Bayık: Önümüzdeki dönemde mücadele çok yönlü gelişecektir

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bayık: Türk devleti şu anda tamamen tarihin, toplumun, halkların iradesinin ve özlemlerinin akışına direnen bir gericilikle gelişmeleri durdurmaya, soykırımcı sömürgeci statükoyu ayakta tutmaya çalışıyor.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, sadece Türkiye’de değil, tüm Ortadoğu’da gericiliğin bekçisi ve jandarması haline gelmiş, sadece Kürtlere karşı değil tüm demokrasi güçlerine düşman olan Türk devletine karşı halkların ortak mücadelesini geliştireceklerini söyledi. Bayık, ”Önümüzdeki dönem Kürdistan’da mücadelenin çok yönlü gelişeceği bir dönem olacaktır” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Yeni Özgür Politika gazetesi muhabiri Salih Doğan'ın sorularını yanıtladı. Söyleşinin ikinci bölümü şöyle:

15 Ağustos Atılımı, soykırıma karşı ilk ve en ciddi duruşu ifade ediyor. Êzîdîlere karşı 74. ferman, Efrîn’in işgali ve Güney’e yönelik saldırılar soykırımın hala Kürt halkı için en ciddi tehlike olduğunu gösteriyor. Gerilla ve PKK, 15 Ağustos Atılımı’nın 35. yıl dönümünde Kürdistan’ın dört parçası ve Türkiye’de nasıl bir mücadele yürütecek?

Efrîn’in işgali, Başûr’a yönelik saldırılar, Êzîdîlere yönelik soykırım, Kürdistan’da şehirlerin yakılıp yıkılması, AKP-MHP faşist iktidarının her yerde Kürtlere yönelik saldırı yürütmesi, 15 Ağustos ruhunun ne kadar önemli ve gerekli olduğunu bir daha ortaya koymuştur. Türk devleti, 1. Dünya Savaşı’nda nasıl Ermenileri soykırıma uğrattıysa şimdi de 3. Dünya Savaşı koşullarında Kürt soykırımını tamamlamak istiyor. Bu nedenle de çok yoğun saldırı yürütmektedir. Gelinen aşamada Kürtler Kürdistan’da ve Ortadoğu’da ya 3. Dünya Savaşı’ndan özgür ve demokratik yaşamlarını kazanarak çıkacaklardır ya da yeni dengelerin kurulduğu 3. Dünya Savaşı koşullarında başarısız çıkarak 21. yüzyılda tamamen soykırıma uğrayacak bir halk haline geleceklerdir. Şu andaki mücadele varlık yokluk mücadelesidir. Kazanma imkânları fazlasıyla artmıştır. Bugün Kürt halkının durumu ideolojik, siyasi ve askeri olarak 20. yüz yılın başındaki gibi değildir. Kürtler şu anda düşünce güçleri ve örgütlülükleriyle, demokratik yaşam anlayışlarıyla Ortadoğu’daki tüm sorunlara çözüm olacak bir güce ve karaktere sahiptir. Bu da Kürtlerin konumunu 3. Dünya Savaşı’nda güçlü hale getirmiş bulunmaktadır. Bu nedenle saldırılar bu kadar ağır olmaktadır.

Soykırımcı sömürgeciler, Kürtlerin güçlendiğini, 3. Dünya Savaşı koşullarında Kürdistan’ın bütün parçalarında özgür ve demokratik yaşama kavuşma ihtimalinin yükseldiğini görmekte ve bunun önüne geçmek için de en ağır saldırıları yürütmektedirler. Saldırıların bu kadar ağır olması, Kürtlerin her bakımdan yükselişe geçmesi ve 21. yüz yılda Ortadoğu’da özgürlükçü ve demokratik karakteriyle öncü bir halk haline gelmesinin görülmesinden dolayıdır. Kürt halkının önüne tarihi fırsat çıkmışken, bu kadar imkânlar artmışken, özgür ve demokratik yaşama bu kadar yakın hale gelmişken tabi ki böyle bir süreçte bütün imkanlarını kullanarak, en üst düzeyde fedakarlık göstererek, her türlü zorluklar karşısında mücadeleyi göze alarak Kürdistan’ın dört parçasında ve Türkiye’de mücadele yükseltilecektir. Özgür ve demokratik yaşamın yaklaşması bizlerin mücadele azmini daha fazla artırmaktadır. Bu kadar kazanmaya yakın halk haline gelmişken, hatta Ortadoğu’nun özgür ve demokratik yaşamında örnek ve öncü halk haline gelmişken, Ortadoğu’nun yükselen değeri haline gelmişken bu fırsatı kaçırmak tarihi bir gaflet ve intihar olur. Bu yönüyle de Kürt Özgürlük Hareketi olarak bu tarihi fırsatı kaçırmamak için bütün gücümüzle bu mücadeleyi her yerde yükselteceğiz. Zorluklar ne olursa olsun bu zorlukları mücadele ve kazanma gerekçesi yaparak aşacağız. Hatta zorluklar özgür ve demokratik yaşamın tadı haline getirilecektir. Bu mücadele sırasında ödeyeceğimiz bedeller, Kürt halkı olarak yok olmamızın önüne geçecektir. Bu gerçekliğin bilinciyle mücadeleye asılmamız ve geliştirmemiz gerekmektedir.

Şu anda Ortadoğu’daki 3. Dünya Savaşı gerçekliği dikkate alınırsa Kürtlerin ne kadar güçlü ve avantajlı olduğu görülür. Klasik iktidarlar krizin içine girmişleridir. Ortadoğu gerçekliğine, tarihine, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir politikada ısrar etmektedirler. Bunun en somut ifadesi Türk devletinin tutumudur. Türk devleti şu anda tamamen tarihin, toplumun, halkların iradesinin ve özlemlerinin akışına direnen bir gericilikle gelişmeleri durdurmaya, soykırımcı sömürgeci statükoyu ayakta tutmaya çalışmaktadır. Sadece Kürtler üzerinde uyguladığı egemenliği statükoyu ayakta tutmuyor, bütün Ortadoğu’daki gericiliği ayakta tutmaya çalışan bir gerici direniş ve saldırı içindedir. Bu karakteriyle güçlü değildirler, zayıftırlar. Zayıflıklarını bu saldırılarla örtmeye çalışmaktadırlar. Bu güçlere karşı direnildiği takdirde kesinlikle özgürlük güçleri kazanacaktır. Karşımızdaki iktidar güçleri tarihlerinin en zayıf dönemlerini yaşamaktadırlar. Çözümsüzdürler, sadece ekonomik olarak değil, siyasi, toplumsal ve kültürel olarak da bir kriz içindedirler. Politikaları ne kendi ülkelerindeki ne de Ortadoğu’daki krizlere cevap olacak karakterdedir. Hatta krizi yaratan politikaları ısrarla sürdürmektedirler. Bu açıdan özgürlük ve demokrasi güçleri mücadele eder ve mücadelelerini ortaklaştırırlarsa 3. Dünya Savaşı sonunda sadece Kürdistan özgürleşmeyecek, Türkiye demokratikleşmeyecek; bütün Ortadoğu’nun özgür ve demokratik yaşama kavuştuğu yeni bir dönem başlayacaktır.

Özgürlük Hareketi ve gerilla olarak her türlü fedakârlığı göstererek direneceğiz. Bu yönüyle Türk devletinin bütün hesaplarını bozacağız, alt üst edeceğiz. Öte yandan hem Türkiye’de hem Suriye’de hem de bütün Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi güçleri ve halklarla ortak hareket edeceğiz. Özellikle Türkiye gibi sadece Bakurê Kurdistan’daki Kürtlerin değil tüm Kürtlerin düşmanı olan soykırımcı sömürgeciliğe karşı tüm parçalardaki halkımızın duruşunu, mücadelesini ortaya çıkaracağız. Yine Türkiye sadece Kürtlere değil tüm demokrasi güçlerine düşmandır. Suriye’nin demokratikleşmesine karşıdır, istikrara kavuşmasını istememektedir. Irak’ın demokratikleşmesine karşıdır, istikrara kavuşmasını istememektedir. İran’ın istikrara kavuşmasını istemiyor. Bu açıdan biz tüm ülkeleri ve Ortadoğu’yu istikrara kavuşturacak demokrasi güçleriyle ortak hareket ve mücadele edeceğiz. Türkiye’nin bütün bölge halklarını Osmanlı zihniyetiyle baskı altına almasına, bütün ülkelerde istikrarsızlık üzerinden kendini hakim kılma politikalarına karşı ortak mücadele edeceğiz. Bu yönüyle önümüzdeki dönemde sadece Türkiye’de değil, tüm Ortadoğu’da gericiliğin bekçisi ve jandarması haline gelmiş, sadece Kürtlere karşı değil tüm demokrasi güçlerine düşman olan Türk devletine karşı halkların ortak mücadelesini geliştireceğiz. Önümüzdeki dönem Kürdistan’da mücadelenin çok yönlü gelişeceği bir dönem olacaktır.

Kalıcı OHAL’le yeni rejimin inşasını tamamlamak isteyen ve uluslararası güçlerle ciddi bir kriz içinde olan Türkiye’de toplumsal muhalefetin örgütlenmesi nasıl olmalı? HDP ve diğer demokratik parti ve kuruluşlar ne yapmalı?

Şu açıktır; Türkiye siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel bir kriz içerisindedir. Bu sadece dönemsel bir kriz değildir. Ya da Rahip Brunson sorununun yarattığı ekonomik kriz değildir. Türkiye’nin yaşadığı siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal kriz yapısaldır. Türkiye’nin kendi toplumsal ve Ortadoğu siyasi gerçeğine uygun bir toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel sistem ortaya çıkaramamasıdır. Türkiye bir iç savaş yaşamaktadır. Sadece Kürtlere karşı bir iç savaş yürütülmüyor. Türkiye’deki bütün toplumsal kesimlere ve demokrasi güçlerine karşı bir savaş yürütülüyor. AKP-MHP iktidarı kendi düşündükleri yeni Türkiye’yi yaratmak için Türkiye’nin yarısından çoğunu karşısına almışlardır. Türkiye’nin çoğunluğuna karşı bir savaş yürütmektedirler. Böyle bir iç savaş vardır ve bu savaş uzun süredir yürütülmektedir.

Türkiye’de bir kesimin kendisini dayattığı bir siyasi ve toplumsal yaşam, bir ekonomik durum ve kültürel değerler söz konusudur. Bu durum karşısında Türkiye’nin siyasal bir krize girmemesi mümkün müdür? Türkiye’deki en temel halklardan biri olan, Türklerden çok daha önce bu topraklarda yaşamış olan bir halkı tümden yok etmek istemek zaten bir kriz nedenidir. 20. yüz yıl koşullarında dünyada otoriter eğilimleri ve farklı kimlikleri yok etme eğilimlerine dayanarak Türk devleti Kürtleri yok etmek istedi ama başaramadı. Şimdi ısrarla 20. yüz yılda izlediği politikaları Kürtler üzerinde yürütmek istiyor. Bu politikanın sonuç alması mümkün değildir. Çünkü Kürtler onlarca yıldır yürüttükleri mücadeleyle özgürlük ve demokrasi bilinci kazandılar. Var olma mücadelesi yürütüyorlar, bunun ezilmesi ve tasfiye edilmesi mümkün değildir. O zaman soykırımcı politikada ısrar sürekli bir savaşı ifade etmekte, bu da süreklileşen bir kriz olarak kendini ortaya koymaktadır.

AKP-MHP iktidarının milliyetçi dinci bir yeni Türkiye yaratmak ve Türkiye’deki herkesi bir kalıba sokmak istemesi, sadece kendi yandaşlarını düşünen, onları kayıran ülkenin bütün imkân ve kaynaklarını onlara peşkeş çeken bir politika izlemesi Türkiye’nin diğer yarısında büyük bir rahatsızlık yaratmış bulunmaktadır. Bunda ısrar eden bir Türkiye’de tabi ki sürekli bir iç savaş ve kriz olur. Yine içeride savaş, dışarıda savaş, diyor. İçeride hem Kürtlere hem demokrasi güçlerine savaş yürütürken dışarıda da kendi politikalarına ters düşen, kendi uyguladığı politikaları kabul etmeyen herkesi düşman ilan etmektedir. İstiyor ki herkes kendisi gibi Kürt düşmanı ve demokrasi düşmanı olsun. Bu yapılmadığında ise onları düşman görüyor. Çünkü demokratikleşme olursa Kürt sorunu çözülebilir; Kürt sorunu çözülürse Türkiye demokratikleşebilir. Bu durumda da mevcut faşist iktidarlar ayakta kalamaz. Böyle bir politika yürüten tabi ki ekonomik ve siyasi krize girer.

Türkiye’deki kaynakların önemli bir bölümü savaşa harcanıyor. Bir taraftan kaynakların savaşa harcanması, bir taraftan yandaşlara peşkeş çekilmesi Türkiye’de bir ekonomik kriz ortaya çıkarmıştır. Sürekli dışarıdan para, borç alınmış, sıcak para getirilmiştir ama bunlar üretime yatırılmamıştır. Bunlar yandaşlarına peşkeş çekilmiştir. Yine savaş araçlarına yatırılmıştır. Bu da şu anda yaşanan krize temellik etmiştir. Bu politikalar sonucu Türkiye’de ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel kriz ortaya çıkmıştır. Bu nedenle çok ağır bir faşist baskıyla toplum bastırılmak, bu krizlerin üstü örtülmek istenmektedir. Şu anda 20. yüzyılda ifade edildiği gibi Türkiye’de bir devrimci durum vardır. Türkiye’de tam da demokratik devrimin gerçekleşeceği bir siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel durum ortaya çıkmıştır. Toplumu normal yönetimlerle yönetemedikleri için faşizmle, zorla yönetiyorlar. Bu aslında mevcut sistemin artık ayakta kalamadığını, toplum üzerinde egemenliğini normal yollardan sürdüremediğini ortaya koymaktadır. Toplum da halklar da bu rejimden rahatsızdır ve bu rejim altında yaşamak istememektedirler. Bu açıdan baskı, hile ve her türlü oyunla iktidarda kalmak istiyorlar. Aslında iktidarda zorla kalıyorlar. 24 Haziran seçimleri de meşru olmayan, tamamen devlet imkânları ve zorla iktidar gaspını devam ettiren bir seçim olmuştur. Şimdi bu durum karşısında Türkiye’de demokrasi isteyen çok geniş bir toplumsal kesim vardır. Türkiye’de mevcut iktidardan bu düzeyde rahatsız olan bir dönem olmamıştır.

AKP-MHP iktidarı devletin imkânlarıyla baskısını ne kadar arttırsa da geniş bir toplumsal kesimin demokrasi mücadelesi içinde yer alacağı bir siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel durum söz konusudur. Krizler kendiliğinden demokrasi ortaya çıkaramazlar. Krizler kendiliğinden faşist ve demokratik olmayan iktidarları deviremezler. Bu bakımdan bu kriz ortamında demokrasi güçlerinin mücadeleyi yükselterek demokratik devrimle çıkışı sağlamaları gerekir. Bu krizden çıkışın tek yolu demokratik devrim ve Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bu yönüyle demokratik devrimci güçler avantajlıdır. Sadece onların düşünce, proje, yeni Türkiye ütopyaları ve anlayışları Türkiye’yi mevcut krizden çıkarabilir. Bunun dışında Türkiye’deki mevcut siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel krizi aştıracak başka bir düşünce gücü, siyasal ve toplumsal proje yoktur.

Demokrasi güçleri ve demokratik devrimci güçler bu avantajlı konumlarını derhal bir demokrasi ittifakı haline getirip faşist iktidara karşı mücadeleyi yükseltmeleri gerekir. Bunu yaptıkları takdirde gerçekten AKP-MHP iktidarını devirmek kolay olacaktır, bu iktidardan kurtulmak o kadar zor değildir. Yeter ki demokrasi ittifakı içinde yeni Türkiye projelerini topluma anlatsınlar ve bunun mücadelesini versinler. Bu dönemde dar örgütsel yaklaşımlar, sadece kendisinin düşündüğü ideolojik yaklaşımları dayatmak yerine Türkiye’nin demokratikleşmesi paydasında ortaklaşmak ve mücadele vermek çok çok önemlidir.

Kuşkusuz bu konuda HDP’ye ve HDP’yle ilişki ve ittifak içinde olan demokratik ve sosyalist partilere önemli görevler düşmektedir. Ancak gelinen aşamada sadece partilere dayanan değil, bütün demokratik dinamikleri esas alan, demokratik toplumcu çevrelere, demokratik kuruluşlara dayanan, onları da demokrasi mücadelesi içine çeken bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. HDP duruşuyla, tutumuyla şu anda Türkiye’nin en dinamik demokrasi gücü haline gelmiştir. Ama bu duruşunu, öncülüğünü ve karakterini hem daha geniş bir cephe haline getirmeli hem de daha aktifleştirmelidir. Zaten eylemsel olmadan da bu demokratik cepheyi yaratmak mümkün değildir. Eylemsellikle demokratik cepheyi yaratma iç içe yürütülmelidir. Yoksa demokratik cephe yaratacağız, ondan sonra mücadele vereceğiz yaklaşımı yanlıştır. Bu bakımdan bütün toplum ve demokrasi güçleri HDP’nin daha aktif ve etkili olmasını beklemektedirler. HDP’nin dayandığı tüm toplumsal kesimlerin, örgütlü kurumlarının, HDP örgütlerinin bu konuda görevlerini yerine getirmeleri gerekiyor. Yine tüm sivil toplum örgütlerinin rollerini yerine getirmesi gerekiyor. İşçi, memur sendikalarının, insan hakları örgütlerinin bu dönemde gerçekten sorumluluk almaları gerekiyor. Faşizme karşı mücadele, sorumluluk almak ve bedel ödemekle olur. Özellikle Türkiye gibi despot bir tarihe dayanan, siyasi karakteri otoriter ve despot olan bir ülkede demokrasi ve özgürlük güçleri bedelleri göze alarak mücadele etmezlerse, mücadelenin bedellerini göze almazlarsa hiçbir kriz kendiliğinden Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamaz. Bu açıdan bu dönem mücadele dönemidir.

Meclis’te tabi ki yer alabilirler, kalmaya devam edebilirler. Bu onların zaten aldığı bir karardır ama artık Meclis’in yapısının nasıl olduğunu, Türkiye’deki yeni siyasal sistemle birlikte ne kadar etkisizleştirildiğini herkes söylemektedir. Bu açıdan artık tüm demokrasi, özgürlük ve sosyalist güçlerinin mücadeleyi toplumla birlikte yürütmesi gerekiyor. Demokratik güçlerle birlikte yürütmesi gerekiyor. Ve bunun bir an önce gerçekleştirilmesi gerekiyor.

Siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel krizi yaratanlar bu krize çözüm bulamazlar. Bu krizi AKP-MHP iktidarı yaratmıştır. O zaman bu krizi yaratan iktidardan kurtulmak gerekiyor. Bu tüm Türkiye halklarının, demokrasi güçlerinin hakkıdır. Toplum bu kadar siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel kriz yaratan bir iktidarı sırtında taşıyamaz. Zaten taşımak istememektedirler. Kesinlikle şu andaki iktidar halkın iradesi gasp etmiştir. Şu anda devrimci demokratların önünde tarihi sorumluluklarını yerine getirme görevi bulunmaktadır.

TECRİDA KARŞI DURUŞ YETERSİZ

Kürt halk Önderi üzerindeki tecrit ve baskıyı, Kürt halkı ve demokrasi güçleri üzerinde uygulanan baskının bir parçası olarak görmeden ne doğru değerlendirme yapılabileceğini ne de doğru bir mücadele verilebileceğini belirten KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bayık, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesiyle tecridin kaldırılması mücadelesinin bir bütünün parçaları olduğunu vurguladı.

Bayık’ın tecrit ve tecride karşı mücadeleyle ilgili değerlendirmeleri şöyle: Kürt halkı üzerinde yürütülen soykırım politikasına, demokrasi güçleri üzerinde yürütülen tasfiye politikasına karşı etkili bir mücadele yürütülmeden Önder Apo üzerindeki tecridin kaldırılması kolay değildir. Kuşkusuz insan hakları örgütleri açısından farklı boyutları vardır. İnsan hakları, bu yönlü evrensel ilkeler ve uluslararası yasalar açısından bu tecridin olmaması gerekir ama Türkiye’de Kürt halkına karşı yürütülen özel savaş zaten dünyada görülmemiş bir şeydir. Türk devleti Kürt halkına karşı bir özel savaş devleti olarak şekillenmiştir. Bütün yasalar Kürt soykırımını sağlama üzerine kurulmuştur. Böyle olunca tabi ki Kürt Halk Önderi üzerindeki uygulama da bu soykırım politikası temelinde olacaktır. Başka tutsaklara uygulanan politika burada uygulanmayacaktır. Bu açıdan Önder Apo’ya yönelik tek kişiye özel yasalar ve uygulamalar yapılmaktadır. Bunun hiçbir meşruiyeti ve dayanağı yoktur. Ancak Türk devleti bu politikayı pervasızca uygulamaktadır. Çünkü İmralı’da uygulanan tecrit ve baskı sistemine uluslararası güçler de suç ortağıdır. Avrupa Konseyi de, CPT de suç ortağıdır. Yine Önder Apo’yu uluslararası komployla Türkiye’ye teslim eden ABD suç ortağıdır. Türkiye tüm bunlardan cesaret alarak bu politikaları uygulamaktadır. Yoksa sadece Önder Apo’ya uygulanan bu politika bile Türk devletini anti-demokratik, meşru olmayan bir ülke olarak uluslararası alanda yer alamayacak uluslararası camianın ve halkların parçası olamayacak bir duruma düşürür.

Sorunu sadece sınırlı demokratik ve insan hakları içeriği taşıyan eylemlerle çözmek mümkün değildir. Kuşkusuz bu eylemler olabilir. İnsan hakları ihlali vardır, baskı vardır, demokratik ilkeler ihlali vardır. Bunlar tabi ortaya konmalıdır. Ama Önder Apo üzerindeki tecrit insan hakları çerçevesindeki mücadelelerle ve eylemlerle kırılamaz. Çünkü Önder Apo üzerindeki tecrit siyasi bir karardır, siyasi bir tutumdur. Kürtlere yönelik soykırım savaşının parçasıdır. Kürtler üzerinde soykırım politikası uygulayan devlet bu tecridi kaldırmaz, tecridi devam ettirir, sürdürür. Çünkü bu politikanın en temel ayaklarındandır. Tecridi kaldırmak soykırıma, soykırımcı sisteme ve faşizme karşı mücadeleyle olur. Böyle olursa Önder Apo’ya yönelik baskıya ve tecride karşı gerçek anlamda mücadele edilmiş olur, Türk devletinin bu uygulamalarına karşı bir tutum konulmuş olur. Bunun dışındaki yaklaşımlarla Önder Apo’nun üzerindeki tecridin kalkacağını düşünmek gerçekten Önder Apo’nun üzerinde neden bu kadar ağır tecrit uygulandığını anlamamaktır, Kürtler üzerindeki soykırım politikasının temel parametrelerini görmemektir.

Bu çerçeveden bakıldığında tabi ki mücadeleler yetersizdir. Mücadeleler sadece herhangi bir cezaevinde uygulanan tecridi kaldırma yönündedir. Ama İmralı’da uygulanan tecrit bu kapsama girmemektedir. Böyle olunca da mevcut eylemlerle de sonuç alınamamaktadır. Bu açıdan tüm Kürt halkının, gençlerinin, kadınlarının, dostlarının ve demokrasi güçlerinin Türk devletinin Kürtler üzerindeki soykırım politikalarına ve demokrasi güçleri üzerindeki baskı ve zulüm politikalarına karşı mücadele ederek, mücadelelerini böyle politik zeminde güçlendirerek tecride karşı gerçek anlamda tutum konulmuş olur. Bu yönüyle de Önder Apo’nun tecridini kabul etmeyenler, sahiplenenler, özgürlüğünü, sağlık ve güvenliğini isteyenler kesinlikle faşizme karşı mücadele içinde aktif yer almalıdırlar. Türkiye’deki AKP-MHP faşist ittifakına karşı yürütülen demokrasi mücadelesinde etkin yer almalıdırlar. Soykırımcı sömürgeciliğe karşı yürütülen mücadeleyi her alanda yükseltmelidirler. Ancak soykırımcı sömürgeciliği, faşizmi gerileten mücadeleler olursa o zaman Önder Apo’ya sahiplenilmiş olunur, tecride ve baskıya karşı bir mücadele yürütülmüş olur.

Türkiye’deki demokrasi güçlerine de seslenmek istiyorum; Önder Apo üzerindeki baskı ve tecrit sadece Kürtlere ait bir sorun değildir, sadece Kürtleri ilgilendirmemektedir. Bu Türkiye’nin demokratikleşmesine doğrudan bağlı bir olgudur. Önder Apo üzerindeki baskıyla demokrasi güçleri üzerindeki baskı arasında doğrudan bir bağ vardır. Bu bağı görmeden ve anlamadan, Önder Apo üzerindeki tecride, baskıya karşı durmadan tutarlı, doğru ve etkili bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi verilemez. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinin doğru ve tutarlı verilmesinin sembol ifadesi; İmralı’daki baskı, zulme ve tecride karşı çıkmaktır. Bu yönüyle Türkiye’deki demokrasi güçlerinin İmralı’daki tecrit ve baskıya karşı tutumlarını yetersiz görüyoruz.