Türk medyası Efrin’de nasıl yenildi?

Tek merkezli olarak çıkan bilginin nasıl tek merkezden haber ve giderek yorumlanarak bir algı operasyonuna dönüştüğünü anlamak için de yine Türk medyasının yazılı-görsel ve internet haberlerine bakarak görebilirsiniz.

Türk devletinin medya ile ilişkisinin temel karakteri organik olarak devlet-medya ilişkisi üzerine kuruludur. Türk medyası, iktidar yapılanmasının ya içinde yer alır ya da iktidar ile belirleyen ve belirlenen bir ilişki içindedir. Kamu yararı yoktur Türk medyasında. Küçük bir grubu oluşturan vicdanlı gazetecileri tenzih edersek, diğer büyük çoğunluğu oluşturan “Merkez medya” ya da “havuz medyası” diye tanımlanan mevcut Türk medyası, bir bütünen devlete-iktidara angaje olmuş, iktidarın “görme ve gösterme biçimini” kendisine temel yayın politikası olarak seçmiştir. Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP koalisyonu ile oluşan iktidar bloku ise medyayı bir bütünen kendi egemenliği altına almıştır.

Türk medyasının Efrin’i işgal girişimi öncesinde ve işgal hareketi başladığı 20 Ocak 2018 gününden itibaren analiz ederseniz bu durum çok daha iyi anlayabilirsiniz. Tek merkezli olarak çıkan bilginin nasıl tek merkezden haber ve giderek yorumlanarak bir algı operasyonuna dönüştüğünü anlamak için de yine Türk medyasının yazılı-görsel ve internet haberlerine bakarak görebilirsiniz. Efrin işgal hareketi başladığında ve öncesinde askeri operasyonun zemininin Türkiye’de medyada oluşturulması hiç de tesadüfi değildi. Planlı, örgütlü ve tek merkezden bizzat Tayyip Erdoğan’ın sarayında hazırlanmış bir çalışmaydı bu. Efrin’e askeri işgal girişiminin uluslararası ve ulusal alandaki meşruiyetini sağlama görevi de Türk medyasının da. Bu işi de bizzat Milli İstihbarat Teşkilatı Basın Müşavirliği ve Tayyip Erdoğan’ın saraydaki danışmanlığı üslenmişti. MİT ve Saray ekibi Türk ordusunun Özel Harp Dairesi ile ortak bir koordinasyon kurmuş; haber havuzu olarak devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı’nı seçmişti. Askeri harekatın kamuoyunu bilgilendirmek ve yönlendirmek için temel gündem Anadolu Ajansı üzerinden gerçekleştiriliyordu. AA’nın verdiği bu bilgileri de gazetelere, televizyonlara, internet sitelerine taşımak ve taşınan bu bilgilerin yoruma dönüşmesi görevi ise MİT’in resmi görevli personeli Çetiner Çetin tarafından yürütülüyordu. Çetiner Çetin ile birlikte Özel Harp Dairesinin “yorumcu/stratejist/güvenlik uzmanı” sıfatlı Abdullah Ağar ve Mete Yarar da özel olarak görevlendirilmişti. AA’nın verdiği haberlerin yayılması ve nasıl ele alınacağını MİT üyesi Çetiner Çetin saha koordinatörü olarak rol oynuyor, sadece çalıştığı Habertürk’e değil bütün Tv’lere katılıyordu. Ardından yorum kısmına Abdullah Ağar ve Mete Yarar ve daha sonra ise AKP’nin organik gazetecileri, yazarları ve programcıları bu bilgileri devletin isteğine ve ruh haline göre tartışıyor, kendilerine göre gündem oluşturuyorlardı.

Efrin operasyonunun başladığı ilk günlerdeki Türk TV ve gazete yayınlarına bakın, en fazla haber veren ve yorum yapanların arasında MİT’çi Çetiner Çetin, Özel Harpçi Abdullah Ağar ve Mete Yarar bulunurlar. Bir de TV kanallarında sürekli çıkan anayasa profesörleri, eski emekli askerler, bazı diplomatlar da bu planın medyadaki uygulayıcılarıydı. Bu ekip, sahada görünen ama masa başında hazırlanan bilgileri devletin istediği gibi bir algıya dönüştürmek için çabalayıp durdular. Türk ordusu ve çetelerin Efrin’i işgal planı 3 gün ile bir hafta arasında gerçekleşecekti. Bu ekip de bunun için bütün TV’lerin merkezi çalışanlarını sınır hattına getirdi. Muhabirler ve programcılar gördüklerini değil, kendilerine verilen bilgileri haber olarak geçecekti. O kadar aynılaştırılmış dı ki bilgiler, Kilis’te olan muhabir ile Hatay’ın farklı yerlerinde olan muhabirler gördükleri farklı olsa da aynı bilgileri geçmekten vazgeçmiyorlardı. Oysa her biri farklı yerdeydi. İşgali meşrulaştırmak için Efrin halkını “terörize” eden, DAİŞ ve El Nusra gibi çetelerden devşirilen kişileri Özgür Suriye Ordusu üyeleri olarak göstermek temel görevleriydi. Ancak bunu yaparken verilen görüntüler ve haberler gerçkle uyuşmuyordu. Çünkü ÖSO olarak gösterilen her çetenin Suriye’de kanlı bir çete geçmişi vardı. Çetelerin köyleri talan etmesini “insani” olarak gösteren, çetelerin girdikleri köye CNN Türk’ün kadın muhabirleri başını örterek girebiliyordu. Yani gerçek, özel savaş habercilerin kendi kendileri ile çelişkisini hemen dışa vuruyordu.

Türk ordusunun işgal girişiminde istediği gibi ilerleyememesini akli kılma ve Efrin’i hemen düşürmüş gibi göstermek için de olmadık taklalar atan bu psikolojik savaş elemanları Türkiye toplumunu milliyetçi histeri ile donatmayı da marifet sayıyordu. Suriye ve Kürtler üzerine devletin resmi bilgilerini esas alarak yorum ve analiz yapanlar da kendileri ile çelişiyordu. Çünkü “hemen girilecek ve bitecek!” denilen işgal harekatı 3 gün değil 30. Günlerini geride bırakıyordu. Çeteler tasfiye olmuş, Türk ordusu ise ilerleyememiş, askerin savaş alanında kalma süresi de giderek daralmıştı. Askerin psikolojisini düzeltmek için Tayyip Erdoğan, başbakan ve bakanların yanı sıra Genelkurmay Başkanı sürekli sahaya gidip; işin ciddiyetini anlatıp askerlerini moralize etme telaşındaydı. Devletin üst kademesinden oluşan zevatın moral motivasyonu artıramaması sözkonusu olunca “sanatçılar” onlar da etkili olamayınca kamyoncular, imamlar ve muhtarlar devreye sokuldu. Yöre halkına “mehmetçik” güzellemeleri dualı ve türkülü atmosferler yaratıldı. Ama nafile... Askerin korku ve kaygısı gitmiyordu.

TV programlarına çıkanlar, gazetelerde haber ve yorum yapanlar sahadaki durumu gördükleri gibi değil de kendilerine söylenilen gibi durumu izaha kavuşturmaları Türk medyasının Efrin’deki yenilgisinin de zemini oluyordu. Çünkü Efrin’de gerçeği birebir yaşayan Ronahi Tv, Hawar Haber Ajansı (ANHA), Stêrk Tv, ANF, Mezopotamya Ajansı, Medya Haber, Çıra TV, ETHA, Aryen Tv, Yeni Özgür Politika vardı. Bu kurumların muhabirleri ve programcılarının yanında YPG Basın Merkezi’nin çalışanları cephede olup biteni kayıt altına alıyor ve dünya kamuoyuna yansıtıyorlardı. Yani Türk Özel Savaşı’na ve psikolojik savaş haberlerine karşı mücadele ile kendisini var eden Özgür Basın çalışanları Türk medyasının yalana, hileye dayalı devlet-iktidar yanlısı haberciliğine karşı; toplumun ve direnişçilerin cephesinden geleni yansıtıyorlardı. Türk devleti ve medyasının inkar etmeye çalıştığı gerçeği olduğu gibi ortaya koyuyorlardı. Gerçek kendisini gösterince, gerçeğin üzerine kara çalanların hilesi, yalanı da ortaya çıkıyordu. Örneğin savaşta ölen çete ve askerlerin sayısının Türk devleti tarafından gizlendiğini YPG Basını çektiği görüntülerle ortaya koyuyordu. 20 Ocaktan bu yana 30’u aşkın tank füze ile ya imha edildi ya da ağır darbeler yedi. Ki bir tanktaki askeri personel sayısı en az 5. Hatta bazılarında 7. Ayrıca zırhlı askeri araçlar imha edildi. Bunların da birçoğu asker ve çete taşıyordu. Düşen helikopterler ve sabotajlarda ölen askerlere bir de kurşunla ölenler de eklenince sayı hayli kabarıyor. Ama Türk genelkurmayı ve Tayyip Erdoğan ölen asker sayısını bizzat kendileri açıklıyordu. Ama Türk ordusu ve çetelerin tekmillerinden alınan bilgiler de gösteriyor ki ölen asker ve çete sayısı gizleniyor.

İkinci bir boyut da, Efrin’i tarihi, toplumu, coğrafyası ve kültürü ile ilgili hiçbir bilgiye sahip olmayan “güvenlik uzmanı” sıfatı ile çıkanların Efrin hakkındaki yorumları. Yapılan bu yorumların çok büyük çoğunluğu da sahadaki gerçek ile örtüşmüyordu. Bu iki durum da kesişince Türk medyası, bilmediği bir konuda, gördükleri gerçek yerine kendilerine söylenen ve verilen bilgileri gerçekmiş gibi sunmaya başladı. Bir savaş uçağının 20 metre kadar alçaktan uçuş yapabileceğini, “yerli ve milli” tankların dayanıklı olduğunu, bir askerin nasıl bir kahramanlık yaptığını anlatıp durdular. Ölen askerler içinde “en acıklı ve çarpıcı” hikayesi olana devletin bütün gücü ile tören yaptılar. Ama bu da gerçeğin örtülmesini sağlayamadı. Çünkü işgale karşı direniş sürdükçe, Türk medyası “erken kazanılacak” olan zaferin zeminini hazırlamak yerine, durumu kurtarma telaşına kapıldı. Yani Efrin halkı işgale karşı direndikçe Türk medyası çöktü.

Örneğin Türk savaş uçakları, tankları ve topları Efrin’i, ilçeleri ve köyleri bombalarken sivilleri, çocukları hedef aldı. Türk medyası bunu gizlemeye çalıştı, ama yapamadı. Çünkü özgür basın çalışanları yaşamlarını yitiren çocukları, sivilleri; vurulan hastaneleri, oyun alanlarını, köyleri hemen belgeledi. Durum böyle olunca Türk medyasının savaşta haber yerine yalanla uğraştığı açığa çıktı. Suriye’nin Gota kentinde “rejim uçakları sivilleri bombalıyor” diyen Türk medyası, Türk savaş uçaklarının aynı şekilde Efrini bombalamasına ise ses çıkarmıyordu. Bu çelişkili durum Türk medyasının içine düştüğü rezil durumu da güzel bir şekilde özetliyordu.

Diğer bir boyut ise, Türk medyasının Suriye üzerinden, bölge ve dünya siyasetini analiz etme yol ve yöntemleriydi. Suriye’yi bilmeyen, Suriye’deki yerel dinamikleri hesaba koymayan ve bu kişiler de kendilerini yalanlamak durumunda kaldılar.

Özcesi AKP’nin resmi organı özelliği taşıyan Yeni Şafak gazetesi genel yayın yönetmeni İbrahim Karagül’ün “Türk medyası Efrin’de yenildi” diye söze başlaması dikkat çekici. Efrin’deki durumu kendi istediği gibi okumaya çalışan Türk medyası, gazetecilikte “çuvallama” denilen kavramın kendisi oldu. Gerçekten de Efrin operasyonuna asker ve çetelerden daha iyi hazırlanan ve operasyonel gazetecilkle bir halkın ana topraklarını işgal etmeye çalışan Türk medyası, Efrin’deki zeytin ağaçlarına, Efrin halkına ve Özgür Basın gerçeğine çarptı ve gerçekten de yenildi.