GÖRÜNTÜLÜ

Süleymaniye’de yaşamdan notlar…

Süleymaniye'da sadece petrole dayalı ekonomi ve siyasi sınıfın toplumu, insanı, çevreyi hiçe sayan çıkar ilişkileri, toplumun her gözeneğine sirayet ederek, yeni bir toplum inşası önünde ciddi bir engel olarak duruyor.

Yeşilin tonlarının kaybolduğu manzaralar belirdiğinde, artık çok sıcak bir iklimin başladığını kestirmek zor olmadı. Dağlar bile bir çölü andırıyordu. Gökyüzünde saatler süren serin bir yolcuğun ardından, boğucu sıcaklar başladı. Uçaktan iner inmez, ilk karşılamayı yapan bu sıcak iklim oldu.  Temmuz ayının ikinci yarısında, hava tahminleri 45, 50 ve daha üstünde sıcakları gösteriyordu.

İlk izlenim bir fırına girmek gibiydi. Daha sonra bu sıcakta yaşamaya herkes gibi alışmaktan başka seçenek kalmıyordu.  Havaalanı oldukça küçüktü. Oysa burası uluslararası uçuşlara açıktı. Bir kaç günlük gözlemin ardından bunun nedenini tahmin etmek zor olmadı.

Süleymaniye’ye iniş yapmıştık. Havaalanından kent merkezine giden yolda, ilk göze çarpanlar, yarım kalmış binalardı. Bunun da nedenini çok geçmeden anlayacaktık.

Süleymaniye, köklü bir tarihi olmasına rağmen, tıpkı Ortadoğu’nun diğer bir çok şehri gibi yerleşik bir yolsuzlukla cebelleşiyor. Küçük hırsızlıklar yok. Günlük yaşamın kaygıları arasında küçük hırsızlıklar yer edinmiyor. Esnaf veya satıcının gönlü bu konuda rahattı. Satıcı rahatlıkla tezgahını bırakıp, başka işlerini görmeye gidebiliyor. Esnaflar arasında gözle görünür bir dayanışma var.

Tam bir düzensizlik ve keyfiyet hakim. Ancak bu düzensizlik içerisinde bir düzen de var. Her şeye rağmen günlük yaşam örgütleniyor. Süleymaniye sakinleri kendi haline bırakılmış bu kentte, olağan bir yaşam sürdürüyor. Kavga gürültü yok.

Tüm sokaklar her gün pazar yerine dönüşüyor: Sağlı sollu dükkanlar, yan yana dizilmiş dövizciler, telefon satıcıları, hediyelik eşya satanlar, “soğuk su var” diye bağıran çocuklar, kaldırımda oturmuş çeşitli bitkiler satan ileri yaştaki kadınlar, para dilenen genç kadınlar ve çocuklar...

Dilencilik gözle görülür bir şekilde artmış. Bir taksi şoförü bunların Araplar ve Kürtler olduğunu söylüyor. Özellikle Rojava ve Şengal’den gelenlerin, bu duruma düştüğüne dikkat çekiyor.

SÖMÜRÜ...

Dilenciliğin artışı, savaşlar ve DAİŞ vahşetinin bir sonucu olsa da, tek sonucu değil. Oteller, eskisi gibi ziyaretçi ağırlayamıyor. Bir çoğu, işçilerinin önemli bir kısmını işten çıkarmak zorunda kalmış.  Hesaplar, turist ziyaretlerinin sürekli artışı üzerinde yapılmış. Oteller de ve özellikle temizlik işlerinde yabancılar çalıştırılıyor. Hewler’de daha görünür olan bu durum, Süleymaniye’de de yoğun bir şekilde yaşanıyor. Ağır bir sömürü var. Dünyanın farklı yerlerinden getirilen bu insanlar, ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Kürdistan’ın bu parçasının zenginleri ve kendilerini ayrıcalıklı görenler, Körfez monarşilerindeki yaşamı kendi topraklarına taşımış. Bangladeşli, Etiyopyalı, Filipinli veya Nepalli kadınlar evlerde hizmetçi olarak çalıştırılıyor.

KONTROLSÜZ YOLLAR

Yoğun bir araç trafiği var. Çoğu lüks kategorisine giren araçlardan oluşuyor. Yaya geçitleri yok. İnsanlar araç trafiği arasında karşıdan karşıya geçiyor. Buna da alışmak gerekiyor, aksi halde yaşam yolun sadece bir tarafıyla sınırlı kalabilir. Bu bölgenin çalışan kesimlerinin arasına, trafik polislerini de eklemek gerekiyor. Ancak buna rağmen, yolların kontrolsüz olduğunu söylemek hiçbir şekilde abartı sayılmaz. Kuralsızlık hakim. Belki de tüm sürücüler kuralsızlık yaptıkları için olsa gerek, birbirlerini anlıyor ve uyum sağlıyor.

YARIM KALMIŞ BİNALAR...

Ağır bir tabela kirliliğinin göze çarptığı kentte, Türkiye’nin etkisi de yoğun bir şekilde hissediliyor. Dükkanlardaki malzemelerin çoğu Türkiye menşeli. İnşaat sektörü yine aynı şekilde, Türkiye’den gelen şirketlerin kontrolünde. Ancak son zamanlarda inşaat sektörü de krize girmiş. Süleymaniye’de yarım kalan binaları sorduğumuzda, ihaleyi alanların ya parayı alıp kaçtığı ya da yerel makamların şirketlere ödeme yapmadığı için binaların bu şekilde kaldığını söylüyorlar. Sokaklarda sık sık İbrahim Tatlıses’in şarkıları duyuluyor. Hewler’de Türkiye’nin etkisi günlük yaşamda ve siyasi hayatta çok daha ağır bir şekilde hissediliyor.

TÜRKÇE ÖZENTİSİ

Türkiye’nin yayılan etkisi, Türkçe’nin de cazibesinin artmasına yol açmış. Kentteki kısa bir karşılaşmada da buna tanık olduk. Kalaş isimli ayakkabıların yapıldığı bir dükkana girdiğimizde, dükkanın sahibi sıcak bir karşılamada bulundu. Orta yaşlardaydı. Üzerinde geleneksel Kürt kıyafeti var. Elleri boyalıydı. Yerde oturmuş, önündeki kütük üzerinde ayakkabı imal ediyordu. Bazı kaynaklara göre bin yıllık bir geçmişi var bu ayakkabıların. El emeği, kolay bir iş değil. Anlatmaya başladı dükkan sahibi. “Çok sağlam ayakkabılar. Eğer ıslatılmazsa ve sadece yaz sezonlarında giyilirse, dört yıl dayanır....” Sıcak iklim ayakkabısı kalaşın sağı solu yok. Deforme olmaması için sık sık ayakları değiştirmek gerekiyor. Dükkan sahibi eline aldığı küçük tahta parçalarını ayakkabının içine, vura vura yerleştirerek biçim vermeye çalışıyordu. İşine ilişkin yaptığı etkileyici sunum ardından, Türkçe öğrenmek istediğini söylemesi şaşırttı…

GERİLLAYA BÜYÜK İLGİ VE SEMPATİ

PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın da etkisi hiç olmadığı kadar artmış.  Pazarda gezerken, insanlarla konuşurken, gerilla ve Rojava Devrimi’ne olan sempati rahatlıkla anlaşılıyor. Seyyar satıcılar ve esnaflarda PKK, YPG ve YPJ bayrakları ile Öcalan’ın fotoğraflarına rastlanıyor. Bir köşe başında, satılan fotoğrafların ezici çoğunluğu kadın savaşçılardan oluşuyordu. Bir sergi gibi duran bu köşede, en fazla rağbet gören fotoğraflar kuşkusuz gerilla ve YPJ-YPG’liler oluyor. Bunu satıcı da teyit ediyor. Dikkat çeken bir fotoğraf daha var: Adolf Hitler. “Neden bunu satıyorsun” diye sorduğumuzda, kim olduğundan habersiz, satın alanların olduğunu söylüyor.  Alanlar da ne kadar tanıyor bilinmez. 

YERLEŞİK YOLSUZLUK...

Kentte bir çok hükümet kurumu işlevsiz görünüyor. Kentin haline bakıldığında valilik, belediye ve imar müdürlüğü bu işlevsiz kurumlar arasına kolaylıkla alınabilir. Kent sakinleri, tepkilerini her fırsatta ifade etseler de, bunlar örgütlü bir tepkiye dönüşmüyor. Oysa ki bölgedeki yolsuzluk herkes tarafından biliniyor. Tüm bir sistem zan altında bulunuyor. Zira yolsuzluk dışında her iş kesintiye uğruyor, yarım kalıyor ya da hiç başlamıyor.

KENTTEN MANZARALAR

Tüm bir kent yaşamını anlatmak kolay değil. Herkesin bir öyküsü var. Kent merkezindeki Mewlewi caddesinde, karalar giymiş, dudaklarının arasında sigara, saçlarını kısmen örtmüş yaşlı kadın, halen Enfal’in yasını tutuyordu. Ama orada öylece otururken, gururlu bir hali de vardı. Güçlü duruyordu. Yanından geçenlere aldırış etmiyordu. Yan yana dizilmiş benzer eşyaları satanlar, kısmete inanıyordu. Eğer biri gelip ondan satın alırsa, kısmetti. Fiyatlar da satıcıdan satıcıya, sokaktan sokağa değişebiliyordu. Ürün aynıydı ama fiyat farklı. Küçük bir fırında ekmek üretimini seyretmek ayrı bir haz veriyordu. Üç genç ekmek üretiyordu. Biri hamuru veriyor, biri açıyor ve tandıra sürüyordu. Diğeri pişen ekmeği tezgaha sürüyordu. Ancak müthiş bir harmoni içerisinde. Hareketli biz müzik varmış gibi tempo tutuluyor, kusursuz bir el çabukluğu içerisinde ekmeği tandıra sürüyordu. Bir elden diğerine geçen, sonra havaya uçuşan hamur, bir anda yufka halini alıp, seyredenin farkına varmadığı bir hızda tandıra giriyordu. Bir sahne gösterisiydi adeta…  

HAYAT PAHALILIĞI

Bu sıcak iklimde yaşam akşamları başlıyordu. Sokaklarda, çaycılar, seyyar tezgahlarda ciğer, köfte ve başka yiyecekler satanlar, dondurmacılar, sigara satıcıları, çekirdekçiler, kaldırımlardaki tabure ve sandalyelerde oturanlara servis yapıyordu. Açık söylemek gerekirse, bir çok ürün oldukça pahalıydı. Dolara endeksli satışlar, bazen dudak uçuklatıyordu. Bir memurun aldığı 5-6 bin dinar, bin doların üzerinde olan evler ve  hayat pahalılığı ile kıyasladığında, “bu insanlar nasıl geçiniyor” diye haklı bir soruyu sorduruyordu.

AZMAR...

Ne yazık ki günlük yaşamda kadının izine rastlamak pek mümkün görünmüyor. Hava karardığında ise kent neredeyse, bir erkek diyarına dönüşüyordu. Kente tepeden bakan Azmar’da ise başka bir dünya var. Araç yolu, tepenin en üstüne kadar çıkıyor. Tepenin kente bakan yamacında ışıklandırılmış dev bir Federal Kürdistan bayrağının yanında “Silêmanî” yazısı dikkat çekiyor. Tepeye teleferikle de çıkmak mümkün. Yol boyunca sağlı sollu araçlar, park halinde, hemen yanında masa kurmuş veya yere oturmuş her yaştan insan, günün kalan kısmını piknik havasında geçiriyor. Kentte alkol tüketemeyenlerin de temel uğrak yeri olarak burası dikkat çekiyor. Bazıları ateş yakıp, müzik eşliğinde dans ediyor. Tatil günü olan Cuma günleri, büyük bir insan kafilesi araçlarla Azmar’a çıkıyor veya hemen ardındaki “Şahri Ciwan”nın yolunu tutuyor.

KÖKLÜ SİYASİ DEĞİŞİM GEREKLİ

Süleymaniye, bölgenin diğer kentlerine göre göreceli olarak daha özgür ve aydın bir kent olarak öne çıksa da, her şeyden önce köklü bir siyasi değişime ihtiyaç duyuyor. Kent sakinleri günlük yaşamı bir şekilde örgütlüyor, ancak çürümüş siyasi sınıfın tamamen yeniden düzenlenmesi hayati önem arz ediyor. Toplumsal alanda da üretime katılım konusunda ciddi sorunlar var. İnşaat, temizlik ve diğer bir çok sektörde dışarıdan gelen insanlar çalışıyor. Sorunlar saymakla bitmeyecek gibi: alt yapı sorunları, çarpık kentleşme, bitmeyen elektrik kesintileri, kötü kamu hizmetleri, işlevsiz kurumlar, işlemeyen yargı mekanizmasıyla birlikte adalet sorunu, sınıf sorunu, eşitsizlik, sömürü, verdiği sözleri tutmayan siyasi sınıf, adaletsizlikler karşısında refleksleri kırılmış ya da çok zayıflatılmış toplumsal yaşam…  Sadece petrole dayalı ekonomi ve siyasi sınıfın toplumu, insanı, çevreyi hiçe sayan çıkar ilişkileri, toplumun her gözeneğine sirayet ederek, yeni bir toplum inşası önünde ciddi bir engel olarak duruyor.

 

...