal demokratik ve özgür-eşit topluma doğru bir yöneliş söz konusudur. Kesinlikle tek kişilik tutukevinin yarattığı bir özlemden değil, büyük bir düşünsel ve ruhsal paradigmadan bahsediyorum.

Gerçek ilerlemenin dev kentlerden ve iktidar otoritelerinden geçmediğine, tersine bunların en büyük hastalık kaynağı olduğuna, buna karşılık eski köyü de yeni kenti de aşmış ekolojik yerleşimi bilimin ve tekniğin en son verileri ile karşılayan bir mekandaki yaşamın gerçek devrim olacağına inanıyorum. Bir gelecek yürüyüşü olacaksa, bu gerçekler temelinde olduğunda anlamlı ve yürümeye değer olduğuna inanıyorum. Şahsımda geliştirmek istediğim ideolojik, politik, örgütsel ve ahlaki çizgiyi oldukça netleştirdiğim kanısındayım.

İKİ YOLDAN EŞLİK EDİLEBİLİR

Benim kat ettiğim bu teorik ve ideolojik yetkinliğe iki yoldan eşlik edilebilir: Ya güvene dayalı, samimi ve alçakgönüllüce katılım ya da teorik öze ve ideolojik yetkinliğe yüksek bilinç çabasıyla bilerek katılım. PKK’de büyük değer ifade eden Haki Karer, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Hayri Durmuş ve Mahsum Korkmaz başta olmak üzere, binlerce yoldaş bu iki tarzın dengeli uyumu ile katılım göstermiştir. Bu özlü katılım onları sonuna dek en kahramanca tavrın sahibi yapmıştır. Buna karşılık ne içten samimi ve mütevazıca katılım sağlayanlar, ne de yeterince yüksek teorik ve ideolojik çabalar temelinde katılım gösterebilenler hep tökezlemişler; bazen ahbap çavuş grubu, bazen tasfiyeci gruplar ve çete eğilimleri biçiminde savrulmalar göstermişlerdir. Temel zihniyet gücümü kavramayanlar, buna saygı duymayanlar, mütevazıca ve yüksek performansta teorik katılım gösteremeyenlerle ortak zihniyette buluşmamız zordur. Burada katılım sağlanması gereken yüksek zihniyet sahipliğidir. Yoksa geri zihniyete prim vermek sapmaya yol açar.

HALK İLE BÜTÜNLEŞME SAĞLANMIŞTIR

Daha yedi yaşından beri hep örgütlü ve eylemli yaşamayı esas aldığım iyi bilinmelidir. Zaten örgütlülük eylem, eylem örgütlülük gerektirir. Politik çizgimin doğal demokratik duruştan bilinçli ve eylemli demokratikleşmeye doğru büyük açılım gösterdiği ve halkla bütünleşmenin sağlandığı anlaşılması gereken ikinci temel husustur. Örgütlenme ve eylemlilik bir görevden de öteye yaşam hali olarak anlaşılmalıdır. Çok yetkin örgütlenme, bunu ideolojik ve politik çizginin özüne uygun somutlaştırma, amaçlı ve verimli bir eylemlilikle bütünleştirme tek doğru bağlılık türüdür.

Doğru ahlaki tutum, mümince bir yaşamdan ziyade bilimselliği esas alan, politik özgürlüğü yeni yaratımların çabası olarak gören bir yaşam ustalığı ve bilgeliğidir, çağdaş müminliktir. Bu ahlaki gücü gösteremeyenlerin her çabası sapmalara uğramaktan kurtulamaz. Ahlaki yaşam özünde insan toplumunun varoluş tarzına sürekli zihniyet ve özgür irade ile katılım gücünü göstermeyi ifade eder. PKK’nin gerçek büyük değerleri bu ahlaki tutuma sahip olanlarca gerçekleştirilmiştir. Gerçekten PKK çizgisinde bir yaşam çizgisine sahip olmak isteyenler, bu ahlaki gücü göstermek durumundadır.

TEMSİL ETTİĞİM ÖNDERLİK EVRENSELDİR

Özcesi şahsımda temsil etmek durumunda kaldığım bu önderlik tanımı, herkese katılımını gözden geçirerek yeniden nasıl bütünleşmesi gerektiğini göstermektedir. Bu çizgideki önderlik tüm evreni, insansal varoluşu, toplumsal gerçekliğimizi ve halkın demokratik özgürlüğünü bağrında taşımaktadır. Sadece ulusal değil evrenseldir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Bir Halkı Savunmak” kitabında yer alan “Özet ve Ek-Mektuplar” başlıklarıyla yayınlanan değerlendirmelerinden derlendi.