Kürt düşmanı iki Avrupalı- II

"Bu benim kişisel bir meselemdir" diyerek RAF ile mücadele eden Kurt Rebmann, 1980’lerde ise Kürt devrimcilerinin peşine düştü. Rebmann, Türk konsolosluğunun davetlerinden de eksik kalmıyordu.

Kuzey Kürdistan’ı ve Türkiye’yi açık cezaevine çeviren 12 Eylül 1980 askeri cuntasının batıyla ilişkileri darbenin ilan edildiği ilk saatlerden itibaren merak ediliyordu. Cunta lideri Orgeneral Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi üyesi generaller darbenin ilanından 4 gün sonra, 16 Eylül günü basının karşısına çıkarak merak edilen bu konuya açıklık getirdi.

Darbeci generallerin ortak kaleme aldığı bildiride “Avrupa Topluluğu ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerimiz ve işbirliğimiz sürecektir” deniliyordu. Deyim yerindeyse “top artık Avrupa’daydı”. Bu açıklamadan 10 gün sonra Avrupa Birliği’nin o dönemki adı Avrupa Topluluğu (AT) Konseyi toplantısında 12 Eylül rejimini tartışmaya açtı. Almanya ve İngiltere’nin temsilcileri Türkiye’ye demokrasinin tekrar getirilmesi için cuntanın yapıldığını söyleyerek, Ankara ile ilişkilerin sürmesinden yanaydılar.

Başını Fransa, Danimarka ve Hollanda’nın çektiği bir grup ülke ise askeri darbenin desteklenmesine karşı çıkarak “Türkiye ile ilişkiler askıya alınsın” diyordu. Uzun süren tartışmaların ardından AT Konseyi, Ankara ile ilişkilerin sorunsuz şekilde süreceğini muştuladı. Konsey “Ankara insan haklarına saygı konusunda verdiği güvenceden dolayı mevcut anlaşmalar askıya alınmayacak” diyerek cunta rejiminin start verdiği teröre yeşil ışık yakmıştı.

Ardından 1981 yılının Haziran ayında AT Konseyi, Türkiye’ye 600 milyon ECU (O dönem Avrupa para sisteminde kabul edilen para birimi) değerinde kredi ve mali yardım yapılmasına karar verdi. Darbe öncesi Ankara-Brüksel arasında imzalanan mali anlaşmalar, projeler 12 Eylül’e rağmen aksamadan hayata geçiyordu. Bu ilişki ağının merkezinde ise dönemin Batı Almanya'nın başkenti Bonn vardı. Bonn, 12 Eylül rejimini batıda ilk tanıyan başkenti. 5 Kasım 1981 günü Ankara’ya giden Alman Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher, Türkiye'yi ilk ziyaret eden batılı dışişleri bakanı olarak tarihe geçti.

1980 YILINDA KÖLN DEVRİMCİ İŞÇİLER DERNEĞİ KURULDU

1982 yılında kurulan ve Almanya’yı 15 yıl yöneten Başbakan Helmut Kohl’un liderliğindeki Hıristiyan demokrat iktidar ise 12 Eylül rejimiyle ilişkilerde çıtayı daha da yükseltti. Bonn-Ankara hattında böyle gelişmeler olurken, darbe rejiminin mağdurları soluğu Almanya’da alıyordu. Almanya’da Türkiyeli ve Kürdistanlı nüfus gittikçe artıyordu. Sadece 1980 yılında Türkiye'den gelen mülteci sayısı 100 bini aşmıştı. Gelenler yine rahat değildi, çünkü Alman Haber Alma Servisi (BND) darbeden kaçan siyasi mültecilere dair bilgileri düzenli olarak cunta rejimine veriyordu. BND’nin bu skandalı 1983 yılında Berlin’deki bir mahkeme kayıtlarında tesadüfen ortaya çıkacaktı.

Darbenin birinci yıl dönümünde ise 12 Eylül 1981 günü Duisburg kentinde Türkiyeli ve Kürdistanlı örgütler bir araya gelerek “Faşist cuntayı protesto mitingi” düzenledi. 25 bin kişinin katıldığı mitinge ilişkin anılarını ANF’ye anlatan Kürt siyasetçi Mehmet Demir “Bütün örgütler binlerce kişi getirirken, bütün Almanya'dan gelen taraftar kitle sayımız 600 civarındaydı” dedi. PKK taraftarları 1980 yılının Eylül ayında Köln Devrimci İşçiler Derneği’ni kurarak Almanya’da örgütlü bir kurum sahibi olmuşlardı.

PKK sempatizanlarının o yıllardaki gündemleri şüphesiz Diyarbakır zindanında tutulan PKK’nin öncü kadrolarının direnişini dünyaya duyurmaktı. Örneğin 14 Temmuz 1982’de başlayan ölüm orucu direnişine destek vermek için Almanya'nın birçok kentinde sivil itaatsizlik eylemleri ve açlık grevleri yapılmıştı. Diyarbakır zindanının vahşetine rağmen Mazlum Doğan, Kemal Pir, Ferhat Kurtay ve M. Hayri Durmuş gibi isimlerin direniş efsanesini yaratması Almanya’da parmakla sayılacak bu küçük kitleyi de heyecanlandırmıştı.

Ancak 12 Eylül’ün ikinci yılına geldiğimizde kitlenin sayısı gittikçe büyüyordu. 11 Eylül 1982 günü bütün örgütler cuntayı protesto etmek için bu kez Frankfurt’a akın etmişti. PKK taraftarlarının sayısı o yürüyüşte ilk kez bini geçmiş, PKK yazılı dev bir pankartı ile Mazlum Doğan’ın posteri arkasında yürüyen kitle “Bijî serxwebûn, bimre koletî” (Yaşasın bağımsızlık, kahrolsun kölelik”, “Mazlumlar ölmez”, “Bijî Partiya Karkerên Kurdistan” (Yaşasın Kürdistan İşçi Partisi) sloganları atmıştı.

15 AĞUSTOS İLE DEĞİŞEN SÜREÇ...

Yine bir Newroz günü, 21 Mart 1984... PKK'nin 15 Ağustos'ta başlatacağı silahlı mücadeleyle dünya sahnesine çıkmasına aylar kala Köln’de bir araya gelen küçük bir kalabalık, PKK öncülüğünde verilen özgürlük mücadelesinin bir gün Kürdistan ve Ortadoğu’yu sarsacağını görürcesine, diasporadaki ilk ciddi ve kapsamlı bir örgütlülüğün halkasını kuruyordu. O gün kuruluşu ilan edilen Almanya Kürdistan Yurtsever İşçi ve Kültür Birlikleri Federasyonu (FEYKA), 1993 yasağıyla kapısına kilit vurulana kadarki 9 yılda kent kent örgütlenecek ve kısa bir sürede onlarca dernek ile kurumu çatısı altında toplamayı başaracaktı.

1984 yılına dönersek, 15 Ağustos’ta sıkılan ilk kurşunlar başta Almanya olmak üzere batının PKK’ye bakış açısında köklü değişimler yaratacaktı. Almanya’nın iç istihbarat kurumu Anayasayı Koruma Teşkilatı, ilk kez 1985’te yıllık raporunda PKK’ye yer verecekti. “Aşırı Yabancı Gruplar” bölümündeki “Kürtler” başlığında PKK’nin istihbaratın yakın markajında olduğu belirtiliyordu. O yılki raporda 1984’te Düsseldorf’ta kurulan “FEYKA-Kurdistan” ile merkezi Köln’de olan Hunerkom’un bine yakın taraftarının olduğu bilgisi yer aldı. 1986 yılında yayınlanan istihbarat raporuna göre ise PKK “Bağış kampanyası” adıyla Almanya’da 45 bin Mark para topladı.

21 Mart 1985’te ise Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (ERNK) ilan edildi. Bu silahlı mücadelenin yanında kitlesel örgütleme için de bir start anlamına geliyordu. Dönemin tanıklarından Mehmet Demir 15 Ağustos 1984 ve ERNK’nin kuruluşuyla Almanya’da PKK’ye yönelik değişen bakış açısını şöyle anlatıyor: “15 Ağustos’la bize yaklaşım çok değişti, PKK’nin diğer örgütler farklı olarak silah mücadele başlatması kitlemizi büyütürken, devlet birimlerini ise endişelendirmişti. Örneğin 15 Ağustos’tan önce SPD’liler, kendisini açıkça PKK üyesi olarak tanıtan arkadaşların iltica davalarına girip hakimin sığınma başvurusunu kabul etmesi için baskı yapıyordu. Sonra bu durum birdenbire değişti. Çünkü Almanya ERNK’nin potansiyelini erken fark etti. Zaten Almanya halk örgütlenmelerine karşı oldukça tecrübeliydi ve konseptini hemen devreye soktu.”

Şüphesiz Kürt özgürlük mücadelesine karşı Bonn yönetimi, Ankara rejiminin yanında yer aldığını da gizlemeyecekti. Batı Almanya, Kürt özgürlük mücadelesinin bastırılması için Türk devletine her türlü siyasi ve askeri yardımı vermekten geri durmayacaktı. 1985’te başbakan Helmut Kohl, 1986’da ise Cumhurbaşkanı Richard von Weizsaecker Ankara’ya giderek 12 Eylül rejimi ile ilişkileri pekiştirecekti. Kenan Evren ve ekibi Almanya ile bütün görüşmelerde Alman devlet liderlerine “Sizden daha fazla şey bekliyoruz” diyordu.

REBMANN’IN TÜRK BÜYÜKELÇİSİ İLE GÖRÜŞMESİ...

İşte o günlerde dönemin Batı Almanya Federal Başsavcısı Kurt Rebmann devreye girdi. Alman tarihçi Nick Brauns’un “Türk cuntacılarının yakın dostuydu” şeklinde tanımladığı Rebmann, Federal Başsavcılığı’nın merkezinin bulunduğu Karlsruhe’de Türk konsolosluğunun vazgeçilmez konuğuydu. Rebmann, 12 Eylül’ün hemen ardından konsolosluğun verdiği 29 Ekim resepsiyonuna giden parmakla sayılabilecek sayıdaki Alman yetkiliden biriydi. Rebmann o gün gazetecilere poz verecek, Türk devlet yetkilileri tarafından kapıda karşılanacaktı.

1986 yılının Ekim ayında ise Rebmann, Türkiye’nin Bonn Büyükelçisi Oktay İşçen ve Karlsruhe konsolosu Sevinç Dalyanoğlu ile bir araya geldi. “Uluslararası terörle mücadelede işbirliği” adıyla yapılan görüşmede Rebmann ve Türk yetkililer Kürt özgürlük mücadelesine karşı “eylem planı” adıyla yapılacak işlerin listesini çıkardı. (Berxwedan gazetesi o görüşmenin fotoğrafını 15 Nisan 1990 tarihli sayısında yayınlayacaktı). Çünkü 28 Şubat 1986’da Olof Palme’nin öldürülmesi sonrası İsveç'te Kürtlere karşı başlatılan “cadı avı”nda gözler Almanya’ya çevrilmişti. Halbuki PKK Avrupa Temsilciliği 3 Mart 1986’de yayınladığı bu bildiriyle, kurulmak istenen komploya daha ilk günden dikkat çekmişti:

“İnsanlık ve İsveç halkı 28 Şubat 1986’da soylu bir barış severini kaybetti. Bu öldürme CIA-MİT-MOSSAD’ın ortak sorumluluğu ile uluslararası barışa bir darbe vurmak isteyen güçler tarafından gerçekleşmiştir. Palme’nin aktif çalışmalarıyla, dünyada inisiyatifin barış severlere geçtiği bu zamanda gerçekleşen bu suikast, bir tesadüf değildir. Kürt halkının mücadelesini kırmak için çalışan güçler; 1985 Ağustos’unda PKK’nin Palme’yi vurmak için çalıştığını, Türk medyası aracılığıyla yaymaya çalıştı. Bu yalanlar Türk rejimi ve medyası tarafından partimizi karalamak için bilerek yayılmıştır. Palme’nin öldürülmesiyle hem bir barış severden intikam aldılar, hem de özgürlük mücadelesi veren bir halkın kredisini düşürmek istiyorlar.”

28 Şubat 1986 akşamı Palme’nin öldürülmesinden hemen sonra İsveç Emniyet Müdürü Hans Holmer, bizzat kendisinin bu cinayeti araştıracağını bildirmiş ve Rebmann ile yarattığı hayali bir “Kürt izi”nin peşine düşmüştü. Kürtlere kurulan kumpası ilk sızdıran ise Hürriyet gazetesi olmuştu, 6 Mart 1986 günü “Neden PKK şüphesi?” başlığıyla yayınlanan bir yazıda “Nihayet beklediğimiz oldu ve PKK de şüpheliler arasına girdi” deniliyordu. Aynı günlerde İsveç'te Kürtlerin evlerinin basılması, kelepçelenerek gözaltına alınması ve sorgulanmasından bir şey çıkmayınca bu kez devreye Alman Federal Başsavcı Kurt Rebmann girdi.

REBMANN’IN 86, 87 VE 88’DEKİ İCRAATLARI...

Rebmann’ın talimatıyla 21 Mart 1986 günü Duisburg’ta ERNK’nin kuruluşunun birinci yıldönümü için yapılacak merkezi Newroz gecesine hazırlanan Kürtlere operasyon planı çıkartıldı. O gün Duisburg’a giden bütün otoyolları kapatan polis, Palme cinayetinin “baş planlayıcısı” olarak ilan edilen Cemil Bayık ve Abdullah Öcalan’ı arıyordu. İhbarı ise PKK karşıtlığı yapan bazı Kürt örgütleri yapmıştı. Duisburg’u didik arayan polis ne Bayık’ı ne de Öcalan'ı bulmuştu. Duisburg’taki Newroz kutlamasının yapılacağı salonu kendi adına tutan Mehmet Demir o günü şöyle anlatıyor:

“10 bin kişiliyle Newroz kutlaması yapmayı düşünülüyordu. Ancak İsveç’te konumlanmış bazı Kürtler, Kemal Burkay’ın öncülüğünde Başkan Apo’nun da bu geceye katılacağı dedikodusunu yaydı. Hatta Alman istihbaratına 8 örgüt yazılı belge vererek Almanya’yı bize karşı kışkırttı. Ben o zaman gecenin bizzat organizatörü olduğum ve salonu da kendi adıma tuttuğum için NRW Eyaleti’nin İçişleri Bakanı telefonda bana ‘Yapabileceğim hiçbir şey yok, emir büyük yerden’ dedi. Birçok yere baskınlar yapıldı ve eyaletteki birçok otoyollar tutuldu. Fakat başaramadılar, biz yasağa rağmen kutlamamızı yaptık.”

Kürt özgürlük hareketine kumpasların sonu gelmiyordu. 1986 yılının Ağustos ayında, 15 Ağustos’un ikinci yıldönümünde “PKK’nin Hamburg’daki Türk konsolosluğuna karşı bombalı saldırı eylemi son anda önlendi” haberi Türk basının manşetlerinde yer aldı. Daha sonraki yıllarda MİT’in tezgahladığı ortaya çıkacak senaryoda; sözüm ona bir PKK’li Hamburg’da patlayıcı maddelerin ve silahın bulunduğu merkez tren garındaki emanet dolabını açmaya çalışırken yakalanmıştı. Fakat PKK Avrupa Temsilciliği hemen yayınladığı bildiriyle yakalanan kişinin örgütleriyle uzaktan-yakından herhangi bir ilişkilerinin olmadığını açıkladı.

Alman polisi ise olayın ardından Hamburg-Altona’daki Kürt derneğine yaptığı baskında “çok önemli belgeler” ele geçirdiğini iddia etti. Türk medyası hemen devreye girdi ve 21 Ağustos 1986 günkü Milliyet gazetesi “PKK’nin yeni eylem planları ele geçirildi” manşetiyle çıktı. O haberde şöyle diyordu: “Polis, yakalanan belgeler içinde PKK’nin Hamburg Konsolosluğu dışında, Almanya'daki Türk diplomat ve temsilciliklerine karşı düzenlemek istediği eylem planlarının bulunduğunu dile getirdi. Federal Alman yetkililer, bu ülkede PKK’nın legal uzantısı olarak faaliyette bulunan dernek ve kuruluşların kapatılması için harekete geçtiler.”

11 ŞEHİRDE 43 KÜRDÜN EVİ BASILDI

Yine Rebmann’ın özel talimatıyla 1987 yılının Ağustos’unun ilk günlerinde bu kez 11 şehirde 43 Kürdün evi basıldı. Bu operasyonlarda polis Kürtlerin 700 bin Mark parasına el koydu. Aynı yıl İsveç'te soruşturmayı yürüten Hans Holmer ve Rebmann’ın işbirliği ile Palme olayındaki “Kürt izi” daha da genişletildi. İsveç ve Alman polisinin elinde artık bir “katil zanlısı”nın fotoğrafı da vardı. Hürriyet gazetesi 2 Eylül 1987 günü “İsveç PKK’lı Hasan’ı arıyor” manşetiyle çıktı. Türk basınının o günkü manşetleri, Kürtlere kurulan Palme kumpasının Türk-Alman-İsveç ortak yapımı organize bir iş olduğunu açıkça gösteriyor.

Bu arada 18-20 Ocak 1988 tarihleri arasında Düsseldorf’ta uluslararası polis konferansı gerçekleşti. Çantalarında Palme dosyasıyla İsveçli iki terör uzmanın katıldığı bu toplantıda Avrupalı gizli servislerin PKK’ye karşı daha etkin ve ortak mücadele etmesi kararı alındı. Ardından zaten Şubat ayının ortalarında Rebmann’ın talimatıyla Alman polisi harekete geçti. Aralarında PKK Merkez Komite Üyeleri Ali Haydar Kaytan ve Duran Kalkan’ın da bulunduğu 20’ye yakın kişi çeşitli kentlerde gözaltına alındı. Türk medyasının “Palme’nin katil zanlısı” olarak hedef gösterdiği Hasan Hayri Güler tutuklanan ilk isim olmuştu. Düsseldorf’ta yargılanacak isimlerden olan Güler’e müebbet verilecek ve 10 yılı tek başına bir hücrede olmak üzere 15 yıl hapis cezası çekecek, ancak 2003’te özgürlüğüne kavuşacaktı.

18 Şubat 1998 günü basının karşısına çıkan Kurt Rebmann ise PKK’ye yaptıkları operasyonu öve öve bitiremiyordu: “Yakaladıklarımız buz dağının tepesindekiler. Bu militanların serbest bırakılmasını sağlamak için PKK’nin önümüzdeki günlerde eylem yapmasını bekliyoruz. Sanıklar, Federal Almanya’da yasal görülen FEYKA, ERNK ve Hunerkom gibi kuruluşlarla Türkiye’de Kürt devleti kurmak için verilen silahlı mücadeleyi destekliyorlar. Devlet içinde devlet gibi hareket edip, Türkiye'deki teröre yardımcı oluyorlar. Bunların eylemleri Almanya’nın da iç güvenliğini tehlikeye düşürmektedir.”

DÜSSELDORF YARGILAMALARI...

PKK’yi “İç güvenliğin en büyük düşmanı” ilan eden Rebmann, RAF’lılar için Stammheim’da kurduğu mahkemelerin benzerini yıllar sonra Düsseldorf’ta Kürt devrimciler için hayata geçirecekti. 24 Ekim 1989 günü Düsseldorf Eyalet Mahkemesi’nde başlayan yargılamalar içinde birçok skandalı barındıran Almanya'nın en büyük siyasi davası olarak tarihe geçecekti. Ayrı ayrı cam bölmelerde hakim karşısına çıkan 18 kişiden 15’i tutuklu yargılanıyordu. 8,5 milyon Mark’a mal olan duruşmalarda Kürt devrimciler aslında Alman devletinin Türk devletinin işbirliğini de yargılıyordu.

PKK’yi de RAF gibi “terör yasası” 129. maddeden yargılanmasını isteyen federal başsavcı Rebmann “PKK bir Alman örgütü değildir” eleştirileri karşısında zorlanıyordu. Rebmann’ın ekibindeki savcılar ise “Hayır, PKK’nin Avrupa’daki merkezi Köln’dedir” diyerek iddianamede dayanak olarak gösterilen ceza yasasının geçerli olmasını istiyorlardı. Tabii yıllar sonra, 2003'te Alman devleti bu karışıklığa bir çözüm bulacak, 129. maddesine bir de “b” bendi ekleyerek “yabancı terör örgütü” yasasını çıkaracak, PKK’ye yönelik tutuklama ve yargılamaları da 2011’de bu yasa çerçevesine alacaktı.

İşte Düsseldorf süreci, Kürt özgürlük mücadelesi için böylesine önemli bir eşikti. O süreçte gözaltına alınan ve sorgulanan isimlerden olan Mehmet Demir’e göre Düsseldorf’taki mahkeme binası çok satacak bir siyasi romana taş çıkartacak birçok sıra dışı olaya ev sahipliği yaptı. Mahkeme heyetinden bir yargıcın “Biz burada PKK’yi küçültmeye çalışırken PKK bu yargılamalarla daha da büyüdü” sözünü hatırlatan Demir’in o günlere ilişkin anlatımları devamla şöyle:

“Yargılananlardan birisi de şehit Hüseyin Çelebi arkadaştı. Fakat onun müthiş Almancası karşısında pes ettiler, büyük paralar ödeyerek getirdikleri en iyi tercümanları boşa çıkartıyor, bir virgül veya bir kelimenin yanlış tercüme edilmesine asla izin vermiyordu. Sonunda Türkçe-Almanca konusunda uzman bir profesörü getirerek bütün konuşmaları onun gözetimi altında tercümeye etmeye karar verdiler. Dışarda ise coşkulu bir kitle sürekli vardı. Sadece Düsseldorf’ta değil, Almanya ve Avrupa’nın her yerinde Kürtler Düsseldorf yargılamalarıyla aslında 1990’larda adına serhildan diyeceğimiz süreci o günlerde başlatmıştı. Alman devleti PKK’nin fevkalade bir propagandasını da yapmıştı.”

REBMANN’IN YILLAR SONRA ÇIKAN KİMLİĞİ...

Mart 1993’e kadar süren yargılamalarda Rebmann’ın ekibindeki savcılar istediği sonuçları elde edememiş, mahkeme PKK’ye “terör örgütü” damgası vuramamıştı. Sonuçta Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde işlenen bazı cinayetler gerekçe yapılarak sadece 4 kişiye hapis cezası verildi. 7 yıl hapis cezası alan Ali Haydar Kaytan ve 6 yıl hapis cezası alan Duran Kalkan 1994 yılının Mart ayında serbest bırakıldı. Nisan 1988’de İsviçre sınırında gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Kalkan, 5 yıl 11 ay boyunca “geçici tutuklu” olarak alıkonulmasını ve avukatıyla yazışmalarının sistematik olarak okunmasını AİHM’e taşıdı. Temmuz 2001’te kararını açıklayan AİHM, Almanya’yı mahkum etti.

Bu arada ölene kadar Türk devletiyle dostluğunu sürdüren Kurt Rebmann’ın 2005’teki ölümünden bir yıl sonra Almanya'da çıkan “bilgilenme hakkı” yasasıyla Nazi dönemine ait belge ve dokümanlara konulan yasak kaldırıldı. 2006’daki yasadan sonra Alman gazeteciler ve araştırmacılar ülkenin önemli isimlerinin Nazi geçmişlerini belgeleriyle ortaya çıkarmak için hummalı şekilde çalışmaya başladılar.

2011’de sıra Kurt Rebmann’daydı. Haftalık Stern dergisi Rebmann’ın 18 yaşındayken 1942 yılında Nazi rejiminin partisi NSDP’a üyelik kimliğini yayınladı. Hitler Almanyası’nın 1945’te yıkılmasına kadar üç yıl boyunca NSDP içinde aktif olan Rebmann hakkında 2. Dünya Savaşı’nın ardından, 1946 yılında bir soruşturma açılmış, fakat kısa bir süre sonra dosyası rafa kaldırılmıştı. Hukuk eğitimini tamamladıktan sonra Baden-Würtemberg Eyaleti’nde Adalet Bakanlığı’na girmeyi başaran Rebmann, önce Alman ardından da Kürt devrimcilere karşı beslediği tarifsiz kin ve nefretle anılacaktı.