YENİLENDİ

Karayılan’dan çarpıcı Cerablus açıklaması: DAİŞ bahane esas hedef Kürtler

Murat Karayılan, Türk devletinin Cerablus operasyonuyla Rojava’yı hedeflediğini ve bu saldırının Kürtler ile Türk devleti arasında gelen bir savaşa dönüşebileceğini söyledi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Cerablus’un anlaşmalı olarak Türk devletine bağlı gruplara devredildiğini ve bu operasyonun hedefinde ise Rojava ve Demokratik Suriye Güçleri olduğunu belirtti.

Karayılan, bu anlaşmanın en fazla dokunacağı yerin Avrupa olacağını, çünkü DAİŞ’in artık rahatlıkla İstanbul üzerinden Avrupa’ya gidebileceğini söyledi.

Murat Karayılan, Türk devletinin Rojava’ya yönelik saldırılarına ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı:

Dün sabah saatlerinde ÖSO güçlerinin Cerablus’a yönelik bir operasyon başlattığı duyuruldu. Adına ‘Fırat Kalkanı’ denilen ve Türk ordusu tarafından yoğun desteklenen bu operasyonun esas amacı nedir?

Gerçekte ortada bir operasyon veya askeri harekat söz konusu değildir. Açıkça görülen şey, AKP devletinin DAİŞ’le bir anlaşma yapmış olduğudur. DAİŞ Cerablus’u ve Cerablus’la birlikte Azaz’a kadar uzanan hattı boşaltmıştır. Yani orada zorla girerek yapılan bir askeri harekattan ziyade, bir el değiştirme vardır. Ama kamuoyu bu konuda büyük bir manipülasyonla karşı karşıyadır. Sanki büyük bir askeri harekat geliştirilmiş, DAİŞ zorla oradan çıkarılmış gibi şeyler belirtilmektedir. Bunların aslı astarı yoktur. Yapılan anlaşmanın bir gereği olarak DAİŞ’in orayı zaten önceden boşalttığı açık ortadadır. DAİŞ şimdiye kadar hiçbir şehri 1 gün içerisinde terk etmemiştir. Eğer DAİŞ Minbic’te direndiği gibi Cerablus’ta da direnmiş olsaydı, onlar iki ayda bile bu şehre giremezlerdi.

CERABLUS’TA OLAN BİR OPERASYON DEĞİL, EL DEĞİŞTİRME

Yani Cerablus’un el değiştirdiğini belirtiyorsunuz?

Aslında el değiştirme demek de tam doğru değil. Çünkü DAİŞ ile El Nusra arasında çok fazla kalın bir çizgi yok. Geçmişte de gördük; birçok yerde gerektiğinde El Nusralılar hemen bir gün içinde DAİŞ’e geçiyor veya DAİŞ’lier El Nusra’ya geçebiliyor. Hem de birey olarak değil grup olarak bu geçişleri yapıyorlar. Yalnızca bayrak değiştiriyorlar. Bu anlamda Cerablus’ta da DAİŞ’in ileri gelen, tanınan kadrolarının önceden çekip gittiği, yerel olan birçok kadronun da El Nusra’ya geçtiği görülüyor. Zaten DAİŞ Cerablus’u alırken de bu biçimde bir alma durumu söz konusu olmuştu. Yani burada bir çatışma veya savaş durumu yok; burada anlaşma temelinde bir dönüşüm söz konusudur. Oradaki Daişliler, şimdi El Nusra’ya dönüştü; Daiş’in tanınan, bilinen kadroları da Bab’a çekildi. Olayın esası budur. Burada bir çatışma değil, anlaşma var, fakat çatışma varmış gibi yansıtılıyor. Bu büyük bir yalan, büyük bir çarpıtmadır.

CERABLUS ANLAŞMASININ EN FAZLA DOKUNACAĞI YER AVRUPA’DIR

Fakat bu anlaşmanın en fazla dokunacağı yer Avrupa’dır. Bu anlaşmayla Daiş’in Avrupa’ya ve dünyaya açılma kanalı garanti altına alınmıştır. Daiş’in sorunu dışarıyla bağlantı kurabileceği bir nefes borusuna sahip olmak; Avrupa’ya, Kafkasya’ya ve çeşitli alanlara gidebilmektir. Nasıl olsa DAİŞ ve El Nusra çoğu zaman iç içe; Türkiye sınırı El Nusra’nın elinde olacak; DAİŞ istediği vakit burası üzeri İstanbul’a; İstanbul’dan da istediği yerlere gidecek. Bu anlaşma temelinde Daiş Cerablus hattından Rai’ye kadar olan alanı Türkiye ve ÖSO adı altındaki güçlere teslim etmiştir. Bu güçlerde aslında El Nusra’nın etkinliği altındadır.

Bu çok tehlikeli bir anlaşmadır. Bu anlaşma kesinlikle DAİŞ’in ömrünü uzatacak bir anlaşmadır. DAİŞ de gördü ki açıkça kendi adına o hattı, yani Türkiye’yle sınır hattını savunması güç; Minbic düştükten sonra QSD güçleri karşısında duramayacağını gördü. Bu yüzden o da böyle bir anlaşmayı kendi çıkarına daha uygun buldu. Türkiye ise bu konuda zaten hep aktif bir biçimde devrede oldu. Bu tarzda bölgede bir el değişimi gerçekleştirilerek DAİŞ’in uluslararası kanallarını gizli bir biçimde açık tutmanın imkanları yaratılmış oldu. Bu bakımdan, özellikle de Avrupa ve tüm dünya açısından DAİŞ tehdidinin yoğun bir biçimde devam edecek olmasından dolayı bu durum büyük tehlikeler arz ediyor.

BU HATADAN EN ÇOK AVRUPA VE RUSYA ZARAR GÖRECEK

ABD’li yetkililer de bu belirttiğiniz çerçeveyi kabul ettiklerini belirtiyorlar...

Bu konuda ABD’nin siyasi yönetiminin bu anlaşmayı kabul etmesi ve desteklemesi bir hatadır. ABD’li yetkililer -ki en çok askeri yetkilileri- iyi biliyor ki Türkiye-DAİŞ sınırı kesinlikle kapatılmadan DAİŞ’in zayıflatılması güç bir durumdur. Şimdi bu biçimde DAİŞ’in uluslararası kanalı üstü örtük bir tarzda açık tutulmuş oluyor. Bu açıdan bu ciddi bir hatadır. Bu hatadan da en çok Avrupa ve Rusya zarar görecektir. Bunun zararları önümüzdeki süreçlerde daha fazla açığa çıkacaktır.

DAİŞ BAHANE, ESAS HEDEF KÜRTLER

Bu operasyona Türk ordusunun katılım düzeyi nedir? Belirtildiği gibi Türk Özel Kuvvetleri katılmış mıdır?

Bu anlaşma temelindeki operasyonla Türk ordusu resmen sınırı aşarak Suriye topraklarına girmiş oldu. Yalnız bu ilk değildir. Türk ordusu ilk defa Suriye topraklarına girmiyor. Türk ordusunun özel kuvvetleri 2013 yılından bu yana zaten Suriye topraklarındadır fakat gizli bir biçimde kalıyordu. Şu an zaten İran devleti resmi ya da yarı resmi bir biçimde Suriye’de bulunuyor; Hizbullah açık-resmi bir biçimde Suriye rejimine destek sunmak üzere orada bulunuyor; yine Rusya resmi olarak Suriye’de bulunuyor. Türkiye de bulunuyor; fakat Türkiye şimdiye kadar gizli bulunuyordu. Hem de yaygın bir biçimde Türkiye’nin Suriye’nin iç işlerinde bir taraf olma durumu vardır. Ancak DAİŞ’le yapılan bu anlaşma temelinde Türkiye de resmi bir şekilde de girmiş oldu.

Bundaki amaç ne?

Amacı zaten Erdoğan açıkça ortaya koydu. Burada amaç DAİŞ filan değil; amaç Suriye Kürtleri’dir. Şimdi ikide bir PYD filan diyorlar. PYD orada bir siyasi partidir. Mevcut Rojava kantonlarının yönetimi sadece PYD’den oluşmuyor. Çeşitli halklardan, inançlardan ve onlarca Kürt örgütünden oluşuyor. Orada Kürtlerin öncülüğünde halkların kardeşçe yaşadığı bir oluşum var; bir devrim hareketi var. Şimdi bu Suriye topraklarına girme olayı, esasen Kürtlere karşı bir girişimdir. Eğer buna operasyon denilecekse, bu Kürtlere ve Suriye’nin demokratikleşmesine karşı geliştirilen bir operasyondur. AKP’nin Kürt düşmanlığı ve ırkçı zihniyet yapısı, bir kez daha açığa çıkmıştır. Gerçekten de Türkiye’de şimdiye kadar gelmiş geçmiş hiçbir hükümet döneminde bu kadar Kürt düşmanlığı, bu kadar ırkçılık, bu kadar şoven bir karşıtlık şahlandırılmamıştı.

Kürt toplumunun en küçük parçasını teşkil eden 3 milyon nüfusluk Suriye Kürtleri, 50 yıldan bu yana BAAS rejiminin baskısı altındadır. Şimdi Suriye’de federasyon ortamı oluşmuş, çeşitli halklar ve kültürler yönetimlerini kuruyor kanton türü yapılanmalar gelişiyor. Kürtlerin de bu tür oluşumları geliştirmesi doğal haktır. Fakat onlar, “hayır; Suriye federasyon olacak ama Kürtler yer almayacak” diyorlar. Yani bu kadar düşmanlık, bu kadar ırkçılığa da pes doğrusu. Bir örgütten, bir yapıdan, bir devletten bir ulusa düşmanlık beklenirdi de, bu kadarı beklenemezdi. Bu ancak aşırı ırkçılık histerisine kapılmış bir zihniyetin geliştirebileceği bir şeydir. Bu kadar düşmanlık, bu kadar Kürt fobisi yeryüzünde görülmüş bir şey değildir. Ama AKP bugün böyle yapıyor ve bunu açıkça söylüyor. “Birinci hedefimiz DAİŞ -ki bu fasa fisodur-; ikinci hedefimiz PYD” diyorlar. Burada Kürt düşmanlığı temelinde Suriye topraklarına açıkça bir müdahale vardır. AKP’nin yaptığı budur.

BU KÜRTLERE YAPILMIŞ BİR SALDIRIDIR

Bu aynı zamanda tüm Kürtlere yapılmış bir saldırıdır. Bütün Kürtler bunu bilmeli, bunu görmeli. Buna göre bu açık ırkçı düşmanca tutuma karşı elbet herkes tutum geliştirmeli.

Bütün bunlar için PYD’nin PKK ile ilişkisini işaret ediyorlar...

Bu da külliyen yalandır. Öyle bir şey yok. Önder Apo Kürdistan’da ortaya çıkmış, Kürdistan’ın dört parçasına ve tüm Ortadoğu’ya dönük proje sahibi olan bir liderdir. Bir tarihsel önderliktir. Bu tarihsel önderliğin düşünce yörüngesinde kurulmuş bir çok örgüt vardır. Sadece PYD, şu, bu değil; Arap ülkelerinde de Apocu çizgide mücadele yürüten gruplar vardır; Latin Amerika’da Arjantin’de bile Apocu felsefeyi eksen alan parti kurma çabaları vardır. Bunların hepsinin PKK’li olduğunu söyleyebilir miyiz! Hayır. Alakası yoktur.

İşte bunu da sözüm ona PYD’yi uluslararası düzeyde daraltmak için ortaya atmış bulunuyorlar ve PYD bahane edilerek açıkça Kürt düşmanlığı yürütüyorlar. Yapılan şey budur. Zaten artık kendileri de bunun üstünü örtmüyor, açıkça söylüyorlar. Bu kadar açıkça düşmanlık tabii ki düşündürücü bir şeydir.

ROJAVA’DAKİ DURUM TÜRK DEVLETİYLE KÜRTLER ARASINDA GENEL BİR SAVAŞA DÖNÜŞEBİLİR

Neden bu kadar Rojava düşmanlığı?

Çünkü onlara göre, eğer Kürtler Suriye’de statü kazanırsa, Kuzey’de de statü isteyecekmiş! Ama Rojava’da statü olsa da olmasa da, zaten Kuzey Kürdistan’da statüsüz yaşanamayacağı, artık Türkiye’yle birlikte yürümenin tek yolunun statü olduğunu belirten mücadelenin yükselen düzeyi ortadadır. Bu mücadele bugün sonuç alma düzeyine gelmiştir. Milyonlarca insan demokratik özerklik için ayağa kalkmış durumdadır. Rojava’da ne olursa olsun Kürdistan halkı statüsüz yaşamayı asla kabul etmeyeceğini ortaya koymuştur. Ama onlar Rojava’nın statü kazanmasının önüne geçme, ve Kuzey’de de katliamlarla mücadeleyi geri çekmeyi akıllarına koydukları için bunda ısrar ediyorlar. Bu yüzden aslında Rojava’daki statüye karşı olmak, Kuzey Kürdistan’da bir katliam siyasetine yol açmak anlamına geliyor. Şimdi Kuzey Kürtlerinin hepsi bunu bilmeli. Eğer AKP Rojava’yı boğarsa, sonra da Kuzey’i daha rahat boğacağını hesaplayarak, Kuzey’de katliamlarla sonuç almayı planlayacaktır. Bu yüzden şimdi Cerablus’la Rojava’ya yapılan saldırı aslıda Kuzey Kürtlerine yapılmış bir saldırıdır. DAİŞ’le yapılan anlaşma çerçevesinde gerçekleştirilen bu saldırı Kürdistan halkına karşı katliam zihniyetinin dışavurumudur. Tüm Kürtlere dönük gelişen bu sömürgeci siyasetin ciddi sonuçlara yol açacağı açıktır.

Bugün Kürt halkı Suriye’de YPG gibi güçlü bir direniş örgütüne sahip olmakla Suriye sorununun çözümünde önemli bir aktör ve güç haline gelmiş bulunuyor. Suriye’nin demokratikleşmesinde bu gücün önemli bir rol oynayacağı çok açık. Yine bu eksende kurulmuş olan Suriye Demokratik Güçleri var ki bu güç tüm Suriye’nin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde önemli bir aktör durumundadır. Şimdi Türk devleti bu müdahaleyle bu gücün etki alanını daraltmak istiyor. Yani hedefi Rojava Kürdistanı’nı parçalamak, hedefi Halep’i ve Efrîn’i bütünüyle barajlayacak bir yeni yönelimi geliştirmektir. Görülüyor ki bu girişim, yalnızca Daiş’e dış dünyanın yolunu açarak uluslararası anlamda bir tehlike oluşturmuyor; aynı zamanda Suriye’ye müdahale ederek Kürtlere ve demokratik bir Suriye isteyen tüm güçlere karşı bir savaşı başlatma girişimi olarak da bir tehlike arz ediyor. Dolayısıyla bu Kuzey’i de etkiler, Güney’i de etkiler, her yeri de etkiler. Bu Türk devletiyle Kürtler arasında genel bir savaşa da dönüşebilir. Bu yönlü bir çok etkileri olabilecek tehlikeli bir girişimdir. Bunun için biz de bu süreci yakından izliyoruz. Çünkü tüm Kürdistan halkını ve Kuzey’i yakından etkileyen bir durumdur. Dolayısıyla bu Kuzey’de yürütülen savaşın çapını da etkileyecektir. 

Özellikle de sömürgeci Türk devletinin Suriye’nin iç işlerine karışarak YPG ve QSD’nin Fırat’ın doğusuna çekilmesi gerektiğini söylemesi; bunun için QSD’yle de savaşabileceğini kast edecek şeyler belirtmesi, Kürtlere karşı olduğu gibi demokrasiden yana olan Arap halkına karşı da bir savaş anlamına gelmektedir ki bu ciddi bir durumdur. İlgili uluslararası güçler Türkiye’nin bu tehlikeli söylemlerinin pratikleşmesinin önüne geçmezse, bu, tehlikenin çok daha ciddi boyutlara ulaşması anlamına gelecektir.

Bu operasyonun, hiç alışılmadık bir şekilde 13 saat gibi bir zaman diliminde büyük oranda sonuçlandırıldığı duyuruldu. Geçmiş tecrübelerden de yola çıkarsak, DAİŞ hiç direnmemiş olsa bile bu kadar kısa zamanda bir şehrin askeri olarak ele geçirilmesini nasıl yorumlamak gerekiyor?

Doğrusu bu güçlerin Cerablus’a girmesi 13 saati değil, 2 saati bulmuştur. Çünkü DAİŞ orayı bir anlaşma ile teslim etmiştir. Yoksa DAİŞ’in bir savaş taktiği olarak sabotajı çok etkili kullandığı da göz önünde bulundurulacak olsa, kimsenin oraya elini kolunu sallaya sallaya gidemeyeceği açık bir şekilde görülecektir.

Bu hususta şunu da belirtmek gerekir: Özgür Suriye Ordusu çatısı altında toplanan yapılanmaların DAİŞ’e karşı savaşma kabiliyeti yoktur. Onlar DAİŞ’in klası değiller. Zaten Suriye’de şimdi DAİŞ’in denetiminde olan yerlerin tümünü DAİŞ onların elinden almıştı. Mevcut bu yapılar içerisinde savaşma potansiyeli olan tek güç El Nusra’dır ama El Nusra da DAİŞ’in klasında değildir. El Nusra Suriye rejimine ve daha değişik güçlere karşı savaşabilecek yetenekte olabilir ama DAİŞ’e karşı bunu gerçekleştiremez. Bugün Daiş’e karşı göğüs göğse savaşabilecek performansı gösteren tek güç YPG ve QSD güçleridir. Bu açık bir şey. Bu ÖSO denilen güçler, ancak Türkiye’nin özel kuvvetlerinin yoğun desteği ve bizzat katılımı temelinde Halep’te, şurada burada ayakta kalabilmektedir. Yani bu güçleri ayakta tutan esas olarak AKP’dir, Türk devletidir. Yoksa onca desteğe rağmen herhangi bir savaş düzeyleri söz konusu değildir.

Şimdi Türk devleti ÖSO adını şemsiye yaparak Suriye topraklarına girmiş oldu. Amacı Kürtlere karşı savaşmaktır. Bakalım sonucu ne olacak? Biz buna bazı güçlerin göz yumduğunu biliyoruz. Buna göz yuman güçler de bunun ne kadar kendi çıkarına zararlı bir durum olduğunu önümüzdeki günlerde daha iyi göreceklerdir.

ROJAVA DEVRİM GÜÇLERİ DAHA POLİTİK VE DİPLOMATİK OLMALI

Gelişen bu saldırılar ve yönelim karşısında PYD’yi ve Rojava devrim güçlerini siyasi performans olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Bugün PYD adı altında esas olarak Rojava Devrimi hedef haline getirilmiş durumdadır. Rojava kantonlarında Araplardan, Süryanilerden, Kürtlerin çeşitli siyasal yapılarından insanların bir araya gelmesiyle oluşturulmuş yönetimler söz konusu olmasına rağmen AKP devleti ısrarlı bir biçimde “PYD / YPG” diyerek her gün saldırılarını yoğunlaştırıyor. Bu temelde çeşitli devletlerle anlaşmalar ve görüşmeler yapıyor. U dönüşleri yaparak konum kazanmak istiyor. Yani PYD’ye dönük çok yoğun bir diplomatik kuşatma faaliyeti söz konusu oluyor.

Ancak PYD bunun karşısında o kadar etkili bir mücadele yürütmüyor. Halbuki PYD’nin de kapsamlı bir manevra alanı vardır. Daha aktif olabilirdi. Özellikle de diplomatik alanda kendisine karşı geliştirilen bu kadar yalan ve dolana dayalı yakıştırmaları daha iyi boşa çıkaran bir politik üslup ve diplomatik aktiviteyi geliştirilebilirdi. Bu konuda yeterince aktif olunamadığı görülüyor. Özellikle PYD’nin tanınan yüzleri, eşbaşkanları var. Onlar daha aktif olabilirlerdi.

Niye olamıyorlar?

Niye olamıyorlar ben bilmiyorum. Belki de devrim içerisinde zamanla oluşan, TEV-DEM, Suriye Demokratik Meclisi, Kuzey Suriye Federasyonu gibi parti üstü yapılanmalar nedeniyle geride kalıyorlardır. Belki daha farklı nedenleri vardır. Onu bilemiyorum. Ama mevcut pozisyonu yanlıştır. Bu konuda tanınan yüzler ve aktif rol oynayabilecekler daha fazla önde olmalı; bunların politik-diplomatik çabaları daha yoğun olmalıydı. Bir tweet atmakla sorunlara cevap olunmaz. Belli ki oyunlar var; AKP devleti bu konuda çok çeşitli güçlere bazı şeyleri peşkeş çekiyor; yalan dolana dayalı bir şekilde değişik girişimlerde bulunuyor. Bunun karşısında PYD’nin de politik zemini açık olduğuna göre, daha aktif rol oynayabilirdi. Ben bu konuda duruşlarını yetersiz görüyorum. PYD’nin önü açılmalı, daha fazla aktif rol oynamalıdır. Bu tür bir daraltmayı doğru bulmuyorum.

Genelde Rojava Devrim Güçleri de daha politik ve diplomatik olmalı. Bazen her şey açık konuşulmaz ve tartışılmaz ama politik tutumlarla yansıtılır yani üslup olarak önünü kapatma ve siyaset alanını daraltma gibi durumlara düşmemeye dikkat etmek gerekiyor. Kısaca Rojava ve Suriye demokrasi güçlerinin karşı karşıya olduğu çok önemli bir süreç var bu süreçte diplomasinin de çok önemli bir rolü var. Bu yüzden diplomatik bir pratiğe, üsluba ve performansa ihtiyaç vardır. Elbette ki kimin arkasında toplum varsa ve askeri gücü yetkinse onun kazanma şansı daha fazla ama bununla birlikte diplomasini  de önemli rolü vardır.

Sadece PYD değil, tüm Suriye devrim güçleri de kendini daha iyi izah edebilmeli, esas aldığı çözüm projesini Suriye halklarına ve dünya kamuoyuna daha iyi anlatabilmelidir. Görülüyor ki bu konudaki çabalar tam yeterli değildir. Bunun için AKP rahatlıkla, “şu şöyledir, bu böyledir” diyerek kendi politikasını çeşitli güçlere dayatıyor. AKP’nin yaptığı tümüyle yalana dayalı bir siyasettir. Suriye politikası zaten çökmüş. Bu konuda ne kadar gerçek dışı olgulara dayandığı belli. Suriye’de U dönüşü yapmaya çaba gösteren bu güç şimdi çıkmış, bu kadar mücadele yürütmüş olan Suriye Devrim Güçleri’ni yalnız bırakmaya çalışıyor. Bunun karşısında Suriye Devrim Güçleri de foyası açığa çıkmış TC’yi yalnız bırakmak için yetkin çabalar gösterebilirdi diye düşünüyorum.

CERABLUS OPERASYONU SIRASINDA TÜRKİYE’DE OLMAK BARZANİ İÇİN BİR TALİHSİZLİK

Operasyondan hemen bir gün öncesinde Mesud Barzani Türkiye’yi ziyaret etti, çeşitli temaslarda bulundu. Operasyon başladığında kendisi de Türkiye’deydi. Bu ziyaretin gerçekleşen Cerablus operasyonuyla bağları nelerdir?

Bu kadar Kürt düşmanlığıyla öne çıkmış, açıkça, “ben Suriye’de bir Kürt koridorunun oluşturulmasının karşısındayım” diyerek Kürt karşıtlığını beyan eden, yine “biz Irak’ta yaptığımız hatayı Suriye’de tekrar etmeyeceğiz; hatamız sonucu Irak’ta Kürtler federasyon sistemine ulaştı; Suriye’de buna müsaade etmeyeceğiz” diyen AKP anlayışıyla dostluk içerisinde bulunmak bir Kürt siyasetçisi için talihsiz bir şeydir. Elbette yürüttükleri siyaseti kendileri bilir ama bir Kürdistan siyasetçisi olarak Sayın Mesud Barzani, Kürt düşmanlığında bu kadar ayyuka çıkmış bir güçle bir arada bulunmayı ve ittifak içinde olmayı nasıl izah edecek. Bunu Kürdistan toplumuna  ve kamuoyuna izah etmek kendileri için güç bir şeydir.

Şimdi tam da Cerablus operasyonunun başladığı gün, hem Joe Biden’in, hem de Mesut Barzani’nin Türkiye’ye gitmiş olması tesadüf mü, planlı mı bilemiyoruz. Türkiye devlet yetkilileri tesadüf olduğunu söylediler. Ama belli ki kendileri böyle ayarlamış. Tesadüf bile olsa, bir Kürt siyasetçisi için o çerçeve içinde görülmek doğru değildir. Doğru; Kürtler arası çeşitli çelişkiler, ayrılıklar olabilir, farklı çizgileri temsil eden çeşitli Kürt siyasi bakış açıları olabilir ama ulusal çıkarları savunmak ve bunları her şeyin üstünde tutmak, her Kürt siyasetçisinin öncelikli görevi olmalıdır. Bunu esas almayan herhangi bir Kürt siyasetçisi kendisi kaybeder. Belki o an için kazandığını zanneder ama sonuçlar değerlendirildiğinde aslında kaybettiği, zaman içinde görülecektir.

Bugün Kürdistan halkı için oluşmuş bir olumlu zemin vardır. Tarihsel koşullar Kürt halkının da artık bu topraklarda özgürce yaşamasının zeminini yaratmış bulunmaktadır. Bunun önüne en çok geçmek isteyen, kılıç çekerek Kürtlerin ne Rojava’da, ne Kuzey’de, ne de başka bir yerde statü sahibi olmasını istemeyen, bunun için resmen askeri müdahale yapacağını söyleyen bir gücün yanında bulunmak ne kadar doğrudur? Onun dostu olmak, onunla ortaklık içinde bulunmak ne kadar doğrudur? Bunu kendileri düşünmeli. Biz yanlış görüyoruz. Yani bir Kürdistanî örgüt için bunun bizzat kendilerine zarar vereceğini görmeleri gerekiyor. Dolayısıyla bu yanlış bir siyasi duruştur bunun hiç kimseye bir faydası olmayacaktır. Kürtler olarak bizlerin dayanacağımız ve güveneceğimiz tek şey vardır; o da doğru ulusal davamız ve ulusal birliğimizdir. Bu açıdan Türk devletinin Kürt halkına karşı tam da böyle bir operasyonu başlattığı bir günde orada bulunmuş olmayı doğru görmüyoruz.

KÜRTLER HER YERDE BİRLİK OLMALI

Bu hususta Kürt halkının üzerine düşen görevler nelerdir?

Şimdi Kürt halkının bu tarihsel süreçte yapacağı en önemli şey, kendi arasında ulusal birlik zeminini güçlendirmek, ortak-ulusal bir stratejiye ulaşmaktır. Eğer bugünkü olumlu koşullarda Kürtler ortak bir strateji oluşturmazlarsa, bu, büyük ve affedilmez bir hata olur. Biz hareket olarak bu hatanın aşılması için çaba içerisindeyiz. En son gerçekleşen KONGRA GEL 10. Genel Kurulu da bir çok önemli karar aldı. Bu kararların en önemlilerinden birisi de, “ulusal birlik çalışmalarını geliştirme ve mutlaka ulusal kongreyi oluşturma doğrultusunda” karar almış olmasıdır. Hareketimizin yaklaşımı böyledir. Biz tarihin bu önemli döneminde ortaya çıkmış olan bu olumlu koşulları Kürdistan halkının lehine değerlendirebilmek için ulusal birliği önemli bir husus olarak görüyoruz. Bu açıdan çağrımız bakidir ve ulusal birlik çağrısını tekraren vurgulamak durumundayız. Bizim öncelikli geliştirmemiz gereken bir şey budur.

Diğeri de parçalar arası dayanışma olmalı, ortaklaşma olmalıdır. Artık Kürtlerde de ulusal birlik, ulusal dayanışma ruhu gelişmiş bulunuyor. Buna ters düşen örgütler sadece halkımıza zarar vermez, kendileri de zarar ederler. Bugün Rojava’ya karşı bir devlet tutum almışsa, tüm Kürtler de o devlete karşı tutum almalıdır. Açık ki Türk devleti ordusuyla bu kadar Rojava’ya girip Rojava halkına karşı savaş başlatırsa, bu, Kuzey’deki savaşın da farklı bir mecraya yükselmesine yol açar. Tüm Kuzey halkı da bunun karşısında tutum sahibi olmak durumundadır. Aynı şey Güney’de de, Doğu’da da olmalıdır. Yani Kürt toplumunun ulusal refleksleri artık daha aktif olmalıdır. Bunu daha iyi bir biçimde organize etmek gerekiyor. Biz Rojava Devrimi’ni sonuna kadar destekleyeceğiz. Sadece Rojava Devrimi’ni değil, Güney’de de halkımızın kazanımlarını sonuna kadar destekleyeceğiz. Her yerde destekleyeceğiz. Ulusal tutum bunu gerektirir.

Hiç kimse Kürtler olarak bizlerin kendi aramızda ulusal tutum ve dayanışmamızı geliştirmemizin önünde engel olamaz. Bu AKP’nin başını çektiği sömürgeci güçlerin sürekli örgütsel birlikleri var gibi çarpıtmalarından ziyade; ulus olmaktan kaynaklanan ahlaki ve vicdani bir görevimizdir. Bu dayanışmanın sadece Kürtler arasında değil Ortadoğu’da tüm özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürüten tüm güçler arası geliştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

ANTEP ŞEHİTLERİNİN KANI YERDE KALMAYACAK

Bu operasyon öncesi Antep’te Kürt yurtseverlerin düğününe yönelik yapılan bir katliam saldırısı oldu. Hükümete yakın kaynaklar Cerablus operasyonun Antep’in intikamı olduğunu söylüyorlar. Bu saldırı ile Cerablus operasyonu arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?

Türk devletinin basına yansıttığına göre Cerablus’a dönük bu planı önceden kararlaştırmışlar. Ama onun adeta zeminini oluşturmak için DAİŞ’e bazı toplar attırdılar ve yine Antep’te Kürt halkına dönük bu vahşi saldırıyı geliştirmiş oldular. Bunlar aslında yeni saldırı dalgalarının zeminini oluşturmak içindi. Benzer şeyler daha önce de ortaya çıktı. Nasıl ki Türk devlet yetkililerinin bir tartışmasında Hakan Fidan, “ben bir kaç top attırırım, böylece müdahale etme zeminini doğururum” dediyse, aslında bu Antep’teki saldırı ve Karkamış’a atılan toplar da bunun alt yapısını oluşturmak içindi.

Antep saldırısı büyük bir vicdansızlıktır; büyük bir alçaklıktır. Sömürgeci Türk devletinin zulmünden kaçarak Antep’e gidip yerleşen o güzelim insanlarımızın düğününü kana bulandırmak büyük bir alçaklık ve vicdansızlıktır. Bugünkü açıklanan son kayıplarla birlikte kayıp sayısı 58’e ulaşmıştır. Halkımızın derin yurtseverliği ve özgürlük mücadelesine olan bağlılığı onların hedef olmasına yol açmıştır. Onlar bu devrimin çizgisinde onurlu ve şerefli bir duruşa sahip oldukları için DAİŞ ve AKP’nin hedefi haline geldiler. Bu elim olayda yaşamını yitiren insanlarımızın hepsi birer devrim şehididir. Şehitlerimizi bir kez daha anıyorum, bütün ailelere başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum. Bu değerli insanlarımızın anıları özgürlük mücadelesinde yaşatılacak ve kanları yerde kalmayacaktır.

Sen kirli emellerine zemin oluşturmak için Antep’te katliam yaptırtacaksın sonra da, “ben bunun intikamını almak için DAİŞ’e yöneliyorum” diyeceksin. Bu büyük bir yalandır. Daiş gerçekten AKP’ye düşman olsaydı, 15 Temmuz Darbesi ardından hiç bir güvenlik tedbiri olmayan on binlerce insanın toplandığı meydanlara da yönelirdi. Acaba niye öylesi bir ortamda hiçbir Daişçi herhangi bir patlama yapmadı da, Antep’te o yoksul halkımıza karşı bu vahşi saldırıyı yaptı? Açık ki DAİŞ’in herhangi bir biçimde AKP’ye ya da Türkiye’ye bir yönelimi yoktur. Doğru; Türkiye’de eylemler yapmıştır ama bu eylemleri PKK tabanına ve sosyalist-demokratik güçlere karşı yapmıştır. Yine bazı yabancılara karşı yapmıştır. Gerçek budur.

 AKP’nin en son Cerablus’ta DAİŞ’le yaptığı anlaşma, geçmişten beri Daiş’le ne kadar ilişkide olduğunu ortaya koymuştur. Şimdi Daiş’in 13 saat içinde oraya girdiğini söylüyorlar. Böyle değildir; 2 saat içinde girmişlerdir. Bir kere Daiş eğer orayı mayınlamış olsaydı, 20 gün mayınları temizleyemezlerdi; herkes Daiş’in sabotaj taktiklerini nasıl kullandığını iyi biliyor. Belli ki şehir anlaşma ile teslim edildiği için herhangi bir mayınlama yapılmamıştır. Buna rağmen salt savaş görüntüsü verdirmek için Cerablus’un yoksul halkına binlerce top atılarak 49 insanın yaşamını yitirmesine sebep olmuştur. Ortada hiçbir savaşın olmamasına rağmen bu sivil insanların bombardımanlarla hayatını kaybetmiş olması açıkça bir katliamdır. Bu anlaşma, baştan beri AKP ile Daiş’in zaman zaman danışıklı bir dövüş içinde bulunduklarını ama esas olarak birbirlerine zarar vermediklerini gösteriyor. Bu güçler aynı yelpazede hareket ediyorlar. Bu son yapılan Cerablus Anlaşması bunu açıkça göstermiştir.