DİZİ II

Koskoca dünyanın üçüncü ordusu, bu 60 kişiyle başa çıkamadı!

Artık tank ile aramızda bir bina ve sokak vardı. Yaralı olan arkadaşların hepsiyle Heval Ali konuştu. Yaralı arkadaşların hepsi de mevziye gitmek istediklerini söyledi. Pênaber ve Şevger dışında hepsi aksayarak mevzilere gitti...

Amed’in bin yıllık kara taşları arasında en vahşi yöntemleri kullanan binlerce asker ve polise karşı direnen 60 Kürt gencinin kahramanlığına tanık olan R., dün başlayan yazı dizimizde görüp geçirdiklerini anlatmayı sürdürüyor... Direniş boyunca hastane görevi yapan R., anlatmak görevini de direnişin komutanı Çiyager’den aldı. Direnişin Kürt halkı başta olmak üzere herkes tarafından bilinmesini isteyen Komutan Çiyager, Sûr Direnişi Günlüğü’nü tutan Xemgîn Roj gibi ona da “Bunları anlatman ve yazman lazım” dedi...

SUR GÜNLÜKLERİ...

Arkadaşlar eski hastanenin vurulduğunu ve yangın çıktığını söyledi. Çiyager bana, “Ümit’e söyle, orayı çeksin, basına göndersin” dedi. Ümit’e söyledim, o da tamam dedi. Ümit ile beraber hastaneye gittik. Duvarları delinmişti, üst kat da yanmıştı. Üst kata çıktık, ayakları kangren olmuş yaşlı amcanın yattığı odada bir şey kalmamıştı. Her şey yanmıştı. Sadece yatağının demirleri kalmıştı ve demir karyolanın üstünde yaşlı amcanın kemiklerini görünce öfkem daha çok artıyordu. Artık bu devlet çığrından çıkmıştı. Ne yapacağını şaşırmış bir şekilde her tarafa saldırıyordu. İpini koparmış aç köpekler gibiydi. Ümit çok etkilenmişti ve lanet okuyordu bu sisteme, bu devlete.

PARMAĞINI ATTI, GİTTİ

Cotkar hastaneye geldi, pansumanını değiştirmek için. Parmağına baktım, parmağı kokuyordu. Parmağı tutmamıştı. Dikişleri açıp parmağı çıkardım. Birden içeriye Botan girdi, “Düşman görünüyor” dedi. Cotkar parmağını attı ve keleşini alıp gitti ve gittiği gibi iki düşmanı vurmuştu. İki saat sonra geldi, “Parmağımı bağlayın” dedi. Ona olan güvenim daha da artmıştı. Bu nasıl bir cesaretti, acısını bile yaşayamamıştı. Bu nasıl bağlılıktı? Demek ki gerçek inanç ve irade buydu. Takdire şayan bir insandı.

DEVRİM’İN GÖZYAŞLARI

Zagros hastaneye Devrim’i (erkek olan) getirdi, yaralanmıştı. Devrim’in yüzü taş parçalarından görünmüyordu. İki parmağı da hafif kesilmişti. Ben, R. ve C. abi müdahale yaptık ama Heval Devrim çok üzüntülü görünüyordu. Normalde böyle biri değildi. Çok cesaretli ve cesurdu. Ben yüzünü temizledim, parmağına uyuşturucu yaptım. R. parmaklarını dikti. Birden Devrim ağladı. Ne oldu, dedim, “Bir şey yok, mevzimi bıraktım diye ağlıyorum” dedi ama ben inanmadım. Heval Devrim ağladığına göre Çiyager’e bir şey olmuştur, diye düşündüm. Yoksa Heval Devrim hiç ağlamayan, ağlamayı eleştiren biriydi. Müdahalesini bitirdik, birden arkadaşlar bizi çağırdı. Heval Nûda yaralıdır, dediler. Nerede, dedik; Ç.’nin evinde, dediler. Ben, R. ve C. abi, hemen Ç’nin evine gittik. Battaniyenin içindeydi. Bu melek insan, nasıl şehit düşebilirdi? İlk defa orada arkadaşları ağlarken gördüm.

TER ATIYORDU AMA HİÇ SESİ ÇIKMIYORDU

İhsan’ın yanına gittim. Boynuna iyice baktım. Şişen yerde sert bir şey vardı. C. abiyi çağırdım. “Gel bak, bu kurşuna benziyor” dedim. O da, “Kurşun değil, parça olabilir” dedi. Ben kurşun dedim, o yok dedi. Eee tamam ne yapalım? Uyuşturucu iğnemiz yok, dedim. O da, uyuşturmadan açarız, dedi. İhsan’ı müdahale odasına aldık, yalandan iğneyi aldım. İhsan boynunu uyuşturmam lazım, dedim. Ama enjektördeki suydu, uyuşturucu değildi. Bir an etine batırdım, çıkardım. Tamam, dedim. C. abi neşteri aldı, canlı canlı kesiyordu. Sonra cımbızı içine koydu, sert bir şeye değiyor, diyordu, ama İhsan’ın çıtı bile çıkmıyordu. Sonra neşterle biraz daha açtı. İhsan ter atıyordu acıdan ama sesi çıkmıyordu. C. abi sonunda merminin çekirdeğini çıkardı. Metal gri renkli bir şeydi. İhsan baktı ve “Mermi çekirdeği” dedi. Sonra bana verdi. Dedi ki, “Eğer yasak kalkarsa kız kardeşime verirsin.” Ben de aldım, cebime koydum. İhsan artık boynunu hareket ettirebiliyor, çevirebiliyordu ve “Ben iyiyim” dedi. Bağladık ve mevziye gitti. Dinlen dedik, “Dinlenme zamanı değil” dedi.

SİZİNLE ŞEHİT DÜŞMEK ÇOK GÜZEL

Heval Çiyager dedi ki, “Sizin gibi insanlarla şehit düşmek çok güzel, bizim şehadetimiz başka arkadaşların yaşamı olacaktır. Biz geri çekilmeyeceğiz, geri çekilmek teslimiyettir, teslimiyet de ihanettir. Bu halkı hayal kırıklığına uğratmayacağız. Belki yaptığımız bu direniş bugün anlaşılmayacak ama ileride herkes anlayacak. Hem biz burada tarihi bir direniş sergiliyoruz ve bu tarihi direnişte sizin de adınız olacak.”

Heval Çiyager’i hayranlıkla dinliyordum. Bu nasıl bir inanıştı, bu nasıl bir direnişti?

JİTEM SUR’DA

Heval Çiyager geldi, elinde bazı belgeler vardı. Bu belgeler de ölen polislerin üzerinden çıkmıştı. Belgelerin bir tanesinde JİTEM’ci Musa Çitil’den bahsediyordu. JİTEM de Sur’daki operasyonda yer alıyordu.

BOTAN’A BOMBAATARLA SALDIRDILAR

Kendi kendime “Şu an bir sigaram olsa ne kadar iyi olurdu” diyordum. Sigara yoktu, hiç kimsede kalmamıştı. Biz sigara içenler, sigarayı çok özlüyorduk. Sabah olduğunda bodruma gittim. Son hazırlıkları da yapıp bitirmeliydim. Baktım sokağın karşısından Büyük Botan geçiyor. Sur’da oturuyorlardı. Babası fırıncıydı, o yüzden fırındaki ekmekleri o yapardı. Arkadaşlar Sur’da alan tutunca Büyük Botan arkadaşlara katılmıştı ama ailesi onu bırakıp Sur’dan çıkmıştı. Büyük Botan sokağın karşısından bize el salladı ve keskin nişancı onu elinden vurdu. Kendini hemen sokağın olduğu eve atmaya çalıştı ama su gibi mermi yağıyordu, olduğu yere düştü. Ben çığlık atıyordum. Büyük Botan düştüğü yerde hiç kımıldamıyordu. Düşman kurşunu bırakıp bombaatar atmaya başladı Büyük Botan’ın üstüne.

ÇİYAGER’İN PERDE TAKTİĞİ

Heval Çiyager geldi. Sokağın genişliği ancak 3 metre vardı. Heval Doğan, İsmail, Ronî, Büyük Çekdar bodrumdaki tünelden karşıya geçtiler. Heval İsmail elini uzatıyordu ki Büyük Botan’ı çeksin ama keskin nişancı kolunu gördüğü gibi ateş ediyordu. Heval İsmail’in koluna mermi isabet ediyor ve kolu kırılıyor. Sonra üst üste bombaatar atıyor düşman. Heval Ronî bağırıyor, “Heval yaralı var” diye. Heval Doğan yaralandı, diye bağırıyordu. Bombaatardan tünelin bir kısmı çökmüştü ve arkadaşlar karşıda mahsur kalmışlardı. Hem de yaralıydılar. Ben ve R. poşete gerekli ilaçları koyduk, bir yolunu bulursak karşıya geçip arkadaşların yarasına bakacaktık. Heval Çiyager ve Devrim (erkek) geldi. Ben ve R.’ye, “Bana yardım edin” dedi. Dördümüz beraber bombardıman üstündeki birinci kata çıktık. Heval Çiyager bize dönüp, “Perde bulun” dedi. Hemen o evin penceresindeki perdeleri çıkarıp birleştirdi, dikmeye başladık. Dört tane perde birleştirdik.

Heval Çiyager evi karıştırmaya başladı, bir çekiç buldu ve çarşafları şerit şeklinde uzun uzun yırtıp birbirine bağladık. Sonra ucuna çekici bağladı ve karşıdaki arkadaşlara seslendi, “Size atıyorum tutun” dedi. Amacı sokağın ortasına perde çekip keskin nişancının önünü kapatmaktı. Arkadaşlar çekici tutup perdeyi çektiler. Bir ucu bizdeydi, bir ucu onlardaydı. Ama perdeye bile bombaatar atıyorlardı. Heval Devrim, “Düşmanın ilgisini başka yere çekmeliyiz” dedi. Ben ve Heval Devrim evin başka odasına gittik ve evi ateşe verdik. Duman çıksın ki düşmanın görüş açısı olmasın diye. Ve Heval Çiyager, ben ve R.’ye “Eve gidin, arkadaşlar şimdi yaralıları getirir” dedi. Tünelin ortası da çökmüştü.

ÇIĞLIK ATSAM OLMUYOR, AĞLASAM OLMUYOR

Ben ve R. eve geldik. Arkadaşlar önce Heval İsmail’i getirdiler. Kolu kırılmıştı, mermi kolunu kırıp geçmişti. Uyuşturucu iğnemiz de yoktu, tıbbi iğne iplik de yoktu. Evde olan, annelerin dikiş yaptığı iğneye dikiş ipliğini taktık. Heval İsmail’in kolunu canlı canlı diktik. Sonra kolunun altına tahta koyup bir tülbentle bağladık.

Sonra arkadaşlar Heval Doğan’ı getirdiler. Heval Doğan’ın pantolonunu kestik, sadece sağ bacağında 16 delik vardı, diğer bacağından dört parça almıştı. Kolundan iki parça almıştı. Bacağındaki parçalardan iki tanesi kemiğe saplanmıştı. Kolunu da İsmail gibi normal iğne iplik ile diktik. Ama Heval Doğan çok dayanıklıydı. Hiç sesi bile çıkmadı. İçimden “Helal olsun” diyordum. Bu kahraman arkadaşlar her defasında beni şaşırtmayı başarıyorlardı. Hayranlığım her geçen gün daha da artıyordu. Ama Büyük Botan hala oradaydı. Arkadaşlar tünelin çöken yerine tahta koydular ve Büyük Botan’ı getirdiler. Allahım insan böyle bir manzara karşısında ne diyebilirdi? Ağlayıp çığlık atsam olmuyor, ağlasam olmuyor ve bu zalim düşmana daha çok kin duyuyordum. Hâlbuki bu arkadaşların tek isteği özerk bir Kürdistan’dı. Ve bunu istedikleri için şehit düşüyorlardı.

YÜREKLERİYLE SAVAŞIYORLAR

Artık tank ile aramızda bir bina ve sokak vardı. Yaralı olan arkadaşların hepsiyle Heval Ali konuştu. Yaralı arkadaşların hepsi de mevziye gitmek istediklerini söyledi. Pênaber ve Şevger dışında hepsi aksayarak mevzilere gitti. Birden arkadaşlar koşarak yaralı arkadaş getirdi. Bu arkadaş Rüstem arkadaştı. Yereldi, uzun boylu, yapılı bir arkadaştı. Ayağına tank vurmuştu ve bacağı bayağı açılmıştı. Canlı canlı onun da bacağını dikti R. ama şişince dikişleri açtım. Cımbızla bacağın içine baktım. Kocaman bir tank mermisinin metal parçasını çıkardım. Sonra bacağının şişi yavaş yavaş inmeye başladı. Düşman Kurşunlu Camii’nin minaresine bayrağını asmıştı ve doçka yerleştirmişti. Oradan doçkayla bizim bulunduğumuz yeri vuruyordu. Vurmasını anlıyordum da bayraklarını niye asmışlardı? Sanki Sur ayrı bir ülke ve onlar da işgale gelmiş, aldığı yerlere de bayrağını asıyordu. Biz onlar için bu ülkenin vatandaşı değildik. Zaten hep mehter marşı çalarlardı. Belli ki Osmanlı filmlerini çok izlemişlerdi ya da zafer kazandıklarını zannediyorlardı. Ama bir şeyi unutuyorlardı, onlar para için savaşa gelmişti ama buradaki arkadaşlar yürekleriyle savaşıyorlardı ve hiçbir karşılık beklemeden. Böyle bir güce hangi faşist devlet dayanırdı?

ZİLAN’IN MAYINI

Az sonra bir patlama oldu, patlama sesi çok yakındı. Heval Çiyager, Zilan’a “Mayını al, tankın paletlerinin arasına yerleştir” demişti ve Zilan da yerleştirmişti. Zilan Karslıydı. Komalên Ciwan’dandı.

AYRILIK VAKTİ

Önce Heval Doğan’ı öptüm, sonra Ali’yi, ama ağlıyorum. Zagros, Devrim (erkek), Çınar, Dicle-Adar, Devrim (kadın), Delal, Berivan, Zilan, Arjîn, hepsini tek tek öptüm, sarıldım. Sonra Heval Çiyager’e sarıldım, ağladım, “Niye ağlıyorsun” dedi. O da, “Bunları anlatman ve yazman lazım” dedi. “Ama siz öleceksiniz” dedim. “Biz ölmeyeceğiz, şehit düşeceğiz” dedi. “Yaptıkların ve emeğin için, her şey için teşekkürler” dedi. “Ama bunu unutma ve şöyle anlat, savaşan yerellerle beraber burada 60 kişiydik. Koskoca dünyanın üçüncü ordusu bu 60 kişiyle başa çıkamadı, bunu söyle” dedi.

Kaynak: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA