Karayılan: Erdoğan yeni dönemin Saddam'ıdır

PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan, 'ya Kürtlere yaklaşımlarında bazı değişiklikler yapacaklar, ya da Kürtler artık kendilerine bağımsızlık yolunu esas alacaklar. Bunun imkanları vardır' dedi.

AKP’nin Kürdistan’daki belediyelere yönelik planını sert sözlerle eleştiren Karayılan, bu adımla AKP’nin savaşı genişletmek istediğini söyledi. PKK’nin Kürt halkının mevzilerini koruyabilecek güçte olduğunu kaydeden Karayılan “onlar kaybedecek, biz kazanacağız. Geliştirmekte olduğumuz hamlesel süreci, zafer sürecine dönüştürmek istiyoruz” dedi.

PKK Yürütme Komitesi üyesi ve Halk Savunma Merkez Karargah Komutanlarından Murat Karayılan’ın Stêrk TV’de yayınlanan özel programda kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplar şöyle:

Kürt hareketi olarak en güçlü döneminizi yaşadığınızı, eğer birlik olunursa koordineli bir şekilde şehirlerde Türk devletini alt edebileceğinizi belirttiniz. Erdoğan ise bunun tersine, ‘ya teslim olacaklar, ya çekip gidecekler’; yine ‘silahlarını toprağa gömecekler ve koordinatlarını da bize verecekler’ diyor. Bu sözlere dönük ne dersiniz?

Her şeyden önce benim konuşmalarımdan hemen öyle yapacağımız sonucu çıkarılmamalıdır. Ama açığa çıkan sonuç öyledir. Bundan sonra biz halkımızın da katılacağı ve kendisini toparlayacağı daha başarılı ve sonuç alıcı yöntemler ile mücadeleyi hem şehirlerde hem ovalarda hem de dağlarda daha da yükselteceğiz. Yani önümüzdeki süreçte bu mücadele yeni, ilginç ve biraz da halkı koruyabilecek yöntemler ile daha da yükseltilecektir.

TÜRK ORDUSU KÜRDİSTAN’DA İŞGALCİ BİR ORDUDUR

Bundan 23 sene önce Tansu Çiller de, “ya bitecek, ya bitecek” demişti. Erdoğan da “bitecek” diyor. Ama Tansu Çiller’in sözlerini kullanmamak için “ya olacak, ya olacak” diyor. Bunlar sanal şeylerdir. PKK, tarihinin en güçlü dönemini yaşamaktadır. PKK bir adım dahi geri atmayacaktır. Onlar bizim vatanımızı terk edecekler. Onlar işgalcidirler. Ancak işgalci bir ordu, bir ülkede halka zulmedip evlerini yıkar. Bu son on aylık süreçte çok iyi bir şekilde açığa çıktı ki Türk ordusu Kürdistan’da işgalci bir ordudur. Halkın ordusu değildir. Çünkü halkı katletmiştir.

Mesela Gever’de 19 Nisan’dan sonra hiçbir savaşçı şehirde kalmadı. 19 Nisan’dan 31 Mayıs’a kadar Türkiye devleti Gever’de yasağı devam ettirdi. Peki orada ne yaptı? Halkın evlerini yıktı. Savaş olmayan köyleri ve mahalleri dahi harabeye çevirdiler. Bunlar halkımızı cezalandırmak istediler. Bunu ancak düşmanlar yapar. Şimdi Türk devleti ve ordusu Kürdistan’da zırhlı araçların ve kale gibi yaptıkları karakolların içinde vardır. O kadar yiğitlerse çıksınlar bakalım halkın içine! Ama çıkamıyorlar. Bu devlet gelmiş, kendisini Kürdistan’da zırhların içine ve kalelere koymuş, bir de gelip bize, “burayı terk edin” diyor. Burayı biz değil, siz terk etmelisiniz. Eğer bu toprakları terk etmesi gereken birileri varsa, onlar da sizsiniz. Burası bizim atalarımızın yurdudur. Tarihe göre 10 bin yıldan fazla bir süredir bu halk burada yaşıyor. Siz daha dün geldiniz buraya. Kim kimi nereden kovuyor? Böyle bir şey olamaz.

Doğrusuna bakarsanız, bunlar zayıfladıkları için bu kadar kıyameti koparıyorlar. Bir de koordinatları da onlara verecekmişiz. Bunlar psikolojik savaşta bu sözleri kullanıyorlar. Yoksa onlar da öyle olmadığını iyi biliyorlar. Onlar buradan çıkmalıdırlar. Zaten halkımız özerklik istedi. Özerklik nedir? Özerklik Türkiye’nin sınırları içerisinde birlik olup kendi kendini yönetmektir. Ama devlet buna karşı tanklarla ve toplarla karşılık verip şehirleri harabeye çevirdi. Savaşçılar ile baş edemedi, halkımızın evlerini yıktı. O şekilde sonuç almak istediler. Şimdi de utanmadan, “sonuç aldık” diyorlar. Yani bunlar kesinlikle Kürt halkının irade olmasını istemiyorlar.

BİNALİ YILDIRIM YALAN SÖYLÜYOR

Binali Yıldırım yaptığı açıklamada, kendilerine sizler tarafından ateşkes mesajları gönderildiğini belirtti. Bunun üzerine hareketiniz tarafından da bir açıklama yapıldı. Yıldırım’ın sözleri ne anlama geliyor?

Doğrudur, sizin de belirttiğiniz gibi hareketimizin yönetimi bu konuda açıklama yaptı. Binali Yıldırım’ın açıklaması da özel savaş kapsamındadır. Yalan söylüyorlar. Sanki biz zayıflamışız da görüşmek için onlara haber göndermişiz izlenimi yaratmaya çalışıyorlar. Böyle bir şey söz konusu değildir. Her şeyden önce şu an Kürdistan’da soykırım vardır, jenosit vardır. Kürdistan’da jenosit uygulayan bir güce biz nasıl, “gel seninle oturalım” diyebiliriz? Bu mümkün değildir. Ama şu vardır: Bazı uluslararası güçler ve dost çevreler çağrıda bulunuyorlar. ‘Bu savaş nereye kadar devam edecek’ diye soruyorlar. Savaşın durması gerektiğini belirtiyorlar. Biz daha önce de belirtmiştik. Biz barışçıl çözüme açığız. Ama şartlarımız var. Önder Apo özgürleşmeyene kadar bu savaşın durması mümkün değildir. Bunu herkes bilmelidir. Kürdistan’ın özerkliği kabul edilmeli ve Önder Apo özgürleşmelidir. Bunlar olmadan savaşın durması mümkün değildir. Bundan dolayı Ortadoğu’nun kaynadığı, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin yükseldiği ve Özgür Kürdistan’ın zemininin oluştuğu bu dönemde onlar öyle bize, “burayı terk edin” diyemezler. Kim, nereyi terk ediyor?

Dolayısıyla, bazı uluslararası güçler ve dost çevreler barış çağrısı yapıyorlar ama şu çok iyi bir şekilde açığa çıktı ki AKP devleti bu faşist ve milliyetçi zihniyetini bırakmazsa, halkımızı iradesizleştirme istemine devam ederse biz kendi yolumuzu kendimiz seçeceğiz. Başka alternatiflerimiz vardır. Bağımsız da olabiliriz. Biz onlara muhtaç değiliz. Bağımsız bir Kürdistan da bu süreçte gündeme gelebilir. Alternatiflerimiz vardır. Eğer bu devlet Demokratik Özerklik gibi masumane bir isteğe bile böyle vahşice, her türlü ağır silahı kullanarak, şehirleri yerle bir ederek karşılık verirse, o zaman biz de diğer yolları ararız. Tek yol Demokratik Özerklik değildir herhalde. Halk olarak bizim Türkiye devleti ile göbekten bir bağımız yoktur. Onlar gelip yurdumuzu işgal etmişler, dilimizi yasaklamışlar, kültürümüzü yok etmek istemişler, yurdumuzu talan etmişler, yerüstü ve yeraltı zenginliklerimizi talan edip kendilerine götürmüşler ama bugün bize “buradan çıkın” diyorlar. Herkes haddini bilmelidir. Bu dava, Kürt halkının davasıdır. Eğer Kürt halkının iradesini tanırlarsa ve önderliği özgür olursa tabii ki bir arada yaşam olabilir ama bunlar olmazsa bu iş de olmaz. Zaten Önder Apo esir olduğu sürece diyalogların başarıya ulaşamayacağı açığa çıkmıştır. Çünkü taktik yapıyorlar, üstünü kapatıyorlar. Eğer Türkiye devleti Kürtler ile yaşamak istiyorsa her şeyden önce Kürt Halk Önderi’nin özgürleşme olanaklarını sağlamalıdır. O zaman demokratik bir Türkiye’de beraber yaşamayı tartışabiliriz. Bizim amacımız ‘Özgür Önderlik, Özerk Kürdistan ve Demokratik Türkiye’dir. Eğer bunu kabul ederlerse ederler; etmezlerse o zaman biz de bağımsız Kürdistan’ı hedefleriz. Bu artık böyledir. Hani şimdi bazıları yol ayrımından bahsediyorlar ya; işte bu bir yol ayrımıdır ama burada karar verecek olan biz değil, onlardır.

YA KÜRTLERE FARKLI YAKLAŞACAKLAR YA DA KÜRTLER BAĞIMSIZLIK YOLUNU ESAS ALACAK

Ortadoğu siyaseti sizlerin bu bağımsızlık isteminize el verir mi?

Bunun imkanları vardır. Sykes-Picot Antlaşması’nın üzerinden 100 yıl geçti. Sykes-Picot Antlaşması artık geçersizdir. Bölgedeki güçler artık, “tek devlet, tek millet, tek dil, tek din” zihniyetini bırakmalıdırlar. Çoğulcu ve yerel bir sistemi esas almalıdırlar. Türkiye ve Suriye bunu esas almalıdır. Irak’ta zaten bu, bir düzeyde söz konusudur. Bu devletler ya Kürtlere yaklaşımlarında bazı değişiklikler yapacaklar, ya da Kürtler artık kendilerine bağımsızlık yolunu esas alacaklar. Bunun imkanları vardır.

AKP’DEKİ KRİZİN NEDENİ UĞRADIKLARI YENİLGİ

Bilindiği gibi AKP’nin içinde bir çelişki var. Davutoğlu’nun yerine Binali Yıldırım geldi. Yine ordu içinde çelişkilerin olduğu haberleri geliyor. Hareketiniz, bunun nedeni olarak sürdürülen direnişi gösterdi. Siz AKP’nin içine girmiş olduğu bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Şüphesiz AKP’nin yaşadığı mevcut krizin sebebi uğradığı yenilgidir. Eğer zafer kazansaydılar, aralarında bu biçimde çelişkiler olmazdı. AKP ve Erdoğan bizi halk ve hareket olarak iradesiz bırakıp tasfiye etmeyi her şeyin merkezine almış durumdadırlar. Çünkü onlara göre, eğer böyle yaparlarsa ancak iktidarları kalıcılaşabilir. Eğer yapamazlarsa da büyük ihtimalle iktidardan düşecek ve hapse gidecekler. Bundan dolayı Kürtlere karşı yürüttükleri savaşta mutlaka güçlenmek istiyorlar. Bunun için Türkiye’de milliyetçi bir dalga geliştirmeye çalışıyorlar. Dikkat ederseniz neredeyse MHP gibi konuşuyor. Yani iktidarını esas alıyor ve iktidarını o şekilde geliştirebileceğini düşünüyor.

Bir parantez açarak şunu da belirteyim: Burada sorumlu olan Erdoğan değildir. Çünkü açığa çıktı ki Erdoğan zaten milliyetçi bir kişidir. Milliyetçidir, ırkçıdır, vicdansızdır. Hem yüzlerce kişinin ölüm kararını verip, hem de İslamiyet’ten, Müslümanlıktan bahsedebiliyor. Tıpkı Daiş gibi. Daiş gerçek İslam için hareket ettiğini söylüyor ama yüzlerce insanı vicdansızca bir seferde öldürebiliyor. Erdoğan da şu an aynı çizgiyi yürütüyor. Bundan dolayı Erdoğan’ı sorumlu tutmak fazla doğru değildir. Dolayısıyla bu durumun asıl sorumluları, Milli Görüş çizgisini temsil edenlerdir. Mesela bana göre Abdullah Gül ve Bülent Arınç bunun sorumlularıdır. Çünkü Necmettin Erbakan’ın öncülüğüyle ortaya çıkan, önce Milli Nizam sonra da Milli Selamet partilerinin görüşlerini benimseyen insanlar öyle milliyetçi değillerdi. Mütedeyyindiler. Genel ulusal bir görüşleri vardı. MHP’ye bu kadar yakın değillerdi. Mesela Erbakan diyordu ki, “eğer sen ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ dersen birileri de çıkar der ki, ‘ben de Kürdüm, daha fazla doğruyum, daha fazla çalışkanım.’” Yani bazı şeyleri anlıyordu. Zaten başbakan olduğu dönemde haber gönderip federasyonun dahi tartışılabileceğini söylemişti.

Ama bugün bakıyorsunuz, milli görüş görünümünden dolayı şimdi halkın % 20-25’i Erdoğan’ın peşine takılmış. Erdoğan bunun üzerine milliyetçi görüşü -Ergenekon’un görüşünü- de ekledi. Bundan dolayı % 50 oldu. Bunun için asıl sorumluların az önce ismini zikrettiğim kişiler olduğunu düşünüyorum. Çünkü onlar bu fikrin sahipleridir. Ama bugün onlar, kendi fikirlerine dayananların Kürdistan’da jenosit uygulanmasına izin verdiler. Herhalde Erbakan’ın mezarda kemikleri sızlıyordur. Çünkü onun fikirlerini bugün Kürdistan’da uygulanan soykırımın temeli yaptılar. Milliyetçiliğin temeli yaptılar. Bunun için onlar sorumludurlar.

Erdoğan şimdi, “eğer böyle devam edersem iktidarımı kesinleştirebilirim” diyor. Davutoğlu, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın gizli gizli görüştüklerini fark ettiği için Davutoğlu’na operasyon yapıp onu görevden aldı. Onların içinde bir savaş vardır. Zaten bir askerini başbakan yaptı. Binali Yıldırım onun bir askeridir; başka da hiçbir yeteneği yoktur. Onu başbakan yaparak mevzilerini sağlamlaştırıp o şekilde devam etmek istiyor ama bu böyle nereye kadar gidecek belli değildir. Eğer Türkiye’de faşizme karşı olanlar, barış ve demokrasi taraftarı olanlar, sosyalist hareketler Kürt halkının direnişiyle ortaklaşıp bir demokrasi bloğu oluştururlarsa ve Erdoğan’ın öncülüğünü yaptığı bu faşizme karşı dururlarsa bu faşizm kırılıp yerle bir edilebilir. Mevcut durum bütün Türkiye’ye zarar veriyor. Şimdi hep kardeşlikten söz ediyorlar ama bunlar kardeşliği tahrip ettiler. Türk ordusunun gelip Kürdistan’ın 8 şehrini harabeye çevirdiği bir yerde kardeşlik nerede kalır? Onlar göz korkutmaya ve teslim almaya çalışıyor ama biz teslim olmayız. Devletin şu an yürüttüğü politika, soykırım ve teslim alma yönüyle 1925’te yürütülen politikanın aynısıdır.

SÜREÇ 1925-38 ARASINDAKİ GİBİDİR

Bazı kesimler bu süreci ‘90’lı yıllara benzetiyorlar. Siz bunu nasıl görüyorsunuz?

Hayır. ’90’lı yıllar farklıdır. Mevcut politika ’90’lı yılları aşan bir durumda. Tamam, ’90’lar da içinde ama onu geride bırakmış. 1925-1938 yılları arasındaki gibidir.

Tümden soykırım ve yok etme yani...

Evet. Kürdistan’ı şiddetle işgal etme. Şu an Erdoğan bunu yürütüyor. Yani siyasetleri değişmemiş. Ama biz değiştik. Kürt halkı değişti. Türk devletinin, sömürgecilerin siyaseti değişmedi, Erdoğan öncülüğünde şu an Kürdistan’da ve Türkiye’de yürütülen faşizm değişmedi. Ama bizde değişim vardır. Çünkü biz 1925’lerdeki gibi değiliz. Biz şimdi her açıdan güçlüyüz; ideolojimiz var, Önderimiz var, ulusal bir birliğimiz var, kurumlarımız ve imkanlarımız var. Bundan dolayı 1925’lerin siyaseti artık sonuç alamaz. O dönemde Türk devleti ne yaptı? Türkiye sol hareketi ile Kürt halkı arasında uçurum açtı. O dönemki Komünist Partisi de bu uçurumun açılmasına neden  oldu; çünkü Kürt halkının direnişini geri gördü.

Ama şimdi bu da değişmiştir. Şimdi eğer Kürt ve Türk halkları arasında olan birlik güçlendirilip, genişletilirse AKP faşizmi yenilgiye uğratılabilir. Bunun imkanları vardır.

HALKIMIZ BU DÜŞMANLIĞA KARŞI MÜCADELE ETMELİ

19 Nisan günü Gever’de geri çekilme yaşandı ama sokağa çıkma yasağı bundan bir kaç gün önce kalktı. Halk şehre döndüğü zaman, ortada bir şehir olmadığını gördü. Şimdi benzer uygulamalar Şırnak ve Nusaybin için de geçerli. Ancak bu uygulamalar karşısında Kürt halkının da bir dayanışması görülüyor. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Değil ki eksiklik yok; bizim açımızdan da eksiklikler vardır. Biz şimdi kendi içimizde de üzerinde durmamız gereken görevlerin neler olduğunu tartışıyoruz. Eksiklik, toplumsal kurum ve örgütler açısından da vardır. Örneğin, Sur’da da aynı Gever’deki gibi oldu; halkımız Sur’un yıkılışını seyretti. Eğer büyük kitleler sahip çıksaydı, Sur bu kadar tahrip olmayabilirdi. İşte Gever’de savaş durduktan sonra 42 gün boyunca şehri yıktılar. YPS şehirden çekildiğinde tarih 19 Nisan’dı; ondan sonra Gever’de bir mermi bile atılmadı ama 42 gün boyunca daimi olarak şehri yıkmak için uğraştılar ve yıktılar. Gittiler; arama adı altında sağlam binaları yıktılar; patlattılar veya girip bütün eşyaları yaktılar ve duvarları yıktılar. Eğer buna seyirci kalınmasaydı, halkımız yürüseydi ve kamuoyu oluşturulsaydı, bunun önünü almak mümkündü.

Bugün Şırnak ve Nusaybin’de de aynı şey söz konusudur. Bilindiği gibi 25 Mayıs’tan beri Şırnak ve Nusaybin’deki YPS güçleri oralardan çekilmiş durumdadır. Yani şu an savaş yoktur. Devlet, 3 Haziran günü itibarıyla operasyonu bitirdiğini duyurdu. İyi; madem operasyon bitti; o zaman niye bırakmıyorlar halk kendi şehrine girsin? Çünkü evleri yıkıyorlar. Başta Şırnak ve Nusaybin halkımız olmak üzere, tüm Kürdistan halkı ve Türkiyeli demokratlar, gözlerinin önünde Şırnak ve Nusaybin’in yıkılmasına seyirci kalmamalıdırlar. Bunun için bize göre de halkımız, demokrasi yanlıları ve tüm yurtsever kurumlar Şırnak ile Nusaybin’e gitmeli, bu şehirlerin Gever ve Sur gibi yıkılmasına, yerle bir edilmesine izin vermemelidirler. Hatta bu yeni bir çıkış olabilir. Gerçekten halkımız orada iradesini gösterir ve üzerine giderse, bu, yeni çıkışlara yol açabilir. Çünkü şu an orada kimse yok ama şehirleri yıkıyorlar. Gever’de de aynısını yaptılar; Sur’da da aynısını yaptılar; peki kimi buldular? Yani bilinçli bir şekilde yıkıyorlar. Bu düşmanlıktır. Dolayısıyla tüm halkımız buna karşı mücadele etmelidir.

Bu konuyla ilgili olumlu yan ise şudur: Başta Şırnak halkı olmak üzere halkımız Kürdistan’ı terk etmemiştir. Bu kutsal bir tutumdur. Halkımız fedakar bir halktır. Gerçekten de o kadar zahmet çekmesine rağmen, yine de fedakarlık yapıyor. Mesela Şırnak göç etmedi. Diğer yerlerdeki halkımız da böyle. Şimdi tüm halkımız, hatta halkımızın dostları yardımda bulunmalıdırlar. Başlayan kampanyalarla yardım edelim, şehirlerimizi yeniden inşa edelim ve TOKİ, vb.‘lerine devredilmelerine yol vermeyelim.

AKP, şehirlerimizi yarı açık zindanlar yapmak istemektedir. Diyor ki ‘şehri, TOKİ’yle, bilmem neyle yeniden inşa edeceğim.’ Bu çok planlı bir şeydir. Nasıl ki 1925 yılında mecburi iskan ve sürgün kanunları çıkarttılarsa, şimdi de üstü kapalı sürgünler yapmak istiyorlar. Açık zindanlar yapmak istiyorlar. Mesela bir bakanları diyor ki, “biz şehirleri yapacağız; isteyene İstanbul’da, isteyene başka bir şehirde, isteyene de Sur’da bina verebiliriz.” Binaları nasıl yapacaklar? İçinde karakol yapacaklar, evleri dinleyecekler, her şeyi kontrol altına alacaklar ve bir hapis sistemi geliştirecekler. Yani halkımızı kafese koymak istiyorlar. Bunu kabul etmemeliyiz. Halkımız buna karşı toplumsal-demokratik-ulusal bir mücadele vermeli; Türkiyeli demokrasi yanlısı kesimlerle ortaklaşmalı. Dünya çapında demokrasi ve insan hakları yanlısı olan kesimler de bu mücadeleye destek vermeli. Yani AKP’nin, Sur’da, Şırnak’ta, Nusaybin’de halkımızı hapsetmesine izin vermemeliyiz. Buna karşı ciddi bir mücadele gerekiyor. Mücadele esas olarak şimdi başladı. Onlar şimdi Sur’u zindan yapmak istiyorlar; ‘ya da sürgün olursunuz’ diyorlar. Mecburi bir iskanı dayatıyorlar. Başka şehirlerde daha pahalı yerler verebilirler. Çünkü onlar, halkımızın Kürdistan’ı terk etmesini istiyorlar. Gerçek planları budur. Bunu ‘90’larda da uyguladılar. Şimdi de farklı şekillerde uygulamaya çalışıyorlar. Bunun için şehirleri yıkıyorlar ve herkesi evsiz bırakıyorlar. Yani buna karşı mücadele edilmeli ve halkımız elinden ne geliyorsa birbiriyle dayanışma içinde, hep beraber evlerini yapmalı. Kimse yalnız kalmamalı; ‘tek başıma evimi nasıl yaparım’ diye düşünmemelidir. Yardımlaşma olmalı. Biz bu sorunu ulusal bir sorun olarak ele almalıyız. Halkımız gerçekten iradesine sahip çıkmak istiyorsa bu sorunu böyle ele almalı.

KENDİMİZİ DAHA ÖRGÜTLÜ HALE GETİRMELİYİZ

Yeni bir döneme girdiğinizi belirttiniz. Bu yeni dönemde Kürt halkının rolü ne olmalıdır?

Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki, devrim halkların eseridir. Eğer halk sahip çıkarsa ve bu temelde katılırsa devrim olur. Ama halkımızda biraz şu yaklaşım da vardır: ‘İşte arkadaşlar geldi; onlar yapacaklar, biz de onları destekleyeceğiz.’ Hayır. Halkımız da kendini bir irade olarak görmeli ve bu temelde hareket etmelidir. Bu temelde gelişebiliriz. Bugün bir kez daha açığa çıktı ki, Önder Apo’nun ideolojisi temelinde hareket eden savaşçı ve militanlar fedaidirler. Bu ülke için kendilerini feda etmişlerdir. Ama mesele sadece onlarla çözülmüyor. Halkımız da kendi yol ve yöntemleriyle katılmalıdır. Yani üzerine düşeni yapmalıdır; gereken fedakarlığı göstermelidir. Peki yapmamış mıdır? Yapmıştır. Ama örgütlülüğü zayıftır. Tabii bu bizim eksikliğimizdir. Çünkü halk bu döneme hazırlanmadı. Bu süreç gündeme birden bire girdi. Bu anlamda örgütsel olarak eksiklerimiz oldu. Öncülük yapması gereken güçler vaktinde hazırlıklarını yapmadılar. Bu eksikliklerin üzerinde önümüzdeki dönemde de durmak gerekir. Ama halkımız bilmeli ki, düşman bize bu süreci dayatmıştır. Mesela bir çökertme konsepti oluşturmuştur. Hiçbir direniş süreci olmasaydı da, bu şehirleri zaten böyle yapacaktı. 2014’te hazırladıkları bu planda da Cizre’yi boşaltacaklarını, gerekirse 15 bin kişinin ölümünü göze alacaklarını, vb. belirtiyorlar. Yani halkımız bilmeli ki, karşımızda vahşi bir sömürgeci düşman vardır. Kendimizi daha da örgütlü hale getirmeliyiz. Omuz omuza vermeli, el ele vermeli, birbirimize yardımcı olmalı, hem kendimizi bu düşmandan korumalı, hem de mücadelemizi yürütmeliyiz. Bu konuda birbirimize sahip çıkmalıyız; eksiklikler varsa eleştirmeliyiz.

Bir mücadele süreci yürütülmüştür ve bu mücadele bugün önemli bir aşamaya girmiştir. Onlar Cizre’yi boşaltmayı, halkımızı iradesizleştirmeyi planladılar; halkımız bunu kabul etmedi. Halkımız orada bir irade gösterdi, kahramanlık sergiledi ve bir destan yarattı. Bu destan, halkımızın kurtuluşunun temelidir. Ancak bazı eksiklikler ve yanlışlıklar da olmuş olabilir. Bunları da düzeltmek gerekiyor. Burada önemli olan, bizim her şeyi halkımızla yapmamızdır. Halkımızı da buna hazırlamalı, bu temelde örgütlemeli ve yürütmeliyiz. Ama halkımız da bilmeli ki her şey kendi ellerindedir. İrade, halkın kendisidir. Biz bu dönemde halk olarak irademize sahip çıkmalıyız. Eğer halkımız bu dönemde birbirine sahip çıkarsa, o zaman yaşamış olduğu bu dönemi de başarıyla atlatır. Yıkılan evler, zarar gören mallar düzelir; bu konuda kimsenin kaygısı olmasın. Gelecekte özgür ve güzel günler görünüyor. Buna doğru yürümeliyiz. Bunun yürüyüşünde fedakarlık da yapmalıyız. Eğer öndeki militanlar canını veriyorsa, o zaman herkes de buna göre bazı fedakarlıkları göze almalı. Nasıl ki Sur’da örneğini verdiğim gibi Çiyager arkadaş halktan gitmek isteyenlere, ‘biz şehit düştükten sonra gidin’ deyince, onlar ‘o zaman biz de kalıyoruz’ demişlerse, bu da böyledir. Yani bu dönem herkesin elini taşın altına koyacağı bir dönemdir. Ama halkımızın yaşadığı zorlukları da biliyoruz.

PROVOKASYONLARA DİKKAT EDİLMELİ

Bir de Kuzey Kürdistan’da koruculuk konusu var. Bu öz yönetim direnişleri sürecinde devlet, bir çok yerde korucuları savaştırmak istedi. Siz bunu yorumluyorsunuz? Korucuların tutumu nasıl olmalıdır?

Doğru; bu da önemli bir konu. Tarihe bakıldığında hem Osmanlı döneminde, hem Türkler döneminde, hem de Güney ve diğer parçalarda, her daim düşman Kürt halkının ayaklanmalarını, Kürdü Kürde vurdurarak bastırmaya çalışmıştır. Aynı şey bugün de gündemdedir. Başlangıçta, yani ‘80’lerde, yine ‘90’ların başında hem halkımız cahildi, hem de doğrusu biz de acemiydik. Yanlışlar da oldu. 4’lü çete pratiği yaşandı. Bunun için bir koruculuk sistemi gelişti. Hiç olmamalıydı ama oldu. Şimdi bir sistem olarak koruculuk var ama 20 yıldan fazla bir süredir korucuları hedeflemiyoruz. Düşmanın bu tarihi oyununu artık boşa çıkarmalıyız. Korucu olan insanlarımız da büyük oranda yaptıkları yanlışları anladılar. Dışarıdan gelen bu düşmanın Kürdü Kürde öldürtmek istediğini, bu biçimde kendisini egemen kılmak istediğini, dilimizi, kültürümüzü yasakladığını, yani her şeyimizi yok etmeye çalıştığını ve Türkçülüğü geliştirmek istediğini, ‘tek bayrak, tek millet’i esas aldığını gördü. Şimdi biz nasıl tek millet olacağız? Biz Kürdüz; nasıl Türk olacağız! Bunu korucu olan insanlarımız da biliyor. Bu yüzden korucular içerisinde bazı tutumlar gelişti. Operasyonlara katılmama, vb. şeyler gelişti. AKP bunun için bugün baskı uyguluyor. Birincisi, korkutuyor, ‘PKK sizi vuracak’ diyor; ikincisi ise, arkadaşların onları vurmaları için onları öne sürüyor. Mesela bazıları yaşamını yitirse, ‘hadi intikam için gelin’ diyecek. Mesela arkadaşlar Cizre’de bir ajanı yakalamışlar. O, parti adına bazı aşiretleri vurmak istediklerini, bu temelde koruculuğu körüklemek istediklerini itiraf etmiş.

Halkın size karşı tepkisinin oluşması için mi bunları yapıyorlar?

Evet. Yani her şeyden önce korucular bilmeli ki düşman bu tür oyunlar oynamak istiyor. Bunun için; bir, operasyonlara katılmamalıdırlar. İki, provokasyonlara dikkat etmelidirler. Koruculuk sistemi herkesin kendi köyünü savunması için değil mi? Evet. O zaman ‘köylerimizi koruyoruz’ desinler. Biz de korucuların üzerine gitmeyeceğiz. Bunu da bilmeliler. Altını çizerek söylüyorum: Korucular hedefimiz değildir. Ama bazıları askeri araçlara biniyor, Şemzînan’da olduğu gibi, aracın içinde kim olduğunu bilmiyorsun; asker olarak görüyorsun; vuruyorsun; korucular da içinden çıkıyor. Bu yüzden askeri araçlara binmemeli, karakollara girmemelidirler. Yalnızca köylerini korumalıdırlar. Yani esas olarak biz koruculuğu eleştiriyoruz; düşmanın silahını taşımamaları gerektiğini belirtiyoruz. Dolayısıyla bu sistemi savunmuyoruz ama eğer biri yapmışsa da o zaman Kürt halkının kanını dökmemeli. Eğer böyle yapan olursa biz asla karışmayız. Fakat araçta veya karakolda olsa, mecburen hedef oluyor.

Bir de aslında koruculuk değil de ajanlık ve kontralık yapanlar var. Yani karşıtlık yapanlar var. Onlara dönük politikamız tabii ki farklı olur. Yani tüm korucular bilmeli ki, düşmanın oyunlarına gelmemek lazım. Aşiret reislerine, korucu başlarına ihaleler veriyorlar; maddi imkanlar sunuyorlar ki, onlar da bu oyunun içerisine girsinler. Kimse maddiyat için bu tür yanlışlıklar içine girmemeli. Bu son 10-15 yıldır Kuzey’de bir iç çatışma yoktur; kimse de başlamamalı; dikkat etmeli. Eğer dikkat edilirse bilmeliler ki arkadaşlarımız da onları hedeflemeyecektir.

DÜRÜMLÜ’DE HAYATINI KAYBEDEN YURTSEVERLER İÇİN ÜZGÜNÜZ

Dürümlü’de yaşanan olay da gündemde çok yer buldu? Sivillere yöneldiğiniz yönünde bir çok haber yapıldı. Bu olayın doğrusu nedir? Orada ne yaşandı?

Bu konuda bir soruşturma açtık. Soruşturma sonuçlandı. Önceden yapılan bir açıklama vardı; o açıklamada bazı eksiklikler olduğu da anlaşıldı. Bunu da düzeltebilirim. Olay şöyle gelişiyor:

Bir arkadaş kamyon ile yolda gidiyor. Yolunu şaşırıyor, çıkmaz bir yolun sonuna geliyor. Dönmek için çabalıyor. Malum; kamyon zor dönüyor. O yolun sonundaki evin sahibi geliyor, yanında kamyona biniyor ve kim olduğunu soruyor. Yine yükünün ne olduğunu soruyor. Arkadaş da kum taşıdığını söylüyor. Bunun üzerine ev sahibi onun kumunu oraya boşaltması için baskı yapıyor. Ardından arabadan inen ev sahibi, telefonla başka yerlere haber veriyor. Arkadaşımız da silahıyla arabadan iniyor; ve ‘ben PKK’liyim, yolumda gidiyorum; beni ihbar etmeyin’ diyor ve tekrar kamyona binip yola çıkıyor. Ama o kişi, yanına gelen başkalarıyla birlikte arabalarla arkadaşın peşine düşüyor. Sonrasında bazı araçlar kamyonun önüne geçiyor; bu arada silah kullanıyorlar ve çatışma çıkıyor. Sonrasında öğrendik ki o köylülerin hepsi karşıt değil; bir kısmı yurtseverdir. Yurtsever olanlar da ‘acaba hırsız mıdır, nedir’ diyerek peşine düşüyorlar.

Bu olay üzücü bir olaydır; böyle bir olay yaşanmamalıydı. Ama o ev sahibi ısrarla kamyonu oraya boşalttırmak ve içindekilere el koymak istiyor. Arkadaşımız ısrarla gitmek istemesine rağmen o peşinden gidiyor ve adeta devletmiş gibi yaklaşıyor. HPG’nin açıklamasındaki ‘devletin işbirlikçisi’ tanımı bunun için kullanılıyor. Orada yaşamını yitiren herkes tabii ki bu konumda değil. Bundan dolayı gerçekten üzgünüz.

Bu olay nasıl olmuş, kimse bir ispatta bulunamıyor. Acaba ateş açılarak mı olmuş, yoksa o arkadaş mı patlatmış; bu tartışma konusudur. Bir tek şahit var. Bunun için de nasıl patladığı da tam net değildir. O kargaşada kamyon patlamış. Olay böyle yaşanıyor.

Sonuç olarak o köyden olan yurtseverlerimize üzüntülerimizi sunuyoruz. Başsağlığı diliyoruz. Böyle olmamalıydı. Bu olay, istemimiz dışında yaşanmıştır. Biz o köyü gidip hedeflemeyi planlamış değiliz. Biz sivil halkımızı hedeflemeyiz. O kamyon oradan geçiyor ve başka bir yere gidiyor. Olay böyle yaşanıyor. Yani bu olay tamamen istem dışı yaşanıyor. İçinde tek bir arkadaş var; yanında başka kimse yok.

Ama Türk devleti, bu olayı vesile yaparak bizi karalamaya çalışıyor. Halkımızın bağrı yanmıştır; bizim de yanmıştır; bu da bilinmeli ama bunu bir kaza olarak görmek gerekiyor. Devlet bu kazayı vesile yaparak PKK’nin halkı hedeflediği imajını yaratmak istiyor. Peki, demezler mi, alçak, sen Cizre’de 200 sivil insanımızı benzin dökerek yaktın; bunu niye söylemiyorsun da burada bir kaza olmuş; bazı yanlışlıklar yaşanmış; bu yanlışlığın sonucunda böyle bir patlama meydana gelmiş; insanlarımız yaşamını yitirmiş; bunu gündem yapıyorsun? Sen Sur’da o kadar sivil insanımızı şehit ettin; bak bu olay da Sur’da yaşanıyor; Cizre’de, Nusaybin’de o kadar sivil insanı katlettin; Gever’de o kadar insanımızı şehit ettin. Kendi yaptıklarından bahsetmiyor Erdoğan Efendi.

Bakın; Cizre’de yaralı ve sivil insanlar bodrumlardayken, bakıyorlar ki pencereden askerler tarafından pet şişeler atılıyor. ‘Herhalde sudur; susuz olduğumuz için su atıyorlar’ diyorlar. Bakıyorlar ki önce bir koku geliyor, ardından ise içeriye çakmak atılıyor. Yani insanlarımızı, üzerine benzin dökerek diri diri yakıyorlar ama böylesi bir devletin cumhurbaşkanı gelmiş bizim bu insanlarımıza sahip çıktığını iddia ediyor. Kimse bu tür şeylere prim vermemeli. Bunların eli kanlıdır; bunlar vahşidir; bunlar Kürtleri ortadan kaldırmak istiyorlar. Böylesi istem dışı yaşanmış olayları da kullanarak halkımızla bizi karşı karşıya getirmek istiyorlar. Başta Dürümlü Köyü ve çevresindekiler bilmeli ki onlar hedefimiz değildirler. Orada bir kaza yaşanmıştır, düşman da bunu kullanmak istemektedir.

DAİŞ, EL NUSRA ADAMLARINI CİZRE’DE SAVAŞTIRDILAR

Son dönemde yabancıların da güvenlik güçlerine alınması konusunda bir kanun çıkarıldı. Daha önceden YPS’nin Nusaybin ve Şırnak’ta çetelerin savaştığına ve bunların öldürüldüğüne dönük açıklamaları olmuştu. Bu kanunun o dönem bahsi geçen bu olaylarla ilgisi var mıdır?

Türk devletinin bir özelliği, yaptığı bir çok şeyi inkar etmesidir. Bunu en çok da medya gücüne dayanarak yapıyor. Biz Kürtler ise kendimizi ifade etmekte zorlanıyoruz. Zaten Kürtlere eskiden avukatsız, yani kendini savunamayan halk derlermiş.

Şimdi, PÖH ve JÖH şehirlerdeki savaşlarda yetersiz olunca, Daiş, El Nusra ve Ehrar El Şam’ın şehir savaşlarında yetkin olduğunu düşünmüş olacaklar ki, onları Cizre’ye getirme kararı aldılar. 300 savaşçıyı Cizre’ye getirdiler ve savaştırdılar. Nusaybin’de ve Sur’da da savaştırdılar. Bunları iyi biliyoruz. Ama bunları gizlediler. Örneğin bu insanların yüzleri kapalı ama telsizlerde Türkçe ya da Kürtçe değil Arapça muhabere yapıyorlardı. Yani bu tür uygulamalar oldu ve denilebilir ki AKP, Daiş’i Kürdistan şehirlerinde savaştırdı.

Şimdi ise bunun kanununu çıkarıyor ve yasallaştırmaya çalışıyor. Zaten AKP çoğu şeyi böyle yapıyor. Önce yapıyor, sonra da kanununu çıkarıyor. Mesela asker şehirlere girmek istemedi; girmek için yasaya ihtiyaç olduğunu belirtti. Hatta aldığımız bilgilere göre Erdoğan Hulusi Akar’ı tehdit etmiş. Kendisine, ‘biz bugün öldürsek, yarın bizi yargılarlar’ diyen Akar’a, ‘git öldür, biz kanun çıkarır, sizi koruruz’ diyor. Bakın; şimdi askeri korumak için kanun çıkarttılar. Yani bu kanun ne anlama geliyor; ‘asker katliam yapabilir ama bundan dolayı soruşturmaya uğramaz’ anlamına geliyor. Yani önce uyguluyor, sonra kanununu oluşturuyor. Kısacası, AKP yabancıları savaşa koymuştur; şimdi de yasal zeminini oluşturmaktadır. Bu da AKP’nin bir gerçekliğidir.

LİCE’NİN ÜZERİNE GİTMEK İÇİN BAHANE BULMAYA ÇALIŞIYORLAR

Son dönemde özellikle Türk basınında Lice’nin sizler tarafından özel bir şekilde kullanıldığına dönük haberler yapılarak, halkta kuşku uyanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Niye özellikle Lice’yi öne sürüyorlar?

AKP’nin mevcut konsepti yurtseverliğin güçlü olduğu her yeri ezmektir. Geçtiğimiz süreçte bir çok şehre yöneldiler ama Lice’ye yönelemediler. Orada hendeklere dayalı bir savaş olmayınca bir gerekçe de bulamadılar. Şimdi üzerine gitmek için gerekçe bulmaya çalışıyorlar. Mesele budur. Yoksa ta Dersim’de araba patlıyor; diyor, ‘Lice’de hazırlanmış.’ İstanbul’da araba patlıyor, ‘Lice’den gitmiş’ diyor. Yalandır; böyle bir şey yok. O araba İstanbul’da yapılıyor; Dersim kendi başına bir eyalettir, kendisi yapıyor. Ne alakaları var Lice’yle? Tabii ki yok. Bunları da bazı gazeteciler yoluyla gündeme koymaya çalışıyorlar. Özellikle de Abdulkadir Selvi. Önceden onun için normal bir köşe yazarıdır denilirdi; hükümete yakın olmakla birlikte kendi görüşlerini aktardığı düşünülürdü. Ancak bu dönemde gerçekten de kendisini rezil etti. Belli oldu ki özel savaşın bir kalemşorudur. Yalan yazıyor. İşte ‘Lice merkezdir; Tendürek merkezdir; bilmem ne yaylası merkezdir.’ Köşe yazarlığı böyle mi olur! Yani oraların hedeflenmesi için bir zemin oluşturuyor. Budur; başka da bir şey değildir. Onlar Lice’yi hedeflemek istiyorlar; bu yüzden her şeyde Lice’yi ortaya koyuyorlar. Halbuki böyle bir şey de yoktur. Biz biliyoruz ki her eyaletin kendi imkanları vardır. Amed yereli için düşünsek belki Lice’nin bir rolü olabilir ama Lice’den kalkıp da Dersim’e destek verme durumu söz konusu olamaz. Bunların hepsi yalandır.

ERDOĞAN YENİ DÖNEMİN SADDAM’IDIR

Bu hareketin tecrübeli bir komutanı olarak, Kürt halkının bugün yalnızca Kuzey’de değil, tüm Ortadoğu’da yürüttüğü savaş üzerine ne dersiniz? Kuzey’de bu yeni süreçle birlikte sol-sosyalist hareketlerin ve Kürt halkının üzerine düşen görevler nelerdir?

Şüphesiz halkımız tarihinin en önemli dönemlerinden birini yaşıyor. Yani Ortadoğu’da bugün bir savaş ve arayış var; bu savaşta özellikle Kürt halkı öne çıktı ve bugün Kürt halkı bölgede önemli bir aktördür. Hem Rojava’da, hem Güney’de, hem Kuzey’de, hem de Doğu’da bugün Kürtler önemli bir rol üstlenmiş olarak sahnededirler. Artık Kürt sorunu çözüm aşamasına girmiştir. Ortadoğu bölgesinde artık Kürt sorunu çözülmelidir. Öyle ya da böyle çözülecek. Erdoğan’ın şimdi dediği gibi tek millet olmaz. Yani soykırım olmaz. Bu geçti. Bunlar eski dönemlerde kaldı. Ama bunların aklı böyle çalışıyor. Bunlar 90 yıl öncesine gittiler. Şimdi 21’inci yüzyıldayız; halkların iradesi esastır ve Ortadoğu’da Kürt halkına yapılan haksızlığa da bir son verilecektir. Mücadelemiz de güçlü olduğu bir dönemdedir ve hamlesel bir süreçtedir. Örneğin bugün Rojava’da hamlededir; Kuzey’de hamlededir. Biz bu yılı sıradan bir yıl olarak görmüyoruz. Biz 2016 yılını Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nde özgürlüğe yürüyüşün yılı olarak görüyoruz. Önder Apo’nun özgürlüğüne, Kürdistan’ın özgürlüğüne yürüyüş yılı olarak görüyoruz.

Biliyorsunuz; bu savaş esas olarak İmralı’da başladı. Önder Apo’ya dönük sertleştirilen tecrit ve uygulanan psikolojik savaşla bu savaş başladı. Bugün Önderimiz direniyor; halkımız direniyor; gerilla direniyor. Kürt gençliği kendini bugün bir güç, bir irade haline getirmiş durumdadır. İradelerini bu şehir savaşlarında ispatladılar ve YPS’yi oluşturdular. Kürt kadını bu savaşta Sêvê ve Asyaların şahsında kendilerinin bir irade olduğunu ispatlamıştır. Kısacası halkımızın mücadelesi bugün önemli bir aşamadadır.

Biz bu aşamada her parçada Kürt halkının birlik olmasını, ulusal birliğin sağlanmasını istiyoruz. Kimse bunun dışında kalmamalı. Kim bunun dışında kalırsa yenilir.  Kimse düşmana umut bağlamamalı. Bu dönem, düşmana umut bağlanacak bir dönem değildir. Hayır; bu dönem birlik olma dönemi, başarıya gitme dönemidir. Kürtler 40 milyondan fazla nüfusa sahip bir halktır. Gücümüz var, siyasetimiz var. Eğer biz bir ulusal kongre veya konferans çatısında birlik olursak, artık bölgede büyük bir güç ve irade haline geliriz. Bunu herkes bilmeli.

Türk devleti Kürt düşmanlığı yapıyor. Erdoğan, yeni dönemin Saddam’ıdır. Her yerde Kürtlere karşıdır. Rojava’da da, Güney’de de, Doğu’da da, Kuzey’de de. Bunun için kimse doğru yoldan şaşmamalıdır. Özellikle de AKP içinde yer alanlar. Onları da uyarmak istiyorum. Bundan sonra AKP’nin içinde yer almak, Kürdistan üzerindeki katliam ve soykırıma katılmaktır. Kendine ‘Kürdüm’ diyen herkesin AKP’den çıkması gerekmektedir. Kimse AKP’de kalmamalı. Kürdistan’da AKP’de kalmak suçtur. Çünkü AKP bu şehirleri yıktı, köyleri yıktı; Kürdistan’da katliam yürüttü. Her gün her gün halkımıza savaş ilan ediyor. ‘Bu topraklardanım’ diyen hiç kimse, ister Kürt olsun, ister Arap olsun, isterse de farklı bir kültürden olsun,  AKP’de kalmamalıdır.

BELEDİYELERE EL KOYARLARSA GEREKENİ YAPARIZ

AKP hükümeti, özellikle Kürdistan’daki belediyelere el koyacağını belirtiyor. Böyle bir şey gelişirse, nasıl bir tutum sergilenmeli?

Şimdi AKP savaşı genişletiyor; var olan köprülerin hepsini uçuruyor. Eğer onlar belediyelere el koyarsa, yerine kimi belediye başkanı yaparsa, onu hedefleriz. Bunu açıkça söylüyorum. Yani onlar artık savaşı genişletmek istiyorlar ve bunu bize dayatıyorlar. Tabii ki biz de gereken cevabı veririz. Kürt halkının mevzilerini koruyabiliriz. Bunun için de kimse AKP’nin rüzgarına kapılmamalıdır. Kazandıkları yönünde öyle bir hava yaratıyorlar; bazı Kürtler hatta yurtseverler bile tereddüde giriyor. Kimse böyle bir yanlışlığa girmemeli. Onlar kaybedecek, biz kazanacağız. Geliştirmekte olduğumuz hamlesel süreci, zafer sürecine dönüştürmek istiyoruz. Bunun için tabii ki Kürt kadınları, gençleri görevlerine sahip çıkmalı; emekçiler görevlerine sahip çıkmalı; gençler HPG’ye, YPS’ye katılmalı. Dönem, bunun dönemidir. Katılım dönemidir. İzleme dönemi değildir. Yine Türkiyeli sol-sosyalist-demokratik güçlerle daha güçlü ve geniş birlikler kurmalıyız. Bir birlik oluştu; adım atıldı; bu iyi bir şeydir ama daha da geniş bir kapsama ulaşmalı. Böyle sonuca gidilebilir.

Yani biz 2016 yılını, özgürlük atılımı, özgürlük yürüyüşü yılı yapmak istiyoruz. Bu konuda umutlu ve inançlıyız. Bu geçen 10 ay boyunca yürütülen direniş ve ortaya çıkan kahramanlık, bu konuda çok daha fazla umut veriyor bize. Aynı zamanda üzerimize büyük sorumluluklar yüklüyor. Çiyagerlerin izinden yürümeli, şehitlerimizin mücadelesine ve halkımıza sahip çıkmalıyız. Böylece gerçekten Önderliğin ve Kürdistan’ın özgürlüğü hamlesini başarabiliriz. Bu umut ve inançla bu yıl hareket edeceğiz. Ancak tüm yurtsever halkımız da kendini sorumlu görmeli. Ben umutluyum. Bu umutla saygılarımı sunuyorum.