Zindandan dağlara: PKK’li tutsakların firar hikayesi

Bingöl’de başlayıp Amed ’de iki defa cezaevinden firar eden ve Özgür Kürdistan dağlarına varışla noktalanan filmlere konu olabilecek özgürlük koşusunun kahramanları ile konuştuk.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da Devrimcilerin siyasi iradelerinin kırılması, politik kişiliklerinin tasfiye edilmesi ve en insani yanlarının çürütülmesi için Zindanlar bir özel savaş merkezleri ve işkencehaneler olarak hep kullanılageldi. Türkiye özel savaş rejiminin bu zindan politikaları karşısında devrimcilerin tarihe geçecek direnişleri bu alanları birer mücadele alanı haline dönüştürürken bu direniş ve duruşlar bu temelde ortaya çıkan hikayeler bir toplumun mücadele azmine güç kaynağına dönüştü.

Buralarda çıplak iradeyle gösterilen devrimci direnişler kadar Zindanlardan gerçekleşen firar girişimleri de özgür yaşama tutkusunun birer hikayeleri olarak gelişti. Kimileri özgürlükle sonuçlanırken kimileri başarısız olsa da bu hikayeler de özgürlük tutkusunun azim ve iradeyle nelere kadir olduğunun çok çarpıcı örneklerini gözler önüne serdi.

2013 yılının 24 Eylül’ünde Bingöl Cezaevinde 19 kişinin kaçışıyla gündeme gelen firar girişimi de bunlardan biriydi. İmkansızlıkların ve zorun en zifiri yerinde dururken özgürlüğe bu kadar tutkuyla bakmanın yol açtığı ve ayları alan bu firar girişimi oldukça talihsiz olaylar nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. Bingöl girişiminin ardından yeniden Amed zindanına sevk edilen üç kişi bir başka üç arkadaşını daha yanına alarak Amed zindanlarından akıl almaz bir çabayla 5 Mart 2016’da firar ederek kaçmayı başardı. Soluk soluğa geçen firar süreçleri Kürdistan’ın özgür dağlarında noktalanarak büyük bir başarı öyküsüne dönüştü. Bingöl’de yakalandıktan sonra yılmayan Amed Zindanında herkesin başarılamaz dendiği o öyküyü adım adım ören Devrim Kavak, Diyar Kaydu ve Osman Kılıç’la özgür Kürdistan dağlarında bir araya geldik. Bu üç gerillayla Bingöl’de başlayıp Amed ’de devam eden ve Özgür Kürdistan dağlarına varışla noktalanan filmlere konu olabilecek bu özgürlük koşusunu konuştuk.  

Önce kısaca da olsa sizleri tanıyalım.

Diyar Kaydu: Adım Diyar Kaydu. 2009 yılında gerillaya katıldım. Garzan'da kaldım. 2010 yılında ise yakalanarak Türk devletinin eline esir düştüm. Amed, Bingöl, Van cezaevlerinde kaldım, Van'dan sonra tekrar Amed cezaevine gittim.

Devrim Kavak: Devrim Kavak. Ben de 2003 yılında katıldım. 2008 yılı sonbaharına kadar da gerilladaydım. Sonbahardan sonra üç arkadaş üslendiğimiz dağlık alandan çıkarak bazı çalışmalar için dışarıda kaldık. İstanbul’da Mart 2009'da da yakalandık. Sırasıyla, Metris, Tekirdağ, Diyarbakır, Bingöl, Van ve tekrardan Diyarbakır olmak üzere altı-yedi cezaevi gezdim. 

Osman Kılıç: Adım Osman KILIÇ. 2004'te gerillaya katıldım. 2008 sonu Devrim arkadaş ve diğer bir arkadaş ile birlikte İstanbul'a gittik. Burada zaten birlikte yakalandık. Metris, Tekirdağ, Diyarbakır, Bingöl, Van ve tekrar Diyarbakır cezaevlerinde kaldım.

Bingöl'den başlayalım. Üçünüz Bingöl'de bir araya geldiniz? Sonra çok sayıda arkadaşınızla birlikte Bingöl’den firar girişiminiz gerçekleşti. Öncelikle firar düşüncesi nasıl bir düşünce. Birbirinizle bu düşünceyi nasıl paylaştınız?

Devrim Kavak: Zindana düşen herkesin firar etme hayali var. Kaçma düşünceleri var. Fakat bunun pratik uygulama koşulları her zaman olmuyor. Bizler de yeni yakalanmıştık. Hep bir arayışımız söz konusuydu. Her bir arkadaş kendisi açısından aynı derecede hayalini kuruyordu. İşte hastaneye giderken, mahkemeye giderken, fırsat olur mu diye düşünüyor, hayal ediyorduk. Örneğin biz Tekirdağ'dan Diyarbakır'a gelirken hep hayalimizde vardı, acaba olağanüstü bir durum olur da biz çıkarsak nasıl olur, bir trafik kazası olur mu? diye düşünüyorduk.  Tabii bunlar bir süreye kadar hayal olarak kalıyor.

Bu firar etme duygusunun bir sebebi de müebbet hapisle cezalandırılıyor olmanız. Sanırsam üçünüz de idam cezası almıştınız?

Diyar Kaydu: Doğrudur ama sadece o değil, onun da etkisi var. Müebbet ya da ağırlaştırılmış ceza etkiliyor. Herkesin yeniden dağa dönme umududur firar.

Bu fikri nasıl paylaştınız birbirinizle? Nasıl başladınız?

Osman Kılıç: Biz Bingöl'e gittiğimizde bizden önce arkadaşlar bir kere tartışmıştı bu konuyu. Ama sadece tartışma düzeyinde kalmış, tartışmanın üstü kapatılmıştı. Gittik 2012 yılının başıydı, birkaç ay geçtikten sonra tekrardan bu tartışma canlandı. Belli sayıda arkadaşlar tespit edildi, odalara yerleştirildi. Hem süreç devrimci halk savaşı süreciydi. Dışarıda yoğun bir direniş vardı, Biz buna nasıl bir katkı sunabiliriz diye düşünüyorduk. Mutlaka her insanın içeriden çıkma gibi bir arayışı, hayali var. Ama dışarıdan da bu sürece nasıl bir katkı sunabiliriz düşüncesi hakimdi arkadaşlarda.

Yani dışarıdaki gelişmelerin de firar etmenizde payı oldu?

Kesinlikle, yani orası en temel noktaydı aslında. Çıkacak arkadaşlar da daha çok dışarıda belli bir yük alabilecek, sorumluluk alabilecek arkadaşlardı. Seçim rastgele değildi. Tabii iş tahmin ettiğimizden uzun sürdü. Sevkler vs. sonucu orada çalışan arkadaşlar değişti.

Tam olarak plan neydi? Tünelde nasıl karar kılındı?

Plan tünel kazmaydı. Tünelin bu kadar  uzun süreceği bilinmiyordu. İlk bilgi cezaevinin dar koridorlar şeklinde boş olduğu bilgisiydi. İşte bunu sanki bir personel ağzından kaçırmıştı. Gittik baktık ve araştırdık öyle bir şey yoktu. Duvarların üzerinden ve çatıdan da oldukça zor görünüyordu. Ondan sonra tünelde karar kıldık. Başladık. O da süre aldı.

İKİ AY BOYUNCA KÖR BİR BIÇAKLA...

Nereden başladınız, nasıl bir araya geldiniz? Aranızda görevlendirmeler var mıydı?

Devrim Kavak: Aslında bu soruya Osman arkadaşın cevap vermesi gerekir. Bingöl’deki tartışma sürecine ve tünel sürecine hepimizden önce o katılmıştı. Daha sonra gelip bizi dahil ettiler. Tabii ilkin biz de arkadaşlara gidip öyle bir düşüncemiz olduğunu söyledik. Tabii onlar da düşüncede ne kadar hazır olduğumuzu öğrenmek adına, yapıp yapamayacağımızı sordular. Kaç arkadaş var, hazır mısınız diye... Kısaca elimizde hiçbir şey yoktu. Onlarla bir kısa tartışmamız oldu, biz o zaman da söyledik; "ne olursa olsun biz bunun altından kalkarız." Çünkü bir umuttu ve bu umudun hayata geçmesi gerekiyordu. Arkadaşlar da tekrardan bize dönüp grubun hazırlandığını ve bizim de dahil olacağımızı belirttiler. İlk çalışma odası ve ekibi altıncı odada başladı.

O zaman ilk nasıl ve nereden başlandığını Osman arkadaşa bir soralım...

Osman KILIÇ: Yer olarak mutfaktan başladık. Buzdolabının sabit olduğu köşeyi tespit ettik.  Orada zemin beton, altında bir diğer tabaka var. Ama elimizde ciddi alet yok. Öyle meyve bıçağı, çuvaldız vardı. Onu öyle betona sürterek keseceğiz...

Yani ilkin buzdolabının altındaki betondan bir giriş kapısı açacaktınız. Onun için kullandığınız malzeme ise meyve bıçağıydı...

Evet. Bir de meyve bıçağı da kesilip öyle veriliyor mahkuma. Yani öyle sivri de değil, ağzı da yok. Onu betona sürte sürte toz zerrecikleri çıkıyordu. Bir avuç toz çıkmıyordu çalışmamızdan. Gece gündüz vardiyalı bir şekilde günde yirmi saat neredeyse çalışırdık. 8 arkadaştık, ikişer ikişer çalışıyorduk. Ama insan hem olabilir mi diye düşünüyor, hem gülüyorsun. Elimizdeki aletle betonu nasıl keseceğiz? Sonunda bir tarafı iki parmak kalındığında, diğer tarafı üç parmak kalınlığında o kapağı kestik.

Kaç gün sürdü?

İki ay kadar sürdü kapağın kesilmesi. Onun da her arkadaş içine giremiyordu, dar bir delikti. Daha çok ince ve kısa boylu arkadaşlar girip çalışıyordu. Kapağın çıkarılması iki ayımızı aldı. Tabii üst kattaki arkadaşlar henüz bir bütünen işe müdahil değildi. İçlerinden dahil edilecek arkadaşlar vardı ve oradan başka odalara yönelmesi gereken arkadaşlar vardı. Onun için hem idareden habersiz işlerimizi yürütmek, hem de sesin çıkmamasına dikkat etmek gerekiyordu.

Bir taraftan şöyle bir kaygınız da var; çalışmanızı sadece idareden değil, orada çalışmaya dahil olmayan diğer tutuklulardan da gizlemeye çalışıyorsunuz...

Evet, yani bir yandan hem içerideki, eğitim vb. çalışmaların sürdüğünü yansıtıyoruz dışarıya, çalışmadan kaynaklı hem ses, görüntü, çalışanlardaki yorgunluk vb. gibi bir sürü etkeni göz önünde bulundurup bu arkadaşlardan da gizli yürütülmesi gerekiyordu.

İKİ ODA ARASINDA BİR GEÇİŞ AÇTIK

Çalışmaya başlarkenki günlük hayatınızı biraz anlatabilirsiniz...

Diyar Kaydu: İşin içinde kaldığım süre boyunca, yani bizim oradaki yaşam tarzımız, neye dikkat ettiğimiz boyutuyla şunu söyleyebilirim: birincisi güvenlikti. Mesela gece çalışıyorduk. İki vardiyaydık. 20:00'dan, 24:00 kadar, 12:00'dan, 04:00 kadar. Kışın karanlık erken çöker, akşamları erken başlardık. Şimdi çıkan arkadaş zaten direkt banyoya giderdi. Tünel zaten o dönem hem kış olduğu için hem de kanalizasyon suyu sızdığı için hep balçıktı, çıkan arkadaşlar çamur içinde çıkarlardı. Oranın temizliğine sürekli dikkat edilirdi. Mutfağın temizliğine çok dikkat edilirdi. Çıkan arkadaş işte direkt banyoya gider, temizliğini yapar, elbiselerini yıkardı. Elbiseleri de dışarıda asmıyorduk.  Normalde cezaevinde elbise yıkandığı zaman avluya asılır kuruması için. Biz mutfakta kaloriferin üstüne, arasına koyarak kuruturduk. Çünkü elbiseler parçalanıyordu.  Gece çalışıyorsun, gündüz dinlenme ihtiyacı duyarsın. Son posta çalışan arkadaşlar genelde uyurdu. Fakat bazen gidiş gelişler olurdu. Hatta bazen şu durum da oluyordu;  şimdi sen gece çalışmışsın, yorgunluk var, dışarıdaki arkadaşların, işten haberi olmayan arkadaşların veya düşmanın senden şüphelenmemesi için sabah gidip bu sefer turnuvaya çıkıyorduk, top oynuyorduk o yorgunlukla, ya da sohbete çıkardık. Genel yaşamımız böyleydi. Oda spreyleri vardı, toprak kokusu içeri yayılmasın diye odaya sürekli ya parfüm ya da  oda spreyi sıkılırdı. Biz de kullanıyorduk, çünkü tüneldeki toprak kokusu ağırdır. Şimdi gündüz kapak kapatılıyor, bir de  özellikle yaz aylarında sıcak olduğu için dışarıya koku veriyor. O kokunun gizlenmesi için genelde parfüm kullanıyorduk.

Bir tünel çalışmasında en merak edilen şey toprak! Tünelden çıkan toprağı ne yapıyordunuz?

Devrim Kavak: Bir tünelin  başlaması tartışılırken, en elzem olan şey toprak ve toprağı ne yapacağız sorusu. Çünkü toprağı kamufle edebilir, saklayabilir, yok edebilirseniz çok rahatlıkla ilerleyebilirsiniz. Bizim tünel çalışması altıncı odada başlamıştı, bir süreden sonra eldeki insan sayısı yetmiyordu çalışmaya. Çünkü sonuçta tüm çalışacak arkadaşları bir odaya sokamıyorsunuz, aynı zamanda zindan örgütlü bir yapı, eğitimi, direniş vs. diğer arkadaşların eğitilmesi gerekiyor. Öncelikle onların düzenlenmesi gerekiyordu. Dediğim gibi bir oda tek başına tünel işini götüremez. Doğal olarak ikinci odanın açılması gerekiyordu. Beşinci odayı biz sonradan kurduk, altıncı aydan sonra biz beşinci odayı düzenledik. Çalışacak arkadaşların naklini yaptık. Çalışamayacak ve bihaber olması gereken kişileri de başka odalara gönderdik. Ardından 5 ile 6 arasında bir kapak daha açtık insan takviyesi yapabilmek için.

Yeni bir koridor açtınız?

Doğru beşinci kat, altıncı odanın üstü oluyor. Üstü olduğu için arada sadece bir beton blok var aramızda. Onu deldik. Delme aşaması epey meşakkatli geçti. Ama böylelikle 5 ile 6 arasındaki kapıyı da açmış olduk. Tabii bu da yetmiyor. Bir de çatıya çıkmamız gerekiyor. Çünkü planlamada toprağın çatıya çıkartılması var.

BU İŞ TAMAMDIR!

Toprağı çatı boşluğuna mı takviye ettiniz?

Tabii çatının kendisine. Onun için de tartışmalar vardı, nereden açacağız diye. İlk tartışmada, tuvalet ve banyodan tavanı delme hususu tartışıldı. Fakat bu da zordu. Biz bir deneme yaptık, bizim odamızdan beşinci odadan tavana açılan bir kapı gibi bir şey vardı. O kapağın üzerinden gidip çatıyı gezip gördükten sonra gördük ki hemen beşin karşısında olan 13'üncü oda var, onun karşısında olan diğer bir odada da tek sıra halinde hepsinde kapak var. Ama diğer odaların kapakları çok küçük. Bizimki ise çok büyüktü. Aynı şekilde iki yüz kiloya yakın kum, çakıl karışımı yük bindirmişler, yine lehimlemişler. Yani dört bir tarafını lehimlemişler. Öncelikle bunun açılması gerekiyordu. Bir de asma kilit vardı üzerinde. Bunların hepsinin açılması gerekiyordu. Uzun bir süre yüklene yüklene, araya takozlar koya koya kapağı açtık. En son kilidi patlattık, yükleniyoruz ama bir türlü kapak açılmıyor. Takoz aracılığıyla biraz yükselttikten sonra aradan bir el girebiliyor. El girdikten sonra anladık ki yukarıda torbalar var.  Deldik ne var diye, kum çakıl karışımı olduğunu da anladık. Mümkün mertebe takoz aracılığıyla biraz yükseltmeye çalışıyoruz, ama zindan koşulları elimizde böyle çok güçlü ya da çok kalın takoz biçiminde kullanabileceğimiz malzeme de yok. Bizde de Şeref arkadaş vardı, gerçekten çok güçlü bir arkadaştı. Dedi ben yüklenirsem kaldırabilirim, gerçekten de  öyle oldu ve iki yüz kiloluk bir kapağı kaldırdı. Fakat biz daha ilk lehimleri patlatırken, ilk bir iki lehimi patlattığımızda kapak biraz aralandı. Tabii biraz yüklendiğimiz için oradaki demir parçası böyle eğrildi. Tipsiz bir şey çıktı açığa. Orada çatıda saç kullanıldığı için geceleri o aralıktan ay ışığı vuruyordu. Hüzmeler içeri ışık veriyordu. Biz araladığımız yerden karanlığa bakarken, ışığı gördük. Işığı gördüğümüzde bir arkadaş öylesine bir heyecan, öylesine sevinçle  -ki zaten hiç unutamadığım olaylardan bir tanesi buydu-  dedi ki “bu iş tamamdır” Biz dedik ki “neresi tamam arkadaş biz daha kapağı açmadık” O bize “yok arkadaş biz ışığı gördük, düşman şu an gelip bizi bu iş üstünde yakalasa da bu iş benim için tamamdır. Biz ışığı gördük ve bu iş bitecek.” Ama bir çocuk gibi heyecanlıydı. Koca adam, neredeyse on altı on yedi yıldır cezaevinde. Ama biz ondaki o heyecanı görünce o bize şevk verdi, moral verdi.

Siz toprağı altıncı odandan beşinci odaya beşinci odadan da çatı katına mı çıkardınız

Evet. Şimdi çatı alanı çok dar, insan hareketine çok fazla olanak vermiyor. Kimi yerlerde eğilerek, kimi yerlerde emekleyerek gitmek gerekiyor. Çatı zemininin üzerine izocam atılmış. Biz ilk çıkardığımız toprağı çatının en uç kenarlarına birer sıra diziyorduk. Üzerine de izocamı atıyorduk.  Hani olur da işte bir çatı yoklaması yapıldığında çok böyle göze çarpmayacak bir şekilde, her tarafı da eşit düzeyde çıkartmaya çalışıyoruz ki insanlar ilk gördüğünde her taraf aynı demesi gerekiyor ki fark etmesinler. Bunun için biz neredeyse tüm cezaevine, idarenin de üstü olmak şartıyla ana maltanın üzerine, bizden sonraki koridorların çatı kısmına, yine bize ait olmayan, bizim arkadaşların bulunmadığı, adliler ve hizbullahçıların bulunduğu koridorların çatısına bu yöntemle torbaları dizdik. Neredeyse cezaevinin yarısına kadar toprağı taşıdık.

CEZAEVİNİN ALTINI ÜSTÜNE ÜSTÜNÜ ALTINA GETİRDİK

Cezaevinin üstünü altına, altını üstüne getirdik diye içinizden birinin bir söylemi olmuş. Yukarıdan da aynı zamanda kalasları aşağıdaki tüneli sağlamlaştırmak için aşağı indiriyormuşsunuz...

 (Gülerek) Evet, bu çalışma epey ilerledikten sonra kalas ihtiyacı doğdu. Çünkü çökme ihtimali var, artık toprak zeminde ilerliyoruz. Tedbir geliştirmek adına toprağın da çökmemesi için kalasla tüneli destekleme gibi bir proje gelişti. Cezaevine normalde çıta dışında, o da çerçeve yapmak için, resim yapabilen arkadaşlar getirebiliyor. O da idare denetiminde. O çerçeve dışında hiçbir imkan yok. Tabii biz yukarıya çıktığımız için çatıdan kalasları indiriyorduk. Tabii bunu yaparken de ilkin en uzak yerden, örneğin mutfağın üzerinden getiriyorduk. İdarenin daha daimi durduğu, gardiyanların daha daimi durduğu yerlerden getiriliyordu.

Yani gardiyanların, cezaevi idaresinin odalarının üzerinde dolaşıyordunuz. 

Evet, üstteki çatı boşluğu tek bölümdü ve tüm cezaevini kapsıyordu. O sayede çatı boşluğunda geziyorduk. İhtiyacımız ne varsa oradan temin ediyorduk. Dedim ya en uç nokta ve öyle çok dikkat çekmeyecek bir yerden söküp, onları aşağı getiriyorduk. Bu kalasların kesimini de bir vida ile yapıyorduk. Bundan dolayı da Baran arkadaş, biz çıktıktan sonra sorgu sürecinde toprağı düşman bulamayınca erittiğimizi varsaymışlar. Sormuşlar sorgucular nasıl kaçtınız toprağı ne yaptınız diye Baran arkadaş da bunlarla dalga geçmek adına, “cezaevinin altını üstüne, üstünü de altına getirdik” diyor.

Bu süre içerisinde umudunuzu yitirdiğiniz, “artık yakalandık” ya da “bu iş olmaz” dediğiniz bir an oldu mu? Tüneli deşifre edecek bir an oldu mu?

Osman KILIÇ: Umudumuzun tükendiği an olmadı. Ama öyle heyecanlandığımız anlar oldu. Bir defasında bir gardiyan geldi. Odanın içinden havalandırmaya geçti. Eski bir masayı dışarıya çıkaracaktı. Bir an işte odanın içinde sohbete daldı ve bu esnada bakışı tavana dikildi. Bir arkadaş o an kapağı gördüğünü sandı, kapağın bir kenarı öyle çizgi halinde görünüyordu. O gardiyan gittikten sonra o arkadaş bana “kesin görmüştür” dedi. Tatbikat yaptık. O gardiyan nerede durmuştu, nasıl baktı falan böyle anlamaya çalıştık. O kanıya vardık ki gardiyan kesin görmemiştir. Ama yine de bekledik, birkaç dakika sonra baskın olursa bu fark edilmiş demektir. Yani öylesi anlar oluyordu. Bazen personel çıkıyordu çatıya. İşte projektör ya da elektrik sorunlarından kaynaklı... Çatı da her ne kadar dikkat etsek de izocamdır, üzerinden gidilip geliniyor, çakıl toprak, iz falan denk gelebilir birilerine. Öylesi anlar oluyordu. Yine tünel süresince oksijenin bittiği, tünelin yönünde sapma yaşadığımız yerler oldu. O anlarda iş sıkışıyordu. Yani her arkadaşın fikri alınıyordu, kararlar alınıyordu, planlamalar tekrar gözden geçiriliyordu. O tür engelleyici şeyler yaşandı.

EN UZUN TÜNEL

Bu sürecin en zorlu kısmı neresiydi başından sonuna kadar?

Fiziksel olarak oksijen sorunuydu. Çünkü beş altı metre zemine inmişiz. Orada oksijen bitti. O zaman arkadaşlar dik vurup çıkalım, hem neredeyiz bilelim hem de oksijen sorununu çözeriz diye dik vuruldu. Epey mesafe  yerin altındayız. Üst dökme toprak gibiydi. Orayı da tam açıp bakamadık. Çünkü dökmeyse küçük bir gedik açılırsa bu büyür ve kapatılması zorlaşır. Bu sefer biraz daha üstten kazıldı. Orada beli bir mesafe sonra karıncalar da görülüyordu. Canlı hayvanlar yaşıyorsa oksijen sorunu da yoktur dedik. Tabii hem öncesi hazırlık aşamasında, teknikten, teknolojiden faydalanma durumumuz olmadı. Bir pusuladır ya da zeminin yapısıdır, mesafesidir. Bunları çok bilmeden el yordamıyla gittik. O da yön açısından sapmalara neden oluyordu. Aslında yanlış yöne gidiyoruz, pusula götürdük baktık ama yanlışımızda o kadar iknayız ki, kendimize o kadar inanıyoruz ki biz diyoruz bu alet yanlıştır. Bu yüzden toplamda bir yüz metre kadar mesafe kazıldı, gerisi kapatıldı. Gazetelerden anladığımız kadarıyla uzunluk olarak 61 metre kadar o da Türkiye Cumhuriyete devleti tarihinde kazılan en uzun tüneldi.

Bu süre içerisinde cezaevinde bulunan diğer arkadaşlarınızda tünel çalışması olduğuna dair bir hissiyat oluştu mu, fark edenler oldu mu?

Diyar Kaydu: Muhakkak olmuştur. Bingöl'deki yapı hükümlü yapıydı. Orada bizim grup gitmeden önceki yapının en yenisi on yıllıktı. Tahminen yüz yüzelli arkadaş var. 40-50 arkadaş eskidir. Bunların içinden en az 10 arkadaş da eskiden tünel çalışması yapan arkadaşlardır. Bu konuda tecrübelidirler. Tünel çalışmasında olan bir arkadaşın hal hareketi nasıl olur, fiziki yapısı nasıl değişir biliyorlar. Böyle tecrübesi olan arkadaşlar erken fark edebiliyordu. Bu çalışmadan haberi olmayan arkadaşlar vardı. Ben tünel ekibine gelmeden önce kaldığım odada daha önce tünel çalışması yapan bir-iki arkadaş vardı ama bizim işten haberi olmayan arkadaşlardı. Örneğin bir arkadaş vardı orada, eskiden tünel çalışmasında yer alan bir arkadaştı. Ben onun yanına gittiğim zaman ellerimi hep eldivenle saklardım. Eldivenle dolaşıyordum. Çünkü tünel çalışmasında çalışırken, el taşa çarpıyor, yaralar oluşuyordu veya kıştır, suyun içindesin elde yarıklar oluşuyordu. Onları saklıyorduk. Bu konuda bayağı zorlandık.

 

Tüneli kazdınız, ha çıktık ha çıkacağız duygusu var? O ilk dışarıya çıktığınız anı hatırlıyor musunuz?

Tünelin son çalışmasında ben vardım. İşte ışığı görme meselesinde ben kendim çalışıyordum. Zaten pazar günüydü 21 eylüldü. Tünel çalışmasının 18'inci ayı. Artık sonuydu. Son on günde arkadaşların çoğu da zaten hastaydı. Böyle tünel çalışmasında önde çalışan 3-4 arkadaştık. Bu arkadaşların çoğu hastaydı. Bir-iki arkadaş ayakta kalmıştık, çalışıyorduk. Bir o yorgunluk vardı. İkincisi sona gelmişiz, kaygı var, sürgün kaygısı var, tünelin çökme tehlikesi vardı. Son on-on beş metre hep bataklıktı. Son on metrede biz artık şiş de kullanmadık. Toprak öyle yumuşaktık ki, elle kazıyorduk. Şimdi bunun getirdiği bir endişe vardı, kaygı vardı. Son gün biz artık tünelin biteceğini biliyoruz. Bitmeden önce küçük bir kapak açıp bakmıştık. İlk sabah postasıydı. Zaten son üç dört ayda gece gündüz çalışıyorduk. Fırsat varsa gece gündüz çalışıyorduk. Sabah ilk vardiya çalışmaya gittiğinde düşman, işte bahçe var, cezaevi duvarı var, arada toprak yol var, orada çalışma var. Silindir ve iş makinası çalıştırıyor. Bizde de şu kaygı gelişmiş, bunlar tüneli arıyorlar.

BİR AĞAÇ, BİR BAHÇE ve KUŞ SESLERİ

Tünelden mi sesleri duyuyorsunuz...

Evet, hem bizim kaldığımız koğuşa, hem tünele ses geliyor. Tünel içerisinde ses daha korkunç bir hale dönüşüyor. Orada bulunan arkadaş onların tüneli aradığını sanıyorlar. Artık öylesine bir gürültü oluyor ki arkadaşlar diyor tüneli buldular, kepçe tünele vuruyor. Saat 11:00'di. Arkadaşlar panikle geldiler. Ne oldu dedik düşmanın tüneli bulduğunu, kepçeyle tünelin ağzını aradığını söylediler. Biz tünelde bir şey olmadığını, bir şey olursa düşmanın saldıracağını söyledik. Zaten ondan sonra ben gidecektim. Gittim yaklaşık iki-üç saat önde çalıştım. En son iki tane taş vardı. O taşların arasına şişi koyup hafif oynatmamla içeri hafif ışık girdi. İçeri ışık girince ben hemen ampülü söndürdüm. İlk önce biraz panikledim. Orada ilk gördüğüm şey, bir ağaçtı, bahçe vardı. Ağaca konan kuşların sesi geliyordu. Bende o an oluşan duygu şuydu, ben o zaman dedim tamamdır. Arkadaşlar kaygıya kapılmışlardı, deşifre olduğunu veya üzerimize çökeceğini söylüyorlardı. Benim ilk yaşadığım duygu buydu, yani artık özgürlüğün geldiğine inandım.

SÜRGÜN VAR!

Ondan sonraki süreç nedir? Tünel bitti, çıkıp gerilla alanlarına ulaşmayı planlıyorsunuz. Nasıl çıktınız, neler oldu?

Devrim Kavak: Çoğu arkadaş çok heyecanlıydı. O heyecandan dolayı, haydi vuralım, kaçalım diyorlardı. O heyecan hep vardı. Son iki metre kala da arkadaşlar aynı duyguyla, işte çıkalım diyorlardı. Biz yine ilerledik, ta ki o teli geçene kadar. Şimdi bu bitti, artık son aşamadayız. Düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Sayımız hazırda bulunan arkadaşların sayısı 18'di. İki oda olmak şartıyla. Fakat çalışmayı bilip her iki odada yer almayan arkadaşlarımız var. Öncelikle bunların da getirilmesi gerekiyor. Yine son ayarlamaların yapılması gerekiyor, işte aracılar, ilişkiler, randevular, bunların hazırlanması gerekiyor. Biz yine toplanıp tartışıp karar aldık. Üç grup oluşturduk. Olası bir durum olursa, nasıl hareket edeceğiz diyerek her gruba birer komutan atadık. Her bir grubun komutanları belirlendi, yol hatları belirlendi. Onun için tünel sıralamasını da yaptık, yani tünelden geçecek arkadaşların da sıralamasını yaptık. İlk biricisinden, ta 18'incisine kadar sıra belirlendi. İlk sıradakiler gerilladan gelen arkadaşlardı, öyle belirledik. Zaten önden iki arkadaşı göndermiştik. Takriben dokuz, dokuz buçuk gibi bir şeydi. İki arkadaşı gönderdik. Onlar gittiler, kapağı gevşettiler, çünkü bazı arkadaşlar deliği görmüşlerdi, onlar gidip bizim geçeceğimiz kadar açacaklardı, yani bir el yordamıyla açacaklardı. Şimdi normalde hesapta bizim karşı bahçenin içerisine geçmemiz gerekiyordu. Fakat yol  var, bastırılmış toprak var, buldozer var, bunu uzatamayız. Ama yine de hedefte karşı bahçeye geçmek var. Karşı bahçe çittir, geçebilirsek görüntü sorunumuz olmaz. Bunun için bir çarşaf hazırladık. Bir beyaz çarşafı açtık, ardından çamura buladık, kenarlarına cep koyduk, çünkü sonbahar olduğu için rüzgarlıdır hava, bir de Bingöl daha fazla rüzgar alıyor. Kenarlarına cep diktik, kenarlarına taş bırakacağız, ağırlık olacak, tünelin sonu, çıkış noktasının tel örgüler, direkler var, normalde bir ucu oraya bağlanacak, bir ucu da çıkan arkadaşlar bahçeye çıkacak, bir gedik bulacaklar, oraya doğru çarşafı uzatacaklar, biz çitin oraya çarşafın altından geçeceğiz. Onun da hazırlığını, planını yaptık. Her bir grubun başına o grubu harekete geçirebilecek, koruyabilecek, arkadaşlara ulaştırabilecek arkadaşları yerleştirdik. Tabii daha bunların tartışırken kimi temsilci arkadaşlarımızın da içinde olduğu beş kişi  idare tarafından çağırılıp sürgün oldukları belirtiyor

Son haftadır, duygularını da anlamak gerekiyor. O arkadaşlara planlama sunuyoruz, o arkadaşlar da gelecek ve biz gideceğiz. Böyle bir şeyi aktarırken, onun heyecanını ve mutluluğunu yaşarken, birden incir ağacı diktiler ocağımıza, dediler sürgün var. O arkadaşın yüz ifadesini unutmak mümkün değil, biz de yarattığı şoku unutmak mümkün değil. Bir taraftan o arkadaşlar için üzülüyorsun, bir taraftan da doğal olarak insan şunu düşünüyor; acaba düşman sezdi mi? Ne yapacağız ne edeceğiz, bir plan arıyoruz ki o arkadaşları alıp gidelim. En son temsilci arkadaşa söyledik, o da dedi “gidin idareye söyleyin, zaten gidecekler  bari görmek istediğimiz arkadaşlarımız bizim odalarımızda kalsın, sabah alıp götürürsünüz” İdare bunu kabul ederse beş arkadaşın yerini de değiştireceğiz, böylelikle  bu beş arkadaşı odamıza alıp akşam firar edeceğiz. Böyle bir plan yürüttük fakat tutmadı. Bu arkadaşlar o gün sürgün edilerek Bingöl’den götürüldüler.

HELAL OLSUN! KAŞIKLA TÜNEL KAZMIŞLAR

Çıktığınız  an ne yaptınız? Planınız neydi?

Osman KILIÇ: Arkadaş da anlattı, üç grup halinde, bir grup Amed eyaletine, iki grup Erzurum eyaletine gidecektik. Farklı yönlere dağılacaktık. Ama şunu da koyduk, eğer araba olursa kısa sürede randevu yerine gideceğiz. Her birimiz kaç yıldır dağdan kopuğuz,  o arkadaşlar daha iyi bilir. İsterse bizi dağıtır, herhangi bir eyalete gönderebilirler. Biz öncelikle onların yanına sağlam gidelim, grup halinde, ondan sonra o arkadaşlara bırakalım inisiyatifi dedik. Öyle de gittik, araçla  gittik. Gece yarısı randevu yerine ulaştık. O akşam arkadaşlara seslendik, bir cevap alamadık. Sanırız randevu yerinin örgütlenmesinde bazı sorunlar olmuştu. Ertesi gün ikişer ikişer dört arkadaş araziye dağıldık. Gerilla arkadaşları aradık bulamadık. Öğleye doğru firar konusu hemen basına yansıdı. Zaten hava hareketliliği başlamıştı, öncelikle keşif uçakları çok geniş bir arazi üzerinde dolaşıyordu Ama daha sonra demek ki görüntülerimizi almışlardı ki çemberi daralttılar. Düşman fark etti bizi. Karşı koyabilecek hiç bir şeyimiz yoktu. Böyle yakalanarak, kelepçelendik, Bingöl tugayına götürüldük.

Yakalandığınızda askerler size ne gibi yaklaşımlara, nasıl uygulamalara maruz kaldınız?

İlkin ben ve bir arkadaştık. Kuru bir ağacağın yanına uzanmıştık. Burada işte teslim olun etrafınız kuşatıldı seslerini duyduk. Ben o zaman yanımdaki arkadaşa asker noktaya girmiş dedim. Konuşmamızla askerler bizi fark etti, teslim olun falan diyorlar.  Ama komple titriyordu. Ben dedim “korkma ne silahımız var, ne kimse var burada” Ondan sonra adam nutuk atmaya başladı, “ben korkmuyorum, gerekirse devletim ve vatanım için şehit düşerim” falan diyor. Ben de dedim “Allah duanı kabul etsin...” Kimi arkadaşlar yerlerinden kalkmadılar. Kalk diyor asker, onlar yok diyor kalkmayacağız. Arkadaşların üzerine gittiler, fiziki müdahalede bulundular.

Cezaevinden kaçtığınız için sizi tebrik edenler olmuş...

Mehmet Ali Şahin sanırım “bunlar her ne kadar terörist de olsalar başarılı bir iş yapmışlar” diyor. Ve ekliyor “hepsinin tecrit edilmesi lazım.” Böyle bir öneri de yapıyor. Biz arazide olduğumuz zaman bizi tutuklamışlardı. O anda kendi aralarında konuşurlarken bile, “helal olsun, adamlar kaşıkla yüz metre tünel kazmışlar” diyorlardı. Adam şunu söylüyordu, bize saldıran komutan, “yani gel kaşıkla yüz metre tünel kaz sonra gel Orta Çanak’ta – Orta çanak bizim yakalandığımız yerin adıydı- yakalan” adam bizim adımıza da üzülüyor gibi yapıyordu.

Yakalandıktan sonra neler oldu?

Devrim Kavak: Tabi ki sürgün edildik. Biz toplam 18 arkadaştık firar edenler. Biri kaçtığı için 17 kişi kalmıştık. Bölge mahkemesinin denetiminden çıkarmıyorlardı, bizi de Van’a F tipine sürgün ettiler.

DEVAM EDECEK

...