NUJİYAN’a…

Şimdi tam şuracıkta, vaktin tam da o vakit olduğundan emin, heyecanla dikilsen karşımıza, kara kıvırcık saçlarınla kapasan tüm muhteşem manzaraları kim yadırgar ki seni...

O güzel gülüşünden bir parça işgal etse gözlerimizin içini kim acır körlüğüne. Tutsan küçücük ellerinle ellerimizi, tabi ki sımsıkı, bir merhabanın sıcaklığı yaksa göğsümüzü, kim ister ki bir parça esintiyi. Yalnız senin sesin dokunsa kulaklarımıza, hızlı hızlı hiç durmadan seslensen içimize nasıl bir hadsiz meyleder ki yanık bir türküye…

Gerçeği çalsan bir tokat gibi yüzlere acep hangi yiğit inkara durur ki.

Sormamız gereken o kadar çok soru var ki! Ne zaman türedi bunlar. Her gidişin ardından böyle oluyor hep. Yanlış giden bir şeylerin olduğu hissi yokluğunuzdan cesaret alıp koca bir şüphe dikiyor kalbimize. Adalet iyice düşüyor gözümüzden. Kalanların hesap soracağını bilmezsek evrene küseceğiz neredeyse. Seninki de öyle. Yokluğun hakikati daha görkemli kılıyor.

Önemsiyoruz!

Neredeyse unutulacakken önemsemek…

Kendi kendine söylenmeler bu vakit başlıyor. Deliliğin başlama çizgisi bu.

Söyleniyoruz…

Hangi yalanın üstüne güneş doğmaz ki…

Hangi hakikatin perdesi aralanmaz ki cüretkarca…

Hangi dil bu kadar muhteşem sergiler bir ölü taklidini.

Hangi yürek, kapısına dayanmış hakikati buyur etmez ki içeri.

Peki gözler hiç nasiplenmez mi gerçeğin aşkından.

Ayaklar daha ne kadar diretebilir ki hakikatin yoluna.

Unutuyorlar bazen bunları. Yalan gözdağı verirken gerçeğe, adına çarpışacak bir yiğit çıkmaz sanıyorlar. Bazen biri tüm cesaretiyle kapısına dayanmazlar sanıyorlar.

Ne de aldanıyorlar.

Seni hiç mi tanımıyorlar.

Hiç mi değmemiş gözleri gözlerine.

Kulakları kardeşliğin her tonuna kapalı bu sersem güruh hiç mi duymadı adını.

Yiğitlik evrenin piyangosundan çıkmadı, bu onur sekip de seni bulmadı. Sen seçtin besbelli. Hayatın anlamına en yakışan şey olan gerçeği en narininden bir hazine gibi sırtında taşımayı da, ardında durmayı da…

Kuşlar ölmesin diye, zalim bir fırtına tehdit etmesin diye baharı, kar altında kalmasın diye erdem, onur düşmesin diye pazara, akıllar bir kuytulukta bıçaklanmasın diye haince, insana ait ne varsa yalanın kırk rengine boyanıp sahte bir özgürlük düşü çizmesin diye gözümüze…

Sen, ben varım dedin, ne alıp götürecekse benden, özgürlüğe kır çiçekleriyle bezenmiş bir bedel olsun istedin. Gerekirse yollara düşerim dedin, dağları aşarım dedin…

Sen kimsin diyenlere “ben buyum” dedin. Ben buyum! Ne güzel bir cevap ne cüretkar bir tanım, ne ışık dolu bir işaret, ne anlaşılır bir yankı ve ne de sade bir hakikat!  

2005 yılının sonbaharında dağların ufukla buluştuğu en muazzam köşesinde, ardından bakakaldığımız kara kıvırcık saçların çaldı gözlerimizi. Yağmur bir alkış gibi yağıyordu üstüne. Çakmak çakmak sevinç açıyordu gözlerin. Şimdi kan dolanmış diyorlar o saçlarına. Bir dürzünün namlusunda paslanmış şeref. Fişeğin adresi kulağına üflenmiş uşağın. Toprağa kapanmış bedenin. Şengal’in sarı, kurak, bilgiç, mazlum toprağı Urfa’yı çağırmış gözlerine.

Her 73 ferman ayrı ayrı aynı olay mahallinde kendinden utanmış. Beterin de beteri varmış!

Kan kırmızısı değil…

Bildik bir kavganın o muhteşem tablosuna çalınmış en şiir dolu bir kırmızıydın sen.

Aşkın kırmızısı, kavganın kırmızısı, kadının kırmızısı, hayatın kırmızısı…

Bir deli dolu gençlik grubu içinde en yamanından, en asilinden, en harbisinden savaşçı bir kadındın. Şimdi seni tanıyanların gururla sözlerini, şimdi seni tanıyan herkesin en edebi seslerini o vakit sen düşürdün akıllara. Kendi romanını, kendi şiirini, kendi öykünü sen yazdın. Sen ektin içimize, bir yıldırım gibi üstümüze düşen hatıralarınla dolu her güzelliği.

Şimdi insanoğlunun en kıymetlisi olan zamanın en büyük hırsızına, yani üstümüze kapanan her sessizliğe “Nujiyan orda mısın?” diye haykırasım var.

Kara bir ihanet dolanıyor göğün yüzünde, orda mısın? Sinsice bir kader sokuluyor koynumuza orda mısın?

Yalan saltanatına kurban ediyor çağın sevenlerini orda mısın?

Hakikat bir nefes arıyor ete kemiğe bürünmek için orda mısın?

Söz kesiyoruz şölen havasında, kılıcımızı biliyoruz orda mısın?

Bir bahar vakti çaldı yine kapımızı, umut sıra sıra anlımızdan öpüyor bizi, Nujiyan sen orda mısın?

Biliyoruz oradasın…

Nerede ne vakit gerektiyse, ihanetten büyük o koca yüreğinle sen hep oradaydın...