Karasu: Zergele saldırısı KDP’nin tutumundan cesaret alınarak yapıldı

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu: Bu saldırılar meşruiyetini nereden aldı, KDP’nin açıklamalarından aldı. Son Zergele saldırısı da kesinlikle KDP’den, KDP’nin bu tutumundan cesaret alınarak yapılmıştır.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, 8 sivilin hayatını kaybettiği Zergele katliamının bilinçli ve hedef alınarak yapıldığını söyledi. KDP’nin açıklamalarının ardından Türk devletinin saldırılarının arttığına dikkat çeken Karasu, “KDP’nin politikaları hiçbir biçimde Kürtlerin çıkarına değildir. Bir ulusal yaklaşımı ifade etmiyor. Kürt halkının iradesini ifade etmiyor. KDP büyük bir yanlış içinde. Bu saldırıların olduğu gün Davutoğlu ne dedi “Biz Mesud Barzani ile konuştuk Barzani bizi haklı gördü” dedi. Bu saldırılar meşruiyetini nereden aldı, KDP’nin açıklamalarından aldı. Türk devleti böyle bir meşruiyete ihtiyaç duyuyor. Davutoğlu bu ihtiyacı KDP’nin yaklaşımından karşılıyor. Son Zergele saldırısı da kesinlikle KDP’den, KDP’nin bu tutumundan cesaret alınarak yapılmıştır. Köylülerin yerleşim yeri olduğu biline biline bu saldırı yapılmıştır” diye konuştu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Türk devletinin son saldırılarına ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

24 Temmuz’da Türk devletinin hava saldırıları yeniden başladı. En son Kandil’de bir köy yerle bir edildi ve 8 sivil kayıp var. Bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk devletinin Özgürlük Hareketine karşı savaş ilanı ya da savaşın yeniden tırmandırılması Tayip Erdoğan’ın 28 Şubat Dolmabahçe deklarasyonunu yok sayması sonucudur. Tayip Erdoğan’ın masa da yok, taraf da yok, Kürt sorunu da yok demesi savaş ilanıydı. 40 yıldır süren savaş Türk devletinin Kürtleri inkar eden, Kürtleri siyasal olarak tanımayan, muhatap olarak görmeyen, Kürt sorununu demokratik siyasal yoldan çözerek değil de ezerek ortadan kaldırmak isteyen anlayış nedeniyle ortaya çıkmış ve bugüne kadar sürmüştür. Tayip Erdoğan taraf da yok, masa da yok, mutabakat da yok, Kürt sorunu da yok diyerek bundan sonraki sürecin şiddetli bir savaş biçiminde geçeceğini ortaya koymuştu. Seçimden önce kontrollü bir gerilim politikası izlemiştir. İç ve dış tehditler var diyerek AKP'ye ve otoriter başkanlık sistemine oy istemiştir. Seçim öncesi bugünkü düzeyde şiddetli bir savaşı kendi çıkarına görmediğinden gerilimi kontrollü bir şekilde sürdürmüştür.

7 Haziran seçiminde halklarımız hegemonik otoriter eğilime değil de, demokratik ulus perspektifindeki demokratikleşmeyle sorunları çözme politikasına oy verince iktidardan düşmüştür. İktidardan düşmesinin sorumlusu olarak da HDP ve Kürt Özgürlük Hareketini görmüştür. Yeniden başkanlık sisteminin nasıl tesis ederim, nasıl yeniden iktidar olurum arayışına girmiştir. Demokratikleşme yerine otoriterleşmeyi zorunlu kılan tekçi anlayışı yine dayatmıştır. Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak sözü aslında bizim devlet gücümüz dışında hiçbir şeyi tanımayız demektir. Bizim ideoloji ve siyasetimiz dışında başka da ideoloji ve siyaset tanımayız, bizim karşımızda farklı politika izleyen başka kesimleri ezeriz anlamına gelmektedir. Bu son saldırı bu zihniyetin sonucu gerçekleşmiştir.

Davutoğlu daha dün ezeceğiz, biçeceğiz, kıracağız, sonuna kadar bu işi götüreceğiz demedi mi? Yani tek bir PKK’li kalmayana kadar bu saldırılarını sürdüreceklerini ilan ettiler. Zergele’de köylülere yönelik saldırı da bunun sonucudur. Daha önce de Güney Kürdistan’da böyle katliamlar yapmışlardır. Sivillerin ölmesi onlar için önemli değildir. Amaca ulaşmak için her şey meşrudur. Bu zihniyete göre vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır. Bu nedenle de bu tür sivil kayıplarını savaş zaiyatı olarak görmektedirler. Roboski’den bir PKK’linin geçeceğini duymuşlar ve bunun sonucunda orada gençleri, çocukları bilerek katletmişlerdir. Zergele de Kandil içinde merkezi büyük bir köydür. Bu saldırı, “Eğer gerillaya yakın alanlardan çıkmazsanız ölürsünüz” diyerek Güney Kürdistan halkına köylerini boşaltma yönünde yapılmış gözdağı ve yıldırma saldırısıdır. Bilinçli bir saldırıdır. Biz bu tekniği biliyoruz. Keşif uçakları iyi keşfeder. Dolayısıyla böyle bir köyü yerle bir etmek aslında bilinçli bir saldırının yapıldığını gösteriyor. Kuşkusuz sizin de belirttiğiniz gibi bu saldırı savaşın yeni bir aşamaya taşırılmasıdır. Savaşın daha da şiddetle sürdürüleceğinin göstergesidir. Ancak 90’lı yıllarda bunun alası yapıldı. Çiller de her gün Erdoğan, Davutoğlu ve şürekâsı gibi konuşurdu. Hatta o yıllarda Türk devleti dış dünyadan da destek alıyordu. Onların bile sonuç alamadığı düşünülürse AKP’nin bu saldırıları sürdürmesi, böyle meydan okuması bir kuru kabadayılıktır. Bu söylemler siyasi sorumluluk almış bir zevatın söyleyeceği söylemler değildir.  Bu tür tutumların devlet için sonu yoktur. Bu tür söylemlerde ısrar etmek kaybetmekte ısrar etmektir. Kuşkusuz biz de söylüyoruz, saldırılar karşısında direneceğiz diyoruz. Çünkü bizim saldırılar karşısında direnmemiz kadar doğal bir şey olamaz. Kürt halkı bu bağırmayı, çağırmayı kabul edemez. Buna karşı halkımız direnecektir. Böyle bir devleti, böyle bir sömürgeciliği, böyle bir siyasi zihniyeti ve anlayışı da kesinlikle kabul etmeyecektir.

Hem Güney, hem Rojava hem de Kuzey Kürdistan’da savaş var. Rojava’da Kobanê üzerinden savaş uçakları alçak uçuş yaptı. Rojava’nın DAİŞ cephesine yönelik alanlarında YPG mevzilerine saldırdılar. DAİŞ’e yönelik Türk devletinin desteği devam ediyor. Son yaşananlar Kürtlere yönelik topyekun bir savaş mıdır?

Evet, topyekûn bir savaştır. Türk devleti Rojava devrimine 3 yıldır düşmanlık yapıyor. 3 yıldır DAİŞ’e destek veriyor. DAİŞ’e bu kadar destek vermesinin nedeni Rojava Devrimini boğmak amaçlıydı. Ama DAİŞ bunu yapamadı. Rojava Devrimi karşısında ezildi, iradesi kırıldı. Bugün de duyduk, Hesekê’yi de tamamen kaybettiler, geçen günlerde stratejik olan Sirrin kasabasını da kaybetmişlerdi. Her yerde başka güçler karşısında ilerleyen DAİŞ, Rojava devrimci güçleri karşısında kaybediyor.

Türk devletinin Özgürlük Hareketi'ne karşı çok yönlü saldırıları bir yönüyle de DAİŞ’i kurtarma saldırılarıdır. Rojava Devriminin ilerlemesini önleme saldırılarıdır. Bu saldırılar kesinlikle DAİŞ’i rahatlatma saldırılarıdır. Çünkü DAİŞ’e karşı en büyük mücadeleyi, en büyük savaşı özgürlük gerillası veriyor; Rojava devrimcileri veriyor. Gerillayı ve Rojava Devrimcilerini yıpratarak DAİŞ’i rahatlatmak istiyorlar. Bu savaşı bu kadar tırmandırmasının bir nedeni de Kobanê ve Efrîn’in birleşmesini engellemektir. Şimdiye kadar orada DAİŞ’ten rahatsız olmayan, ilişkisini kesmeyen, DAİŞ ile iç içe olan Türk devleti, Rojava Devriminin Efrîn kantonuyla buluşacağını hissedince hemen uluslararası güçlere DAİŞ’e karşı olduğunu söyleyerek destek alıp oraya Türkmenleri yerleştirecek, savaştan kaçan Arapları yerleştirecek ve böylelikle Kobanê Kantonu’nun Efrîn Kantonu ile birleşmesini engelleyecek.

Bu saldırı sadece Bakurê Kurdîstan ve Rojava Devrimine karşı bir saldırı değildir; Güney Kürdistan için de bir tehdidi ve tehlikeyi ifade etmektedir. DAİŞ Kerkük’ün, Hewler’in Şengal’in yakınındadır. Bu bakımdan saldırılar her yerde DAİŞ’i rahatlatma anlamına geliyor. Rojava Devrimini sıkıştırma, Güney Kürdistan’ı sıkıştırma anlamına geliyor. Şunu söyleyebilirim; biz şimdiye kadar çok dillendirmek istemiyorduk ama Hewler’i bile biz kurtardık; gerilla kurtardı. Hewler boşalıyordu. Hewler’e gidip sorsunlar DAİŞ saldırdığında Hewler’in yarısı boşalmadı mı? Gerilla gitti müdahale etti ve böylelikle DAİŞ durduruldu. Daha sonra ABD uçakları geldi müdahale etti. Peşmergeler baktı gerilla direniyor onlar da cesaret alarak direnişe katıldılar. Türk devletinin tüm saldırıları buralarda DAİŞ’e karşı direnen güçlerin baskısını azaltmaya yöneliktir. Eğer gerçekten DAİŞ’e karşı olsaydı bu kadar yoğun bombardımanı DAİŞ mevzilerine yapardı. Bir tane uçak kaldırsın DAİŞ’e vursun, ama bunu yapmıyor.

Mesrur Barzani’nin kısa bir süre önce PKK’nin Güney Kürdistan’da misafir olduğuna dair bir açıklama yaptı. Daha sonra Mesud Barzani Türk devletinin Güney Kürdistan’da PKK’ye yönelik saldırıları meşrulaştıran bir açıklama yaptı ve bu açıklamaların ardından saldırılar yoğunlaştı ve dünkü saldırı gerçekleşti. Bu saldırıya yönelik KDP ve Barzani’den şimdiye kadar ciddi bir tutum almayı ve kınamayı içeren bir açıklama gelmedi. KDP’nin bu tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

1992’deki Güney savaşından bu yana özgürlük gerillalarını Medya Savunma Alanlarından kim çıkarmak istemiştir? Türk devleti çıkarmak istiyor. Türk devleti, gerillaları bu dağlardan çıkarmak için defalarca operasyon yapmıştır. Biliyorsunuz en son Zap’ta bozguna uğradılar. Geri çekildiler. Şu anda Mesrur Barzani’nin KDP’nin “PKK Güney’de misafirdir, çıkıp gitsin” demesi aslında Türk devletinin isteğini yerine getirmektir. KDP ve AKP ilişkilerinin düzeyini ve içeriğini göstermektedir. Şu anda KDP’nin bu politikaları gerçekten hiçbir biçimde Kürtlerin çıkarına değildir. Bir ulusal yaklaşımı ifade etmiyor. Kürt halkının iradesini ifade etmiyor. Şu anda Güney’de bir referandum yapılsa kesinlikle KDP’nin önerileri reddedilir. Bu açından bu yaklaşımları doğru bulmuyoruz. Mesrur sadece konuşmuyor, dünyayı dolaşarak PKK'yi Türkiye'nin isteği doğrultusunda Medya Savunma Alanlarından çıkarmayı hedefliyor. KDP büyük bir yanlış içinde.

Bu saldırıların olduğu gün Davutoğlu ne dedi “Biz Mesud Barzani ile konuştuk Barzani bizi haklı gördü” dedi. Bu saldırılar meşruiyetini nereden aldı, KDP’nin açıklamalarından aldı. Türk devleti böyle bir meşruiyete ihtiyaç duyuyor. Davutoğlu bu ihtiyacı KDP’nin yaklaşımından karşılıyor. Son Zergele saldırısı da kesinlikle KDP’den, KDP’nin bu tutumundan cesaret alınarak yapılmıştır. Köylülerin yerleşim yeri olduğu biline biline bu saldırı yapılmıştır.

Bilinçsiz bir şey değil yani, kazayla olmuş bir olay değil öyle mi?

Kesinlikle bilinçlidir. Köy bilinerek vurulmuştur. Olay şöyle gelişiyor; İlk önce bir köylü kadın yaralanıyor. Herkes onu kurtarmak için yanına gidiyor. Kandil belediyesi çalışanları da sesi duyunca köye yöneliyorlar. Tam bu sırada uçaklar tekrardan geliyor roket ve kazan vuruyor; 8 sivil ölüyor, 20’ye yakın da yaralı var. İkinci saldırı alan üzerindeki keşif uçağının yönlendirmesiyle yapılıyor. Bir tür DAİŞ’in sivilleri katletmede kullandığı bir yöntemdir. İlk önce birinci patlamayı yapıyor; halk o tarafa doğru yönelince ikinciyi patlatıyor. Zergele’de de böyle yapılmıştır.

KDP bir tavır gösterirse Türkiye operasyonlarını kesebilir mi?

Bu sorunun karşılığının olması mümkün değil. KDP böyle bir tavır koymaz. Bırakalım tavır koymayı, KDP geçmişte defalarca Türk devletiyle birlikte, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaş yürütmedi mi? 5-6 savaş yürüttü. Bu savaşlarda yüzlerce gerilla yaşamını yitirdi. Gerilladan daha fazla peşmerge de yaşamını yitirdi. Ama bu tutumundan vazgeçmedi. Şimdi bu yaklaşım kabul edilemez, dört parça Kürdistan’daki halkımızın bunu kabul edeceğini sanmıyorum.

Saldırıyı kınayacağına, “PKK çıksın” diyor. PKK Kürdistan'ın bütün parçalarının Özgürlük Hareketi’dir. Türk devleti çıkarmak istiyor. Bunun için Türk devleti defalarca kara operasyonu ve hava saldırıları yaptı. Yüzlerce şehit pahasına bu dağlar korundu ve gerilla sökülemedi. Sen niye bunu söylüyorsun. Türk devletine karşı çık, “niye saldırıyorsun?” diye sorması lazım. Ama bunu yapmıyor. Daha önce de oldu. İşte Kendakolê’da 50’ye yakın köylü öldürüldü. Önceleri Zaxo’da, başka yerlerde onlarca köylü katledildi. 2011 yılında da Zergele’den bir kaç kilometre ötede, Ranya yolu üzerinde 7 aylık bebek, hamile kadın, 3’ü çocuk 7 kişilik aile katledildi. KDP hiç sesini çıkarmadı. Bu çok ciddi bir tutumu ifade ediyor. Böyle bir günde Türkiye’nin istekleri doğrultusunda konuşmak hiçbir Kürt gücünün görevi olmamalıdır.

Saldırıdan hemen sonra Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan açıklama yaptı. Saldırıların devam edeceğini söyledi. PKK'ye yönelik ağır sözlerde bulundu. 8 sivilin katledilmesinin ardından böylesi bir açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu, klasik devlet söylemidir. “Ezerim, kimseyi muhatap almam, gelin teslim olun” yaklaşımıdır. Bu zihniyet yüz yıllık Kürt sorununu ve 40 yıllık şiddetli bir çatışma ortamını ortaya çıkarmıştır. Kafa aynı kafa! 1970’lerde bu tür kafalar için “NATO mermer, NATO kafa” derlerdi. Hiç değişmeyen bir kafadır. Öyle devletin pazusunu gösterme yaklaşımı klasik bir söylemdir. Devlet zaten budur. Devlet kimseyi muhatap almaz, toplumu muhatap almaz, toplumun iradesini tanımaz. Ancak halklar mücadeleleriyle kendi haklarını alırlar ya da devleti bir uzlaşmaya çekerler.

Seçimler ortadadır, 7 Haziran seçimlerinde Kürtlerin yüzde 80’i HDP’ye oy vermiştir. Sen bunları söylemekle bizzat Kürtler içinde kopuşu hızlandırıyorsun, bu savaşı derinleştiriyorsun. Bu tür söylemler ve tutumlar Türkiye’nin çıkarına değildir. Şu anda AKP Hükümeti’nin yaklaşımı Türkiye halklarının çıkarına değildir.  Artık şunu görmeleri lazım, Kürtlerin özgürlük ve demokratik taleplerini kabul etmeden Kürtleri susturma, iradesini kırma mümkün değildir. Varlığını ve özyönetimini kabul edeceksin, Kürtlerin varlığını ve farklı bir ulusal topluluk olmaktan kaynaklı haklarını anayasal ve yasal güvenceye kavuşacaksın. Anadilde eğitimi tanıyacaksın. Bu temelde Kürtler Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olarak var olacaklar.

“Kürt sorununu çözdük” diye bir şey yoktur. Nasıl çözmüşsün sen? Sen Kıbrıs’ta neredeyse konfederasyonu kabul etmiyorsun, “Çözüm değil” diyorsun. Kürtlerin yasal olarak daha Kürt olduğunu kabul etmiyorsun; özyönetimini tanımıyorsun! Türk devletinin herhangi bir resmi normunda Kürt’e yer var mıdır? TRT Kurdî diyorsun, ama Kürt yasal olarak hiçbir yerde yoktur. Kürtçe de farklı dillerden, İngilizce dili gibi bir yabancı dildir. Ama Kürtlerin gerçekten varlığını, kimliğini, anadilini kabul etmiş değilsin. Durum buyken Kürt sorununun çözümünde önemli adımlar atıldığını, Kürtlerin mücadele etmesini gerektirecek hiçbir şey olmadığını söylemek tam bir kandırmacadır. Alavere dalavere Kürt Memet nöbetedir.  Son günlerde şöyle söylemler daha fazla dillendirilmeye başlandı. özellikle de Erdoğan yalakaları tarafından! Neymiş, “inkar kalkmış” bilmem “ret” kalkmış! Hayır, kalkmamış! Belki eskiden “Kürt” sözcüğü bu kadar ağza alınmazdı, şimdi ise “Kürt” diyerek, Kürt’ü ezmek, yok etmek istiyorsun. Senin binlerce ilköğretim, lise ve üniversiten var, ama Kürtlerin bir tane okulu var mı?

Davutoğlu “Türkiye Kürtlerin de devletidir” diyor. Lozan’da “Bizler Kürtlerin de temsilcisiyiz” denilip sonra Kürtlerin tümden yok etme sürecine alınması gibi! Sen nasıl Kürtlerin devleti oluyorsun bu halinle? Neymiş “PKK eski Türk devletine karşı savaşırmış gibi bir yaklaşım içinde; ama devlet eski devlet değilmiş! Nasıl yani, belirli bazı kırıntıları Kürtlerin önüne atmış! Bunlar Kürtlere, Özgürlük Hareketi'ne karşı yapacağı savaşı meşrulaştırmak için attığı özel savaş adımlarıdır. Öyle Kürt sorununu çözme gibi bir durumu yoktur. Dünyada bu tür sorun alanlarındaki çözümlerle karşılaştırılsın, sonradan cevabı verilsin. Dünyada Kürt sorunu gibi sorun alanlarında Türk devletinin dediği gibi bir çözüm gerçekleşmemiştir.

Şimdi birçok kişi ve çevre “niye böyle olaylar oluyor” diye soruyor. Bunun sebebi Türk devletinin  çözüm zihniyetinin olmamasıdır. Çözüm zihniyeti olmadığı müddetçe de ne yapacak? Ya Kürtleri teslim alacak, susturacak, ezecek; buna gücü yetmediği zaman da özel savaş yöntemleriyle aynı amaca ulaşmak isteyecek. 30 yıllık şiddetli bastırma harekatları sonuç vermeyince şimdi savaş yöntemlerini özel savaş ve psikolojik savaşla destekleyerek yürütüyor. Bazıları “teslim olun” diyor, “gerilla silah bıraksın” diyor. Neden Türk devletinin dedikleri yapılmıyor deniyor. Böyle olmaz! Bu yaklaşım, sömürgeci zihniyet yaklaşımıdır. Bazı Türk aydınları da benzer şeyler konuşuyor. Bu aslında egemen ulus zihniyetinin, devletin Kürtleri küçük görmesi gibi bazı aydınlar ve yazarlar da egemen ulus zihniyeti ile, Kürtlere akıl vermeye çalışıyor. HDP'ye akıl vermeye çalışıyor, ne yapmaları gerektiğini vaaz ediyor.

Bu kişiler bazı şeyleri Türk devletinin hakkı olarak görüyorlar. Fakat Kürtlerin direnme hakkını, “terörizm” olarak görüp, “niye böyle yapıyorlar, niye direniyorlar?” diyorlar. Bırakalım son 15-20 gün içinde çatışmasızlık ilan ettiğimiz günden bugüne ne kadar sivil insan ölmüş? Bu saygı değer zatlar niye o zaman sivil insanlar öldüğünde kıyameti koparmıyorlardı. Daha 15 gün önce Ardahan’da sivil bir insan ölmedi mi? Polis, asker değil, gerilla değil, sivil insanlar öldürülüyorsa buna karşı çıkmak gerekmiyor mu? Savaşlarda, çatışmalarda asker de, polis de, gerilla da yaşamını yitirir. Kuşkusuz bunların da olmasını önleyecek zemini yaratmak lazım. Ancak siviller öldüğünde daha fazla kıyamet koparmak gerekir. Siviller konusunda kıyamet koparmayanlar, gerilla misilleme eylemi yaptığında kıyamet koparmaya çalışıyor. Bu, doğru bir tutum mudur?

Aslında Yalçın Akdoğan’ın söylemleri artık ciddiye alınacak düzeyde değildir. Her gün psikolojik savaş laf yuvarlamaları yapıyor. PKK'ye ahlaksız demiş. Ahlaksız kendileridir. Dolmabahçe mutabakatında kendisi oradaydı, orada oturmuştu. O mutabakatın nasıl ortaya çıktığını biliyoruz. Kandil’e de bu mutabakat belgesi iki kere geldi gitti. Biz de düşüncelerimizi ilettik. Hükümet şuna itiraz etti, biz de başkasına itiraz ettik. Sonunda Dolmabahçe’de okunan belge ortaya çıktı. Öyle söylediği gibi tek taraflı şekillenmiş bir belge olmamıştır. Yalçın Akdoğan bilmeli ki, en büyük ahlaksızlık, bilerek siyaset ve savaş gereği sivilleri katletmektir. AKP Hükümeti bugün başka hükümetlere taş çıkartırcasına pişkince sivilleri katletmektedir.

Dolmabahçe mutabakatında bir ortaklaşmaya gittiniz yani?  

Bizim de itirazlarımız vardı, hükümetin de itirazları vardı, sonunda bir orta yol bulundu ve öyle o mutabakat ortaya çıktı. Ben şunu söylüyorum, ahlaksız kendisidir, yandaşlarıdır. Dolmabahçe mutabakatından sonra AKP yandaşları ve basınının yazdıklarını okusun. Kendi arkadaşlarının, kendisinin akıl verdiği gazetecilerin Dolmabahçe mutabakatı için neler yazdıklarını okusun. Dolmabahçe mutabakatı için neler neler yazmadılar ki! Bu mutabakata büyük övgüler düzdüler. Birçok kesim de bu mutabakatın bir demokratikleşme belgesi olduğunu açıkça yazmıştır. Şimdi bu belge yok sayılıyor, küçümseniyor ya da kendileriyle ilgisi yokmuş gibi gösteriliyor. Ahlaksızlık budur işte.

Erdoğan açık söylemese de koalisyonun boş bir çaba olduğunu ve seçimlere gidilmesi gerektiğini söyledi. Davutoğlu da hem MHP hem de CHP ile görüşmeleri olduğunu söylüyordu. Hareketinizin de bunun bir oyalama süreci olduğunu söylüyordu. Hükümet kurma çalışmaları var, bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabi HDP yüzde 13 oy potansiyeli ile barajı aştı. Aslında bu süreç bu noktaya gelmeyebilirdi. HDP ve CHP AKP’nin böyle bir noktaya geleceğini öngörerek ortak bir tutum takınsalardı, bu koalisyon görüşmelerinin içine ortak tutumla girselerdi AKP bunu yapamazdı. Tek tek değil de AKP'nin karşısına bir demokratik muhalefet bloku olarak çıksalardı o zaman hem AKP'nin bugünkü saldırgan tutumunu önlerlerdi, hem de olabilecekse demokratik programı olacak bir Hükümet kombinezonu ortaya çıkarabilirlerdi. MHP zaten Kürt ve HDP karşıtıdır. AKP HDP ve CHP’nin de kendisine karşı ortak ve güçlü bir muhalefet yapamayacağını gördü. CHP’nin tek başına kendisine karşı bir irade ortaya koymayacağını da görünce inisiyatifi eline alıp bir darbe gerçekleştirdi. Şu anda bir AKP ve Erdoğan darbesi var. Gerçekten de bir sivil siyasi darbe yapılmıştır. Yetkisiz olan düşmüş bir hükümet, şimdi tekrardan Türkiye siyasetine hakim olmak istiyor. Bu durum HDP ve CHP’nin ortak devreye girmesiyle engellenebilirdi. HDP ve CHP belli bir demokratik ilkeler temelinde AKP karşısında tutum takınsalardı etkili olabilirlerdi. Çünkü CHP içinde HDP ile böyle bir demokratik duruş gösterebilecek bir eğilim bulunmaktadır. Ancak ne bir strateji ne de bunun taktikleri geliştirilemeyince AKP bu ortamda yeniden kendini etkin kılacak bir siyasi darbe yapma imkanı buldu.

Şimdi savaşı şiddetlendirerek, güya HDP’yi de savaş yanlısı göstererek, seçime gitme ve HDP’yi baraj altında bırakmak için hesap yapıyor. “HDP’yi kapattırmam, fakat milletvekillerini bilmem ne yaparım” diyor. Bu da kapattırmayla aynıdır. Artık günümüzde dünyanın gözü önünde parti kapattırmak kendilerini daha zor duruma sokuyor. Bu nedenle şimdi kapatma biçimini farklı biçimde pratikleştirmek istiyor. Ama çıkış zihniyeti ve kaynağı aynıdır. Önceden parti, siyasetçilerin konuşmasından dolayı kapatılıyordu; şimdi de siyasetçiler konuşmalarından dolayı zindanlara atılacak. Aynı zihniyetin farklı biçimde pratikleşmesi oluyor. Eğer bu gerekçelerle parti kapatılamıyorsa, bu gerekçelerle milletvekilinin dokunulmazlığı da kaldırılamaz, tutuklanamaz. Eğer parti kapatma gerekçesiyle siyasetçiler zindana atılacaksa ne değişmiştir? Kürt sorununda nasıl zihniyet değişmiyor, yöntem değişiyorsa, bu da aynı şeydir. Milletvekillerini zindanla, cezayla tehdit etmek demokratik bir zihniyet değildir, baskı altına alma zihniyetidir.

Şunu söyleyebilirim, bu ortamda bile seçime gidilse kesinlikle AKP kaybeder. Bir kısım oyları MHP bir kısım oyları da HDP ve CHP’ye gider.  Erdoğan öyle zannediyor ki yarattığı çatışma ortamının propagandasını kendine göre yaparak seçimi kazanacak. Öyle yanlış hesap yapmasın. Seçim kazanmak için bu kadar gerilimi tırmandıran, savaş yapan bir zihniyet söz konusudur. Halk bunu cezalandırmayacak mı, halk bunu bilmiyor mu? Halk “Niye CHP veya başka biriyle koalisyon yapmadın” diyecek. Zaten Erdoğan ve AKP için anketler önemlidir. Eğer anketler kazanacağını gösterirse koalisyon yapmaz, seçime gider; kaybedeceğini düşünürse koalisyon yapar ya da bir koalisyonu kendi çıkarına kullandıktan sonra seçime gider. Aslında fiili olarak bir AKP-MHP koalisyonu kurulmuştur. Şimdi AKP böyle bir koalisyon programına CHP’yi de yedeklemek istiyor. Bunu başarırsa CHP ile koalisyon kurar. Yoksa seçime gider. Ama terci fiili olarak kurulan AKP-MHP koalisyonuna CHP’yi yedeklemektir. Yoksa AKP fiili olarak kurduğu AKP-MHP koalisyonunu resmi hale getirmez. Olsa olsa Erdoğan’ın söylediği gibi seçime yönelik bir azınlık hükümeti olur.

Türkiye siyaseti bir seçime doğru gidebilir, ama seçimlerin bir anlamı kalmamıştır. Seçim, toplum iradesinin ortaya çıkarılıp buna saygılı olunması ve gereğinin yapılması anlamına gelir. Sen bir algı operasyonuyla bir ay içinde toplum iradesini ve kararını değiştirmek istiyorsun. Böyle bir demokratik zihniyet olabilir mi? Kürtler iradesini ortaya koymuştur, niye buna saygılı olmuyorsun. O zaman seçimin ne anlamı var?

Eğer 7 Haziran seçimlerinin gerekleri yerine getirilip demokratikleşme ve Kürt sorunu çözülmeyecekse Kürtler için seçimin de bir anlamı kalmamıştır demektir. 2009 mart seçimlerinde ne oldu? BDP kazanmadı mı, başarılı olmadı mı? Demokratik bir ülkede, demokratik bir zihniyet gereği o zaman yapılması gereken neydi? Kürtler BDP’ye oy verdi, o zaman Kürt sorununu çözme ve demokratikleşme yolunda ilerlemek gerekmez miydi? AKP ne yaptı? 13 Nisan’da hemen siyasi soykırım operasyonlarına başladı. Yani Kürtlerin iradesine saygılı olmuyor, Kürtlerin iradesi her ortaya çıktığında hemen ezelim diyor. 29 Mart 2009 yerel yönetim seçimlerinde de Kürtlerin iradesi ortaya çıktı, ezdi, şimdi de ezmek istiyor. Bu Kürtlerin iradesini ezmektir. Bu bakımdan siyasette seçimin anlamı kalmamıştır. Kürtlerin iradesi ortaya çıktı mı ezeceksin! Bu açıdan biz böyle bir seçim sürecini tehlikeli görüyoruz. Türkiye’nin şu anda seçim sürecine ihtiyacı yoktur . Demokratikleşme ve çözüme ihtiyacı var. Kürt sorununda derhal adım atmalıdır. Kürtler kendilerini böyle bir hükümetin insafına bırakamazlar. AKP hükümeti halkların iradesiyle oyun oynuyor. Bu durumda Kürtler kendilerini örgütlemeli, iradeli hale getirip kendi savunmalarını alıp kendi tedbirlerini geliştirmeleri lazım.

Güney halkı operasyonlara karşı Kandil’e yürüdü, yine KCK’nin halkın operasyonlara karşı ayağa kalkmasına ilişkin açıklaması vardı. Kürt halkına yönelik çağrınız var mı?

8 köylü katledildi, onlarca yaralı var. Daha önce de Xakurkê’de bazı siviller yaralandı, birçok bağ ve bahçe yok edildi. Medya Savunma Alanlarında her yerde ormanlar yanıyor; doğa yok ediliyor. Güney siyasetinden, hükümetinden buna karşı ses yok. Bu doğa hepimizindir, sadece Güney Kürdistan halkının doğası değildir. Bu doğa aynı zamanda Rojava, Bakur, Rojhilat ve Başur Kürdistan’ının doğasıdır. Biz illa da bu sınırlar tümden kalksın demiyoruz, ama bu doğa tüm Kürdistan’ın malıdır; tüm Kürdistan halkının vatanıdır. Bu coğrafya bütün Kürtlerindir. KDP aslında Lozan kafasıyla düşünüyor, ama kendisi her yere karışıyor. Halk buradaki orman yangınlarına karşı tepki gösterilmesini beklerken; KDP ormanların yakılmasına sesini çıkarmıyor, bunun yerine gerillanın oralarda ne işi var diyor. bu saldırılar karşısında böyle bir cevap olabilir mi?

Güney Kürdistan halkı birçok şehirden Kandil’e gelecekmiş. Gelsin, herkes gelebilir. Her yerden gelsinler sahip çıksınlar! Köylerine, topraklarına! Katledilen köylülere, yaralılara sahip çıksınlar. Doğalarına sahip çıksınlar. Türk devletine bu saldırılar karşısında olduklarını göstersinler. Türk devleti güney Kürdistan halkının iradesini de karşısında görsün. Güney halkının iradesinin sadece siyasetçilerin ve bazı partilerin söyledikleri ve gösterdikleri tutum olmadığını ortaya koysun. Bir halk iradesi, toplum iradesi olduğunu da göstersinler. Demokrasi, toplumun, sivil toplum örgütlerinin irade ortaya koyması olduğunu da göstersinler.  Yani siyasi partilerin yanında bir iradesi olduğunu da tutumlarıyla ortaya koysunlar. Bir tek siyasi partinin de halkın adına konuşamayacağını dünyaya haykırsınlar. Özcesi, halk, siyasiler toprağımıza, köylerimize sahip çıkmıyor, biz toprağımıza ve köylerimize sahip çıkacağız diyerek iradesini ortaya koymalıdır. Bu saldırıları durduracak en temel duruşlardan biri bu olacaktır.

Türk basını 200’ü aşkın kaybınız olduğunu iddia ediyor. Kamuoyu kayıplarınızı merak ediyor, bu konuda ne diyeceksiniz?

Daha önce Behdinan’da Şervan Varto arkadaş ve şehitliklerde görevli 3 arkadaş şehit düştü. Bu devlet mezarlara da saldırıyor. Daha sonra bir yaralı arkadaşımız daha şehit düştü. Şimdi görüyorsunuz, 50 derece sıcaklıkta cenazelerin geçmesine izin vermiyorlar. Bu, Türk devletinin zihniyetidir. Ortadoğu’da böyle bir kültür yoktur. Ortadoğu, manevi uygarlık dünyasıdır. AKP de bu uygarlığın izleri kalmamıştır. Tam bir değerlerden yoksun modernist kafayla karşı karşıyayız. Kuşkusuz bir haftadır saldırılar sürmektedir. Zergele’de 8 köylü şehit düştü. Kandil’de başka bir yerde yapılan saldırıda da bir bayan ve bir erkek arkadaşımız yaralandı. Şu anki durumda kayıplarımız bu düzeydedir. Türk devletinin ve basınının söylediği gibi kayıplarımız yoktur. Dün başka alanlarda da saldırılar olmuştu. Şahadet duymadık. Yaralılar var mı bilemiyoruz.