GÖRÜNTÜLÜ

Keskin: Kürt hareketinin kazanımları AKP’yi rahatsız ediyor

İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, son süreçte Kürt halkının özellikle Suriye’deki kazanımlardan rahatsız olan AKP’nin, şimdiye kadar daha önce hiç rastlamadığımız hak ihlallerine imza attığını belirti.

Bölgede yaşana hak ihlallerini yerinde incelemek üzere Van’a gelen İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, OHAL koşullarında yaşanan hak ihlallerini, referandum sürecini ve basının tutumu hakkında ANF’nin sorularını cevapladı.

Türkiye de geçmiş dönemlerde çeşitli hak ihlalleri oluyordu ve şimdi yaşan hak ihlalleri ile 90’lı yıllarda yaşanlar arasında nasıl farklar var?

20 yıla fazladır insan hakları mücadelesi içindeyim hem hak ihlallerinin bu kadar yoğun olduğu hem de mücadele mekanizmalarının bu kadar engellendiği bir süreç yaşamadık. 90’lı yılarda da devlet aklı aynıydı. Ancak o dönem kullanılmayan yöntemler bu gün kullanılıyor. Mesele çok kolay tutuklama kararları veriliyor. Yani fütursuz uygulamalar, işten atmalar, ekonomik zararlar vermek gibi uygulamalar 90’lı yıllarda yoktu. Evet kontra gerilla faaliyetleri ve gözaltında kaybetmeler oluyordu. Yinede mücadele alanlarımız vardı. Örneğin bir basın açıklaması yaptığımızda bir tutuklama endişesi yaşamazdık. Hakkımızda dava açılıp ceza verilse bile bunun Yargıtay da onaylanan kadar cezaevine kimse girmezdi. Şimdi ise söylediğiniz bir söz nedeniyle savcığa gittiğinizde hemen tutuklama talebiyle hakimliğe sevk ediliyorsunuz ve hemen tutuklanıyorsunuz. Böyle bir süreç hiç yaşanmamıştı. Yani düşünce ve ifade özgürlüğünü bu kadar baskı altına alınan bir süreç yaşamamıştık. Düşünce ve ifade haklarını baskı altına alınması demek diğer tüm haklarını baskı altına alınması anlamına gelmektedir. Yani sivil toplumun sesinin bu kadar kesildiğini bir süreci daha önce almamıştık.

Türkiye ulusal ve uluslararası insan hakları sözleşmelerine ne kadar uyuyor?

Türkiye OHAL’e birlikte insan hakları sözleşmesini askıya aldığını ve Avrupa konseyine bildirdi. Ama askıya alması işkenceyi, yargısız tutuklamaları kapsamıyor. Bunların yanı sıra Türkiye’nin askıya alamayacağı başka anlaşmalar da var. Bunlar: İstanbul sözleşmesi, Cenevre savaş hukuku sözleşmesi, kadınların karşı her türlü ayrımcılığı önlem sözleşmesi gibi birçok sözleşmede iması var. Ve kendi anayasasında sözleşmelerin de iç hukukun üstünde kabul etmektedir. Tabi tablo buyken Türkiye tüm bunlara aykırı davranıyor. Ne yazık ki Türkiye ile imza ortağı olan Avrupa bu konuda Türkiye’yi yeterince denetlemiyor. Türkiye’ye rahatlıkla sen bu imzalara aykırı davranıyorsun demelidir. Ancak devletlerin karşılıklı çıkarları nedeniyle bunu demiyor.

OHAL koşullarında referandumun yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Şimdi büyük bir siyasi eşitsizlik var. Kürtleri ve demokratik kesimleri temsil eden HDP’nin başta eş genel başkanları olmak üzere milletvekilleri, yöneticileri tutuklu ve tutuklu olmasa bile çok büyük baskı altındalar. HDP’nin kendi seçmenine ulaşması her şeyden önce engelleniyor. Bu durum baştan bu referandumun anti demokratik bir halle getirmiyor. Biz oyların nasıl denetleneceğini bilmiyoruz. Bir hile yapılıp yapılmayacağını bilmiyoruz. Çünkü Olağan Üstü Hal gibi önümüzde aşamadığımız ve kimsenin tam olarak ne olduğunu bilmediği garip bir yapı var. O nedenle oy güvenliğini de büyük bir tehlikede olduğunu düşünüyorum. Tüm bu koşullarda yapılacak bir referandumun demokratik olduğu söylenemez.

Başta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olmak üzere siyesi tutsaklar ve Kürt halkı üzerinde büyük baskıların sürmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt sorunu her zaman uluslar arası bir sorundur. Tek başına Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun değil, 4 devleti ve tüm emperyal güçleri ilgilendiren bir sorun. Özellikle Suriye de Kürt hareketinin kazanmış olduğu meşruiyet söz konusu. Bu durum Türkiye’yi çok rahatsız ettiğini düşünüyorum. Zaten yaşadığımız sorunlarında bununla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Kürt hareketinin Suriye de emperyal göçler tarafından meşru görmesi Türkiye’yi rahatsız ediyor. Türkiye barışçıl bir çözüme dönmekten başka bir çaresi de olmadığının da farkında. Bu nedenle Kürt hareketine ne kadar zarar verirsem ne kadar güçsüzleştirirsem o kadar iyi mantığıyla yaklaşılıyor. Ama bu beraberinde büyük insan hakları ihlallerini de getiriyor. Yani şuanda Öcalan’ın tecridinin yanında cezaevlerinde çok yoğun bir şekilde hak ihlalleri yaşanıyor. Daha önce az gördüğümüz yöntemlerin cezaevlerinde uygulandığını görüyoruz. Bu koşulların dayatılması çözümsüzlüğün dayatılmasıdır. Bence AKP’nin özel harp yapısıyla uzlaşmaya gitmesiyle birlikte Türk derin devletin istediği her şey gerçekleşiyor.   

Özgür Gündem Gazetesi’nin gönüllü genel yayın yönetmenli yaptınız ve bu pencereden bakıldığında özellikle savaş sürecinde basının tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben gazeteci değilim, avukatım. Ama ben Özgür Gündem de gönüllü genel yayın yönetmeni hanesine 3 yıl boyunca adımı yazdırdım. Çünkü ben Özgür Gündem gazetesinin bu coğrafyada en çok baskı gören yayın organı olduğuna inadım. Benim için özgür gündem Musa Amca demektir, Ferhat Tepe demekti, bunun dışında canlarını yitiren birçok gazeteci ve hatta küçücük gazete dağıtıcı çocuklar var. Ben insan hakları mücadelesini her zaman ölülerimize karşı bir borç olacak niteliyorum. Özgür gündeme genel yayın yönetmenliğini Musa Amcaya borcum olarak bildim. Genel yayın yönetmenliğini aktif olarak yapmadım ancak şuana kadar 140 davadan yargılanıyorum. Bunlardan 18 davam Yargıtay da ve yasa değişikliği olmazsa ömür boyu cezaevinde kalacak kadar hakkımda ceza isteniyor. Yurt dışına gitmeyeceğim. Bu konuda kesin kararlıyım. Cezaevine gireceğim. Onların bu yasalarının değişmesi gerekiyor. Yani burada suçlu olan bizler değiliz. Bu anti demokratik yasaları çıkaralar suçlu. Ama genel olarak basına baktığımızda ortada bir basın kaldığını düşünmüyorum. Çünkü gerçekten objektif yayın yapmaya çalışan ya da belli çevrelerin sosyalistlerin, Kürtleri, feministlerin yayın organları tamamen kapatılmış durumda. Ne yazık ki işini yapabilen medya, (bu tabiri pek sevmiyorum ama yerine başka bir cümle bulamıyorum) yalaka bir tavır sergiliyor. Bunu başka türlü anlatamıyorum. Çok yazık kendi arkadaşları için kılını birle kıpırdatmıyorlar...

Bakın biz yıllar önce insan hakları derneği olarak, bir düşünce özgürlüğü afişi astığımızda İsmail Beşikçi, benim, Fikret Başkaya ve Tayip Erdoğan’ın resimlerinin yan yanaydı. Çünkü Tayip Erdoğan o gün bir şiir nedeniyle tutukluydu. Ve biz insan hakları savunucuları olarak, onun söz söyleme hakkına da sahip çıktık. Ne yazık ki onunda temsil ettiği anlayış bizleri cezaevine koyuyor.