Yiğitalp: Suruç ve Ankara'da hendek mi vardı ki, saldırı yapıldı?

Yiğitalp, özyönetimin hendeklere indirgenmesine tepkili. Suruç ve Ankara katliamları ile şehitlik ve mezarlıklara yapılan saldırıları hatırlatan Yiğitalp, "Buralarda hendek mi vardı ki, katliam ve saldırı yapıldı?" dedi.

Halkın özyönetim direnişine yakından tanık olan HDP milletvekili Sibel Yiğitalp, özyönetimin hendeklere indirgenmesine tepkili. Suruç ve Ankara katliamları ile şehitlik ve mezarlıklara yapılan saldırıları hatırlatan Yiğitalp, "Buralarda hendek mi vardı ki, katliam ve saldırı yapıldı?" sorusunu sordu.

HDP Amed Milletvekili Sibel Yiğitalp, halkın Silvan, Bismil ve Cizre'de Saray'ın savaşına karşı aylardır sürdürdüğü özyönetim direnişinin yakın tanıklarından.

Halk tarafından öz savunmayla korunan mahallelere giren ve sıkça ölümle burun buruna gelen Yiğitalp, özyönetimin anlamından savaş bölgesinde milletvekilliğine kadar birçok soruya yanıt verdi. Yiğitalp, kuşatma altına alınan mahallelerde tanık olduğu acı olayları anlatmakta zorlandı.

KENDİMİZ OLARAK YAŞAMAK İSTİYORUZ

Neden özyönetim sorusuna yanıt veren Yiğitalp, Kürt halkının son 40 yıldır yürütülen mücadele ile görünür hale geldiğini ancak bunun yetmediğini anlattı. "Biz Kürtlerin statü sorunu var" diyen Yiğitalp, "Özyönetim Kürt halkının kendi kimliği, kültürü ve dili ile varlığının sembolüdür. Biz kendi yaşam alanlarında kendimiz olarak yaşamak istiyoruz" dedi. Demokratik özerkliğin, "ortak ve çoğulcu yaşam modeli" olduğunun altını çizdi, "Sadece Kürtlerin değil örneğin Karadeniz'de, Ege'de yaşayan halkların da yaşam modeli olmalı" dedi.

Askeri, ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel olarak örgütlü olan bir devlet varken, özyönetim nasıl yaşam bulacak?

Yiğitalp, bu soruya yanıt verirken, kanton sisteminin olduğu Avrupa ülkelerini hatırlattı, "Onlar bölünmemişler ve beraber yaşamayı öğrenmişler. Neden biz yapamayalım ki?" diye sordu ve ekledi: "Türk devletinin üstün teknolojik silahlara sahip olduğunu biliyoruz ancak bu halkın iradesinin de çok güçlü olduğunu biliyoruz. Bunun bedeli elbette çok ağır. Ama başka bir yolu da yok. Devletin bizim için 'Tanıyoruz' demesi bir lütuf değil. Biz varız ve eşit bir şekilde bir arada yaşamaya varız. Bunun yolunun da özyönetimden geçtiğini çok iyi biliyoruz."

Özyönetim öz savunma ile birlikte anıldı. Özyönetimin ne olduğu halka tam olarak anlatılabildi mi?

Bu konuda eksikliklerin olabileceğini söyleyen Yiğitalp, “Ancak bizim eksikliğimizin ötesinde devletin çok yoğun saldırıları ile ilgili bir durum. Özyönetimin örgütlenme araçları olarak kadın meclislerimiz, mahalle meclislerimiz var. Ancak bunlar görülmüyor ve özyönetim sadece öz savunma hatta hendek üzerinden tartışılıyor” dedi.

Yiğitalp, özyönetimin sadece öz savunma ve hendekler üzerinden tartışılmasına tepkili. Konuyu bu şekilde tartışmayı devletin manipülasyonuna kapılma olarak tanımladı ve "Özyönetimin tüm halkların ihtiyacı olduğunu söylemektense, hendek tartışmasıyla bu gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyorlar" dedi.

HALK MANİPLASYONA KAPILMADI

Öz savunmanın olduğu bölgelerdeki halkın devletin bu manipülasyonuna aldanmadığının göstergesinin seçim sonuçları olduğunu belirten Yiğitalp, "Halk özyönetimi kabul etmemiş olsaydı özyönetim ilan edilen yerlerde sonuç devletin istediği gibi olurdu ama olmadı. Halkın neden özyönetimlere ihtiyaç duyduğunu anlarsak, bugün hendekleri konuşarak meselenin özünü kaçırmış olmayız" diye konuştu.

Yiğitalp, öz savunmanın tartışılmasız bir hak olduğunun altını da çizdi, "Gerçek şu ki, AKP iktidarı halka karşı savaş açtı ve yok etmek istiyor" dedi.

BİR HALKA TOPYEKÜN SAVAŞ AÇILDI

Suruç ve Ankara katliamları ile şehitlik ve mezarlıklara yapılan saldırıları hatırlatan HDP Amed Milletvekili Yiğitalp, "Buralarda hendek mi vardı ki, katliam ve saldırı yapıldı?" diye sordu. Yiğitalp, "Bizim görmemiz gereken bir halka topyekün savaş açıldığı gerçeğidir. Varto'da, Lice'de mezarlıklara yapılan saldırıları, Ekin Wan ile Hacı Birlik'in cenazelerine yapılan işkenceyi hendekle açıklamak mümkün mü?" dedi.

Saray'a bağlı özel kuvvetlerin günlerce kuşatma ve saldırı altında tuttuğu mahallelerde, onlarca can kaybı yaşandı. Yüzlerce ev ve işyeri kullanılmaz hale geldi. Saldırıların her geçen gün artan dozajı, göçe neden oldu mu?

Yiğitalp'in yanıtı şöyle: "1990'lı yıllarda milyonlarca insan köylerinden büyük metropellere göç etmek zorunda bırakıldı. Kimliksizleştirildiler, yoksulluk ve yoksunluğa mahkum edildiler. Hafızası, kendi geçmişi kalmadı. Silvan'da özyönetim ilan edilen 2 mahallede yaşayanların büyük bir kısmı, 1990 döneminin göçünü yaşamış insanlar. Şimdi o halk kalkıp yeniden İstanbul'a ya da büyük metropole göç etmez. Çünkü o büyük şehirlerde kaybolduklarını daha önce deneyimlediler. Bu nedenle kendi toprağından uzaklaşmadan en fazla başka bir mahalleye gidiyor."

SAVAŞ SAHASINDA MİLLETVEKİLİ OLMAK

Halkın direnişinin içinde yer alan Yiğitalp, savaş döneminde milletvekili olmanın ne demek olduğunu da anlattı: "40 yıldır kanayan bir yaranın Meclis çatısı altında konuşabilme imkanını değerlendirmek için milletvekili seçildik. Ancak 7 Haziran'dan sonra yoğun bir savaş dönemine girdik ve Kürdistan'ın her yerinde neredeyse taziye evleri var. Özyönetim ilanları ile başlayan saldırılara karşı ruhen, vicdanen ve siyaseten halkın yanında olmanız gerekiyor. Bunun halkta karşılığı çok büyük. Bu açıdan milletvekilliği çok anlamlı. Ama devletin kurumları ile iletişim kurma olanaklarına sahip olamıyoruz. Teşbihte hata olmaz, bir örnek vermek istiyorum. İki takım maç yapar, kazanan tarafın holigonları her yeri yıkar, yakar. Böyle bir ortamda milletvekili olmanızın da bir anlamı olmuyor zaten."

CENAZELER BOZULMUŞTU, CİNSİYETİ BİLE BELİRLENEMİYORDU

Yiğitalp, 7 Haziran'dan bu yana onlarca acı olaya tanıklık etti, kendisini en çok etkileyen olayı anlatırken oldukça zorlandı ve "Tüm bunları kaldırmak gerçekten çok zor" dedi.

Yiğitalp'ın tanık olduğu olaylardan biri şöyle: "Cizre'nin Cudi Mahallesi'ndeydik. Patlama sesleri geliyordu. Mahallenin üst tarafındaki kasaphane bölgesinde çok sayıda insanı öldüğü söylendi. Halk yoğun ateşin altında cenazeleri alıp getirdi. 6 aylık bir bebek de vardı, bebek sağdı. Bebeğin annesi, gelinini kurtarmaya çalışan kayınbaba ve eşi öldürülmüştü. Bebeğin üzerinde kan vardı. Ancak annesinin kanı vardı. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle telefonlar kesik. 17 yaşındaki genç kadın da, Güney Kürdistan'daki eşine durumlarının iyi olduğunu söylemek için sabit telefon olan bir yere gidiyor. Konuşup çıkarken öldürülüyor. Cenazeleri, battaniyelere sarıp gece beklettik. Sabah da etlerin konulduğu Yafes Mahallesi'ndeki bir soğuk hava deposuna götürdük. Aradan biraz zaman geçti. Cenazelerin durumunu öğrenmek için bir arkadaş baktı ve gelip, 'Bir kadın, bir erkek cenazesi var' dedi. Oysa biz, iki kadın bir erkek cenaze getirmiştik. Bir kişi daha gitti, bakıp geldi, aynı şeyi söyledi. İnsanın ruhunun kaldıracağı şeyler değil bunlar. Kimse çıkartamadı cenazenin kadın mı erkek mi olduğunu. Cenazeler o kadar bozulmuştu ki, cenazelerden birinin kadın olduğunu dahi anlayamadık. Çok trajiktir bu. Biz bunları yaşarken, Başbakan sivillerin ölmediğini söylüyordu."

YAŞADIKLARIMIZI ÇOCUKLARIMIZ YAŞAMASIN

Bundan sonra ne olacak?

HDP Milletvekili Yiğitalp'in soruya yanıt net: "Devlet bu sorunu ölümlerle çözemeyeceğini çok iyi biliyor. Ancak iktidarını kaybetmemek için savaşı sürdürmeye çalışıyor. Bizlerin ne yapacağı da ortada, mücadeleyi, direnişi sürdürmek. Biz bundan sonraki kuşaklara barış içinde bir toplum bırakmak istiyoruz. Yaşanılabilir bir ülke getirmek gibi bir derdimiz var. Yaşadıklarımızı çocuklarımız yaşamasın. Çocuğunu defneden bir gerilla annesi yürekten 'Artık polis ve asker ölmesin' diyor. Bunun kadar kıymetli bir şey olamaz."