Karayılan: Seçim sonuna kadar hiçbir eylemimiz olmayacak

Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, “özellikle seçim sonuna kadar hiçbir biçimde herhangi bir şiddete yönelme durumumuzun olmayacağını açıklıkla belirtiyorum

Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, “özellikle seçim sonuna kadar hiçbir biçimde herhangi bir şiddet durumuna yönelme durumumuzun olmayacağını açıklıkla belirtiyorum. Şu var, her gün arazide asker hareket halinde, güçlerimizin üzerine giderse, güçlerimiz meşru müdafaa çerçevesinde gereken cevabı verir. Yani sorun can meselesi oldu mu durum başkadır. Yani bunun dışında, zorunlu savunma durumları dışında bizim güçlerimizin herhangi bir biçimde şiddet kullanması söz konusu olmayacaktır. Eğer bir operasyon durumu gelişirse. Herhangi bir şiddet durumu gelişirse, şimdiden bilinmeli ki bu devlet güçlerinden kaynaklı bir şey olacak. Bu bizim için nettir” dedi

Murat Karayılan Mednuçe’den Erdal Er’in seçimler ve son gelişmelere ilişkin sorularını yanıtladı.

TÜRK ORDUSUNUN ASKERİ OPERASYONLARI DEVAM EDİYOR

İzninizle askeri operasyonlarla başlayalım; operasyonlar halen devam ediyor mu? Nedir durum?

Evet, bir süreden beri ateşkes kurallarını bozmaya dönük Türk ordusunun belli bir hareketliliği var. Bu şu anda da devam ediyor. Karakolların yapımı, askeri amaçlı barajların yapımının sürdürülmesi, askeri yolların yapılması, Tendürek’te görüldüğü gibi doğrudan gerillanın üzerine yürüyen ya da gerillanın bulunduğu sahalara yakın alanlarda, askeri hareketlilik durumu günümüzde de devam ediyor.

Çatışma çıkıyor mu?

Aslında bizim güçlerimizin çok büyük bir dikkat ve duyarlılığı olmazsa, şimdiye kadar birçok yerde çatışma yaşanabilirdi. Ben kendim bundan bir süre önce tekrar, Türkiye sınırları içerisindeki güçlerimizle telsiz üzerinden irtibata geçtim. Hem bilgiler aldım, hem de gerekli uyarıları yaptım.

Gerilla çatışmalardan kaçınıyor mu?

Gerillanın duyarlılığı, var olan durumu anında görüp, uygun hareketlerle zemin sunmaması sayesinde aslında çatışmalar yoğun bir şekilde şimdi gelişmiyor. Birkaç kez uyarı amaçlı, öldürme değil, geri dönsünler diye, atışlar yapmıştır. Bunun dışında genellikle manevra tarzıyla araziye çıkışlar, askerin hareketliliğin herhangi bir çatışmaya dönüşmesi engelleniyor. Bu tamamen bizim tek taraflı olarak büyük bir duyarlılıkla muhafaza ettiğimiz bir durumdur.

BİZDEN YANA HİÇ BİR TEHDİT OLMAYACAKTIR

Genelkurmay operasyon gerekçesini seçim güvenliğine bağlıyor. Diyor ki gerilla köylere veya kasabaya iniyor, HDP için oy istiyor veya silah zoruyla insanları tehdit ediyor, iddiası bu.

Hiç alakası yoktur. Doğru değildir. Bizim genel talimat veya perspektifimiz şudur: Herhangi bir temasa, çatışmaya mahal vermemek, zemin sunmamaktır. Bu temelde güçlerimizin rastgele hareket etmesi söz konusu değildir. Kaldı ki kamuoyunun da çok iyi bildiği Tendürek, Diyadin’e bağlı sahada gelişen çatışmada gerilla kendi yerindeydi. Bir etkinlik varmış ertesi gün. Geceden, sabaha karşı saat 3’te güçlerimizin üslenmiş olduğu alanda helikopterlerle indirme yapılıyor ve üzerine gidiliyor. Oradaki temas bu biçimde başlamıştır. Orada herhangi bir güvenlik sorunu yok. Herkes kendi yerinde. Bizden kaynaklı herhangi bir tehdit durumunun olmayacağını açık söylüyoruz.

Ordu sizinle savaşmak mı istiyor?

Ben tüm ordu mensuplarının savaşmak istediklerini, bir an önce çatışmanın başlamasını istediklerini söylemiyorum. Aslında bunu bazı böyle davranışlardan anlayabiliyoruz da. Bir dayatma vardır. Orduya? Evet. Belki ordu içerisinde de bu yönlü eğilimler vardır. Bunu o kadar detaylı bilemem. Yalnız böyle herkesin çatışmak istemediği anlaşılıyor. Çünkü birçok pratik durumda bunu gördük. Bunu teslim etmek lazım. Yoksa onlar çatışmak istiyor, biz çatışmadan hep kaçınıyoruz tarzında bir şey söylemiyorum. Ama böyle bir kontrollü çatışmayı geliştirme eğilimi var. Bunu yaratma çabaları vardır. Onu belirtiyorum.

Uludere’de ne oluyor?

Uludere sınırında daha önceden de bir kere ifade etmiştim. En son iki gün önce güçlerimize 300 metreye yakınlıktaki tepeyi gelip tuttular. Ve o tepeden güçlerimize ateş ediliyor. Şimdi biz ateş etsek, ne olacak? Çatışma başlayacak, derken sınır boyu bir çatışmaya dönüşebilir. Derken daha kapsamlı bir çatışma durumu gerçekleşebilir. Ama mesela farklı yerlerde de benzer durumlar var. Orada aynı şey yok. Yani yer yer böyle özellikle çatışma istemi, eğilimi taşıyan güçlerin bulunduğunu söylemek rahatlıkla mümkündür. Mesela Dağlıca, her kimse oradaki komutanlık, aslında orada çatışmak istiyor. Yine Şemzinan hattı yani Şemdinli, orada benzer şey var. Kısmen Mardin’de, yine Ağrı’da, yine Amed’in bazı bölgelerinde bu tür şeyler özellikle ön alandadır. Yani böyle çatışma ortamını yaratmaya dönük ciddi girişimler var.

Sayın Karayılan, bugüne kadar her seçim öncesi Erdoğan veya AKP hükümeti sizden ateşkes isterdi, dolaylı veya dolaysız. Ateşkes ortamında seçimlere gitmek isterdi. Hükümet ve Erdoğan bu defa sizden ateşkes yerine çatışma mı istiyor?

Müsaade ederseniz onu biraz anlatayım. Şimdi açık ki Kürt sorunu, Türkiye’de çok temel, esaslı bir sorundur. Cumhuriyetten baki kalan, çözülemeyen, aslında şiddetle, soykırımla çözülmek istenen bir sorundur. Ama soykırım, şiddet, katliam bu sorunu çözmedi. Sorun bugün bütün boyutlarıyla gündemdedir. Türkiye, bu sorunu çözmeden bir adım bile ilerleyemez. Ne demokraside ne ekonomide ne siyasette doğru düzgün bir gelişmeyi yaşayamaz. Bu bir gerçek. Bunu herkes söylüyor. Şimdi bu soruna ciddi yaklaşmak, köklü projelerle ele alarak çözmek gerekiyor. Biz bunu söylüyoruz.

Peki AKP ne diyor?

AKP hükümeti iş başına geldiğinden bu yana bu soruna böyle ciddi, köklü, çözüm yaklaşımlarından ziyade sürekli seçim taktikleriyle yaklaşmıştır. Topluma ben Türkiye’yi düzeltiyorum, refah geliştiriyorum, ekonomi geliştiriyorum, yolları yapıyorum, istikrarı getiriyorum, çatışmayı durduruyorum, PKK’yi silahsızlandıracağım demek için böyle bir algı yaratmak için her zaman seçim öncesi mutlak surette ateşkesin gelişmesini istemiştir.

Hangi yöntemlerle yaptı bunu?

Yani, bunun için çok kez görüşmeler olmuş, aracılar olmuş, çeşitle defa Önderliğimizle bu kapsamda görüşmek için İmralı’ya heyetler gitmiştir. AKP’nin amacı dediğim tarzda topluma bir mesaj vermek, bir algı yaratmak için, bu ülkede her şeyi ‘ben düzeltiyorum’ diyebilmek için seçim öncesinden başlayarak seçim sürecinde ateşkesi, istikrarı hep hedeflemiştir. Hatta son ateşkesin başlamasından bu yana yani 2013 Newroz’undan bu yana mutlak bir hakimiyeti, bir denetimi sağlamak için kanunlar çıkardı. Operasyon inisiyatifini askerden alıp valilere verdi. Valilerde zaten hükümetin denetimindeki kurumlardır. Kısaca, AKP’nin politikası seçimlere çatışmasız girmek, böylece istediği oyu almak, sonuç çıkarmaktır.

Peki şimdi?

Şimdi bu Haziran seçimlerinin yakınlaştığı süreçte Önderliğimiz de AKP’nin bu yaklaşımını değerlendirmek istedi. Müzakerelerin gelişmesi gerektiğini, bunun için İzleme Heyeti’nin kurulması gerektiğini, Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun devreye girmesi gerektiğini, süreci bu biçimde çözüme götürecek bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu aksi durumda çatışma olasılığının da gündemde olduğunu söyledi. AKP yöneticileri başta Erdoğan olmak üzere Haziran seçimlerine sükûnet içerisinde girebilmek için bu istemlere olumlu cevap verdi. Zihinsel boyutta çözüme dönük herhangi bir niyetleri gözükmüyor. Seçim taktikleri çerçevesinde yaklaşım gösterdiği bu son iki-üç aydaki yaklaşımları çok açık bir biçimde ortaya koydu. Başta, eskiden beri yürüttüğü politikanın bir devamı olarak Önderliğimizin müzakereyi, İzleme Heyetini görüşmelerde dayatması karşısında olumlu yaklaştılar. Müzakere masası kuruldu, müzakere başlamamış da olsa. İzleme Heyeti tartışıldı. Yine o bilinen Dolmabahçe Sarayı açıklaması yapıldı. Üzerinde müzakere yürütülmesi gereken on madde kamuoyuna deklare edildi. Bunların görüşülmesi ve asgari bir mutabakatın gelişmesi halinde PKK’nin de kongresini toplayacağı, silahlı mücadele sürecini tartışacağı, buna ilişkin gerekli kararları alacağı açıkça deklare edildi. Ardından, İzleme Heyeti’nin isimleri tartışıldı. İsimler belli düzeyde belirlendi.

Neden işler yolunda gitmedi?

Erdoğan’ın müdahalesiyle süreç durduruldu. Neden? Herkes biliyor. İşte söylüyorlar. Erdoğan sürekli özel anketler yaptırıyormuş. Açık bilinen anketler var. Aslında bir yerde anketlerle Türkiye’yi yönetmeye kalkışıyor. Bu anketlerde gidişatın kendi lehine olmadığını gördü. Çünkü Önderliğin bu sürecin, yani çözüm sürecinin gelişmesiyle beraber geliştirdiği başka bir projesi de var.

ÖNDERLİĞİMİZ DIŞLANAN HERKESİ PARLAMENTOYA TAŞIMAK İSTEDİ

Nedir bu proje?

HDP’nin çatısı altında sistemden dışlanan tüm kesimleri kapsayacak, Türkiye solunu, sosyalist hareketi, demokratik çevreleri, tüm inanç grupları, sistemden dışlanan Alevileri, dışlanan Kürtleri, Ezidileri, Süryanileri, Ermenileri, Çerkezleri yani Türkiye toplumu içerisindeki tüm kesimleri bir araya toplayarak seçime girme ve bu suretle yüzde 10 barajını aşarak Türkiye’de yeni bir süreci başlatma, demokratikleşme sürecini başlatma böylece cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dışlanan kesimleri parlamentoya taşıma, tekçi sistemi zorlama. Türkiye’nin esas sorunu tekçi sistemdir. Tek ulus, tek devlet, tek bayrak, tek dil, tek kültür yani hepsini demezse de tek mezhep biçiminde giden o düşünce kalıbını değişime zorlamadır. Yani bu büyük bir hamledir. Aslında çok önemli bir şey. Onlar anketlere baktılar ki HDP barajı aşıyor.

HDP BARAJI AŞARSA AKP VE ERDOĞAN’IN  PROJELERİ SUYA DÜŞÜYOR

Tabi bu öyle bir paradoks yarattı ki HDP barajı aşarsa kendi projesi suya düşecek. Çökecek. Çünkü kendi projesini 12 Eylül faşist cuntasının yasalarına dayanarak yüzde 10’luk bu baraja endekslemiş. Yani hırsızlıktır. AKP’nin şimdi neyi hırsızlığı biliniyor. Ama bu hırsızlık sadece ekonomi alanındaki para-pul değildir. Aynı zamanda oy hırsızlığı da var. İşte bu biçimde bütün bu çevreleri, Kürt halkını bu baraja dayanarak dışlama, tek kendi sistemini kurmaya dönük bir planlamaya girişti.

ERDOĞAN SÜRECİ DURDURDU, KONTROLLÜ ÇATIŞMA İSTİYOR

Çatışma da bu planın bir parçası mı?

Baktı ki bu planlaması suya düşecek, sonuç almayacak, bu yüzden aslında kendi iktidarının başından bu yana o hep yürüttüğü seçim öncesinde ateşkes olmalı, istikrar olmalı, çatışma olmamalı siyasetini tümden değiştirdi. Ne zaman? Newroz’dan bu yana. Ne dedi Erdoğan? “Kürt sorunu yok.“ Sonra dedi ki “İzleme Heyeti’ne gerek yok. Yanlış görüyorum” dedi. Basından izledim, “Dolmabahçe açıklaması da öyle demokratik bir içeriği yok. Yanlıştır. Ona da katılmıyorum” dedi. “Taraf yok dedi. Hatta ”taraf olması halinde Türkiye’nin çözülmesi, dağılması demektir. Böyle bir şey yok. Masa yok. Hiçbir şey yok” dedi. Bu ciddi bir şeydir. Nasıl güveneceksin? Bu kadar köklü, bu kadar Türkiye’nin en hayati sorununda bu biçimde ne anlama geliyor? Yani, tümden böyle süreci durdurdular. Şimdi ne yapmak istiyor? Kontrollü bir çatışmayı yaratmak istiyorlar. Şimdi eğer desek ki büyük bir çatışmayı geliştirmek istiyor, savaşla birlikte seçime gitmek istiyor, bu değil. Yani onların planladığı demin de söylediğim gibi bazı alanlarda özellikle çatışma yaratmak istiyorlar. Kontrollü bir biçimde gerginlik ve kontrollü bir çatışma.

ERDOĞAN HDP’YE OK AKIŞINI DURDURMAK İÇİN ASKER ÖLÜMÜNÜ İSTİYOR

Nasıl fayda sağlar, nasıl bir fayda görüyorlar?

Askerlerin yaşamını yitirmesi halinde Türkiye’de HDP’ye oy verebilecek sıradan Türkiyeli bir vatandaş, kendi ülkesini, ordusunu seven bir demokrat oy vermeyebilir. Bunun önüne geçmek istiyor. Türkiye’den HDP’ye oy akışını durdurmak için asker ölümünü istiyor. HDP’nin Türkiye’nin tüm kentlerinde çalışmasını zorlaştırmak istiyor. Zaten saldırıyorlar, o ayrı bir şey. Ama bir de böyle genel bir hava yaratmak, asker ölürse, asker cenazesi gelirse HDP, Samsun’a, Karadeniz’e, Ege’ye gidip rahat çalışamaz. Böyle bir havayı yaratmak istiyorlar.

Asker ölümünden bu biçimde fayda sağlamak istiyorlar. Tabii ki de bu çok kirli, iğrenç bir politika. Çok alçak bir yaklaşımdır bu. İnsan yaşamı üzerinden bu şekilde fayda sağlamayı düşünmek kadar daha alçakça bir şey olamaz. Öte yandan gerillayı şehit ederek, en iyi ben PKK’ye karşı savaşabilirim, en iyi ben mücadele edebilirim mesajını topluma verip MHP’ye gidebilecek oyları kendisine çekmek istiyor. Yani böylesine tamamıyla seçime endeksli bir politika izliyor. Bunu kirli yöntemlerle geliştirme durumu.

Bunu sadece seçim stratejisi veya taktiği olarak mı düşünüyorsunuz? Hükümet veya Erdoğan’ın zihniyle ilgili, Kürt sorunuyla ilgili bir problem olduğunu düşünüyor musunuz?

Erdoğan öyle şeyler söyledi ki bunlar seçim taktikleridir denilemez. Çok köklü, temelli şeyler söyledi. Bir yerde adeta Kürt sorununa ilişkin köprüleri atma anlamına gelecek köklü şeyler söyledi. Mesela Önderliğimize yaklaşımda, bu istikrarı sağlayan, çok kapsamlı bir savaşın önüne geçen, hatta en son Kobanê meselesinden dolayı 6-7 Ekim denilen süreci durduran (ki çok önemli bir ayaklanma süreciydi) kimdi? Önder Apo’ydu. Bu AKP’liler yatıp kalkıp Önder Apo’ya dua edeceklerine şimdi tecrit uyguluyorlar ve saldırıyorlar utanmadan. Halbuki onları kurtaran Önder Apo’dur. Önder Apo AKP’nin niteliğinin ne olduğunu çok iyi biliyor.

Önder Apo’nun Türkiye toplumuna duyduğu derin sorumluluk gereği bunları bütün şeylerini göğüsleyerek olası büyük çatışmaların önüne sürekli geçmiştir. Hemen hemen her dönemde böyledir. Türkiye’deki mevcut durumu muhafaza eden AKP hükümeti midir? Bu bir çarpıtma olur. Önderliğin, Türkiye toplumundaki sorunları çözüme kavuşturan kalıcı bir barışı geliştirmeyi öngören stratejisi sayesinde bu mevcut durum muhafaza edilmiştir. Kaldı ki buna rağmen AKP’nin yaklaşımları süreci tümden tıkatmış, sadece seçim taktiği değil.

AKP SAVAŞA HAZIRLANIYOR, BU KONUDA BİLGİLERİMİZ VAR

Nedir peki?

Bizim başka bilgilerimiz de var. Bir taraftan seçim taktikleri güdülüyor, bu doğru. O çerçevede çeşitli politikalar gündemde. Ama öbür taraftan AKP hükümeti, devleti savaşa hazırlanıyor. Bu konuda bilgilerimiz var.

Nasıl bilgiler?

Hem gördüklerimiz, gözlemlediklerimiz var. Bizim de bu ülkede tecrübelerimizin olduğunu herhalde söylemeye gerek yok. Görüyoruz, izliyoruz bir de aldığımız bilgiler var. Bu hükümet ve devlet, Kürt sorununda sertleşme, gerekirse savaşla çözme noktasında belli bir gidişat içerisindedir. Bu belki Ortadoğu’daki yaşanan gelişmelerle bağ ile ele alınan bir olgudur. Aslında Kobanê direnişinin bu düzeyde zafer kazanmasının önüne de geçebilirlerdi. Onun için oraya o kadar tanklar yerleştirdiler. Ama halkımızın 6-7 Ekimde gerçekleştirmek istediği o büyük, görkemli her ne kadar içinde bağrında bazı yanlışlar olsa da o kalkış, büyük kitlenin kalkışından bahsediyorum, yoksa bazı grupların yarattığı çatışma durumundan bahsetmiyorum, o büyük kitlesel kalkış olmasaydı, AKP belki ona da müsaade etmezdi. Yani kısaca şimdi AKP yetkililerinin ve Erdoğan’ın seçim nedeniyle mitinglerde söylediği sözlerin altında aslında devlet içerisindeki derin güçlerle AKP’nin anlaşması, ortaklaşması temelinde oluşturulmuş bir stratejinin ifadeye kavuşturulmasıdır. Eğer AKP bu konuda, seçimlerde istediğini elde ederse hakimiyeti sağlarsa politikası doğrultusunda Kürt sorununda yeni bir politikaya yöneleceği açık ortadadır.

Sayın Karayılan, seçim öncesi bir bakıma sizi savaşa zorlayan AKP’den, Erdoğan’dan söz ettiniz. Sona doğru gidiyoruz ama bir kaç haftalık bir süre var seçimlere. Dolayısıyla saldırılar bekliyor musunuz? Olası saldırılara karşı tedbirleriniz nelerdir?

Şimdi olası saldırıları bekleme konusu önemli bir konu. Gerçekten de Türkiye önemli günleri yaşıyor.  Bu seçimler herhalde Türkiye tarihinin en önemli bir seçim süreci oluyor. AKP, seçimi kazanmak zorunda. Ve AKP öyle düşünüyor. Kazanmak zorunda olduğunu düşünüyor. Neden çünkü AKP seçimleri kaybederse, yargılanabilir.

AKP ve çevresi mi?

Evet, böyle bir durum gündeme gelebilir. Aslında bunun korkusunu yaşıyorlar. Önder Apo bu konuda çok uyarılar yaptı. Yani olası bir darbe mekaniği ya da yargılama durumunun önüne geçmenin yolu bazı derin güçlerle ittifak kurup, anti demokratik diktatöryal bir sisteme doğru gidiş değildir.  Darbe mekaniğinin önüne geçmenin yolu demokratikleşmedir. Öncelikle demokratikleşme perspektifi temelinde Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasıdır. Bunun için Önderliğimizde, Hareketimizde çok şey söyledi. Ama öyle görünüyor ki, AKP’nin tercihi başka oldu. Derin güçlerle birlikte kendi sistemini kurmak için bir yönelim içine girdi. Şimdi biz şunu çok iyi biliyoruz. Kürt sorununun çözüm yolu Türkiye’nin demokratikleşmesinden geçiyor. Bunu özellikle Türkiye’de ki demokratik güçler iyi bilmeli. Özellikle bu açıdan biz demokratikleşmede samimiyiz. Ciddiyiz. Bu ideolojimiz gereği hem siyasetimiz gereği, bu hedeflenmesi gereken bir durumdur. Türkiye’de çoğulcu, demokratik bütün dışlanan kesimleri kapsayan yeni bir sisteme gitmesi çok önemli bir hedeftir. Bunda bizim düşündüğümüz şey, herkesin çıkarı olan yani tüm Türkiye toplumunun çıkarı olandır. Sistemden dışlanan tüm halkların tüm kültürlerin, tüm inançların bunda çıkarı vardır. Buna yönelmek buna gitmek gerekiyor.

AKP’nin çıkarıyla toplumun çıkarı uyuşmuyor mu?

AKP’nin tercihi bunun tam tersidir. Bundan AKP’nin çıkarı yok. Eğer gerçekten demokratikleşmeye ilişkin bir zihinsel alt yapı olsaydı. Buna yönelseydi olabilirdi. Tüm toplumu vardır. Ama o buna girmedi. Yarası var. Üstünü örttüğü şeyler var çaldığı şeyler var. Bir de zihinsel yapısı var. Zihinsel yapısı demokratikleşme uygun değil. Adam öyle düşünüyor ki Türkiye’nin genel yönetmesini değil evlerini içini bile yönetmek istiyor.  Bir ailenin kaç çocuk yapması gerektiğine bile o karar vermek istiyor. O denli detaylı bir şekilde tek bir kalıptan çıkan bir bakış açısına sahip. Bu yüzden tercihi o kulvarda oldu. Şimdi böyle olan bir yapılanma seçimi kazanmak için, her şeyi yapar. Gözü kara bir biçimde her şeyi yapabilir.

Şöyle bir şey bekliyor musunuz; Saldırı yapıp sizin üzerinize atmayı bekliyor musunuz?

Şimdi mesela bizim zeminde dağda Kürdistan’da deminde belirttiğimiz gibi birçok çabaları sergilendi. Fakat bizim karşı çabalarımızla aslında önlendi. Biliyorsunuz HDP’nin Türkiye’deki çalışmalarını engellemek için bildiğim kadarıyla altmışın üzerinde saldırı gerçekleşti. Adana ve Mersin’deki saldırı bunu zirvesi oldu. Yani daha böyle şey bombalı böyle profesyonel şekilde hazırlanmış saldırı gerçekleşti.

Saldıranlar neden ortaya çıkartılamıyor?

Bu devlete ve bu polise karşı mücadele eden bir kimse olarak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Türkiye’de polisin elinde bulunan teknik imkânlar geliştirdiği yöntemler kamere sistemi parmak izi vs. dayanarak şunu söyleyebilirim.  Türkiye sınırları içinde olan her bir olayı Türkiye polisi yirmi dört saat içinde açığa çıkarabilir. Bunun imkânları vardır. Yani HDP’nin binalarına taşlı sopalı, silahlı ve en son bombalı saldırıları polisin bilmemesinin imkanı yoktur. Nasıl bu bardak ise ve içinde su varsa bu gerçek bu kadar nettir. Hükümet bunu biliyor. Kimin yaptığını biliyor. Kalkıp toplumu affedersin anlamaz yerine koyup, yok efendim araştırıyoruz yok efendim bilmem kınıyoruz.  Bazen öylede diyorlar öyle değil. Derhal açığa çıkarabilir. Bu kesin ve nettir. Biz bunu iyi biliyoruz.  Ha şimdiye kadar açığa çıkarılmadığına göre demek ki kendileri yapıyor bunu. Kaldı ki orada taşlı sopalı saldırı yapanlar MHP işaretleri yapıyorlardı. Fakat MHP lideri en son dedi ki bunların bizimle alakası yok.

AKP SALDIRI YAPIP BİZE YÜKLEYEBİLİR
 

Evet hükümet çevresine bakın dediler.

Evet şimdi bunu demek ki MHP’ye yüklüyorlarmış. Bize de yükleyebilirler. Zaten o bir Antep milletvekili…

Şamil Tayyar...

Evet o eski meslektaşınız.

Mesleğinin dışında başka şeyler yapıyor.

Olayın hemen ardından bir iki saat sonra yaptığı açıklamada dedi ki ; PKK yapmış olabilir. Yine mesela Erdoğan diyor; “araştıralım bakalım ne çıkacak.” Yani ben bunları dinleyince yine hükümet yetkililerinin yaklaşımlarını görünce bunların sinsi bir politika içinde olduklarını hissediyorum. Dolayısıyla o tür şeyler yapabilirler.

Şimdiye kadar böyle bir şey başınıza geldi mi? Yapıp sizin üzerinize attıkları bir olay oldu mu?

Çok var. En son İstanbul’da ki olay var.

Serap Eser.

Evet, dönemin İçişleri Bakanı açıkladı.

İdris Naim Şahin.

Evet. “Bunu MİT yaptı, demedi mi bunu MİT yapmış?” dedi.  Yine Amed’de 2006 yılında koşu yolu parkında patlatılan o bombaları, kendileri yaptı. Bizim üzerimize yıkmaya kalkışmadılar mı? Bunun gibi çok olay vardır.  Bu devletin sicilinde buna benzer çok provokatif  olay vardır. Yeni dönemde de yapabilirler.

TÜM GÜÇLERE TALİMAT VERDİM BİZDEN YANA HERHANGİ EYLEM ASLA OLMAYACAK

Türkiye kamuoyu sizden somut açıklamalar duymak istiyor. Seçim süresince bizden herhangi bir eylem olmaz diyebiliyor musunuz?

Ben çok rahat bir biçimde şunu tüm Türkiye kamuoyuna söylemek istiyorum. Beş gün önce ben, telsizle konuşurken, tüm Türkiye MİT’i istihbaratı ne bileyim herkesin dinleyebileceği şekilde, aleni açık konuştum. Herkes dinleyebiliyor. Kanalı bellidir. Zaten devlette takip ediyor. Açıkça tüm güçlere talimat verdim zaten ve inan ki bizim öz yaklaşımımız budur.  Demokratik ilke bu seçimlere hiçbir biçimde bir tehdit bir baskı bulaşmamalıdır.

AKP’LİLER YALAN SÖYLÜYOR BELGE GÖSTERSİNLER

Peki HDP’yi destekliyor musunuz?

Şimdi biz gerilla gücü olarak bir partiyi benimsemiş olabiliriz. Desteklemiş olabiliriz. Çevremize bu partiye oy vermelisiniz diyebiliriz. Bu hakkımızdır. Ama kalkıp da tehdit etme sizi böyle ederiz söyle ederiz gibi bir şey yoktur. Bu konuda hiçbir şey olmamasına kalkıp AKP vekillerinin kürsüde konuşmaları bir palavradır. Yalandır. Belge göstersinler, nerede nasıl olmuş. Diyorlar bazen otobüsler taşlanmış, olabilir. Onu gençler, çocuklar yapmışsa onu bilmem. Ama ben resmi güçlerimizden bahsediyorum. Böyle bir şey yoktur. Yok, silahla tehdit etme; böyle bir şey yoktur. Bu bir!

SEÇİM SONUNA KADAR HİÇ BİR EYLEMİMİZ OLMAYACAKTIR

İkincisi biz bu seçimin Türkiye toplumu için önemli olduğunu, herkes herkesin yapacağı tercihe saygılı olması gerektiğini düşünüyoruz ve özellikle seçim sonuna kadar hiçbir biçimde herhangi bir şiddet durumuna yönelme durumumuzun olmayacağını açıklıkla belirtiyorum. Şu var, her gün arazide asker hareket halinde, güçlerimizin üzerine giderse, güçlerimiz meşru müdafaa çerçevesinde gereken cevabı verir. Yani sorun can meselesi oldu mu durum başkadır. Yani bunun dışında, zorunlu savunma durumları dışında bizim güçlerimizin herhangi bir biçimde şiddet kullanması söz konusu olmayacaktır. Eğer bir operasyon durumu gelişirse. Herhangi bir şiddet durumu gelişirse, şimdiden bilinmeli ki bu devlet güçlerinden kaynaklı bir şey olacak. Bu nettir bizim için.

Şimdiden diyorlar ki HDP barajın altına düşecekmiş, barajı aştırmak için eylemleri PKK düzenliyormuş. Ne alakası var. Bir kere HDP’nin barajı aşacağına dair bir sürü veri var. Anketler var. Yani tarihte ilk kez, Kürt halkı, Türkiye demokrasi güçleri, barış yanlışı güçler, sistemden dışlanan tüm kesimler inanç grupları, çevreleri birleşmiş, bir güç olmuş yüzde 11, yüzde 12’leri zorlayan bir duruma gelmiş. Biz kalkıp silah kullanacakmışız. Olacak şey midir bu?

Erdoğan, Akdoğan ve AKP’liler sık sık sizinle HDP’nin ilişkisini gündeme getiriyor. Gerçekten nedir HDP ile sizin ilişkiniz? Gerçekten siz mi seçime giriyorsunuz ya da ne oluyor?

Biz bir seçim partisi değiliz. Birincisi o, ikincisi yani ben başta Yalçın Akdoğan olmak üzeri hükümet yetkililerinin ağzını bozarak, bize dönük sarf ettiği şeylere burada cevap vermek istemiyorum. Ama onların üslubunun 12 Eylül cuntacılarından bir farkı yoktur. Demokratik bir ülkede, demokratik bir parti veya hükümet yetkililerinin kullanacağı üslup böyle değildir. HDP’yi dışlama, hedef gösterme, işte yok bilmem ne demokrasi için tehlike olacakmış. Zararlı görüyormuş. Geçerse falan. Yani tamamen böyle hedef gösteren ötekileştiren yaklaşımların hepsi, gerçekten yani yapılabilecek en berbat şeylerdir. Gerçekten ciddi bir siyaset anlayışında böyle bir şey olamaz.

Komik mi buluyorsunuz?

Gerçekten komik insan söyleyecek laf bulamıyor. Yani şimdi bizimle HDP’yi aynılaştırmak büyük bir çarpıtma. Kendileri de biliyor. Biz bir hareketiz. Kürdistan Özgürlük Hareketiyiz. Biz Kürt sorununun Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde, demokratikleşmesi çerçevesinde çözmek istiyoruz. Şimdi HDP bir projesi olan, legal, yasal bir yapılanma, bir çok geçmişi olan temeli olan sol, sosyalist ve demokratik partinin içinde yer aldığı, içine girdiği bir projeye sahip. Kürt sorununu çözmeye, Türkiye’yi demokratikleşmeye yönelik projesi olan siyasal bir güç. Sadece Kürtler’den ibaret değil. Türkiyeli bir çok çevre, birçok kurum, örgüt, sivil toplum kuruluşunun içinde yer aldığı.  Siyasal bir yapılanma. AKP’nin bir rakibi. Kendi rakibini kötülemek için, sanki HDP silahlı bir güç, sanki HDP biz, biz HDP’yiz gibi yansıtmak yanlış bir şey doğru değil.

Biz HDP’nin projesini uygun görüyoruz ve destekliyoruz. Bizim konuşmalarımız destekleme konuşmalarıdır. Biz de bu ülkenin insanları olarak, Türkiye’nin ve Kürdistan halkının geleceğini düşünen insanlarız. En çok bunun için bedel ödeyen, emek veren insanlarız. Eğer orta yerde iyi bir proje varsa. Barışı geliştirecek, sorunu çözecek demokratikleşmeyi geliştirecek. Bir proje varsa biz bu projeyi destekleriz. Ortada böyle bir proje var ve biz bu projeyi destekliyoruz. Ama ne biz HDP’nin tümünden sorumluyuz. Ne de HDP bizden sorumludur. Yani sanki kalkıp HDP silahlı bir güçtür, silah bıraksınlar gelsinler diyorlar. Silah bırakmayı diyelim kim böyle bir sürecin gelişmesinin önüne geçti.

Erdoğan ve AKP sizi sorumlu tutuyor?

Peki kendileri ne yaptı?

Sizce ne yaptılar?

Bakın 2013 Newroz’unda Önderliğimizin yayınladığı tarihi deklarasyonun ardından, ben kendim basın toplantısını Kandil’de yaptım. O vakit tarihlerin hepsini belirledik. Bir çözüm projesi Önderliğin perspektifi temelinde o zaman kamuoyuna açık sunduk. Yani bizim yapacaklarımız vardı. Bir de hükümetin yapacakları vardı. Biz yapacaklarımızı yaptık. Ama hükümet yapmadı. Onun için süreç sürüncemede kaldı. Bu yüzden süreç tıkanmayla yüz yüze kaldı. Yani daha öncede belirttiğimiz gibi süreç Önderliğin son bir hamlesi ile tekrar canlandı, geçen yılın sonundan itibaren ve bu yılın başından itibaren, Newroz’dan sonra yine süreç canlandı. Müdahale yapıp durdurdular. Yani kendileri yapmıyorlar, öyle beylik sözlerle hemen suçluyorlar. Peki, sen bu ülkede kalıcı bir barışın gerçekleştirilmesi için hangi yasayı çıkardın hangi kanunu çıkardın.

İşte diyor parlamentodan yasa çıkardık.

Ne yasasıdır. O görüşme için bir yasa. Kendini güvence altına almaya dönük olan bir yasadır.

İsmi de eleştirildi. Terör cümlesiyle başlayan bir yasa.

Evet, esasta anayasal bir düzenlemeye ihtiyaç var. Kürt sorunu öyle sıradan bir sorun değil ki. Kürt sorununun öyle çözülmesi için anayasal değişikliğe, kökten bir değişikliğe ihtiyaç var. Değişime ve yenilenmeye ihtiyaç var. Türkiye’nin yeniden demokratik temelde dizayn edilmesi gerekiyor. Böyle bir şey oldu mu hayır. Güvenlik yasaları adı altında yeniden sıkıyönetim getirmeye yönelik, geliştirdiği çabalar ortadadır. Bunu yapanlar kalkıp, neden silah bırakılmadı deme hakkına sahip değildir.

Seçime doğru gidilirken, HDP üzerinden konuştuğumuzda, yeni Türkiye inşa etme projesi olduğuna göre, sizde bu tespite katıldığınıza göre, hala bu noktada mısınız? Eğer bu böyleyse hükümetin size yaptığı saldırılara karşı, özellikle Erdoğan’ın saldırılarına karşı kamuoyuna bir çağrınız var mı? Daha çok da Türkiye kamuoyuna.

Bizim görüşümüz değişmemiştir. Daha da derinleşmiştir. Kaldı ki Önder Apo’nun son 2015 Newroz’un da yayınladığı kısa ama çok anlamlı ve içerikli deklarasyonunda da nasıl düşündüğümüz konusu ifadeye kavuşturulmuştur. Yani biz tabi Türkiye’nin yeniden inşasını ve bu temelde tüm kültürlerin, tüm inanç gruplarının, tüm dışlanan kesimlerin kendisini içinde bulduğu kapsayıcı çoğulcu demokratik bir yapılanmayla, Türkiye’nin hem kendi tüm sorunlarını çözeceği durumunun bundan çok çok daha ilerde, bir ekonomik gelişmeyi yaşayabileceği, hem de Ortadoğu’da kronikleşen bu gerginlik ve savaş sürecini bu perspektif  ile daha aktif müdahale edebileceği yani örnek, pratik sergileyerek, Ortadoğu bölgesine sorunların çözümü için Ortadoğu’da demokratik konfederal bir sistemin gelişmesi için önemli bir rol oynayabileceğini düşünüyoruz. Bu düşüncemiz, bizim açımızdan bir stratejidir. Değişmez. Daha çok değişir şimdi o konumdayız.

Peki, saldırılar olursa ne yapacaksınız?

Önderliğimiz üzerine tecrit uygulanırsa, her şeye rağmen saldırı gelişirse, halkımıza dönük insanlarımıza dönük, güçlerimize dönük yok etme savaşı gelişirse o zaman durumlar farklılaşır. Bizim seçeneğimiz budur. Tek seçenek söz konusu değil. Şimdi bu anlamda Türkiye toplumu, Türkiyeli tüm halklar, tüm mezhepler, kültürler şunu iyi bilmeli. Biz Türkiye’nin tüm renkleriyle yaşamasını isteyen bir paradigmaya sahibiz, sistemden dışlanan Aleviler, Êzdîler, bütün Hıristiyan gruplar, Kürtler bütün kesimleri kapsayacak, yeni bir yapılanma. Temel hedefimiz budur. Türkiye’ deki emekçi kesimlerin, işçi sınıfının yoksul tüm kesimlerin sistemden dışlanan tüm kesimlerin ortaklaşarak, sosyalist hareketin bütün demokrasi güçlerinin bütün çevrecilerin bütün renklerin kısaca bir araya gelerek, Türkiye’nin yapılanmasında önemli, öncü bir rol oynayabileceğini düşünüyoruz. Bu açıdan bu seçimlerde, HDP’nin bu eksene yakın ileri sürdüğü bu projeyi önemli görüyoruz.
Bunu Türkiye için, Türkiye halkları için bir şans olarak görüyoruz. Bu şansın doğru değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

BİZ SEÇİM PROPAGANDASI YAPMIYORUZ

Türkiye’ye karşı bir tehdit misiniz?

AKP’nin çeşitli psikolojik savaş taktikleriyl bizi farklı gösterme, sanki sürekli bir biçimde Türkiye üzerinde biz devamlı bir tehdit gücüymüşüz gibi yansıtan yakıştırmaları yersizdir. Biz bir silahlı gücüz. Kürdistan özgürlük gerillası, Türkiye’de bir demokrasi ekseni olmuştur. Daha 12 Eylül cuntasına karşı geliştirdiği mücadeleyle o zaman ki hükümetleri demokrasiye zorlamıştır. Demokratik sürecin gelişmesi için aktif bir rol oynamıştır. Buna özel savaş güçleri çok değişik çarpıtmalar ile demokrasi değil de bilmem daha farklı sistemlerin gelişmesine gerekçe gösterdiler. Bunlar doğru fakat biz esas olarak, Türkiye toplumun demokratikleşmesi, Kürt sorunun çözülmesi, Kürt halkının özgürlüğe kavuşması ve halkların kardeşliği temelinde ortaklaşmasını öngören bir eksenden hareket ediyoruz. Yani Kürdistan Özgürlük gerillası silahlı bir güçtür doğru. Ama ideolojik, politik bir silahlı güçtür. Paradigması tüm insanların bir arada yaşadığı, eşit özgür bir toplumdur. Emekçi sınıfların bütün kesimlerin tanındığı haklarının verildiği adil bir düzendir. Bunun için insanlar canını ortaya koyuyor. Bak biz seçim propagandası yapmıyoruz, öyle laf söylemiyoruz. Biz söylediğimiz uygulayan bir gücüz. Bunun için hayatımızı ortaya koyan bir gücüz. Dolayısıyla bizim söylediğimizle o seçim meydanlarında söylenenler ayrı şeyler.

Biz özü koyuyoruz. Özümüz budur. Bunun için mücadele ediyoruz. Türkiye toplumunun tüm kesimlerinin bizden herhangi bir biçimde çekinmesi veya farklı bir biçimde, acaba şu olabilir mi bu olabilir mi demesi doğru olmaz. Bizim rengimiz, özümüz, yapımız net açık ortadadır.

AKP’YE KARŞI TÜRKİYE HALKLARINI DEMOKRASİYE SAHİP ÇIKMAYA ÇAĞIRIYORUZ

Neden AKP’nin politikaları karşısında kamuoyunu sık sık demokrasiye sahip çıkmaya çağırıyorsunuz?

AKP’nin bu seçim gününde neler yapabileceği kestirilemez. Türlü türlü anti demokratik yöntemlerle, bu seçimden sonuç almak isteyecektir. Ancak demokrasi güçlerinin HDP’li olsun olmasın tüm güçlerin adil bir seçim olması için iradelerini ortaya koyması, seçimde sandıklara sahip çıkmaları, yine  böyle anti demokratik uygulamalara prim vermemeleri gerekir. Eğer demokratik güçlerinin yaratacakları kuvvet olmazsa AKP her türlü şeyi yapar. Bu yüzden demokratik, adil bir seçim sürecinin gelişmesi için biz üstümüze düşeni yaparız. Ama tüm demokrasi güçlerinin sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, emekçi kesimlerin bütün çevrelerin yani bu konuda sorumluluk duymaları, sorumluluklarına sahip çıkmaları gerekiyor.

Bizim halk olarak bu ülkenin kaderini sadece AKPlilere bırakmamamız gerekiyor. Çünkü AKP, on üç yıllık iktidarı sürecinde gösterdi ki ülkenin geleceğinden çok kendi cebini düşünen, kendi iktidarını düşünen, toplumu kucaklama, toplumun farklı kesimlerini kapsamadan çok, kendi düşünce sisteminin esas alan bir zihniyete sahiptir. Dolayısıyla bu ülkeyi böyle bir zihniyete bırakmamak gerekiyor. Demokratik seçim olsun, her şeye rağmen kendileri kazandıysa kazandı. Demek ki Türkiye toplumu böyle tercih ediyor. Ama numara olmasın, oyun olmasın, yalan dolan olmasın, hilekarlık olmasın. Bunun için herkes kendini bence görevli hissetmeli. Tüm kurumlar bu konuda mücadeleci olmalı. İradi duruşu göstermeli.

Örneğin şimdi 30-40 kişilik bir grup geliyor, herhangi bir şehirde bilmem HDP’nin bir seçim bürosuna saldırıyor. Orada kimse demiyor “Yahu siz kimsiniz ya? Niye böyle yapıyorsunuz? Ne işiniz var burada?” polis zaten önünü açıyor. Ama toplumdan da hiç kimse şey yapmıyor.

Mesela onların öyle o çıkışına karşı bir sendika hareketi de bir çıkış yapabilir. Türkiye’de adil bir düzen isteyen, hak arayan, demokrasiden yana olan herhangi bir dernek, herhangi bir sendika, herhangi bir parti de bunu telin eden çıkışlar yapabilir.

 

Demokrasiye sahip çıkmak da bir bakım böyle olur galiba.

 

Ama herkes seyrediyor, her şey AKP’nin polisinin insafına kalmıştır. Onlar da zaten önünü açıyor, geliyor yalvarıyor; “Yok siz buradan gidin, biz kapatırız.” Halkı orada bekletiyor, gidiyor HDP’lilere diyor “Sizi otobüsle çıkartalım.” Yani sürgün edelim. Ya böyle şey olabilir mi? Bu mudur hükümet olmak, bu mudur adalet, bu mudur hukuk? Buna karşı sessiz kalmamak önemli, toplumun sessiz kalmaması önemlidir.

 

Birçok aydın sizi demokrasinin güvencesi olarak görüyor. Sadece aydınlar değil, gazeteci yazarlar değil sivil toplum örgütleri –Türkiye cephesinden söz ediyorum- epeyce bir kesimi, deniliyor ki; “Ancak AKP’ye, Erdoğan’a karşı bizi Kürt Özgürlük Hareketi korur.” Bir; bu ilgi sizi memnun ediyor mu? İkincisi bundan sonrası için aydınlara yönelik, en azından size yönelik bu teveccühe yönelik neler söyleyeceksiniz?

 

Memnuniyetten çok o bize daha fazla sorumluluk yüklüyor. Yani eğer bir teveccüh varsa teveccüh bizi daha fazla yük altına koyuyor. Biz öyle anlıyoruz. Yani büyük bedeller ödeyerek, çok büyük zorluklardan geçerek ulaşılmış olan bir düzey var. Bu düzey bugün diyelim Kürdistan toplumu ve Türkiye toplumunun belirli bir kesimi de olsa bir teveccüh görüyorsa bu bizi kuşkusuz sevindirir. Ama aynı zamanda daha büyük bir sorumluluk altına koyuyor. Biz, bizden yana beklentisi olan ve de olmayan tüm kesimlere karşı sorumluluklarımızın bilincinde olacağız. Her hareket ve davranışımızda bu sorumluluk esas olacaktır. Biz öyle yani sıradan bir hareketin mensuplar değiliz. Kırk küsur yıldır bu topraklarda mücadele yürüten, bedel ödeyen, bu mücadele içerisinde pişerek yetişen, belli bir tecrübe ve olgunluk düzeyin ulaşan bir hareketin mensuplarıyız. Önder Apo’nun geliştirdiği paradigmanın Türkiye toplumuna kazandırdığı çok şey vardır. Kürt halkını yeniden yaratmıştır. Kürt kadınını bir iradi güç haline getirmiştir. Kürt toplumunu o geri, feodal yerden alıp bugün çağdaşlaşmanın öncü gücü haline getirme mücadelesini vermektedir. Bu açıdan özgürlükçü Kürt kadınının, yine Kürdistan gençliğinin, Kürt halkının Önder Apo’nun felsefesinden kazandığı çok şey vardır. Her şeyden önce kendini kazanmıştır. Ama Önder Apo’nun sadece Kürt halkına değil, Türk halkına da verdiği çok şey var. Bölge halkın verdiği çok şey var.  
 

Biz bu temelden hareketle Önderliğimizin geliştirdiği paradigmasal yaklaşımı olumlu gören, bir biçimde destekleyen, esasında bunu da aşan tüm aydın kesimlere, tüm toplumsal çevrelere karşı her zaman sorumluluklarımızın bilincinde olacağız. Ama onların da kendi görevlerine sahip çıkmaları gerektiğini belirtmek istiyoruz. Yani eğer ortada yoğunlaşmış bir düzey varsa ve eğer doğru bir eksen olduğuna inanılıyorsa o zaman bu eksenin, bu çerçevenin başarısı için herkes elini vicdanına atmalı, herkes sorumluluk hissetmeli, herkes bunun için mücadele etmeli, dayanışma içinde olmalı ve herkes bunun için, bunun başarısı için gereken çabayı göstermelidir.

Evet, bizim Türkiye’deki tüm aydın kesimlerden, demokrasiden, barıştan yana olan tüm çevrelerden beklentimiz vardır. Bizim sorumluluklarımız var ama onların da sorumlulukları vardır. Biz yeni Türkiye’yi, geleceği parlak olan Türkiye’yi böyle yaratabiliriz. Çoğulcu, demokratik bir ülkeyi böyle yaratabiliriz. Herkesin kendi sorumluluklarına sahip çıkmasıyla bu mümkün olabilecek bir gerçektir. PKK’nin yürüttüğü mücadele bu gerçeğin olabilirliğini ortaya koymuştur. PKK’nin esinlendiği, güç aldığı, kendisini devamı olarak gördüğü Türkiye sol hareketi Denizlerin, İbrahim Kaypakkayaların, Mahir Çayanların hayal ettiği o mücadeleci gerçeği PKK uygulamıştır. Uygulama sürecini Kürdistan’da geliştirmiştir ve bugün tekrar Türkiye’yle harmanlama, bütünleştirme sürecine gelmiş bulunuyoruz. O açıdan yani esası ortak bir gelecektir, demokratik, komünal bir sistemin gelişmesidir. Demokratik Sosyalizme gitmenin yolu da buradan geçer. Yani öncelikle tüm kesimlerin, tüm kimliklerin kendini doğru ifade edebileceği demokratik bir zemin, ardından ise önü açık olan bir mücadele süreci olacaktır. Bu açıdan bir herkesi bu konuda sorumluluğa davet ediyoruz. Kendimiz de bu sorumluluğun bilincinde olacağımızı özellikler vurgulamak istiyoruz.

 

AVRUPA’DAKİ KİTLEMİZ OY KULLANMAYI BİR GÖREV OLARAK GÖRMELİ

Avrupa kitlesinin rolü bu seçimde neden bu kadar önemlidir?

Bu seçimler öyle partiler arası geçen bir seçim süreci değildir. Demokrasiye, barışa ve çoğulculuğa doğru mu gidecek, yoksa böyle tekçi ve diktatöryal bir sisteme doğru mu gidecek konusunda Türkiye toplumu tercih yapmak durumunda. Daha çok bu Erdoğan ve AKP’nin başkanlık sistemini Türkiye’ye dayatmasıyla gelişmiştir. Bu açıdan tüm Türkiye için önemli bir seçim var. Ayrıca Kürt sorunu konusunda da önem arz eden bir seçim olmaktadır. Çünkü bu sorun barışçıl ve demokratik yöntemlerle mi çözülecek yoksa şiddet yöntemi söz konusu mu olacak noktasında bu seçimler önemli.

Neden?

Çünkü seçimler Kürt sorunu açsından bir kesinlik ortaya çıkarmaz. Eğer devlet savaş hazırlıkları yürütüyorsa seçimlerin ektisi olur kesin bir etkisi olmaz diyoruz. Özellikle kazanılması halinde barışçıl çözüme doğru ivme kazanır. Bu açıdan Türkiye ve Kürdistan halkı için önemlidir.

Bu seçime Avrupa’dan katılım önem kazanıyor. Neden çünkü Avrupa’dan gelen oylar tüm Türkiye illeri üzerine dağıtılıyor. HDP’nin oyu Manisa’da, Aydın’da, Bursa’da belki ramak kala takılı kalabilir bir milletvekili çıkarmak için, Avrupa’dan gelen oylarla bir milletvekili çıkarabilir. Yine barajın aşılması için Avrupa’nın etkisi olacak. Benim çağrım şudur: Bu seçim sıradan bir seçim olarak ele alınmamalı, stratejik bir süreç yaşanıyor. Türkiye’nin kaderi belirlenecek. Dolayısıyla herkes seçime katılmalı. Avrupa’daki vatandaşlar seçime pek ilgi duymamakta. Kürdistan ve Türkiye’nin uzağında haliyle katılım oranı düşük. Özellikle Kürdistanlılar demokrasiden yana olan tüm Türkiyeliler bir görev olarak görmeli hafta sonu değil hafta içi izin alarak oy kullanmaya gitmeliler. Neden? Çünkü hafta sonu yığılma oluyor herkes oy kullanamayabilir.

HERKES SANDIK BAŞINA GİTMELİ

Avrupa’daki vatandaşlarımız kendilerini sorumlu görsünler Türkiye’deki bu önemli süreçte tercihlerini yapsınlar yani kayıtsız yaklaşılmamalı. Özellikle her Kürdistanlılar bilmeli ki, bu seçim Kürdistan halkı için çok önemli savaş ve barış ekseninde bir tercih durumu bu seçimle birlikte ortaya çıkabilir. Dolayısıyla ne işi gücü olursa olsun tercihini yapmalı. Her yurtsever ve demokrat sadece kendi oyunu kullanarak yetinmemeli. Herkes dostunu komşusunu, yanında çalıştığı insanları ikna etmeli ve grup olarak oy kullanmalı. Ben yurtsever ve demokratım diyen her Kürdistanlı ve Türkiyeli çalışmalı. Bir kadro gibi çalışmalı herkesin demokrasi barış ve adil düzenden yana tercih yapmasını sağlamalıdır. Bu bir yurtseverlik ve demokratlık görevidir. Ben buradan Avrupa’daki tüm halkımıza dostlarımıza çağrı yapıyorum sorumluluk duymalı herkes sandık başına gitmeli. Çünkü ayın 31’inde sona eriyor. Eğer Avrupa’dan güçlü bir destek olursa HDP’nin barajı aşması daha kolaylaşır.

Bir de ben HDP’nin %10,5 veya %11 ile barajı aşamayacağını düşünüyorum. Niye? Çünkü hilelerin olacağı kesin. Hile yaparlar. Birçok oyu geçersiz sayar ve çalarlar. Eğer oy oranı % 12 veya %13 olursa, ne kadar çalarlarsa çalsınlar engel olamazlar. Bunun için hedef böyle barajı aşmak değil hedef %14, %15’leri aşmak olmalı. Bu yüzden tüm yurtseverler Türkiye’nin istikrarından özgürlük ve barışından yana olan tüm kesimler bu süreçte sorumlu yaklaşmalı ve doğru seçim yapmaları gerektiğini düşünüyoruz.  

 

 

SURİYE’DE SAVAŞ KISA SÜREDE BİTMEYECEK, DERİNLEŞECEKTİR

 

Öncelikle Rojava’da, dolayısıyla Suriye’de nedir durum, nasıl yorumluyorsunuz?

 

Rojava sorunu bir Ortadoğu sorunudur. Yani Suriye, daha doğrusu Suriye sorunu bir Ortadoğu sorunu. Ortadoğu’da mevcut durumda bir savaş var, bir kaos var, çatışma durumu var. Suriye’de savaş kısa sürede bitmeyecek. Derinleşecek. Giderek savaş daha açık biçimde bir mezhep savaşına dönüşüyor. Bu da Ortadoğu halklarının dokusunu parçalıyor, zedeliyor, tahrip ediyor, çok zarar veriyor. Yani Ortadoğu halklarına yapılabilecek en büyük kötülük aralarına nifak sokmak, mezhep çatışmalarını geliştirmektir. Tarih boyunca bu bölgede çok çeşitli inançlar, kültürler bir arada yaşamışlardır. Ama bugün işte hegemonik güçler kendi kirli amaçları uğruna, egemenlikleri uğruna, çıkarları uğruna bölge halklarını çatıştırmaktadırlar. Şimdi bölgenin yaşadığı bazı talihsizlikler var. Veya bazı zenginlikleri var, enerji kaynakları mesela. İşte jeo-stratejik konumunun yanı sıra enerji kaynakları bölge halklarının başına bela olmuş aslında. Yani biliyorsunuz çağımızda hızla teknoloji gelişmektedir. Giderek toplumlar daha fazla teknolojik ortamın yarattığı yaşam biçimine doğru gitmektedir. Bu da beraberinde daha fazla enerjiye ihtiyaç açığa çıkarıyor. Şimdi enerji kaynakları da en çok nedir; işte petroldür, doğal gazdır, tatlı sudur. Bunlar da hepsi Ortadoğu’da var. Dünyadaki petrolün yüzde 66’sı Ortadoğu’da çıkmaktadır. Dolayısıyla hegemonik güçler bir an önce bölge üzerinde egemenlik sağlamak istiyorlar. Diğer yandan doğuda doğu sermayesinin, Çin eksenli sermayenin hızlı bir tempoyla yaşadığı gelişme aslında Batı sermayesini tehdit altına alıyor. Çünkü mevcut durumda Çin’in büyüme hızı bu biçimde devam ederse yirmi yıl sonra tüm dünya sermayesini geçmiş olacak. En büyük dev bir güç olacak.

Bunun Ortadoğu’da diyelim etkinlik sağlaması pekâlâ mümkün. Zaten giderek ekonomik ürünleri Ortadoğu’yu adeta sarıyor. İşte Batı’nın, başta ABD’nin, diğer NATO güçlerinin temel korkusu budur. Aslında yürütülen, Ortadoğu’da yürütülen savaş devlerin bir savaşıdır. Bir çıkar savaşıdır. Ne yazık ki bölge halkları da buna alet edilmektedir. Bölgedeki işte çeşitli yapılanmalar, çeşitli güçler, çeşitli kesimler, paramiliter kesimler bunda alabildiğine kullanılıyor, kullanılmakta ve bu bölgedeki sorunları gerçekten bir kaosa dönüştürmektedir. Şimdi esasında bu var, yani perde arkasında.

Bugün bu savaş en çok Suriye’de derinleşmiş. Biliyorsunuz işte Libya’da, Yemen’de, Irak’ta daha değişik yerlerde de var ama Suriye’de artık bu savaş tıkanmıştır. Yani bu güçlerin çatışması, çekişmesi Suriye’de derinleşmiş ve tıkanmıştır. Mevcut durumda Suriye’de çatışmanın nasıl, nereye doğru gideceğini kimse kestiremiyor. Zaten böyle çözüme dönük kimse de herhangi bir proje de ileri süremiyor. Bir tek PYD’nin öncülük yaptığı Rojava devriminin ortaya koyduğu bir projesi vardır. Açık ve net olan odur. Kendi uygulamalarıyla, işte geliştirdiği Kanton sistemiyle, bu herkese model olabilir diyerekten tüm Suriye için çoğulcu, demokratik, federatif bir Suriye için öne sürdüğü bir proje var. Bunun dışında aslında herhangi bir çözüm projesi yoktur.

 

Peki Suriye’deki savaş nasıl bir karakter kazandı?

 

Şimdi Suriye’de bu belirttiğimiz temelde çok çeşitli güçler oluşmuş. Özellikle Tunus, Mısır’la birlikte başlayan Arap halklarının anti demokratik rejimlere karşı başkaldırması, yürüyüşleri geliştirmesi, ardından Suriye’de de böyle toplumsal düzeyde bir yürüyüş süreci başladı 2011 yılının baharında. Yani kendi rayında yürüseydi belki bir sonuca gidebilirdi. Gerçekten demokratik bir değişimi beraberinde getirebilirdi. Ama müdahale ettiler. Özellikle Türkiye, S. Arabistan, Katar, onların gerisindeki işte Batılı sermaye güçleri kendilerine bağlı paramilliter güçler oluşturdular. Bir ara denildi ki Suriye’de 1300 silahlı örgüt-grup varmış. Çünkü grup oluşturan herhangi biri gidip Türkiye üzerinden S. Arabistan’dan, Katar’dan bilmem nereden para alarak savaş ağaları oluştu. Yani savaş bir kazanç sağlama aracına dönüştü. Sektör oldu adeta. Bu biçimde gittikçe derinleşti çatışma süreci. Ama bundan en çok yararlanan kim oldu? Öylece yeni oluşan ya da Suriye ordusundan ayrılıp da Özgür Ordu adıyla hareket eden gruplardan ziyade, önceden kadrosu olan, savaş tecrübesi bulunan, kısacası hazırlığı olan El Kaideci güçler bundan yararlandı. Çünkü onların kadroları vardı. Yıllara dayalı tecrübeli olan kadroları söz konusuydu. O kadrolar daha önce Afganistan’da, Pakistan’da, hatta bazıları Çeçenistan’da savaşa girmiş çıkmış, sonra Irak’ta savaşmış, yani böyle olgunlaşan kadroları olan bu yapılanmalar işte Türkiye ve S. Arabistan’dan Batı’nın aktardığı bütün yardımları bunlar aldı değerlendirdi. O diğer gruplar belki biraz palazlandılar ama esasında bu Selefi güçler, radikal İslami güçler, onlar kendilerini güçlendirmiş oldular. Bayağı silah aldılar, bayağı para aldılar.

 

SURİYE’DE BEŞ TEMEL GÜÇ VAR

 

Kimden aldılar, Türkiye gibi ülkelerden mi?

 

Türkiye gibi ülkelerden hepsi kendilerine ulaştırıldı. Yani çeşitli güçlerin aktardıkları Türkiye üzerinden bunlara ulaştırıldı.

 

Şimdi halen devam ediyor mu?

 

Bu bir biçimde devam ediyor tabii ama şimdi tartışmalı bir durum var. Yani nihayetinde, esasında güç kazananlar onlar oldu. El Kaide’nin iki kolu: biri Irak kolu, birisi de Suriye kolu. Suriye kolu Cephet el Nusra, Irak koluysa DAİŞ’tir. Sonra bunlar arasında da iktidar kavgası başladı. Çünkü DAİŞ Suriye’yi Irak’la birleştirerek iktidar olmak istedi. Bu eksende aralarında sorun çıktı. El Kaide merkezi de DAİŞ’i uyardı. DAİŞ buna uymadı. Uymayınca da ilişkileri koptu. DAİŞ’in El Kaide merkeziyle ilişkileri kopunca da uluslararası güçlerin istihbarat kurumları “Tamam, biz bunları daha iyi bir tetikçi olarak kullanabiliriz. Çünkü kendi merkezinden de kopmuş oldular” diyerekten daha fazla DAİŞ’e destek sundular. Ama DAİŞ’in Musul’u almasıyla birlikte kendi devletini ilan etti, kontrolden çıktı. Böylece mevcut durumda Suriye’de güçler oluştu, aslında beş temel güç var. Birincisi Suriye rejimi devletidir. Halen aslında en güçlü olan ya da daha fazla etkili olan güç onlardır. Ama rejim de artık bir örgüte dönüşmüştür. Yani bir devlet olmaktan neredeyse çıkacak. Yani belli bir düzeyde gücü var. Birincisi odur.

 

İkincisi Kürdistan bölgelerini, yani her üç kantonunu istikrarlı bir biçimde denetiminde tutan YPG güçleri vardır. Şimdi artık kanton ilan etmişlerdir. Bir sistemleri vardır. Rojava devrimi gücü var.

 

Üçüncüsü DAİŞ’tir. Türkçe’de IŞİD deniliyor. DAİŞ de Halep’in batısından itibaren Haseki’nin güneyi, Dere Zor, o hat boyunca, yani Suriye’nin kuzey ve doğusunda etkilidir. Aslında tektir. Bir tek Kürdistan bölgelerinde YPG gücü var. Bunun dışında orada kendi sistemini kurmuş bulunuyor DAİŞ.

 

Dördüncü güç ise El Nusra ile Ahrar el Şam’dır. Bunlar ikisi birbirine yakın. İkisi de aslında El Kaide gücüdür. Cephet el Nusra resmi El Kaide gücüdür. Ahrar el Şam da aynı çizgidedir aslında. Bunlar birlikte hareket ediyor. İkisi de radikal İslami bakış açısına sahip örgütlerdir. Şimdi en son Türkiye’nin de desteğiyle bunlar da bir hamle yaptı. İdlib kentini ve civar bölgelerini, geniş bir alanı kontrol altına aldılar. Böylece etkili olan güçlerden birisi haline gelmiş oldu.

 

Beşinci ve sonuncusu ise ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) adı altında hareket eden çeşitli irili ufaklı gruplardır. Bunların içerisinde de işte kurulmuş olan bir İslami Cephe de var. ÖSO çatısı altındadır. Yine bazı böyle laik, normal, demokratik bakış açılı küçük gruplar da var. Ama doğrusu bunlar biraz dağınıktır. Yani başı çeken veya derli toplu hareket etme olanağına pek sahip değildir.

 

EFRÎN KANTONU TEHLEKEYLE YÜZ YÜZE GELEBİLİR
 

Kısaca böyle beş temel güç oluşmuş bulunuyor Suriye’de. Şimdi burada El Nusra güçlenmesi ve ardından Halep’e dönük bir hazırlık içinde. Artık Halep’te etkinlik kurmaya, Halep’i almaya dönük hamle hazırlığı içerisindedir. Böyle bir olasılık gelişirse biraz Efrîn de artık bir tehlikeyle yüz yüze gelebilir. Bu yüzden Efrîn’deki Kürt güçleri kendilerini daha etkili bir biçimde hazırlamak durumundadırlar. Bilebildiğim kadarıyla aslında onların yetkinliği, böyle güç kazanma durumu vardır. Yani onlar Kobani gibi değil. Kobani’ye göre birçok avantajları vardır. Hem nüfus yoğunluğu, hem coğrafya koşulları, yine Kobanê’nin yarattığı tecrübeler, bütün bunlara dayanarak Efrîn’deki güçler kendilerini daha yetkinleştirmiş bulunuyorlar. Ama o cephede de bir çatışma durumu, olasılığı gelişebilir. Neden? Çünkü El Nusra bu mevcut radikal örgütler içerisinde en çok AKP’ye yakın olan örgüttür. Hatta belki hatırlarsınız İçişleri Bakanı bir genelge göndermişti Hatay Valisi’ne, Muammer Güler imzasıyla. Orada ismi geçen örgüt El Nusra’dır. Yani El Nusra’yla AKP’nin ilişkileri daha sıkıdır. DAİŞ’e göre onlarınki daha iyidir.

 

AKP’NİN ROJAVA POLİTİKASI DEVAM EDİYOR
 

Geçmişte Rojava’ya yönelik, Kobani’ye yönelik saldırıların arkasında Türkiye’nin olduğu belgeleriyle ortaya çıktı. Bu politika halen devam ediyor mu Rojava’ya yönelik Türkiye’nin?

 

Bu politika halen devam ediyor tabii. Yani AKP hükümetinin zaten Kürt sorununa yaklaşımını açığa vuran, en çarpıcı bir biçimde gözler önüne seren saha da Rojava sahasıdır. Çünkü AKP hükümeti ve Erdoğan, Rojava’yı kendi kırmızıçizgisi olarak belirledi. Rojava’daki kantonların tasfiyesi için elinden ne geliyorsa yaptı. Yani bu grupların hepsini işte Rojava’ya saldırttı. Rojava üzerinde ambargo uyguladı ve daha uyguluyor. Yani yapılabilecek ne varsa aslında AKP yaptı. Bunu açıklıkla diyebiliriz. Kobanê’de direnişin kırılması için AKP çok şey yaptı. Şimdi iki şey birlikte yürüyor. Yani bir taraftan Önderlik sürekli çözümü dayatan, işte bu çözüm çerçevesinde Kobanê sürecini de ele alan bir yaklaşımı geliştirdi, bunu dayattı. Diğer taraftan AKP hükümeti de İmralı görüşme heyeti yoluyla bir taraftan Önderliğin bu yönlü mesajlarını, dayatmalarını bir biçimde ele alıp, esasta Kobanê direnişini ezmeyi hep hedefledi. Hatta mesela bir keresinde 30 Kasım’da İmralı ile görüşmeler olacaktı. Birdenbire 30 Kasım 29 Kasım’a alındı, çekildi yani o görüşme. Sonradan anlaşıldı ki 29 Kasım günü Kobanê’ye dönük sürpriz bir DAİŞ hamlesi var. Bu hamle iki cepheden saldırı biçiminde planlanmış. Bir cephesi Kuzey’den, yani Türkiye tarafından saldırıyor, bir tanesi de güneyden. Her iki gücün oldu bittiye getirerek hızlı bir saldırıyla Kobanê merkezinde birleşmesi hedeflenmiş. Böyle planlanmış bir saldırı söz konusu. Aynı güne denk gelmesi tamamen planlı bir şeydir. Yani amaç Kuzey’deki halkımızın da tepki göstermemesi, herkesin işte İmralı’da görüşme var beklentisiyle beklemesini sağlamaydı. O bir projeydi böyle. Yani bütün bu tür şeyler sonuç almadı.

 

AKP’nin Rojava politikası nasıl olmalıdır, beklentiniz nedir?

Tabi şimdi akılcı olan temel şey nedir. Zaman zaman bazı yazarları öyle ifade etmişlerdi. Akılcı olan şey Türkiye’nin Güney’de düştüğü duruma düşmemesidir. İşte yıllarca Güney’i kırmızı çizgisi olarak ele aldı. Şimdi ise ne oldu o kımızı çizgi kaldı mı hayır. Tamamı ile yıkıldı o anlayış. Bu nedenlerden kaynaklı şimdi Türkiye’nin en çok ilişkisi Güney ile vardır. Şimdi fiili anlamda o federal yapıyla ilişikleri vardır. Şimdi Rojava da kurulan sistemi kendileri için kırmızı çizgi olarak ele alıyorlar. Bunlarla bağlantılı olarak Kobanê’de sağlanan gelişmeler çok önemlidir. AKP gerçeği orada çok açık bir şekil de ortaya çıktı. Nedir bu gerçek Kürt düşmanlığını çok açıktan yapması durumu açığa çıktı. Şimdi bazı insanlar diyorlar AKP olmasaydı Kobanê’nin bu başarısı olmayacaktı diyenler vardır. Evet, belki de AKP hükümeti Kobanê’nin direniş sürecine müdahale edebilirdi. Halkımızın 6-7 Ekim olayları toplumsal bir direnişi ve serhildandı.  Çünkü AKP hükûmeti bunu gördü eğer biraz daha açık bir şekilde Kobanê’ye müdahale etmiş olsaydı. Kuzey’de çok büyük bir ayaklanma olacaktı. Evet kimse bunu söylemiyor ama 6-7 Ekim olayları toplumsal bir ayaklanmaydı. Ondan önce Önderlik zemini çok kaygan gördü ve uygun görmedi. Önderlik olmasaydı halkımız ve toplum durmayacaktı ve daha büyük bir ayaklanma olacaktı. Yoksa bir hafta boyunca bir çok kentte devlet denetimi kalmamıştı. Şimdi yani Kobanê direnişi bu açıdan çok önemlidir. Bütün Kürdistan halkı bu direnişi destekledi. Beki de tarihte ilk kez, Kürdistan tarihinde halkın direninşinin zafere dönüştüğü bir başarıdır, Kobane direnişi.

Biliyorsunuz Kürdistan tarihinde bir çok direniş ve bir çok tarihi kahramanlık vardır. Ama genellikle hepsi hazin katliamlar ile sonuçlanmıştır. Ama ilk kez Kobanê direnişi bütün yönüyle başarıyla ve zaferle sonuçlanmıştır. Bu açıdan Türk toplumu açısından, demokrasi güçleri açısından ve tüm ezilen halklar açısından, insani irade ve direnişle nelerin elde edebileceğini görmek bakımından önemli bir husustur Kobanê direnişi. Yine önemli bir veri sunmaktadır. Gerçekten kararlı bir direniş gösterilirse nelerin yapılabileceğini herkese gösterdi Kobanê direnişi. Şimdi bu görkemli direnişin ardından halen Kobanê üzerinde yürütülen politikalar bir ambargo politikasıdır. Dikkat edin ne giderse ilahi en üstten izinle gitmesi gerekiyor, bunu sürdüren anlayış Kürt sorunu çözemez. İlk önce oradaki Kürt halkına karşı daha dostane bir yaklaşımın olması gerekiyor. AKP hükümetinin politikasında bu yok. Doğru, kısmi de olsa yaptıkları bazı şeyler de var. Ama bu zorunlu yapılan şeylerdir. Bunları abartıp büyütmeye gerek yok. Sanki her şeyi kendileri yapmış gibi göstermelerine gerek yok. Zaten bunlara gerek yok.

Rojava’nın Cizîr Kantonu’nda durum nedir?

Rojava Cizîr Kantonu’nda çok kapsamlı çatışmalar devam ediyor. Başlatılan bir hamle vardır ve amacı da DAİŞ çetelerini Cizîr’den tamamıyla temizlemektir, onların tehlikesini ve saldırılarını ortadan kaldırmaktır. Abdülaziz Dağı vardır ve oranın alınması için büyük bir mücadele veriliyor. Aynı zamanda sanırım Abdulaziz dağının uzantısı Suriye’nin içlerine doğru giden bir yerdir. Bu hamlenin aynı zamanda başarılı bir şekilde sonuçlanması halinde birincisi, DAİŞ çetelerin Kürdistan bölgesine dönük oluşturduğu tehdit ve saldırısının önünü almaktır.

İkincisi, esas olarak Rojava devrimi zaten demokratik Suriye devrimidir. Bu hale demokratik Suriye devriminin önünü açacaktır. Özellikle Suriye’deki gerçek muhalifler ile gerçek bir ortaklaşmanın gelişmesi için bu hamlenin önemi çok büyüktür. Bu aynı zamanda Ortadoğu bölgesinde var olan o kaotik durum ve özelikle Suriye’de var olan o kaotik durum için çok ciddi bir müdahale anlamına gelmektedir bu hamle. Bu hamlenin başarısı Suriye de DAİŞ’in büyük darbe alması anlamına geliyor ve bu Suriye’deki demokratik çevrenin ve güçlerin daha fazla irade kazanması anlamına gelecektir. Güç haline gelmesinin de zemini olacaktır. Bu anlamda aslında duyduğumuz bazı tartışmalarda vardır. Dolayısıyla bu durum Suriye’nin geleceğine dönük büyük umut yaratıyor. Yani bu çıkmaza ve kaosa karşı da bir çıkış olacağına işarettir. İşte Rojava kanton sisteminin örnek alınması ve oradaki demokratik ulus perspektifidir.

Şimdi Cizîr Kantonu’nda üç anadil resmi dil olarak kabul edilmiş, Araplar, Kürtler ve Süryanilerdir. Herkesin bir arada yaşadığı ve birbirini kabul etiği bir ortam söz konusudur. Aslına bu profil bütün Suriye içinde geçerliliğini koruyabilir. Bu nedenledir ki şimdi Rojava devriminin önemi bütün Suriye’nin demokratikleşmesi için önem taşır ve bu misyonu oynayacak güçtedir. Umarız bu çerçevede Suriye’de var olan bu kaotik ortamı ve sürecin sona ermesi için artık hem teorik hem de pratik bir perspektifte netleşmiş olur.

GÜÇLERİMİZ KERKÜK VE ŞENGAL’DE KALACAKLARDIR

Gerilla Şengal, Kerkük’te kalmaya devam edecek mi?

Güçlerimizin Şengal ve Kerkük sahasına gidişi çok önemliydi ve eğer bu güçlerimiz gitmemiş olsaydı, zaten büyük felaket yaşanacaktı ve beki de yüzyılın en büyük felaketi ve katliamı yaşanmış olacaktı. Bu anlamda HPG güçlerimizin fazla zaman kayıp etmeden, büyük riski göze alarak oraya gidişleri ve oraya müdahale etmesi büyük bir katliamın önüne geçmiş oldu. Bu durum aynı zamanda tüm insanlık için önemli bir müdahale oldu. Çünkü Şengal da 21. yüzyılda yüz binleri aşan bir katliamın olması bütün insanlık için bir yüz karası anlamına gelecekti. Aynı zamanda bütün Kürt siyaseti için bir yük olurdu. Ama güçlerimizin müdahalesi bu katliamın önüne geçti. Doğru bizim güçlerimimiz gitmeden önce o ova köylerde bazı güçler katliama uğramıştı, kadınlarımız kızlarımız kaçırılarak pazarlarda satılmıştı. Ancak bu durum daha büyük yaşanabilirdi. Bu anlamda güçlerimizin müdahalesi anlamlıydı. Zaten Iraklı güçler de kendi resmi açıklamalarında ifade etmişlerdi, PKK’nin oraya gidişi ve DAİŞ’e karşı verdikleri mücadeleyi en büyük insanlık direnişi olduğunu ifade etmişlerdi. Zaten yapılan da oydu. Yüz elli bin kişi Şengal’deki kuşatmadan alınarak Rojava’ya götürüldü ve bunların hepsi güçlerimizin emekleri ve mücadelesi sayesinde oldu. Yani böylesine bir işlevi de oldu. Şimdi güçlerimizin şöyle bir görevi vardır. Şengal’i tümden özgürleştirme ve o faşist çete saldırılarından kurtarma hedefimiz vardır. Ve bu görevini tümüyle yerine getirmeden oradaki güçlerimiz dönmez bu bir.

İkincisi ise tüm Güney sahalarımız büyük bir saldırıyla karşı karşıya kaldı ve peşmerge güçleri buna hazır değildi. Aniden bir baktık ki her taraf tehlike altında kaldı. Dolaysıyla biz HPG ve hareket olarak bütün bu alanlar, Duhok, Laleş, Maxmur ve Kerkük alanlarına güç gönderdik. Önce bu alanların hepsinde güçlerimiz vardı ve şimdi bir kısmını çektik. Güçlerimizin bu alanlara gidişi çok önemli oldu. Örneğin Maxmur sahasına çete saldırısı eğer durdurulmasaydı, Hewler’e gelecekti çete güçleri. Yine Kerkük için güçlerimiz büyük rol oynadı. Aynı zamanda bu süreçte güçlerimizin müdahalesi, Peşmerge güçlerimizinde kendilerini toparlama ve hazırlaması için önemli bir süreç oldu. Moral ve güç kazanmasını sağladı. Böylece güçlerimizin varlığı ile bir savaş cephesi oluştu ve DAİŞ çetelerine karşı önemli bir rol oynadı. Güçlerimizin bu rolü halen devam ediyor. Çünkü halen Güney Kürdistan üzerinde saldırılar tümden kalkmamış değildir ve her saldırıya karşı güçlerimiz cevap olmak için hazırdır, savunma görevlerine devam ediyorlar. Yani birileri işte PKK niçin buraya gelmiş ve buraya geldi mi, artık hiç çıkmaz gibi iddiaları ortaya atması, doğru değildir. Güçlerimizin oraya gidişi ahlaki, ulusal, insani, demokratik görevlerini yerine getirmek içindir. Bununla görevli olan güçlerimiz gerekli olduğu kadar yerlerinde kalacaklar ve kendi görevlerini yerine getireceklerdir.