'Yaşam hakkını ihlal eden devlet, olayı PKK'ye yıkmaya çalıştı'

İHD ve TİHV, Cizre'deki halk ve devlet yetkilileriyle görüşerek bir rapor hazırladı. Raporda, devletin yaşam hakkını ihlal ettiğine dikkat çekildi.

İHD ve TİHV, Cizre'deki halk ve devlet yetkilileriyle görüşerek bir rapor hazırladı. Raporda, devletin yaşam hakkını ihlal ettiğine dikkat çekilirken, şu bilgiye de yer verildi: "Araçları taranan yurttaşlara güvenlik güçleri tarafından, saldırının PKK militanları tarafından gerçekleştiğine dair tutanak imzatılmak istendiği görgü tanıklarının beyanları ile tespit edilmiştir."
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Şırnak'ın Cizre ilçesindeki devlet terörüne ilişkin rapor hazırladı.
İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Amed Şube Başkanı Raci Bilici, İHD MYK Üyesi ve Bölge Temsilcisi Abdusselam İnceören, İHD MYK Üyesi ve Akdeniz Bölge Temsilcisi Yasemin Dora Şeker, İHD MYK Üyesi Şevket Akdemir, İHD MYK Üyesi Vetha Aydın, İHD Batman Şube Başkanı Mehmet Bağıtır, İHD Şırnak Yönetim Kurulu Üyesi Yusuf Vesek, İHD Şırnak Üyesi Abdulkerim Pusat, TİHV AmedTemsilcisi Barış Yavuz'un yer aldığı heyet, yaşamını yitiren sivillerin aileleri, görgü tanıkları, çatışma sırasında can ve mal tehdidi ile karşılaşan halk ve resmi yetkililerle görüşmelerde bulundu.

YAŞAMINI YİTİRENLER

Raporun giriş bölümünde, yaşamını yitirenler şöyle açıklandı:
"Baran Çağlı - (7 yaşında) 
Mehmet Emin Yanaş - (10 yaşında) 
Eyüp Ergen - (30 yaşında / Sağlık Görevlisi)
Mesut Sanrı - (39 yaşında / DEDAŞ Görevlisi)."

OLAYA TANIK OLANLARIN BEYANLARI

Raporda, devlet terörüne tanık olanların anlatımlarına ise şu şekilde yer verildi:
Abdullah Öztanrı – (Yaşamın yitiren Mesut Sanrı’nın dayısı):
"Saat 13.00 civarında Nur mahallesinde silah sesleri gelmeye başladı. Her gün silah sesleri geldiği için, bize müzik sesi gibi geliyor. Aradan yarım saat geçti. Benim oğlum aradı. ‘Baba bizim Mesut yaralandı, hastanede’ dedi. Hemen hastaneye gittik. Maalesef acı haberi orada aldık. Gelen silah seslerinde, oradaki tabura saldırı olmuşsa ne olmuşsa artık, bilmiyorum. Keskin nişancılar da nöbet kulübelerinde tek kurşunla arabanın arkasına ateş açmış. O da arkada oturunca, kurşun sırtına denk gelmiş. TEDAŞ aracı özelleştirildiği için, sivil araçlar kullanıyorlar. Ancak resmi plakalı, arkadan tek kurşunla sırtına ve iç organlarına isabet etmiş. İç kanama ve beyin kanamasıyla ölmüş. O arada morgda savcıyı beklerken ikinci bir acı haberi aldık. Hastanede hemşir olarak çalışan birisinin daha vurulduğunu duyduk. Bizim bildiğimiz bu. Yanında arkadaşları vardı. Onlar görgü tanığıdır, taziyeden kaynaklı daha onlarla görüşemedik. Hastanede bazı şeyleri duyduk. Yaralanan hemşir’i almak için, ambulansların gitmesine izin verilmediğini duyduk. Arkadaşları ile konuştum. ‘Bilmiyoruz’ dediler, sadece ateş edildiğini söylediler. Arabada olan birisi var. Net bir şey söylenmedi. Arkadan ateş edilmişti, çektiğimiz fotolar var. Arabayı emniyet aldı. Biz daha hastanede  otopsi işlemleri ile uğraşıyorken, onlar aracı alıp emniyete götürmüşler. Saat 12.00 civarında silah sesleri geldi. Bize saat 13.30 civarında bilgi geldi. Savcı çok geç geldi. Olay saat 13.30’te olmuş. Savcının geç gelmesinden dolayı, gece 23.00 civarında hastaneden çıkıp, Diyarbakır’a gidebildik. Ön otopsi Cizre de yapıldı. Ayrıntılı otopsi için Diyarbakır’a gönderildik. 4 cenazeyi beraber getirdik. İlk önce cenazelerin ayrı ayrı ve farklı yerlere göndermek istediler. Birlikte olursa provokasyon olur deyip, ayrıştırmak istediler. Daha sonra hepsini birlikte gönderdiler. Bizi neden bu kadar beklettiklerine bir anlam veremedik. Orada bir hudut taburu yukarısında da tank taburu var. 500 metre mesafe var. Karakol polis merkezi orada yok. Saldırının yapıldığı garnizon ve vurulma yeri arasındaki mesafe 400 metre. Aynı cadde. Vurulma, olay ve ölüm olayı gerçekleşti. Ama tam olarak noktayı bilmiyoruz. Uzun bir cadde. Araç beklemeden geldiği için tam yerini bilmiyoruz. Yani içinde vurulan araçla, Mesut’u hastaneye getirmişler. Alanda herhangi bir uyarı levhası yok. Olayın olduğu yer çevre bir mahalle. Morgun içinde hastaların başında, acilde bile özel harekât polisleri bekliyordu. Bakışları ve bağırmaları ile bizi tehdit edip korkutmaya çalışıyorlardı. Zırhlı araçlar orada bekliyordu. Ailelerin tepkisiyle çekildiler. Savcının gelmesiyle birlikte tekrardan özel harekât polisleri uzun namlulu silahları ile hastanenin içine girdiler."
Hacı Ergen – (Yaşamın yitiren Eyüp Ergen’in ağabeyi):
"24 saatlik bir nöbetteydi. O gün nöbeti değildi. ‘Abi bir çocuk çok hasta, ona bakıp geleceğim’ deyip hastaneye gitti. Saat 10.00, 10.30 civarında nerede kaldı diye sordum. Telefon açtım. Hastanede olduğunu söyledi. ‘Çocuklara bakıp geleceğim’ dedi. Saat 12.00’de silah sesleri geldi. Bende olayın olduğu caddedeydim. Her taraftan silah sıkılıyordu. Üzerimize sıkıyorlardı. Sivillere sıkıyorlardı. Zorlukla eve gidebildim. Gittiğim gibi Eyüp’ü aradım. Yarım saat, 1 saat geçti cevap vermedi. Sonra hastaneyi aradım. Bana ‘şu anda toplantısı var’ dediler. Meğer hepsi biliyor ama yaralıdır, onu kurtarırız diye düşündüklerinden bize söylemiyorlardı. Yarım saat sonra duyduk. Ve hastaneye gitmek için evden çıktım, ama üzerimize silah sıkıyorlardı. Gördükleri her sivile silah sıkılıyordu. Sonra hastaneye geldim. Olayın nerede olduğunu ve kendisinin de nerede olduğunu dahi bilmiyordum. Ölmüşse bile cesedini gösterin dedim. 1 buçuk saat boyunca ambulansın gitmesine izin verilmedi. Bir insanın bile yanına gitmesine izin verilmedi. 1 buçuk saat boyunca yaşamaya tutunmuş, o ve 2 arkadaşı arabayla gitmişler. Bu silahlı ya da olaylara bulaşan olay çıkaran birisi değildi. Sadece insanların yaşamı için çalışan biriydi. Bu düzeyde çalışıyordu. Buraya gelenler, özel kişilerdi. Sadece sivil insanları öldürmek için gelmişler ve para karşılığı ile buraya gönderilen kişilerdir. Bugün bizi öldüren polis ve asker değil, onlarda bizim gibidir. Bizde askerlik yaptık. Bu ekipler, özel olarak sivilleri öldürmek için buraya gönderildi. Erdoğan’da kendi saltanatı için bunu yapıyor. 3 yıl IŞİD’e yardım etti. Şimdi de bizim üzerimize saldırtıyorlar. Yaralandığı zaman onunla birlikte olan diğer sağlıkçı arkadaşları hastaneyi arıyorlar ve ambulans istiyorlar. Eyüp yaralanmış acil ambulans gönderin demişler. Kurşun kafasına isabet etmişti. Tek bir kurşun ile yaralanmış. 3 dakika sonra ambulans geliyor ama yolu kapatıyorlar. Gelenlerde silahla saldırıyorlar. Onlarında üzerine kurşun yağdırıyor, bu nedenle gidemiyorlar. 1 buçuk saat sonra ambulans olay yerine geliyor ancak gelenlere de silahla saldırılıyor ve müdahaleyle izin verilmiyor. Diğer sağlıkçılar sürünerek ve her şeyi göze alarak gidiyorlar. Ancak müdahale etmelerine izin verilmiyor. Basında da görüntüler çıktı. Zaten yanındaki arkadaşları da müdahale etmeye çalıştıkları halde, ateş edildiği için müdahale edemiyorlar. İkinci bir ambulans gidip kurşunların geldiği yöne doğru durup, kurşunların sivil halka isabet etmelerini engelledikten sonra Eyüp’ü alabiliyorlar. Zaten görüntülerde de her şey görünüyor. İlk dakika müdahaleye izin verilmiş olsaydı, yaşamını yitirmezdi. Saat 12.00 civarında çatışma çıkıyor. Mesut 13.30 civarında vurulmuştu, Eyüp’te 14.00 civarında vuruldu. O sırada oradan kim geçseydi, vurulurdu. Hiçbir ayrım yapmadan silah sıkıyorlardı. Zırhlı araçlar Kültür merkezi inşaatının olduğu tepede konumlanmıştı. Sokağın karşısında garnizon mevcut. Kültür merkezi inşaatının orasında bekleyen zırhlı araçlardan ve caddenin tam karşısında bulunan kulübeden ateş açılıyordu. Kültür merkezi inşaatında olan 19 işçi geç saatlere kadar orada mahsur kaldılar. Daha sonra elleri yukarıda ve tek sıra halinde inşaattan çıkmalarına izin verdiler. Ve gözaltına alındılar. Sabah ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldılar. Eyüp’ün içinde vurulduğu araç, akşam 20.30 civarında yakıyorlar. Delilleri yok etmek için yaktılar. Araç sahibine de, ‘gel bu tutanağı imzala’ demişler. Tutanakta KCK onu öldürdü aracı yaktı diye yazılıyormuş, bunu imzalarsan sana yardımcı oluruz, sana araçta alırız demişler. Arkadaşı da kesinlikle bunu kabul etmediğini, ‘dünyayı başıma bile yıksanız imzalamayacağım ve gerçekleri dile getireceğim’ deyip imzalamamış."
Kasım Çağlı – (Yaşamını yitiren Baran Çağlı’nın babası):
"Olay saatinde Baran yanımdaydı. Ben de onu bakkala gönderdim. Olay daha başlamamıştı. Bende eve girdim. O sırada bir patlama sesi geldi. Birden bağırma sesleri geldi. Bana ‘Baran öldü’ dediler. Bende kalkıp dışarı koştum. Patlama sesi ile evimize yakın evin bahçe duvarı yıkılmıştı. Baran’ın yanına gittim. Onu kucağıma alıp, bir arabaya bindim. Ve hastaneye gittim. Zaten ölmüştü. Nur mahallesine yakınız. Kurşunla mı? Patlama sesimi? Yıkılan duvarın altında kalarak mı? yaşamını yitirdi bilmiyorum. Otopsi raporu çıktı. Sol kulağının altında mermi girmiş, sağ kulağının üstünde çıkmış. Silahın nereden geldiğini bilmiyorum."
Yusuf Ozar - (Yaşamını yitiren Mehmet Emin Yanaş’ın dayısı):
"Biz dükkândaydık. Silah sesleriyle herkes dükkânını kapattı. Bizde kapattık ve aracımıza binerek gittik. Dört yolla vardık. Hiçbir gerginlik kargaşa yoktu. Biz de köprünün yanından, jandarmanın önünden arabamızla eve doğru gittik. Nur taziye evine 20-30 metre kala arkadan bize silah sıktılar. Orada hiç kimse yoktu. Ne ortalıkta ne etrafımızda hiç kimse yoktu. Kesinlikle arkamızda kalan kulübeden bize ateş edildi. Araçta 6 kişi idik. İlk kurşun Mehmet Emin’in kafasına denk geldi. Normal bir kurşun değildi. Resmen kafasını paramparça etti. Kafasının yarısını resmen yok etti. Fişeği de ben çıkardım. Ucu sarı dip tarafı siyah idi. Savcılık gelmeyene kadar, hiç kimsenin ellemesine izin vermedim. 100 polis geldi. Herkes şok olmuştu. Fotosunu çekmek istedim, ama izin verilmedi. Kuzenim şofördü. O bizi kurtardı. Arabaya 4 fişek denk geldi. Arabanın lastiği de kurşunlarla patlatıldı. Ancak kuzenim durmadı ve arabayı sürdü. O bizi kurtardı. Arabayla eve kadar gittik. Ambulansı aradık, yardım istedik ama kimse gelmedi. Keskin nişancılar tarafından ateş açılıyordu. Çünkü seri ateş söz konusu değildi. Tek tek ve hedefe doğru ateş ediliyordu. 1 buçuk 2 saat sonra, 2 ambulans geldi. Ancak onları da nizamiyenin önünden geri çevirdiler. Kimse yardımımıza gelemiyordu. 2 saat sonra belediyenin cenaze aracı geldi. Zaten çocuk yaşamını yitirmişti. Hiçbir müdahale yapılmadı, direk morga getirildi. Saatlerce yaralı bir şekilde aramızda kaldı. Ambulans yarım saat sonra yakın bir yere gelmişti. Ancak gelmesine izin verilmemişti. 2 saat boyunca o haliyle aramızda kaldı. O keleş değildi. Daha büyük bir silahtı bence. Biz morgda iken savcı geldi, bizi çağırıp bize ne dedi biliyor musunuz? “Siz bu çocuğun kafasını ezmişsiniz’ dedi. Ben hatta kızdım, bağırdım ama arkadaşlar beni engelledi. Savcının söylediği şey, siz bu çocuğun kafasını araba ile ezmişsiniz. Olayı biz yaşadık. Biz gördük ve tanık olduk. Ancak savcı ‘siz ezdiniz’ diyor. Bende karşı çıkınca, ‘git o arabayı buraya getir bakalım’ dedi. Bende ‘eğer kendinize güveniyorsanız bana bir ekip ver, gidip o aracı getireyim’ dedim. Savcı da ‘yok ben sana ekip mekip veremem kendin git arabayı getir’ dedi.  Aracı dün emniyete ben götürdüm. Arabayı yıkamacıya bırakmıştım. Bugünde beni aradı. Aracın içinde 2 parça kafatası kemiği bulmuş. Mermiyi şoförün arkasındaki korumalık olan bölümden çıkardım. Çocuk devamlı arabada ayaktaydı, hep etrafa bakarak giderdi. Mermiyi görünce kimsenin ellemesine izin vermedim. Savcı gelene kadar kimseye elletmedim. Garnizonda yetkili birisi geldi. ‘Ben kamerayı izledim. Bu aracın başına ne geldiyse, hepsini izledim ve orada kayıtlı’ dedi. CD’yi izleyeyim dedim ama izin vermediler. Araç 20-30 metre garnizonun uzağında, görüş mesafesi içerisindeydik."
Sabri Enük (Yaşamını yitiren Eyüp Ergen’in çalışma arkadaşı):
"Ambulansın gelmesi için denemediğimiz yol ve görüşmediğimiz kimse kalmadı. Tüm kanalları kullandık. ‘Silah sıkmayın ben kendim gidip müdahale edeceğim’ dedim. Ancak izin vermediler. 3 defa gitme girişiminde bulundum, ama gidemedim. Saatler sonra 2 ambulans geldi. Onlara da kurşun yağdırıldı. Onlar da can havliyle kendilerini içeri attılar. Eyüp kurşunla değil, kan kaybından öldü. Nereden ateş edildiğini tam görmedim, ama aracın ön camından içeri girdi. Kültür merkezinin orasında zırhlı araçlar duruyordu. Oradan sıkıldığını düşünüyorum. Ben şoförün yanındaydım. Kurşun beni geçip, arkada oturan Eyüp’e denk gelmiş.  Eve gidiyorduk, önümüzde yaşlı bir adam ‘bu tarafa gelmeyin’ dedi. Bizde diğer yolla saptık. O da duvarın dibinde kendini koruma altına almıştı. Kendimizi Botan caddesine bıraktık. 100 metre ilerledik. Cadde üzerinde bir bakkal vardı. O da kapalıydı. Oraya vardığımız gibi bir ses geldi. Arabanın ön camına denk geldi. Bana değdi zannettim. Şerife baktım o da iyiydi. Eyüp hiç aklıma gelmedi. Sonra biz arabadan kendimizi attık. Yüz üstü bakkala kadar süründük. Ve arkadaki eve gidip saklandık. Ev sahibi ‘hiç çıkmayın saklanın’ dedi. Sonra Eyüp’e ulaşmak için herkesi aradık ve ateş etmemelerini söyledik. Ama hiçbir şey yapılamadı. En son gelen 2 ambulans ve halk sayesinde oradan çıkarabildik. Garnizona yapılan saldırı, bize yönelik gerçekleşen saldırıdan 2-3 saat önce olmuştu. İlk başta yaralı güvenlik güçleri hastaneye getirilmişti. 3 sivilde saldırından saatler sonra yaşamını yitirdi. Ve seri bir atış yoktu. Tek atışlar yapılıyordu. Ölüm ve yaralamalarda görgü tanığı, şüpheli, yaralı ve ölen kişilerden barut ve parmak izi alınır.  Ancak bu olayda hiçbir şekilde bu örnekler alınmadı. 2 gün boyunca ellerimi bile yıkamadım. Ancak bu güne kadar ne bir örnek alındı, nede ifadelerimize başvuru yapıldı."
Mehmet Şerif – (Eyüp Ergen’in çalışma arkadaşı ve araç sahibi):
"Aracım yakıldı ve bunun üzerine önceden hazırlanan bir tutanak imzalamam istendi. Ancak imzalamadım. Tutanakta şunlar yazılıydı. “Garnizon komutanlığına ve aracıma saldıran kişilerin, aynı kişiler olduğunu düşünüyorum. PKK/KCK Terör Örgütü tarafından yapıldığını düşünüyorum” şeklinde ibareler vardı. Bunları kabul etmediğimi, arcımın çatışmaya girmediğini, arkadaşımın çatışmaya girmediğini, çatışma esnasında yaşamını yitirmediğini, tek atışlık silahlarla yaşamını yitirdiğini, 2 saat boyunca araçta yaralı bir şekilde kaldığını, kimsenin müdahale etmesine izin verilmediğini, yaralı kişinin sağlıkçık olduğunu, ‘silah sıkmayın ona müdahale edelim’ dememize rağmen izin verilmediğini ve bilmediğimiz yerden tek atışlık ateş edildiğini söyledim. Ve bu tutanağı kabul etmeyeceğimi söyleyerek imzalamadım."

HEYETİN RESMİ YETKİLİLERLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELER

Cizre Kaymakamı Ahmet Adanur ile görüşen heyet, Adanur'un beyanlarını ise "Daha çok sivil ölmüyorsa, bu emniyetin tutumundan kaynaklıdır. Yoksa siviller daha fazla ölürdü. Eninde sonunda bu sokakları açacağız. Bu ölenlerin, çocuklar için demiyorum ama diğerlerini sivil olduğunu bilmiyoruz" şeklinde aktardı.
Heyet, Kaymakam Adanur ile görüşmelerine ilişkin, "Karşılıklı düşünceler paylaşılmış, ancak bu görüşme neticesinde sivillerin can güvenliğinin sağlanması, sağlıkçıların bu ortamda korunması ve çalışma koşullarının kolaylaştırılması gerektiği hususlarında dile getirdiğimiz  kaygılarımızı giderecek yanıtlar alınamamıştır" dedi.

TESPİT VE KANAATLER

Heyet, 27 Ağustos'ta yaşanan çatışmanın ardından 2’si çocuk 4 kişinin yaşamını yitirdiğine dikkat çekerek, "Yaşamını yitirenlerin ilçede yaşayan sivil yurttaşlar olduğu, ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak ve vücutlarına isabet eden tek mermiyle yaşamını yitirdikleri, bu durumun tıbbi raporlarla netlik kazandığı ve bu sebeple de yaşam hakkı ihlalinin gerçekleştiği tespit edilmiştir" dedi.
Heyet, görgü tanıklarının olaya ilişkin beyanlarında; kendilerine açılan ateşin seri atışlar yapan silahlardan atılmadığını, tek ve aralıklı atışlar yapan silahlardan atıldığını, bu nedenle de yaşamını yitiren sivillerin çatışmadan sonra ve çevrede bulunan binalara konuşlanmış keskin nişancılar tarafından vurulduklarını tahmin ettiklerini ifade ettiklerini aktardı. "Bu beyanlara göre; yaşamını yitiren 4 sivil yurttaşın, güvenlik güçleri tarafından yargısızca infaz edildikleri şüphesi heyetimizde kuvvetli bir şüphe oluşturmuştur" denilen raporda, şunlar kaydedildi:
"Yaşamını yitiren yurttaşların yaralandıkları sırada yanlarında bulunan görgü tanıkları, yaralanan yurttaşları hastaneye sevk etmek istediklerini, buna karşın güvenlik güçleri tarafından açılan ateşin sürdürüldüğünü ve bu nedenle müdahale edemediklerini ifade etmişlerdir. Güvenlik güçleri tarafından engelleyici bir tutum gösterildiğini, yaralı yurttaşların saatlerce olay yerinde bekletildiklerini ve bu nedenle yaralı yurttaşların olay yerinde yaşamını yitirdiklerini ifade etmişlerdir.
Araçları taranan yurttaşlara güvenlik güçleri tarafından, saldırının PKK militanları tarafından gerçekleştiğine dair tutanak imzatılmak istendiği görgü tanıklarının beyanları ile tespit edilmiştir. 
Heyetimiz, sivil yurttaşların tehdit içeren durum ve olaylar karşısında, anayasal bir hak olarak güvenlik güçleri tarafından korunmadığını, aksine hedef gözetilerek infaz edildiği, ardından da delilleri karartmaya yönelik bir yaklaşım içerisinde olduğu kanaatine ulaşmıştır."

HEYETİN YANIT ARADIĞI SORULAR

Heyet, raporda şu sorulara yer verdi:
"Yaşamını yitiren sağlık personeli Eyüp Ergen isimli yurttaşın, vurulduğu sırada içersinde bulunduğu araç, gece 22.00 sıralarından kim tarafından ve neden yakılmıştır? Burada amaçlanan olası bir soruşturma olayına ilişkin delilleri ortadan kaldırmak mıdır?
Yaşamı yitiren sivil yurttaşların yanında bulunan ve saldırıya maruz kalan yurttaşlara, güvenlik güçleri tarafından saldırının PKK militanları tarafından gerçekleştirildiğine yönelik tutanak hazırlatıp, imzatılmak istenmesinin nedeni nedir? Hukuki değerlerle bağdaşır hiçbir yanı olmadığı anlaşılan bu uygulama ile ilgili yurttaşların beyanı alınmış mıdır? Alınmış ise söz konusu güvenlik güçlerine mensup kişiler hakkında bir soruşturma açılmış mıdır?"

'ENDİŞE VE KAYGILARIMIZ ARTIYOR'

Devlet terörünü kınayan ve olayların bütün boyutları ile açığa çıkartılması amacıyla etkin bir soruşturma başlatılmasını talep eden heyet, şunları belirtti:
"Heyetimizce yapılan tespit ve incelemeler sırasında kendileri ile görüşme sanıkları görgü tanıklarının, ateş edildiği belirtilen yer ile sağlık personeli Eyüp Ergen’nin yaşamını yitirdiği yer arasındaki mesafe 700 metre olarak heyetimizce tespit edilmiştir. Bu nedenle 700 metrede etkili olabilecek silahların devlet envanterinde bulunan kayıtlar arasında bulunup bulunmadığına yönelik kamuoyu ile paylaşılması heyetimizce önerilmektedir. Bu halde etkin bir soruşturmanın önemli bir deliline ulaşılması sağlanabilecektir.
26 Ağustos 2015 tarihinde açıkladığımız ‘Silvan Olayları Raporu’nda da ayrıntılı bir şekilde irdelediğimiz üzere devlet tarafından korunması gereken yurttaşların yaşam hakkı korunmamış ve en ağır hak ihlalinin bir kez daha yaşanmasının önüne geçilememiştir. Burada bir kez daha devlete ulusal ve uluslararası belgelerle tanımlanmış olan yaşam hakkının korunmasına ilişkin pozitif ve negatif yükümlülüklerini hatırlatıyoruz. Bu yükümlülüklerini yerine getirmediği bu tarz olaylarda soruşturmalarının takipçisi ve tarafı olacağımızı önemle belirtiyoruz.
Heyetimizce yapılan incelemeler sırasında da GSM operatörlerinin ağları üzerinden internete ulaşım kesintileri yapılmıştır. Herhangi bir yargı kararı olmaksızın kişilerin anayasanın 22. maddesi ile korunan haberleşme hürriyeti ile 26. maddesindeki düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti keyfi olarak sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırma aynı zamanda Cizre dışındaki diğer yurttaşların haber veya fikir almak ile vermek haklarını da ihlal edilmiştir. İnternete erişilememesi bu hakkın kasten engellendiğini ortaya çıkarmaktadır. Bu şekilde sınırlandırmaya sebebiyet veren kişi ya da kurumlar hakkında adli ve idari soruşturmaların başlatılması gerekmektedir. 
12 Ağustos 2015 tarihinde ‘Şırnak Silopi Olayları Raporu’nun sonuç ve öneriler başlığı altında yer verilen, 28 Ağustos 2015 tarihli gerçekleşmesi olası operasyonların yeni hak ihlallerine yol açacağı yönündeki endişelerimizde, maalesef bir kez daha haklı olduğumuzu ortaya çıkarmıştır. Bu endişe ve kaygılarımız her geçen gün artarak devam etmektedir.

'HÜKÜMET GÜVENLİK POLİTİKALARINDAN VAZGEÇSİN; MÜZAKEREYE GEÇİLSİN'

Heyetimiz bir kez daha genel olarak çatışmalı süreç ile birlikte yaşam hakkı başta olmak üzere artan hak ihlallerine dikkat çekmektedir. Bu sebeple seçim hükümetini güvenlik politikalarından bir an önce vazgeçmeye ve yeniden çatışmazsızlığın sağlanıp, taraflara diyalog ve müzakereye dönülmesi çağrısını yinelemektedir."