Şehit Mazlum'un sıradan fedakarlığı

Mazlum, 2013 yılının o Ağustos sıcağında bana "Bir fedakarlık gerekiyordu biz onu yaptık" demişti. Bunu o kadar sıradan bir şey yapar gibi söylemişti ki; sanki bana su ikram etmiş ya da bir yoldaşına “Rojbaş” demiş gibiydi.

Bugün içinde bulunduğumuz içeride ve dışarıda savaş ortamından baktığımda 2013 yılının Ağustos ayı gözüme oldukça uzakta görünüyor. Hayatlarımızın normalleşmeye başladığı günlerin üzerinde, DAİŞ bombalarının parçaladığı yoldaşlarımızın bedenleri, “kokmasın” diye buzdolaplarında saklanan çocuk bedenlerinin, bodrumlarda yakılan insanların, çırılçıplak sergilenen cansız kadın bedenlerinin hayaleti dolaşıyor.

2013 yılının Ağustos ayında Medya Savunma Alanları'nda Metina olarak bilinen bir bölgedeydim. Gerillaların deyimiyle Bakur'dan (Kuzey) çekilen grupların geldiği bir noktaydı. Gördüğüm diğer bölgelere göre arazisi oldukça sarp gelmişti bana. Bir süre araçla gittikten sonra bir vadinin içine doğru yürümüştük. Kamelyada (gerillaların oturdukları, dinledikleri, televizyon izledikleri, çay içtikleri yerdi) çok sayıda gerilla bulunuyordu. Sonra sırasıyla Karadeniz, Dersim, Botan, Garzan ve Serhat gibi bölgelerden çekilen gerilla gruplarıyla röportajlar yapmıştım.

Konuştuğum gerillalardan biri de Karadeniz grubundan Mazlum Volkan'dı. HPG'nin dün yaptığı açıklamadan, gerillaya katılmadan önceki adının Yakup Tokay olduğunu öğrendim. Siirtliymiş.

Son derece sessiz, az konuşan, daha doğrusu konuşmasını çok sevmeyen biri gibiydi. Ancak anlatacak çok hikayesi olduğunu düşünmüştüm.

1999 yılında gerillaya katıldığında 19 yaşındaydı. Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edildiği günlerde birçok Kürt genci gibi bir “itiraz” olarak dağa çıkmıştı.

Sınırdışına çekilme kararı geldiğinde, Karadeniz grubu, Dersim sahasında bulunuyormuş. İki aylık bir yürüyüşün ardından Güney Kürdistan'da PKK'nin denetimindeki Medya Savunma Alanları'na ulaşmışlardı.

Kastamonulu olduğumu söylediğimde, "Bana sizinkiler tek bir ekmek bile vermedi" demişti.

Sanki kendim ekmek vermemiş gibi bir şey diyememiş, mahcup olmuştum.

Konuşurken arada bir kekeliyordu. Mahcubiyetimi fark edince "Sana demiyorum heval" demiş, tebessüm etmişti. Bana demiyordu elbette, ama memleketimin durumu da buydu.

Geri çekilmeyi konuşurken, dağlarda kaybettiği arkadaşlarını anımsatıyordu, "O değerleri bırakıp buralara gelmek zor" diyordu. Ancak sonuçta bir gerillaydı ve alınan kararı uygulamakla yükümlüydü.

Söylediği de buydu: "Ancak örgüt bir karar aldı, anlamaya çalışırız ancak kararı uygularız."

"Barış için adım attık" demişti. Risk aldıklarını söylüyordu ancak küçücük bir barış umudu bile onlar için çok değerliydi. "Biz bu riski barış ve çözüm için aldık" demişti.

2016 yılının Ekim ayının şu son günlerinden bakıldığında, onların aldığı risk, halkın uzattığı el değerlendirilmiş olsaydı, Mazlum belki de hayatta olacaktı. Polen, Ece, Ezgi, Büşra, Çağdaş, Nazegül Anne, Cemil abi ve hayatımın bir yerine sirayet eden dostlarım, yoldaşlarım da hayatta olacaktı.

Bu bahsettiğim kişisel bir durum değil. Lisa bacaklarını kaybetmemiş olacaktı. Hacı Birlik, belki de yeni filme emek verecekti. Asya Yüksel belki de kadınları eğiten bir kurumda çalışıyor olacaktı.

Bunların hiçbiri olmadı, hayatlarımız savaş cephesi haline gelmeye başladı.

Mazlum, 2013 yılının o Ağustos sıcağında bana "Bir fedakarlık gerekiyordu biz onu yaptık" demişti. Bunu o kadar sıradan bir şey yapar gibi söylemişti ki; sanki bana su ikram etmiş ya da bir yoldaşına  “Rojbaş” demiş gibiydi.

“Adım atılmazsa ne olacak?” diye sormuştum.

"Biz bu örgütün militanlarımız ve her koşulda her şeye hazırız. Süreç tıkanırsa, devlet, hükümet bizi savaşa zorlarsa, demokratik talepleri şiddet ve baskıyla engellemeye çalışırsa, biz de silahlı mücadeleye hazırız" demişti.

Belli ki aynı fedakarlığı sürdürmüş Mazlum. Savaşın yeniden başlamasıyla birlikte yeniden geriye döndü.

HPG'nin dünkü açıklamasına göre, 2 yoldaşı ile birlikte Ordu'da 30 Eylül'de yaşamını yitirdi.

Barış umuduyla sınırdışına çekilen Mazlum, yine barış için silahıyla Karadeniz'de, memleketimde savaşırken yaşamını yitirdi.

O'nun umuduna ortak olup barışı gerçek kılmak vardı. Ancak mümkün olmadı! Bir barış umudu daha avuçlarımızdan kayıp gitti. Şimdi bir ateşin ortasındayız ve bu ateş herkesi yakacak!