KNK: Yüzüncü yılında Sykes-Picot hükümsüz kılınmıştır

KNK Yürütme Konseyi, “Sykes-Picot Anlaşmasının yüzüncü yılında Kürtler artık söz ve irade, kuvvet ve iktidar sahibidirler” dedi.

Sykes-Picot Antlaşması’nın 100’üncü yılına ilişkin bir açıklama yayınlayan KNK Yürütme Konseyi, “Güney Kürdistan ve Rojava statülerinin inşası, Kürtlerin Kuzey ve Doğu’daki özgürlük hareketlerinin yükselişi, bu yeni durumun oluşumuyla artık ‘Sykes-Picot’un zihniyet ve çabaları boşa çıkarılmış ve hükümsüz kılınmıştır. Bu uğursuz Sykes-Picot Anlaşmasının yüzüncü yılında Kürtler artık söz ve irade, kuvvet ve iktidar sahibidirler” dedi.

“Sykes-Picot Anlaşmasının yüzüncü yılında Kürtlerin ve Kürdistanlıların görevleri” başlıklı bir belge yayınlayan KNK Yürütme Konseyi, Kürdistan’ın toprağının zengin, hayırlı ve bereketli olduğunu belirterek, “Bunun için Kürdistan üzerinde cerrahi operasyonlar yapılmış ve hala yapılmaktadır. Komşu ve uzaktan gelen işgalciler için epeyce cazip gelmiş, hepsi çıkarlarını esas alarak Kürdistan’ı zorla egemenlikleri altında tutarak Kürt halkının tüm özgürlük çabalarını kanla bastırmışlardır. Kürdistan işgalciler arasında savaş alanına dönüşmüş; Kürdistan birçok savaş ve anlaşmayı da görmüştür. Kürdistan coğrafyası bütünlüğünü Osmanlı ve Safeviler arasındaki savaşta (1639) Kasr î Şirîn Allaşmasıyla kaybetmiş ve ikiye bölünmüştür. Bu durum yirminci yüzyılın başlarına kadar sürmüştür” dedi.

20’inci yüzyılın Kürtler ve Kürdistanlılar için hiç de hayırlı olmadığına dikkat çeken KNK Yürütme Konseyi, açıklamasında şunları belirtti: “Önce Sykes-Pikot (1916), arkasında Sevr (1920), en sonunda da Lozan Anlaşmasıyla (1923) Kürdistan talan edildi, iki parça olarak kalmadı, dört parçaya bölündü ve çok amansız bir kolonyalizm Kürdistan toprakları üzerinde tahkim edildi. Sykes-Picot planının başlangıç şartlarında Kürdistan iki bölgesel büyük imparatorluk olan Osmanlı ve Safevi işgali altındaydı ve sonra da İngiltere ve Fransa’nın eliyle bu anlaşma yoluyla Kürdistan virane ve harabeye döndü, Sykes-Picot’un kılavuzluğuyla bir kısım Kürdistan toprağı üzerinde Arap devletleri de kuruldu ve böylece onlar da Kürdistan’daki sömürgeciliğin üçüncü kolu oldular. Elbette Ruslar da bu durum ve gelişmeleri kendileri için fırsat bilerek bu planın bir parçası haline geldiler ve Kafkasya’dan Hakkâri’ye kadar Kürdistan’ı işgal ettiler.

Aslında bu Sykes-Picot planı başlangıçta da uzun ömürlü bir plan olmadığı ve Birinci Dünya Savaşı şartlarında tutmayacağı belliydi. Esasında Sykes-Picot Anlaşması ‘Batı Dünyası’ tarafında yirminci yüzyılın başlarında Ortadoğu’ya verilen bir dizayndır. O zaman Amerika henüz zayıftı, hem fikirsel olarak ve hem de pratik realizasyon yönünde o politikaların patronluğunu İngilizler yapıyordu. Fransızlarda kendi çıkarlarını korumaları yönünde İngilizleri zorluyordu. Bu rekabette İngilizlerin ve Fransızların çıkarları birbirleriyle çakıştı ve Ortadoğu’yu bölme planlarını birlikte yürürlüğe koydular. Amerika başroldeki aktör değildi, ama İngiliz ve Fransız kanadının tarafını tutuyordu.

Sonuçta İngilizler adına Sir Mark Sykes, Fransızların adına da Francois Georges Picot’un tarafından oluşturulan plan, onların gönüllerinin istediği gibi sonuçlanmadı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin oluşumuyla, Ruslar geri çekildiler. Yeni Türkiye Cumhuriyeti kurucuları, İngiliz, Fransız ve bağlaşıklarını zora sokarak ve o şartlara göre Sovyetlerin desteğiyle ve Kürt halkı üzerindeki bin bir türlü hilelerle kendi gönüllerine göre az çok bir sonuç elde ettiler. Bu gelişmeden sonra hem Sykes-Picot Anlaşması ve hem de Sevr Anlaşması İngilizlerin, Fransızların ve bağlaşıklarının gönüllerinin istediği gibi sonuç vermedi, bölgedeki mandacılık şartları da uzun sürmedi, ama Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında ve Arap devletlerinin kurulmasında muratlarına erdiler. Sonradan Lozan Anlaşmasıyla Kürdistan’ın paylaşımı başka bir form aldı ve Kürdistan dört parçaya bölündü, Türkiye ve İran’ın yanında Irak ve Suriye’de Kürdistan’ın sömürgecileri oldular. Böylece İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda yeni durumlar ortaya çıktı ve Ortadoğu’nun politik balansı başka bir biçimde ortaya çıktı. Bu süreçlerde Rusya ve sonra da Sovyetler vardı. Sovyetler Mahabad Kürdistan Cumhuriyetinin kurulmasını desteklediler, ama İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda kendi çıkarları nedeniyle geri çekildiler, yeni pozisyonlar öne çıktı ve ne yazık ki bu oyun ve entrikaların içinde Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti çok kısa bir zamanda ve trajik bir şekilde sonuçlandı.”

Elbette her zaman tarihin aynı şartlarda tekrarlanamayacağını da vurgulayan KNK Yürütme Konseyi, “Ama yirminci yüzyılın başında Ortadoğu’yu değiştiren aktörler, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde yine sahnedeler. Yalnızca Amerika ve İngiltere’nin başrolleri yer değiştirmiştir. Dün İngilizler meydanda indiler, bugün de Amerika meydandadır, ama İngilizler yine vardırlar, tıpkı daha önceki Amerika’nın varlığı gibi. Rusya yine boy gösterdi ve doğrudan doğruya hem de askeri gücüyle sürecin içindedir. Batı dünyası Amerika’nın öncülüğünde kendi çıkarları doğrultusunda bugün de yeni bir formatla Ortadoğu’yu dizayn etmek istiyor. Bu durum dün daha kolaydı, ama bugün zorlaşmıştır. Ortadoğu’nun dinamikleri değişmiştir ve bu durum da bölgenin balansını altüst etmiştir.

Dün Kürt ve Kürdistanlılar aktör değillerdi, örgütsüz ve güçsüzdüler, fakat bugün örgütlü ve kuvvetlidirler. Aktörler ve hem de baş aktörler, özgürlük, barış, eşitlik, demokrasi ve ilerlemeyi temsil ediyorlar. Irak’ın değişmesinde Kürtler rol ve ağırlık sahibi oldular ve sonuçta Federal Irak’ın içinde resmi bir statünün sahibi oldular. Şimdi de Suriye’nin değişiminde yine Kürtlerin ve Kürdistanlı kader ortaklarının büyük rol ve ağırlıkları vardır ve ‘de facto’ bir statüye sahiptirler. Fakat Suriye daha yeni bir format alamadığından dolayı bu yeni statü henüz bir ‘resmiyet’ alamamıştır, ama kantonlar adıyla meşruiyeti vardır. Şimdi de büyük bir kararlılıkla federal statünün kuruluşunu önüne koymuşlardır.

Batı dünyası, Türkiye, İran, Rusya ve diğer bazı bölge devletlerinin hesapları ve çabaları sürüyor. Suriye’nin yeni şekli için sınırsız bir gerilim devam ediyor. Bu çerçevede Kürdistan’ın sömürgeci devletleri hala manevralarının tümünü Kürtlerin bir hakka sahip olmamaları üzerinden yapıyorlar ve büyük ısrarla yirminci yüzyılın başında oluşan statükonun devam etmesini istiyorlar. Bağdat hala Kürdistan Bölgesel statükosunu içine sindirmiş değil. Diğer yandan Şam’da Kürtlerin kendi toprakları üzerinde egemenlik sahibi olmasından çok rahatsızdır. Tahran ve Ankara’da ellerinde geldikçe bir yandan Güney ve Batı Kürdistan’ın statülerini yok etmeye, yok olmazsa da zorluklar çıkarmaya, sınırları daraltarak yetkin bir özerkliğin önünü kesmeye çalışıyorlar ve fırsat vermiyorlar ki "içlerindeki" yani Kuzey ve Doğu Kürdistan için yeni bir model oluşmasını istemiyorlar.

Bu yeni dönemde Kürtler güçlüdürler, kendi iradelerine sahip çıkabiliyorlar ve hem Ortadoğu’da hem de uluslararası zeminde meydanı işgalcilere bırakmıyorlar ki onlar kendi gönüllerine göre atlarını koştursunlar.

Güney Kürdistan ve Rojava statülerinin inşası, Kürtlerin Kuzey ve Doğu’daki özgürlük hareketlerinin yükselişi, bu yeni durumun oluşumuyla artık ‘Sykes-Picot’un zihniyet ve çabaları boşa çıkarılmış ve hükümsüz kılınmıştır. Bu uğursuz Sykes-Picot Anlaşmasının yüzüncü yılında Kürtler artık söz ve irade, kuvvet ve iktidar sahibidirler.

Ama Kürtlerin bir eksikliği ve kusuru vardır ki oda bu yeni olgunlaşmış şartlar altında kendi içlerinde istenen ve umulan birlikten uzaktırlar. Bölgede bulunan küresel aktörlerin farklı konumu, bölgedeki işgalci devletlerarasındaki bunca çelişkilere rağmen, ne yazık ki bu birliksizlik Kürtlerin hareket manevralarını zayıflatıyor” denildi.

Sykes-Picot Antlaşması’nın yüzüncü yılındaki bugün Kürdistan’ı bölen bütün anlaşmaların Kürtler tarafından çürütülmüşken, Ortadoğu’ya yeni bir şekil verilmesi gerektiği, bunun da Kürtlerin hakları verilmeden mümkün olmadığını belirten KNK Yürütme Konseyi açıklamasında şunlara dikkat çekti: “Kürt ve Kürdistanlılar kendi doğal haklarını elde etmede kararlıdırlar ve bunu asla tartışma konusu dahi yapmazlar. Fakat mevcut olan konjonktürde ellerinden geldikçe rasyonel davranıyorlar ve muarızlarıyla birlikte diyalog yoluyla ve hakkaniyet temelinde istiyorlar ki isteklerine ve kendi kaderlerine bugünkü mevcut şartlara uygun bir şekilde ve kendi istekleri doğrultusunda bir biçim versinler. Kürtler, Kürdistanlı kader ortaklarıyla birlikte kendi statülerini kendi elleriyle belirlemek istiyorlar. Statülerin formatları birbirlerinden farklıdır ve çokturlar. Önemli olan odur ki Kürt ve Kürdistanlılar kendi kaderlerine sahiptirler ve yalnız onlar kendi kaderlerinin çerçevesini belirleyebilirler ve isimlendire bilirler.

Sykes-Picot Anlaşmasının yüzüncü yılında Kürtlerin ve Kürdistanlı kader ortaklarının acil ve önemli işleri nasıl ve ne biçimde olursa olsun, kendi aralarındaki birliğin yolunu bulmaları gerekiyor. Aralarındaki demokratik birliği ifade eden bir formülü bulmaları ve pratikte realize etmeleri gerekiyor. İç ittifakın oluşması çabası işgalcilerin manevra alanlarını daraltacak, özgürlük ve kurtuluşun gelişmesini kolaylaştıracak ve hedefi de yakınlaştıracaktır.

Bugün oluşan koşullarda yalnız Sykes-Picot Anlaşmasının değil, aynı zamanda Lozan anlaşmasının da şartlarının kalmadığı bugünlerde, ulusal birliğin oluşum koşulları fazlasıyla olgunlaşmıştır ve bu durum Kürdistan statüsünün elde edilmesi sürecini de tayin edecektir.

Güney ve Batı Kürdistan’daki iki statünün varlığı iç birliğin coğrafi zeminini hazırlıyor. İç diyalog ve tartışmalarla Güney ve Batı Kürdistan’ın birlik formülünün bulunması mümkündür, Kürt ve Kürdistanlılar bu konuyu kendi gündemlerinin başına almalıdırlar.

KNK Sykes-Picot Anlaşmasının yüzüncü yılında ki bu zihniyet ve pratik bugün iç dinamiklerin mücadelesiyle çürütülmüştür, ulusal birliği örme sürecini ulusal ve vatani bir görev biliyor ve tüm ulusal ve vatani güç ve kişilerden kendi yapıcı rollerini aktif bir şekilde oynamalarını istiyor. Kürtler bugün öyle bir bilinç, güç ve kudrete sahipler ki artık kendi bedenleri üzerinde imha ameliyatlarını kabul etmezler ve kendi kaderlerine, ruh ve bedenlerine, yani ülkelerine sahip çıkıyorlar.

Yirminci yüzyılın başlarında uluslararası güçler kendi çıkarlarına göre Ortadoğu’ya bir biçim verdiler, Kürtler bundan paysız kaldılar. Fakat bugün yirmi birinci yüzyılda Ortadoğu’ya yeni bir biçim verilirken, Kürtler ve kader ortakları büyük bir diriliş hareketi ve mücadelesiyle büyük bir güç ve irade sahibi olmuşlar ve yeni bir Ortadoğu’nun oluşumunda Kürdistan, kesinlikle Kürt halkı ve Kürdistanlıların gönlüne göre bir statüye kavuşmalıdır. Bu bizim kendi elimizdedir. Sykes-Picot, Sevr ve Lozan gibi yirminci yüzyılın başındaki yıkıcı anlaşmalara karşı bu yirmi birinci yüzyılın alternatifi, Kürt ve Kürdistanlıların kendi iç anlaşmalarıdır, bu da Kürt ve Kürdistanlıların büyük birliğidir. Sykes-Picot, Sevr ve Lozan anlaşmalarının yarattığı statüko bugün artık kalmamalıdır. Birleşen Kürt ve Kürdistanlılar bölge ve uluslararası aktörlere karşı kendi isteklerini kabul ettire bilirler ve kendi gönüllerine göre bir sonuç ortaya çıkarabilirler, böylece yirminci yüzyılın başlarından bu yana farz edilen statükoyu bertaraf edebilirler. Kazanımlar böylece arttırıla bilinir, büyütüle bilinir ve koruna bilinir, ki bugünkü konjonktür ve demokratik dünyanın eğilimi Kürtlerden yanadır ve bu da hayırlı bir fırsattır.

Kürt ve Kürdistanlılar, bu amaç için daha büyük ve daha güçlü bir enerjiyle ve birlikte çalışmanın içinde olmalıdırlar.

Irak ve Suriye arasında da sınırlar kalmamıştır. Aynı zamanda Güney ve Rojava arasındaki sınır da kalmamıştır. Her iki tarafta da Kürdistanlı güçlerin egemenliği vardır. Kürtler bu sınırları korumaya ve aralarına sınır koymaya mecbur değiller. Güney ve Rojava arasındaki sınırların fiilen kalkması gerekiyor. Böylece Kürdistan’ın iki parçası bileşmelidir. Sykes-Picot Anlaşmasının yüzüncü yılında, KNK başta Güney ve Rojava’nın yöneticilerine, tüm Kürdistani güç ve örgütlere ve Kürdistan halkına sesleniyor ki bu konuyu kendi gündemlerine alsınlar, Sykes-Picot Anlaşmasıyla Kürdistan’da inşa edilen statüko ortadan kaldırılsın. Bu konu tüm Kürdistan’ın kurum ve kuruluşlarının ve Kürdistan Halkının gündeminde temel bir konu olarak yerini almalıdır.”