Karayılan: Gerilla yapılması gerekeni yapacaktır

Şimdi ben burada gerilla şöyle yapacak vs. gibi durumları demeyeceğim. Ama şu bilinmeli, bu yıl bizim için yeni bir yıldır. Bu süreç mücadele tarihimizin en önemli, tarihsel bir sürecidir.

Medya Savunma Alanlarında gazeteci Doğan Çetin’in sunmuş olduğu Söz Ötesi programına konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, süreçle ilgili çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Karayılan, Kürdistan’daki öz yönetim direnişlerini ve onun sembolleşen kentlerini, baharla birlikte gerillanın nasıl bir tutum için de olacağını, Rojava’da yaşanan son gelişmeleri ve gündeme ilişkin birçok konuda önemli açıklamalarda bulundu.

Cizre direnişiyle sözlerine başlayan Karayılan, Cizre direnişinin sembolü olan Mehmet Tunç’un sözlerine atıfla ‘’Dersîm direnişinin önderi Seyit RIZA’nın söylediği sözler 78 yıl sonra bir kez daha söylendi ve pratikte uygulandı’’ değerlendirmesini bulundu.

MEHMET TUNÇ GERÇEK BİR HALK KAHRAMANI ÖNDERİ OLARAK TARİHE GEÇTİ

Murat Karayılan'ın değerlendirmelerinde öne çıkan başlıklar şöyle:

‘’Öncelikle tüm Cizre direnişinin şehitlerini Mehmet TUNÇ ve Orhan TUNÇ şahsında bir kez daha anıyorum.  Mehmet Tunç gerçek anlamda bir halk önderi olarak yüksek bir kararlılıkla duruş sergileyen bir kahramandır, kahraman bir Botan evladıdır. Cizre direnişinde Mehmet Tunç’un, Mehmet Yavuzer’in,  Derya Koç’un telefonları yoluyla söyledikleri vardı. Yine Silopi şehitlerinin sembolü olarak Sêvê, Pakize ve Fatma arkadaşların söz ve direnişleri vardır. Bütün bunlar bize bu devrimin, sözünün eri olan insanlar tarafından yürütüldüğünü gösteriyor. Halkın kendi içinde ortaya çıkardığı halk önderleri tarafından bir direniş ve bir mücadele gelişiyor. Gerçekten de o değerli kahraman insanlarımızın sesleri hala kulaklarımızdadır. Bir an bile tereddüte düşmeden yüksek bir kararlılığı sergileyen bu duruş kahramanca bir duruştur. Mehmet Tunç yoldaş şahsında Dersîm direnişinin önderi Seyit Rıza’nın söylediği sözler 78 yıl sonra bir kez daha söylendi ve pratikte uygulandı. Ne dedi Mehmet TUNÇ, ‘’diz çökmeyeceğiz, boğun eğmeyeceğiz, ardımızda kalanlar bizimle gurur duysunlar’’. Seyit Rıza’nın torunları bugün bu biçimde bir direnişi sürdürüyor. Yani çok şey söylenebilinir, ama gerçek anlamda Mehmetler Kürdistan halkının onur duyacağı bir direnişin sahibi oldular. Dün Mehmet ve Orhan’ın cenaze töreninde Şırnex, Botan halkı ‘’Botan sizinle gurur duyuyor’’ diyordu. Evet, bu kahraman Botan evlatlarından tüm Kürdistan halkı onur duyuyor ve onur duyacaktır. Onlar bizim için birer talimattır. Gerçek öncülerdir. Söylediği sözler, sergilediği kararlar tüm Kürdistan halkına dönük birer mesajdır. Onlar bu biçimde, direnişleriyle destan yarattılar ve mesaj oldular. Bize yolu gösterdiler. Cizre direnişinin tarihteki 300 Spartalı’nın çağımızdaki direnişi olduğu açık ortadadır. Teslim olmamak. Ama bodrumlarda, işte ‘ambulanslar gelsin, yaralıları tedaviye götürsün biz halkı bekliyoruz’ teslimiyeti değil, teslim olun çağrılarına karşı tutumları çok onurludur. Birde gerçek anlamda AKP sömürgeciliğinin yüzü bu direniş sürecinde, Cizre’de tam olarak ortaya çıkmıştır. Orada sivil savunmasız, silahsız yaralı insanlar yakılmıştır, kurşuna dizilmiştir. Bu biçim de sömürgeciliğin gerçekliğini de bu direnişleriyle açığa çıkarmış oluyor. Bu gün halkımız artık AKP’nin öncülüğündeki Türk sömürgeciliğinin yüzünü çok daha iyi görüyor. Bu duruş bunu da açığa çıkardı. Yani belki kendi içinde biraz yanılgıda vardır. 60 kişinin bir bodrumda ambulans bekleme, adresini verme tutumu aslında devletin de gelip alabileceğini de hesap etme vardır. Ama, yok bu devlet öyle değil. Sırf bu halkı bastırmak için, sindirmek için, boyun eğdirmek için o insanlarımızı katlettiler.

O BODRUMLARDA O KADAR İNSAN ŞEHİT ETTİLER PEKİ KAÇ TANE SİLAH VARDI?

İkide bir diyorlar ‘örgüt militanı, PKK’liler’ peki orada o bodrumlarda o kadar insan şehit düştü kaç tane silah yakaladılar? Bir şey yoktu. Yani, Mehmet TUNÇ Cizre halkının seçtiği sivil halk meclisinin eşbaşkanıdır. Mehmet Yavuzer, Demokratik Bölgeler Partisi’nin meclis üyesidir. Derya Koç HDP’nin bir ilçesinde eşbaşkanlık yapmıştır. Kürt siyasetçileri, Kürt halkının gerçek temsilcileri orada kurşuna dizildiler. Yani öyle eli silahlı direnen militanlar değil. Bunun için uygulanan öyle sıradan bir şey değildir. Biz daha önce de söyledik bu bir insanlık suçudur. Savaş suçudur. Savaş yasalarını, uluslararası yasaları ayaklar altına almadır. Ama her şeyden önce vahşi, sömürgeci yüzünün sırıtılmasıdır, gerçeğinin kendisini açığa çıkarmasıdır. Tüm toplumumuz, tüm halkımız Cizre direnişi sürecinde bunu açıkça gördü. Cizre direnişi ile ilgili çok şey söylene bilinir fakat henüz detaylı bilgilerde elde yok, ama gerçekten de bir destan, büyük bir direniş, öz savunma yaklaşımı nasıl bir iradeleşmeyi yaşadığını gösteren çok önemli tarihsel bir çıkıştır. Bu gün aynı çıkış devam ediyor. Sur’da daha da zirveye çıkmıştır. Bu anlamda çok değerli ve anlamlı insani değer yargılarını bağrında taşıyan, boyun eğmeme adına yaşamına ortaya koyan büyük bir insanlık duruşu söz konusudur’’.

İNSANLARIMIZI ZORLA HİZAYA GETİRMEK İSTİYORLAR

AKP’nin ‘Çöktürme Planı’na da dikkat çeken Karayılan, ‘’çöktürme planı geliştirilirken o zamanlar her hangi bir hendek durumu söz konusu değildi’’ dedi. Sürecin bu boyuta gelmesinin nedenini AKP’nin Kürt halkına karşı vahşi uygulamaları olduğuna dikkat çeken Karayılan sözlerine şöyle devam etti:

‘’Şimdi gençlerin bir kısmı eli silahlı olabilir, başlangıçta bu elinde bir kaç ferdi silah olan gençlerle başladı. Bunu AKP bu düzeye getirdi. Daha öncesinde de molotof, av tüfeği ve tek-tük keleşlerle bu olaylar gündeme girdi. Hendek tamamen polis panzerlerinin geçişini önlemeye, faşizan baskıların önüne geçmeye dönük gençlerce geliştirilmiş bir savunma tedbiridir. Aslında 2014’te de vardı, o zaman ki süreç nedeniyle, görüşmeler yoluyla çözüme kavuşturulmuştu. Yine eğer bu yönlü bir ele alış olsaydı belki de bu düzeye gelmezdi. Şimdi sürekli şunu söylüyorlar, işte örgüt var, PKK var, dağ kadrosu var vs. Hayır kendileri bu düzeye getirdiler. Kaldı ki o çöktürme planı geliştirilirken o zamanlar her hangi bir hendek durumu söz konusu değildi. Bunların politikası Kürt toplumunu sindirme ve teslim almadır. Kürt gençliği de bunu adeta hisseti ve bunun karşısında hendek geliştirdi. Ardında Mehmet Tunç’ların Demokratik Özerkliği ilan etme, bölge meclislerin Demokratik Özerkliği ilan etme süreci gelişti. Bu tamamen bir savunma refleksi olarak gelişmiş, fakat devletin bu ferdi silahları kullananlara karşı operasyon yapma şekli yok edicidir. Sizin PÖH’leriniz var, JÖH’leriniz var, bir sürü başka isimler taktığınız özel kuvvetleriniz var vs. siz o ferdi silahlar kullanan insanlara karşı bu büyük gücünüzle sizde ferdi silahlarla operasyonlar yapıp bayağı istediğiniz sonucu gidebilirdiniz. Niye bunu yapmadınız? Şehrin dışında şehri kuşatıp toplarla, tanklarla şehri yerle bir etme tamamen AKP devletinin keyfi bir uygulamasıdır. Toplumumuzu cezalandırma tutumudur. Yani siz eğer böyle kendinizde ısrar ederseniz, öz yönetim isterseniz bunu sizin başınıza getiririz, evinizi-barkınızı başınıza yıkarız mesajını vermek için yaptılar. Yoksa o evleri öyle enkaza dönüştürmeye gerek yoktu. Koskoca bir devlet farklı bir biçimde operasyon yapabilirdi. Ama yok, aylarca bombardımana tabi tuttular. Amaç mesaj vermekti. Görüntüler dehşettir, kasıtlı bir şekilde halkın başına şehri yıkma. Kaldı ki öyle bombardımana tutulurken insanlar içindedir. Ne kadar insanımız sokaklarda öldürüldü, anneler sokak ortasında nerdeyse haftalarca kaldı, iki kardeş üst üste vuruldu. Hem suikastçılarla, hem bombardımanlarla insanlarımız hedeflendi. Erzakları, suları, elektrikleri kesildi, göçertilmek istendiler ve şehir enkaza dönüştürüldü. Yani halk ve hareket olarak bize diyorlar ki, siz köle olmayı kabul edeceksiniz, hizaya geleceksiniz. Gelmezseniz bakın böyle başınıza yıkacağız. Her şeyi başınıza yıkarız, sizi evsiz barksız bırakırız. Bunu halkımıza söylüyorlar. Biz de halk olarak, hareket olarak bunun karşısında ne yapmamız gerektiğini düşünmeliyiz. Elbet halkımız bunun karşısında geri adım mı atacağız? Hayır, bu biçimdeki bir sömürgeci anlayışa karşı direnişten başka yol yoktur. İnsan olmanın gereği ancak böyle gerçekleşebilir. Yani hele hele bu zaman da, çağımız da kalkıp ta böyle sopa zoruyla insanları hizaya getirme anlayışı tam jakoben bir anlayıştır. Ancak ve ancak bu küflenmiş anlayışı Tayip Erdoğan gibi insanların yeniden canlanmasıyla pratikleşmiş olmaktadır. Yoksa bu küflenmiş ve artık geride kalmış bir anlayıştır. İnsanları zorla, sopayla hizaya çekme nerede kaldı? Ama bugün bunlar bunu yapıyor.

Bakın Önder APO Kürt-Türk ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak istedi. Aslında bir sürü denemelerden sonra en son 2013 Newroz’un da kamuoyuna sunulan manifesto niteliğindeki deklarasyonun içeriğinde bu vardı. O zaman onlarda bunu olumlu karşıladı. Hatta şunu da söyleyeyim, o deklarasyonun bazı cümleleri onların önerisi temelinde yazılmıştır. Eğer o proje çerçevesinde yürünseydi demokratik bir Türkiye, özgürleşmiş bir Kürt toplumu, özerk Kürdistan tüm Ortadoğu’ya model olurdu. Ve bugün bu Ortadoğu’nun yaşanan kaos-karmaşa ortamında Türkiye öncü, çözümleyici bir güç olurdu. Bu gün ki gibi saldırgan, savaş yanlısı değil barışın elçisi ve öncüsü olurdu. Tüm Ortadoğu’yu düzeltmede önemli bir rol oynayabilirdi. Ama başta evet demelerine rağmen sonradan, bizzat Tayip Erdoğan’ın müdahalesiyle her şey tersine çevrildi. Barıştan savaşa gelindi. Yani bunlar tartışmayla diyalogla çözmeyi değil savaştan tercih kıldılar. Kürt toplumunu bastırma Türkiye’de diktatör sistemi kurma ve böylece kendi kirli iktidar amaçlarını gerçekleştirmeye yöneldi. Demokratik bir Türkiye’yi istemediler. Çünkü Kürt sorununun çözümü Önder APO’nun projesi esasta demokratik bir Türkiye’dir. Demokratik Özerk Kürdistan gerçeği tüm Ortadoğu’ya örnek olabilecek bir ülke olma anlamına gelecekti. Bunu istemediler. Dolayısıyla böyle dehşet dolu bir savaş sürecini kendileri tercih etti, kendileri başlattı. Şehirlerde gençlerin bir ufak direnişiyle birlikte derhal tankları, topları devreye sokarak savaşı en zirveye çıkarmış oldular. Yani bu açıkça şiddet, baskı ve sindirmeyle sonuç alma girişimi ve tutumudur. Bunu vahşice uygulamaktadır, hiçbir ahlaki-hukuki temeli olmayan bir savaşı yürüterek sonuç almak istemektedir ki bu zulüm kalesinin sonuç almayacağı, nihayetinde yenileceği kesinlikle önümüzdeki sürecin açığa çıkacak olan gerçekliğidir’’.

‘SUR DİRENİŞÇİLERİ YAŞAYAN EFSANELERDİR’

Sur’da yaşanan direnişi ayrıca ele alan Karayılan, oradaki direnişçileri için ‘’Sur direnişçileri yaşayan efsanelerdir’’ tanımlamasında bulundu ve şunları belirti:

‘’Şimdi Cizre ardından öz yönetim ve öz savunma direnişinde zirveleşen bir alanımız Sur’dur. Bugün 93’çü gününe girmektedir. Sur aslında yeni bir tarih yazmaktadır. Altı küçük mahallede NATO’nun ikinci büyük ordusu düzeyindeki bir ordunun tüm tekniğiyle ve tüm özel güçleriyle yönelerek almak istediği bir yerdir. Orada gerçekten insanüstü bir iradeleşme durumu vardır. Sur direnişçileri yaşayan efsanelerdir. Bu gerçekleşmiştir. Bugünden itibaren durumu ne olursa olsun bu tarihe mal olmuş bir durumdur. Askeri açıdan oradaki direnişçilerin durumu tam olarak nasıldır bilmiyorum ve burada söylemeye de gerek yoktur. Fakat Türk devletinin ya da Amed valisinin söylediği değildir, bu kesindir. Daha farklıdır. Fakat burada bir gerçeklik vardır. Büyük bir direniş ve yeni bir durum vardır. Bunun karşısın da vali bunu diyor ‘operasyonumuz büyük bir başarıyla, yüzde 98 düzeyine ulaşmıştır’! İnsaf, insan aklıyla alay edercesine bir başarıdan bahsediyor. Başarı bunun neresindedir? Başarı yok. Bir de şöyle bir şey var, askeri bilimde-sanat da bir yeri sonuna kadar savunmak diye bir şey yoktur. Savaş olayı iki ayak üzerinedir. Biri direnme-saldırı ve diğeri de çekilmedir. Cizre bugün konum değiştirdi, yarın Sur da değiştirebilir. A bölgesi b bölgesi değiştirebilir. AKP devleti öyle yapmış ki sanki Sur’a girmiş olsa sanki Kürdistan’ı fetih etmiş olacak. Sadece orası değil ki, bu yanlış bir şey. Savaş mantığına göre bir yerde sonuna kadar ısrar etme de pek doğru değil, halkımız bunu bilsin. Evet, orada büyük bir direniş gerçekleşti ve tarihe mal oldu, başarı kazanmıştır. Başarılıdır. Bir de Kürdistan da bunun başka bir örneği yoktur. Hiçbir Kürdistan parçasında böyle bir örnek yoktur bu yeni bir şeydir. Hatta dünyada da örneği az rastlanır bir örnektir. Onun için diyorum orda bir tarih yazılıyor. Cizre ve Sur’da kesinlikle bir tarih yazılıyor ve yazıldı da. Başarılmıştır, bu saatten sonra orası artık başarıyı elde etmiştir.

SUR VE CİZRE’NİN YARATTIĞI DİRENİŞ DALGA DALGA YAYILACAK  

Şimdi bunların hesabı neydi, işte Cizre, Silopi, Sur’da ve diğer yerler ki öz savunma direnişin sürdürüldüğü sadece bu üç yer değildir fakat onlar sadece burayı hedefledi ve bir aylık bir planlamaydı. Ne oldu, üç ay oldu. Onların tüm amacı bahara ulaşmadan onların deyimiyle şehirleri temizlemekti. Temizlenecek dediler. Peki bahar geldi, işte şimdi mart ayındayız. Ne oldu, temizleye bildiniz mi? Hadi diyelim Sur düştü, ama Sur’un Cizre’nin yarattığı bu direniş bu ülkede dalga dalga yayılcak. Biz dedik bu sönmeyen bir ateş olacak. Bakın işte sönmeyen bir ateştir. Ortada bir gerçeklik vardır, bir Kürt gerçekliği, bir iradeleşme var, bir haklı dava var, kendi kendini yönetme istemi var ve bu toplumun bir istemidir. Hep diyorlar örgüt, sen örgütü bir tarafa bırak bu sizin şehit ettiğiniz insanlar bu toplumun önderleridirler. İşte Silopi’nin şehit edilen kadın önderleri, işte Cizre’nin önderleri, eş başkanları. Yani halkla savaşılıyor. Şimdi Sur’da kim var? Kendileri de tespit etmiş 250 sivil varmış, bir de bilmem ne kadar savaşçı varmış! Orada halk var, siz halkla savaşıyorsunuz. O savaşçılar da o halkın çocuklarıdır. Türk devleti bunu dünya kamuoyundan gizliyor, Türkiye kamuoyundan da gizliyor. Türk devleti bugün PKK ile değil Kürdistan halkıyla savaşıyor. Cizre, Sur, Silopi, Nusaybin, Gever, Farqîn-Silvan ve Hezex-İdil halkıyla savaşıyor. Onlar bugün halkla uğraşıyorlar, halkı sindirmek, göz korkutmak, diz çöktürtmek istiyorlar. Bu halk hiçbir zaman diz çökmeyecektir, sonuna kadar direnecek ve bu direnişle de zaferi kazanacaktır. Bugün o bilince, o iradeye, o öncü bakış açısına ulaşmıştır bu halk. Sürekli ‘örgüt örgüt’ diyorlar! Peki, Cizre’de bodrumlarda bu kadar şehit çıkarıldı içlerin de dağdan gelmiş kaç tane militan vardı? Üniversite öğrencileri, Cizre’nin gençleri şimdiye kadar orada bulunan, yaşayan insanlardırlar. Birkaç tane militanda girmiş olabilir, girer. Militanda bu halkın çocuklarıdır. Kısaca Türk devleti halkımıza karşı büyük bir vahşet uyguluyor. Bu AKP zihniyetinin tarihin bu dönemin de bu biçimde vahşileşmiş olması ibret verici bir şeydir. Halklar arası köprüyü yıkmaya dönük çok ciddi girişimlerdir. Silopi de, Cizre de bir durum yaşandı. Nihayetin de şimdi Sur bir zirve haline dönüştü. Sur’un tüm Amed için ve tüm Kürdistan için tarihi manevi bir değeri vardır. İşte Sur Amed’in ruhudur ve Amed ise Kürdistan’ın ruhudur denilir. Doğru bir tespit. Orada Kürt halkın bir çok şeyi gizlidir. Tarihi eserleri, geçmişi, geleceği orada gizlidir. Şimdi bir de herhalde milliyetçi şoven hislerle bu tüm tarihi eserleri yerle bir etme amacıyla bu kadar tahripkar, bu kadar yıkıcı yaklaştılar. Zırhlı araçlarla, kepçelerle binalar yıkılıyor ve yeni bir cadde açılıyor. Bu kadar yıkıcı, bu kadar hiçbir şey dinlemez bir durum. Madem yiğitsiniz siz de ferdi silahlarla gidin! Diyorsunuz ki 20 kişi kalmış, peki sizin binlerce askeriniz var, özel kuvvetleriniz var onlarla gidin, niye siz tankla-topla saldırıyorsunuz? Bu yiğitlik midir, bu korkaklıktır. Başkada bir şey değildir. Siz kimi aldatıyorsunuz, yüreğiniz varsa meydana çıkın. ‘hayır önce yıkacağız, yerle bir edeceğiz, her kesi öldüreceğiz, kadın, çocuk, yaşlı ayırt etmeden ve sonrada diyeceğiz ki başarı kazandık!’ başarı böyle mi olur?

HENDEKLER SOYKIRIMA KARŞI DİRENİŞ ARAÇLARIDIR

Utanmadan da ‘bu durumlar Avrupa’da olsa onlar daha da sert tepki verirler’ diyorlar. Avrupalılar 100 yıl, 200 yıl önce bu sorunlarını çözdüler. En son kalanlar da işte İngiltere, İspanya da çözdü. Avrupa’da farklı bir dil kültür baskı altında tutulup ve asimilasyona tabi tutulan bir yer kaldı mı? Almanya örneği veriliyor, Almanya’da farklı bir kültür mü var? Diyorlar ki ‘bu durum Amerika’da olsa ne yaparsınız’, bunu güya Prof. Davutoğlu söylüyor. Peki, şimdi Amerika’da farklı bir kültür mü asimilasyona tabi tutuluyor? Bir kere oralarda bu durumlar yok, onlar bu sorunlarını çözmüş siz geride kalmışsınız. Siz 100 yıl, 200 yıl geriden geliyorsunuz. Bu dünyada yeryüzünde farklı diller, farklı kültürler özerklik sistemiyle çözüldüler. Farkı dil ve kültür sorunları değişik özerklik yöntemleriyle, federatif yöntemlerle, daha değişik biçimlerle bu sorunlar çözülmüştür. Bir farklı dilin, kültürün özerklik istemesi bugün evrensel bir haktır. Nerede çözülmemiş? Amerika’da, Kanada’da, Avrupa’da, Hindistan’da, Çin’de, Rusya’da her tarafta bütün farklı dil ve kültürler özerklik yöntemleriyle çözüme kavuşturulmaktadır. Kalkıp ‘yok bilmem oralarda hendek olsaydı ne olurdu’ diyorlar. Şimdi Bursa’nın a kasabasın da kimse hendek kurabilir mi, bunun zemini var mıdır? Hayır. Eğer Kürdistan’ın bazı kentlerinde kuruluyorsa bunun bir zemini, amacı vardır. Bunun dayandığı toplumsa gerçeklik vardır, bir hakikati vardır. O, senden kendini korumak için bunu yapıyor ve o özerkliği istiyor. Sen ne yapıyorsun? İşte zorla asimile etme,  soykırıma tabi tutmak istiyorsun. Hendekler soykırıma karşı bir duruş ve direniştir. Özerklik direnişidir.  Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’da AKP ile canlandırdığı kesinlikle yeni bir soykırımdır ve hendekler buna karşı bir direniştir. Sanki soykırımcı politikalar Avrupa’da da, Amerika’da da varmış gibi ‘oralarda hendek olsaydı ne yaparlardı’ deniliyor. Burada bir toplum var, sen bu toplumu inkar ediyorsun, zorla Türkleştirmek istiyorsun. Biz Türk halkını seviyoruz, biz Türk halkıyla birlikte yaşamakta istiyoruz ama biz Türk değiliz. Biz on bin yıldır bu topraklarda yaşayan bu bölgenin en kadim halkıyız. Siz bin yıl önce geldiniz, bizim yardımımızla buraya yerleştiniz ve sonrada bizi köleleştirmek, yok etmek istiyorsunuz bunu kabul etmeyiz. Tarih bile bunu kabul etmez. İnsanlık kabul etmez. Kürdistan şehirlerini tanka-topa tutmanın izahatı yoktur. Gerekçesi olamaz. İnsanlık dışı bir vahşettir ve hiçbir izahı olamaz. AKP’liler bunun hesabını vermekten de kurtulamaz. Bu Kürdistan gençlerinin, genç siyasetçilerinin ahı yerde kalmayacak. Bunun hesabı soruluyor ve daha da sorulacak. Bu halk artık boyun eğer mi, diz çöker mi, bu mümkün müdür? Yani Mehmet TUNÇ gibi kendi önderlerini ortaya çıkarmış olan bir halk diz çöker mi? Diyor ki, ‘biz öleceğiz, şehit düşeceğiz ardımızdan gelenler bizimle gurur duysunlar’. Seve seve ölüme gidiyor, seve seve canını veriyor. Eğer bu halkta böyle kahramanlar varsa bu halk davasında başarı kazanır. Bu kesin bir şeydir. Bu gerçeği göreceklerine tutup başka yerlerle kıyaslama doğru değildir. Kürdistan gerçekliği vardır, Kürdistan halk gerçekliği vardır. Siz 35 yıldır Kürdistan dağlarında gerillayı temizlediniz mi ki şimdi diyorsunuz şehirleri temizleyeceğiz? Kürdistan bir hakikat, onun gerillası, onun savaşçısı, onun direnen halkı da bir hakikattir. Bunu görmeyen katliam uygular, soykırım yapar. Bugün AKP devletinin yaptığı da budur.

SUR’DAKİ SİVİL İNSANLARIMIZIN KATLEDİLMESİ GELECEĞİN KATLEDİLMESİDİR 

Kürdistan halkının siyasi temsilcileri, eş başkanları bir durum tespitinde bulunmuşlar ve çok haklı olarak ‘Cizre’den sonra bir de Amed merkezinde yeniden bir bodrum katliamı yaşanırsa bu tüm Kürdistan halkı, siyasetçileri için kabul edilemez bir durumdur’ diyorlar. Bunu tespit ederek halka dönük konuşmalar yaptılar. ‘Biz görüşmeler yaptık, yapılması gereken her şeyi yaptık artık bundan sonra halkımız bu sorunu müdahil olmalı’ dediler. Ben onların çabalarını takdir ediyorum. Yapılması gereken bir insanlık görevidir. Koskoca milyonluk bir kentte ve hem de kenttin göbeğinde göz göre göre bir katliamın yaşanması bir insanlık ayıbı olur. Ama Sur’da bugün bu insanlar katledilirse bu sadece Sur’daki bir kısım (300-400 kişi diye söyleniyor) insanların katledilmesi anlamına gelmeyecek. Kürt halkının geleceği katledilecek. Esasında Kürt halkının Türkiye ile ortak yaşamasının köprüleri uçurulmuş olacak. Kürt siyasetinin siyaset tarzı Türkiye ile birlikte yaşama eksenindedir. Özelikle HDP’nin oynamış olduğu rol köprü rolüdür. Önder APO’nun geliştirdiği Kürt-Türk birlikteliği, özgür birlikteliğine dayalı demokratik Türkiye’yi arzulayan bir eksen üzerinde mücadeleyi yürüten bir örgüt olarak bu tespite gitmesi elbette ki anlaşılırdır. Çünkü eğer Cizre ardından Sur’da da aynı şekilde göz göre göre bu sivil savunmasız insanlar sırf Kürt oldukları için, öz yönetimlerini istedikleri için katledilirse artık Kürtlerle Türkler arası uçurum daha fazla açılmış olur. Halklar arası duygular oldukça kırılmış olur. Onlar bunun farkında olduğu için aslında riskte göze alarak bir çağrı yapmış oldular. Bu sadece Amed halkı için değil, Amed halkı gerçekten de bu kış boyu en fedakarlık yapan halkımız oldu. Gerçekten de hep sokaklarda oldu, direndi ve direnişi sürdürüyor. Sur’daki direniş Amed halkının direnişidir. Amed halkının direnişi Sur’dakilerin direnişidir. Bu iç içedir, bir bütündür. Orada bir irade var, Amed halkının iradesidir. Tarihin derinliklerine dayanan bir iradeleşmedir bu. Öyle sıradan basit yaklaşımlarla anlaşılamaz zaten. Bazıları öyle yaklaşıyor. Öyle değildir. Şimdi bu kadar fedakarlık yapan, bu kadar evladını veren ve bu kadar zamandır sürekli sokakta olan ve direnen Amed halkı bugün Sur’daki katliamın önüne geçmek için, sivil insanların yaşamını kurtarmak için harekete geçiyor. Ama sadece Amed halkının bu biçimde bir harekete geçmesi yetmez. Bende buradan tüm Kürdistan halkına ve Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerine seslenmek istiyorum; Sur’da sivil insanlarımızın katledilmesi Kürt-Türk geleceğinin ortaklığının katledilmesidir. Tüm Kürt halkının katledilmesidir. Çünkü amaç Kürt halkını sözüm ona sindirmek ve korkutmak için bunu yapmaktadırlar. Dolayısıyla her kes bunu kendisine yapılmış olarak değerlendirmelidir. Serhat halkı niye harekete geçmiyor? Urfa, Dersim ve diğer halkımız niye harekete geçmiyor? Bütün halkımız derhal hareket geçmelidir. Sadece Amed değil, her kes kendi yerinden, metropoller, bütün demokrasi güçleri ve bütün Kürdistanlılar Sur’daki muhtemel bir sivil katliamı karşısında baka kala kalmamalıdırlar, seyirci olmamalıdırlar. Ellerinden gelen ne varsa yapmalıdırlar. Bu şey Avrupa’daki Kürtler ve demokrasi güçleri için de geçerlidir. Bu AKP zihniyetinin en son Sur’da uygulayacağı katliamla birlikte kesinlikle yeni bir durum gelişir. Kimse öyle sıradan ele almasın. Cizre’de yapılanları biz dedik ki bu bize yapılmamalıydı ama şimdi Sur’da hem de Amed gibi bir Mega kentin ortasında bu gerçekleşirse bu tüm Kürt halkının iradesinin ayaklar altına alınmasıdır. Bu kabul edilemez bir durumdur. Dolayısıyla tüm halkımızın ve tüm demokrasi güçlerinin bu çığırından çıkmış çılgınca vahşet saldırısına karşı sessiz kalmamalı, sesini yükseltmelidir. Benim çağrım budur ve kesinlikle bu konuda mutlaka her kesin elinden geleni yapması gereken bir durum söz konusudur. Öyle sıradan bir şey değil. Eğer Sur’da da telefonla konuşan annelerimiz, çocuklarımız katliamla yüz yüze kalırsa bu yeni bir değerlendirmeyi gerektirir. Artık Kürtler külahını önüne indirip düşünmelidirler. Biz tarihin bu dönemin de öyle sopayla yola gelmeyiz. Kürt halkı onuruna bağlıdır. Direnmeyi biliyor. Kendi Önderliğinin bu kadar esaret altında kalmasını kabul etmediği gibi bir de bu soykırımcı politikalara karşı sessiz kalamaz. İkisi üst üste binince bu her türlü başkaldırının gerekçesidir. Bu bilinmelidir. Bu gün biz Önderliğimizden haber bile alamıyoruz. Bu devlet böyle psikolojik bir savaş bize karşı yürütüyor. Hiç kimsenin bir bilgisi yok. Peki, hani sizin kanunlarınız, hukukunuz vardı? Bir tutukluya karşı uygulanması gereken haklar vardı? Bu haklar nerede? İş Kürdistan oldu mu hak, hukuk, kanun yoktur. Hangi kanunda 92 gün sokağa çıkma yasağı var? Kendi yasalarını bile Kürdistan’da hiçe sayıyorlar, böylesi bir durum var.

KÜRT TOPLUMU YEKVÜCUT HALİNDE HAREKET ETMELİ

Halkımız şunu bilmeli, evet bugün bu devlet bilinçli bir şekilde tahripkar yaklaşıyor. Cana ve mala kastediyor. Amaç, sindirmektir. Her şeyden önce toplumumuz şunu bilmeli, birinin evi yıkılmışsa sadece onun evi yıkılmamıştır tüm Kürtlerin evi yıkılmıştır. Hiç kimse Cizre’de, Silopi’de, Sur’da kendisini tek ele almamalıdır. Dememeli ‘vay benim evim yıkıldı ben ortada kaldım’. O ev komünal bir biçimde yapılmalıdır. Kürdistan halkı büyük bir dayanışmayı gerçekleştirmelidir. Her şeyden önce evinden, barkından sömürülmüş olan, göçertilmiş olan insanlarımıza her kes evini açmalı ve sahip çıkmalıdır. Bir diğeri ise; o ev eğer tamir edilecek ve yeniden yapılacaksa bu ortakça yapılmalıdır. Kürdistan’da bir komünalizmin gerçekleşmesi gerekiyor, her kes bir dayanışma içinde olmalıdır. Hiç kimsenin kendini ayrı ele almaması lazım. Bu ev yıkılmışsa bu dava için yıkılmış ve dava hepimizin davasıdır. Bizim o evin insanlarına sahip çıkmamız gerekiyor. Ve eğer yapılma koşulları doğarsa ortaklaşa yapmalıyız. Kobani’de mesela şimdi ortaklaşa yapılıyor. Aynı şey Cizre’de de, Sur’da da ve her yerde de olmalıdır. Kürt toplumu bugün yekvücut halinde hareket etmeli. Komünal olmalı, kolektif olmalı, paylaşımcı olmalı. Hiç kimse bireysel yaklaşmamalı. Her şeyi paylaşmalıyız, ortaklaşma ile zararları telafi etmeli. Bu biçim de bu vahşi sömürgeci zulme karşı direnerek kazanmayı esas almalıyız. Biz dayanışma içinde olacağız, sırt sırta vereceğiz, örgütleneceğiz, direneceğiz ve kazanacağız. Gelinen noktada biz kazanmanın aşamasına gelmişiz ve devlet bunun için çılgınlık düzeyinde uygulamalar yapıyor. Bu uygulamalar akıl almaz uygulamalardır. Bu uygulamalar savunulamaz. Bu uygulamalar ancak yenilgi piskolojisini yaşayan bir güç yapabilir. Başka, aklı başında hiç kimse yapamaz. Dolayısıyla halkımız bu konuda müstehri olmalı, iyi bilmeli, kendine güvenmelidir. Şehitlerimiz var ve bu şehitler gerçekten de bize ağır geliyor biz onlara karşı borçluyuz. Nedir borcumuz, onların düştüğü yolda mücadeleyi yükseltme, amaçlarını gerçekleştirmedir. Bu hepimizin bir sorumluluğu ve bir görevidir. Hiç kimse kendini ayrı tutmamalıdır. Bizler bu hareketin yönetimleri olarak kendimizi sorumlu görüyoruz. Şimdi Cizre’de, Sur’da, Nıseybin’de ya da her hangi bir yerde bir çocuğun bile parmağı yaralanıyorsa biz bunun acısını hissediyoruz. Bizim insanlarımızdırlar, biz onlar için hayatımızı ortaya koymuşuz ve onlarda bu dava için büyük bir kahramanlıkla, fedakarlıkla öne atılıyorlar. Biz bir bütünüz. Bir organizmayız. Her kes bu biçimde yaklaşmalıdır. Doğru yükümüz var, ama kaldırılabilecek bir yük. Biz hareket ve halk olarak bu yükü kaldırabilecek durumdayız. Önemli olan her kesin sorumluluk duyması, elini taşın altına koymasıdır. Böyle olursa biz bu süreci mutlaka başarıyla, zaferle taçlandırabiliriz.

ELBET GERİLLA DA YAPILMASI GEREKENİ YAPACAKTIR

Şimdiye kadar kış süreciydi, aslında kışın bitmesine daha biraz zaman var. Halkımız ve onun gençleri olarak YPS biçiminde şekillenen öz savunma güçleri direnişi yürüttüler. Devlette fırsat bu fırsat daha bahar gelmeden tasfiye etmek için çok yönlü bir biçim de yöneldi. Demin de belirttiğim gibi sonuçta öz savunma gücü ayakta kalmayı başardı. Şimdi baharla birlikte gerillanın devreye girme durumu gelişecektir. Şimdi ben burada gerilla şöyle yapacak vs. gibi durumları demeyeceğim. Ama şu bilinmeli, bu yıl bizim için yeni bir yıldır. Bu süreç mücadele tarihimizin en önemli, tarihsel bir sürecidir. Hem bölgesel çaptaki gelişmeler hem Kürdistan’da ki gelişmeler ve özelliklede bu öz savunma direnişlerinin şehirlerde bu biçimde adeta tarih yaratırcasına gelişim göstermesi aslında yeni sürecin, önümüzdeki sürecinde nasıl gelişeceğini bize göstermektedir. Fakat gerillanın devreye girmesiyle beraber, sanki farklı kesimlerin rolü bitecek anlayışı doğru değildir.  Farklı yurtsever gruplardır, çalışmalardır, toplumsal alan hareketliğidir bunlar devam edecektir. Yani bizim çerçevemiz devrimci halk savaşıdır. Devrimci halk savaşında sadece gerilla değil herkes bulunur. Yeni dönemde biz artık sonuç alamaya doğru yöneleceğiz. Herkes kendi rolünü ve görevinin gereklerini yerine getirirse bu sonuca gider, başarıya gider. Yani söyle bir beklenti yanlıştır: İşte budur 1 ay kaldı gerilla devreye girecek, biz rahatlayacağız, gerilla vuracak bizde bakarız seyrederiz. Yok herkes dahil olacak. Toplumsal alanın bütün bileşenlerinin kendi görevlerini daha üst düzeyde yerine getirmeli, elbet gerilla da yapılması gerekeni yapacaktır. Gerillanın bu konudaki gücü performansı vardır, yani her şeyi yapmaya yeterdir. Gerilla tabi bu kadar şey altında kalmaz elbet.

KÜRDİSTAN GENÇLİĞİ GERİLLAYA KATILMAYI ESAS ALMALIDIR

Yani şimdi böyle önemli bir süreç var önümüzde. Ama her toplumsal kesim kendi görevlerini yapmalı. Öyle gerilladan çok aşırı beklentiye girmekte yanlıştır. Yani herkes öncelikle; bu yeni sürecin tarihsel, stratejik bir süreç olduğunu ve herkesin üstüne düşen görevleri yerine getirmesi dahilinde artık sonuca doğru gidebileceğimiz bilmeli ve ona göre katılım göstermelidir. Öncelikle Kürdistan gençliği kadını ve erkeğiyle bu yeni dönemde katılımı esas almalıdır. Gerillaya katılımı esas almalıdır, YPS ‘ye katılımı esas almalıdır. Yani direnen güçlere katılımı esas almalıdır. Ben sürece ilişkin şimdilik bunları belirtmekle yetineceğim.

TEK EBYAD’DA AKP VE DAİŞ TOKAT YEDİ

Şimdi aldığımız bilgilere göre Girê Sipî’ ye yapılan saldırı çok kapsamlı bir saldırıdır. Yani 2014 te kobani saldırısından bu yana gelişen en kapsamlı DAİŞ saldırısıdır. Amacı Girê Sipî’nin; Mebruka, Sıluk, Şergırat denilen diğer nahiye ve yerleşim alanları ile birlikte komple ele geçirilmesidir. Bu çok sayıda insan harekete geçirmiştir. Yani ortalama 600 kadar güç ön cephede şimdi daha arka cephede de Rakka cephesinde de bir çok kimse devreye girmiş te; fakat ön cephede 600 civarında insan devreye girmiş. Burada önemli olan; bir kısmının Türkiye’den gelmiş olmasıdır. Bizim aldığımız bilgilere göre yedi ayrı yerden Türkiye’den içeriye güç sızdırılmıştır. Üç köylük alanda, dört te şehir yani; Tıl Ebyad denilen Girê Sipî ye dönük Türkiye’den gelme durumu vardır. Şimdi bunu yani bir DAİŞ ve MİT ortaklığıyla,  yani Özel Harp Daire güçlerinin katılımıyla gerçekleşmiş olduğu kesindir. Aslında Kobanê planlaması da aynı güçler tarafından geliştirilmişti. Fakat daha sonra özellikle AKP devleti ile Amerika’nın çeşitli görüşmeler yapması, ardından 23 Temmuz 2015 te Amerika ile Türkiye’nin anlaşması ve Türkiye’nin İncirlik hava üssünün Amerikan ve Uluslararası Koalisyon uçaklarına açmasıyla birlikte şu sanılıyor; yani Türkiye sanki DAİŞ ile olan ilişkilerini sınırlayacak, gizleyecek, daha çok zaten El Nusra, Ehrarul Şam ile ilişkisi var. Yani bu DAİŞ ile ilişkisini bir biçimiyle sınırlayacak beklentisi içerisindeydi. Şimdi bu Grê Sipî saldırısı gösterdi ki öyle değil. AKP ile DAİŞ’in işbirliği, ortaklığı devam ediyor. Amerika’ya ve bütün uluslararası güçlere rağmen. Bu bence bir çılgınlıktır, Türkiye açısından. Yani bunun ancak Tayyip Erdoğan gibi birisi yapabilir böylesi bir çılgınlığı. Bu denli DAİŞ ile ortaklık durumu gerçekten akıl kârı değildir. Ama bu bir gerçek tamam gizleme yöntemleri var, gizliyorlar fakat açıkça görülüyor yani, mesela birde şöyle bir şey var; Erdoğan yurt dışına giderken ne dedi,  “Kobanê düştü düşecek” demişti ya, tıpkı öyle dedi ki; “aldığım bilgilere göre Tıl Ebyad’ın %70 ‘i DAİŞ’in eline geçmiş.” Böyle severek bunu söyledi. Peki, sonra ne oldu? Tamam, onlar savaştılar bir çok yeri aldılar. Yani Tayyip Erdoğan’ın aldığı bilgi doğru bir bilgi öyle kulaktan dolma bir bilgi değil. Demek ki birebir takip ediyor. Gerçekten de o çeteler ilk hamlede aslında şehrin % 70’ini egemen olacak yerlerde hakim oluyorlar. Orada ki etkili binaları, yerleri ele geçiriyorlar aslında. Böyle oluyor yani. O bilgi doğru bir bilgi. Ama sonradan YPG’nin işte böyle yüksek bir performansla devreye girmesi ile birlikte üç günlük bir çatışma yaşandı, yoğun bir biçimde yaşanmış. Nitekim YPG Genel Komutanlığı sonuçları açıkladı. 290 kusur ölü, önemli bir kısmının cenazeleri ele geçirilmiş. YPG’nin kendisinde de yani Rojava’da çeşitli güçler vardır. Öz savunma güçleri, yerel güçler filan birde Demokratik Suriye Güçleri toplam sanırım basından takip ettiğim kadarıyla 48 şehidi var. Yani çok şiddetli bir savaş yaşandı ve burada DAİŞ bir tokat daha yedi. Ama bu tokadı sadece DAİŞ yemedi, aynı zamanda AKP‘de yedi. Bir tokat daha yedi. AKP’nin bu sevdadan vazgeçmesi gerekir. Yani Kürdistan’da, Kuzay Kürdistan’da, Rojava’da oluşmuş bu iradeyi kimse yenemez. İşte yok terör listesine koyacam, böyle yalan dolanla, işte  bilmem ankara da böyle bir olay olmuş bu bilmem YPG’li. Açıklandı zaten oda , yapan örgüt açıkladı. Farklı alanlardan  gelinmiş yapılmış, yani hiç Rojava ile alakası yok. Yani bunu dünya yutmaz. Böyle Kürt düşmanlığı bu kadar yanlışa götürebiliyor işte. Yani bunun altında bir Kürt düşmanlığı var tabi. Kısaca Grê Sipî saldırısı bir kez daha gösterdi ki AKP’nin bu tür selefi örgütlerle ilişkileri bayağı devam etmektedir. Sonrasında işte  bir gün sonra, yani kırıldıktan sonra; yok işte biz Kilis  karşısında ki bilmem DAİŞ mevzilerine karşı  obüslerle atıyoruz falan bunlar göz boyamadır, bununla kimi kandıracaklar. Durum bu bir kez daha yenilmiş oldular AKP ve DAİŞ orada yenildi.’’

Son dönemde gündemde olan PKK’nin PYD-YPG ile ilişkileri ve buradan cephane takviyesi yapıldığına dönük iddiaları da değerlendiren Karayılan şunları belirtti:

’’Bu tamamen yalandır. Bu yalan tutmaz. Niye tutmaz? Çünkü bu yalanın tarafları var. Şimdi ye kadar Türk sömürgecileri bize dönük hep iddaalar ortaya atardı. Yalan dolan.  Zaten Kürdistan gibi bir ülkeyi bile inkar eden bir zihniyetin temeli yalan olmak zorunda. Nitekim   Türk devletinin Kürdistanda ki bütün uygulamaları söylediklerinin çoğunun aslında aslı astarı yoktur. Bu konuda da aynen  öyledir. Fakat bu konuda farklı 3. taraf var. Veya 3. Taraflar var. Şimdi nedir iddea? Diyor ki; işte ABD, YPG’ye silah vermiş ya da Rusya silah vermiş işte YPG de PKK’ye silah vermiş, sonra getirmiş bizim ülkemizde kullanmış, bizde yakalamışız. Şimdi bu 3. taraflar çok iyi biliyorlar ki bu bayağı bir yalan, yani büyük bir yalan. Niye hali hazırda şu saate kadar YPG’ye hiçbir güç silah vermemiştir. Cephane veriyorlar, silah vermiyorlar. Zaten YPG’nin bu konuda bir sorunu var, yani onlarla tartışmaları var. Bildiğim kadarıyla halen oda YPG bizim gibi; açık söyleyeyim, biz kendi silah ihtiyacımızı Irak pazarından karşılıyoruz. Musul ve diğer yerlerde  kaynıyor. Her tarafa kadar gidiyor, taa İstanbul’a kadar da gidiyor. Aynen YPG  de işte biraz kendi maddi imkanlarını yaratarak kendine silah alıyor. YPG’nin hali hazırda aldığı, o bazen görüntülerde çıkan; Hammır aracını bile YPG satın almıştır. Parasıyla almıştır. Birkaç tane zırhlı aracı devlet güçlerinden ve El Nusra’dan almıştır. Yani hali hazırda YPG de bizim  gibi kendi öz gücü ile kendini donatıyor. Cephane desteğini uluslararası koalisyon yapıyor. Kullanılacak malzemeyi veriyor yani. Bu gerçekliğe rağmen Türk devletinin hemde en üst ağızdan; başbakanının, cumhurbaşkanının bu tür yalanları söylemesi aslında bir bakıma iyi olmuştur. En azından bizim şimdiye kadar ki idaalarımızı hepsini ispatlayan bir durumdur. Yani bunlar bu kadar bize dönük yalan söylediler. Bakın sizde tarafsınız biliyorsunuz ki böyle bir şey yok. Sonra diyorlar ki bu kadar silah yakaladık. Diyor silah filan yerindir. Ya piyasada ki silahlar zaten herkesindir. Yani Rusya’nın bilmem Amerika’nın işte Fransa’nın herkesin ürettiği silahlar piyasada vardır. Yani bu tamamen yalan böyle bir şey yok. Bunu bu 3. taraflar da iyi biliyorlar, bu bir yalandır. Birde yani bizim YPG ile yada PYD ile o denli her şeyi bir birine veren öyle organik bir ilişkimiz yoktur. Biz Kürdistan’da ki doğru devrimci çizgide direnen tüm örgütleri destekliyoruz.Türkiye’de ki örgütleri de destekliyoruz. Şimdi YPG olsun PYD  olsun Önderliğimizin çizgisinden etkilenmiş, o çizgi çerçevesinde kendisini ideolojik donanıma kavuşturuyor ve bu biçimde donanıyor olabilir. Ama onlar ayrı bir örgüt biz ayrı bir örgütüz, onların ayrı bir komutanlığı var, bizim ayrı, onların ayrı bir merkezi var, bizim ki ayrı herkes kendi öz gücüyle direniyor. İdeoloji olabilir, Önder Apo’nun ideolojisi zaten tüm Kürtler içindir. Hatta tüm Orta doğu ve insanlık için geliştirilmiş bir ideolojik perspektiftir, bir paradigmadır. Yani bu paradigmaya şu veya bu gücün yakınlığı PKK anlamına gelmiyor. Onlar buna yapışarak; yok PKK ile içli dışlıdır, yok aynı şeylerdir. Aynı şeyler değildir. İşte bugün en çok YPG’yi, PYD’yi  tanıyan uluslar arası güçlerdir. Hepsi iç içedir orada. Bilirler onlar. İşler nasıl dönüyor, orada uluslarlarası güçler bilmiyorlar mı? Biliyorlar. O zaman Türkiye’nin söylediği nedir havada kalıyor. Yalan yani. Yalana dayalı koskoca bir ülkenin devrimini terör listesine aldıracak. Akıl kârı mıdır bu. Yani bir devrim gelişmiş. Bu devrim, bugün; suriye devrimine adaydır. İşte Suriye Demokratik Meclisi oluşmuş. Demokratik Suriye için Mücadele yürütren yani Rojava devrimine dayalı büyük strateji var ortada. Ee yok diyor ki küçük bir terörist örgüttür. Ya madem küçük bir terörist örgüttür niye böyle kimsenin yenemediği DAİŞ’i şehir şehir düşürüyor.   Yani bir dinamizim  var. Mesela bir de şu var: şu anda YPG’nin saflarında savaşan, mücadele eden güçlerin yarısı Arap’tır. Bu bir gerçek yani. Demokratik Ulus Perspektifi var. Demokratik Ulus Perspektifi onların anladığı türden dar milliyetçi bir perspektif değil. Bugün PYD ya da YPG tüm Suriye halkları için savaşan, mücadele eden bir örgüttür. işte Arap kökenli, Asuri Süryan Kökenli, Türkmen kökenli örgütlerle de ortaklığı vardır. Ama Türkiye bütün bunlara gözlerini kapatıyor, hep bildiğini okuyor. Bunu dünya güçleri biliyor dolayısıyla sonuç almaz.’’

NEWROZ; ÖZGÜR ÖNDERLİK, ÖZERK KÜRDİSTAN ŞİARIYLA KUTLANMALI

Murat Karayılan, Kürtler için önemli direniş günlerini içinde barındıran mart ayına dönük  şu çağrıda bulundu.

’’Şu bir gerçek; Mart ayı her zaman hareketimizin ve halkımızın tarihinde önemli bir mücadele ayı ve sıçramaların yapıldığı aydır. Sizin de belirttiğiniz gibi hem 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü vesilesiyle Kadın Hareketinin toplumu hareketlenmeye geçirdiği bir süreçtir. Nitekim, Kadın Hareketinin 8 Mart’ı kutlama etkinlikleri başlamıştır bende bu vesileyle tüm Kürdistan, Türkiye ve tüm dünya emekçi kadınlarının kadınlar gününü kutluyorum . Ve özgürlük mücadelesinde canı gönülden başarılar diliyorum. Onların mücadelesi aynı zamanda PKK’nin de mücadelesidir. PKK’nin mücadelesi aynı zamanda kadın mücadelesidir. Yani toplumda kadın erkek eşit olmadıkça hiçbir zaman ne özgürlük olur, ne demokrasi olur ne de gerçekte insani bir yaşam gelişebilir. Bu açıdan kadın mücadelesi ekseni temel bir eksendir. Bir özgürlük ve insanlık eksenidir. Bundan dolayı 8 Mart etkinlikleri önemlidir. Topluma o bilinci taşımak, maletmek bununla birlikte eylemselliği geliştirmek, hareketlenmeyi başlatmak açısından önemlidir. Ardından zaten Newroz var. Önemli bir gün. Bölge halkları için, Kürdistan halkaları için ve bizim için hareketimiz için. Hareketimizin ayrıca Newroz’a biçtiği bir rol var biliyorsunuz. Çağdaş Demirci Kawa’ların; Mazlum Doğan’ların çıkış yaptığı bir gündür. O açıdan yani yeni bir hareketlenme olacak. Bahardır, baharın başlangıcıdır. Toplumda bir kaynaşma, hareketlenme, gelişme Newroz’la birlikte başlayacak. Ben şimdiden şunu söyleyeyim; birileri Newroz’u değişik biçimlerde geliştirilecek diye manüpilasyona uğratabilirler. Onun için şimdiden belirtmekte yarar var. Newroz, toplumumuz açısından geleneksel bir gündür, bir bayramdır, biz özgürlük ve direniş bayramıdır. Kuşkusuz o gün özgürlük hisleri direnişe eğilimlerin yükseldiği bir gün. O gün böyle yükselişlerin yaşanması gelişebilir ama tüm toplumumuz Newroz’u toplumsal düzeyde karşılamalı. Geçmiş yıllarda nasıl karşılanıyorsa, bu yılda öyle karşılanacak. Hatta daha kapsamlı karşılanmalı. Hatta daha kapsamlı katılımlarla karşılanmalıdır. Öyle herhangi bir olay olacakmış gibi yol bilmem şu olacak bu olacak hayır! Newroz toplumsal olarak kutlanması, karşılanması gereken bir gündür. Ha bizim şehitlerimiz var. İşte Cizre’de 250’yi aşkın şehitlerimiz vardır. Bizi çok üzen, gerçekten zorumuza giden, silahsız insanlarımızın kuşuna dizilmesi, yakılması çok çok zorumuza gitmiştir. Bu şehitler bizim için ağırdır. Şimdi Sur’da gündemdedir. Böyle de olsa biz yine  Newroz’u; marşlarla, türkülerle, halaylarla karşılamalıyız. Çünkü o şehitlerin bizden isteği buydu. Direnişi yükseltmek, mücadeleyi yükseltmek. Yas tutmak değil. “Bizimle gurur duymalısınız” diyor, Mehmet Tunç. Kısaca şehitlerimizin beklentileri; onların anılarını yükseltmek. Yani bu ülkede büyük kahramanlar çıktı. İşte Şehit Zinarlar gibi Fedailer çıktı. Her alanda mücadeleyi göğüsleyebilecek değerli militan ve komutanlar çıktı ve şehit düştüler. Şimdi biz onların ardıları olarak Newroz ateşini daha da gürleştirmeliyiz, direnişimizi pekiştirmeliyiz ve direnişimizi toplumsallaştırmalıyız. Newroz; Özgür Önderlik, Özerk Kürdistan, Demokratik Türkiye şiarıyla kutlanmalı. Bu ruhla yeni yılı karşılayan bir büyük toplumsal kutlamaya dönüşmelidir. Yani direnişin değişik biçimlerde yükseliş göstermesi ardından gelişebilecek olan bir süreçtir. Newroz öncelikle bu dediğim çerçevede karşılanması gerekmektedir. İşte bahardır, büyük bir kaynama, büyük bir heyecan vardır. Bu heyecanla herkes Newroz’a katılmalı mücadeleyi, direnişi yükseltmeli.

ARTIK BİZİM DEHAKLARA SÖYLEYECEK SÖZÜMÜZ VAR

Onun için biz önce Newroz’u doğru karşılamalıyız. Direnişçi bir yolla, doğru bir kutlamayla karşılamalıyız. Tüm Kürdistan halkı, demokrasi güçleri, bölge halkları, Newroz’a inanan herkes; bu biçimde Newroz’a yaklaşırsa Newroz doğru karşılanmış olur. Bizde hareket olarak bu biçimde Newroz’un karşılanması gerektiğini düşünüyoruz. En azından şu anda böyle ele alnıyor. Ötesi farklı şeylerdir. Yani öncelikle Newroz’un toplumsal düzeyde barış içinde karşılanması önemlidir. Yani newroz günü: bir kavga, dövüş günü değil; bir kutlama günüdür. Herkes böyle yaklaşmalı ve onun toplumsal özünü, ruhunu; direniş sloganlarıyla, direniş marşlarıyla tamamlamalıdır. Bu; yeni yılı, selamlama biçimi olacak. Özgür Önderlik, Özerk Kürdistan, Demokratik Türkiye yolunda, büyük yürüyüşün, bu biçimde toplumsal karakterde ki başlangıcı olacaktır. Halkımız ve dostlarımız Newroz’u bu biçimde karşılamalı diye düşünüyoruz. Mart ayı bir bütünen bu çerçevede yoğunlaşılması gereken, toplumsal özün öne çıkarılması gereken bir süreçtir. Şimdi Cizre’de ki direnişi; birkaç örgüt elemanı direnişi gibi gösteriyor. Ama şehitlere bak. Bu halkın sivil siyasetçileridir. İşte şimdi Sur’un direnişini de düşman öyle gösteriyor dünya kamuoyuna. İşte örgüt var, ben örgütle tankla, topla savaşıyorum diyor. Halbuki Kürt halkına karşı savaşıyor. Newroz’da bu gerçeği bir daha vurgulayalım. Her yer de toplumsallığımızı ortaya koyalım. Demokratik özümüzü, özerk yaşam talebimizi, bunda ki kararlılığımızı, bunda ki ısrarımızı, bunda ki fedaice mücadele aşkımızı ortaya koymalıyız Newroz’da. Eğer Newroz böyle karşılanırsa inanıyorum ki; yıla güçlü bir karşılamayla başlamanın zemini yaratılmış olur ve biz yılı kazanmak istiyoruz. Şimdi halkımız bunu bilsin. Evet zorluklarımız vardır ama kazanma koşullarımız çok güçlüdür. Biz kazanacağız. Bu kesindir. Elimizde var olan imkanlar, olanaklar; geçmiş yıllarda elimizde olmayan şeylerdi. Şimdi biz bunu artık kazanma yolunda değerlendirmek istiyoruz. Hareketin yönetimi bu çerçevede yaklaşıyor. Ama işte değişik yurtsever kurumlar, kuruluşlar, şahsiyetler, sivil toplum kuruluşları, Türkiye’de ki demokrasi güçleri, Alevi halkımız diğer kültürlerden olan tüm halklarımız bilmeli ki bu mücadelemiz özü itibari ile Türkiye’yi dönüştürme demokratikleşme mücadelesidir. Şimdi biz Sur’da katliamın önüne geçilmesi gerekiyor derken aslında bunun yolunun kapatılmaması içindir. Çünkü Sur da ki bir vahşi ikinci katliam gerçekten bunun yolunu kapatma sonucuna yol açabilir. Dolayısıyla Kürt halkının özgürlük mücadelesi; Türkiye’nin demokratikleşmesi ile aynı paralelde gelişecek olan bir şeydir. Dolayısıyla söylediklerimizin hepsi; aslında Türkiye de demokrasiden, özgürlükten yana olan çevreler içinde geçerli olan hususlardır. Ben, bu temelde Newroz ayı olan Mart ayının özgürlük ve demokrasi yolunda önemli bir çıkışı gerçekleştirme ümidiyle tüm halkımızı ve dostlarımızı şimdiden selamlıyor, mücadelelerinde başarılar diliyorum.’’