Kalkan: TC yol açtığı durumun sonuçlarına katlanmalı

PKK Yürütme Konseyi Üyesi Kalkan: Suriye topraklarının bir bölümü Türk ordusu tarafından işgal edilmiştir. Bu anlamda Türkiye-Suriye sınırı ortadan kalkmış, Ortadoğu’nun sınırları değişmiştir. TC yol açtığı bu durumun sonuçlarına da katlanmalıdır.

PKK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, “Suriye topraklarının bir bölümü Türk ordusu tarafından işgal edilmiştir. Bu anlamda Türkiye-Suriye sınırı ortadan kalkmış, Ortadoğu’nun sınırları değişmiştir. TC yol açtığı bu durumun sonuçlarına da katlanmalıdır” dedi.  Kalkan şu hususlara dikkat çekti: “Rojava halkı tehdit edilmekte, “şuraya buraya ilerleriz, işgali büyütürüz” deniliyor. Türk ordusu da, devleti de ayağını denk atmalı, akıllı hareket etmeli. Eğer bu tür şeyler olursa Rojava’daki halkın varlık ve özgürlüğü tehdit altına girerse, Rojava’nın demokratik yönetimi, özerk yönetimi talepte bulunurlarsa bütün Kürtler Rojava’ya akar. Bakur’dan, Başur’dan, Rojhılat’tan bütün Kürt siyaseti Rojava’ya akar. O zaman HPG ve YJA STAR’ın da müdahale hakkı doğar. Kesinlikle Rojava yönetiminin çağrısı karşısında Kürt siyasetinin, Kürt halkının ve Kürdistan gerillasının sessiz kalacağını kimse sanmamalıdır.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, MED NÛÇE’de yayınlanan Politik Alan programında gazeteci Ersin Çelik’in sorularını yanıtladı.

Antep’te yurtsever Kürt bir ailenin düğününe saldırı oldu. 59 kişi yaşamını yitirdi, hala tedavi gören ağır yaralılar var. Bu katliamla hedeflenen nedir? Her ne kadar “DAİŞ yaptı” denilse de katliamın arkasında hangi güçler var? Bu katliam sonrasında Antep halkı ve Kürt halkı için neler söyleyebilirsiniz?

Katiller bir düğüne saldıracak kadar alçaldılar. Sözün bittiği nokta, tabiri kullanılıyor. Öncelikle katliam şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Tüm halkımıza, düğün sahiplerine, katliama uğrayan ailelere başsağlığı dileklerimi ifade ediyorum. “İntikam alıyoruz” dediler, ortada resmi bir savaş var. Bu savaş 12 Eylül 1980 darbesi esas alınırsa 36 yıldır devam ediyor. Savaş resmi güçler arasında oluyor ama gerilla ve özsavunma karşısında başarısız kalınca, yenik duruma düşünce böyle çılgınca, vahşi ve insanlık suçu olan saldırılar yürütüyorlar.

Bu katliam Roboski katliamının, Paris katliamının bir devamıdır. Bu katliam 5 Haziran 2015 Amed katliamının, Suruç, İstanbul katliamlarının bir devamıdır. “DAİŞ yaptı” deniliyor. Bu iddia Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticilerinin iddiasıdır. DAİŞ’ten böyle bir katliamı üslenme şimdiye kadar gelmemiştir. DAİŞ adına Tayyip Erdoğan sahiplenmektedir. Daha araştırma bile yapılmadan “12-14 yaşları arasında bir çocuk yaptı” dediler. 10 günden fazla zaman geçmesine rağmen katliamı yapanın kimliği bile tespit edilemedi. Ne tür soruşturmalar yapıldığına dair hiçbir bilgi yoktur.

Bu konuda yanılmamız lazım: Bu katliamları AKP yapıyor ve yaptırıyor. DAİŞ ya da başka kimlikle bunları yapıyor. DAİŞ değil, AKP DAİŞ kimliğiyle üstleniyor. DAİŞ adına AKP’liler konuşuyor. Kim konuşursa biz onu muhatap almak durumundayız. AKP suç ortağı falan değil, esas suçlu AKP’dir. Bütün bunları DAİŞ kimliğiyle yaptı, geçmişte “MHP kimliğiyle, Ülkü Ocakları yapıyor” diyorlardı. Şimdi “Osmanlı Ocağı, Esadullah Timleri” deniliyor. Fakat hepsinin arkasından AKP çıkıyor.

Bunu yapanlar AKP karşıtlarını vuruyor, dünya kamuoyu ise AKP’ye saldırı olmuş gibi yaklaşıyor. Vurulanlar lanetlenmeye çalışılıyor. Öyle bir tezgah var ki, vurulan sanki olayı yapanmış gibi tüm dünya tarafından kınanıyor. Vuran ise hem vurmuş hem de sanki vurulmuş gibi iltifat alıyor, dünyanın ilgisine mazhar oluyor. AKP hükümeti güya 22 Temmuz’dan bu yana DAİŞ’e karşı savaş yürütüyor! Bir tane DAİŞ’li vurduğunu bize göstersin, yoktur. “DAİŞ’i uçaklarımız vurdu, top atışlarımız oldu, hedeflerini vurduk, 50-100 DAİŞ’li öldü” yönündeki açıklamaları boş laftır. Toplum bir defa aldatılmış, psikolojik savaşla bastırılmış, “ne dersem kabul ederler” deniliyor ve aynı şeyi uyguluyor. Ne şimdiye kadar DAİŞ’in AKP’ye dönük yaptığı bir eylem vardır, ne de AKP’nin DAİŞ’le yürüttüğü bir savaş var. Fakat DAİŞ’in yaptıklarının hepsi AKP karşıtlarını vuruyor. AKP’ye hiç dokunmuyor, AKP’nin siyasetine hizmet ediyor. DAİŞ’le AKP birlikte yapıyor ya da AKP suç ortaklığı yapıyor değil, AKP’ye bağlı paramiliter güçler bunları yapmaktadır. Bu işin sorumlusu, suçlusu ve muhatabı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetidir.

Halkımız açısından ise şunları belirtebilirim; düşman bu kadar alçaktır. Yiğitçe savaşamıyor. Silahlı güçlerle savaşamıyor. Gerilla ve özsavunma karşısında bozguna uğrayınca intikamını sivil halktan alıyor. Ona göre her Kürt bir özgürlük savaşçısıdır, gerilla adayıdır. Kürt karşıtı ve Kürt düşmanıdır. Nerede zayıflık görürse oraya saldırmaktadır. Bütün bunlar karşısında yapmamız gereken ağlamak-sızlamak değil, cellattan medet ummak da değildir. Kendi tedbirlerimizi alacağız, kendi güvenliğimizi sağlayacağız. Aile aile, kabile kabile, aşiret aşiret, köy ya da mahalle her yerde örgütleneceğiz, kendi güvenlik tedbirlerimizi alacağız, özsavunmamızı geliştireceğiz. Bu işin başka çaresi yoktur. Bu dünyada başka türlü yaşam yolu yoktur. Kürtler yüzyıldır soykırım altındadır. Kürtlere “sizin güvenliğinizi sağlıyoruz” diyenler aslında cellatlık yapmaktadır. Cellattan da güvenlik olmaz. Onun için de herkes kendi güvenliğini sağlamak zorundadır. Daha dikkatli, örgütlü hareket edecek, tedbirli olacağız. Kendi memleketimizde özsavunmaya dayalı varlık ve özgürlük savaşımızı yürütmemiz en doğru tutumdur. Bu temelde halkımızı yeniden durum değerlendirmesi yapmaya, özsavunma bilinci ve örgütlülüğü temelinde çok daha fazla tedbir geliştirmeye çağırıyorum.

Özellikle kadınlar her türlü saldırı altındadır. Her gün kadın katliamları yapılmaktadır. Mutlaka buna göre tedbir almalılar ve buna göre yaşamalılar.

‘HER KÜRT GENCİ BİR SAVAŞÇI OLMAK DURUMUNDADIR’

Kürt gençliği bu konuda büyük görev ve sorumluluk üstlenmeli. Kendisinin olduğu kadar toplumun özsavunma tedbirlerini almalı, güvenliğini sağlamalı. Bunun için de başka işlerle uğraşan genç kalmamalı. Bu durumda Kürt gençliği ya özsavunmacı ya dağa çıkmalı, gerilla olmalıdır. Ben bu vesileyle kız-erkek tüm Kürt gençliğini böyle bir ortamda varlık ve özgürlük savaşını başarıya götürmek için, alçakça her türlü katliam saldırıları karşısında Kürt halkının özgürlüğünü sağlayabilmek için gerillacı olmaya, faşizme karşı direniş saflarına akmaya davet ediyorum. Bunun dışındaki bir yaşamı biz özgürlükçü, demokratik, yurtsever bir yaşam sayamayız. Bugün her Kürt genci bir savaşçı olmak durumundadır. Önder Apo’dan edinilen yüksek yurtseverlik bilinciyle, bu katliamları da hesaba katarak her gencin savaşçı, direnişçi olmak üzere mücadele alanlarına akması gerektiğini belirtiyorum.

Antep katliamıyla doğrudan bağlantısı kurulan yeni bir gelişme de Türkiye’nin Cerablus’u işgal hareketi oldu. AKP’nin Rojava’ya dönük saldırıları yeni değildi ama Türk ordusu ilk kez resmi olarak bu alanda savaşa girmiş oldu. Bu yeni bir planın başlangıcı mıdır? AKP Cerablus’a girerek neleri hedeflemektedir?

Bu yeni bir durum. Herkes bu işgal hareketine karşı durmalı. AKP hükümetinin ve TC devletinin Cerablus’u, Rojava Kürdistan ve Suriye topraklarını işgalinin kabul edilecek, makul görülecek herhangi bir yanı yoktur. Karşı çıkmayanlar suç ortağı konumundalar. Gelecekte yanlış yaptığını anlar, sorumlu olur ve hesap verirler.

Bu konuda söylenecek birinci husus; bu işgal uzun süredir hazırlandı. Girdi-girilecek, deniliyor. AKP hükümeti 2011’den beri farklı yöntemlerle Suriye’ye girdi, iç işlerine karıştı, Suriye’deki savaşı, çatışmayı çıkartan güçlerin başında yer aldı. 9 Ekim ‘98’den bu yana da “doğrudan ordumuzla gireriz” diye de Suriye’yi tehdit ediyorlardı. Mevcut hükümetin ve devletin bir politikasının sonucu olarak oldu. “Minbiç’in DAİŞ’ten kurtarılması sonrası Türk ordusu Cerablus’a girdi” denilmekte. Normal olarak bu ikisi arasında hiçbir ilişki olmaması gerekir. “Rojava’da Kürtler örgütleniyor, inisiyatif kazanıyor da TC ordusu bunun için saldırıyor” da denilmekte. Bir toplumun kendi ülkesinde özgür yaşam arayışı Türk ordusunu ne ilgilendirir!

TC devleti ve hükümetleri temel zihniyetlerini ve stratejilerini Kürt düşmanlığı üzerine inşa olmuştur. Kürdü yok saymak ve yok etmektir. 93 yıldır bir soykırım yürütmekteler. Kürdü inkar ediyorlar, yok etmek için de tüm dünyayı birleştirerek her türlü yöntemle saldırıyorlar.

Bu bağlamda operasyonun isminin Fırat Kalkanı konulmasının anlamı nedir? 

Evet, güya Fırat’ın batısına Kürtler geçemeyecekler! Fırat’ın batısındaki Kürdistan Rojava’da değil Bakur’da daha fazladır. Operasyon ismiyle tehdit Rojava’ya değil, Bakur’adır. Antep, Maraş, Adıyaman, Malatya ve Dersim’in bir bölümüne kadar Kürdistan’ın dışında sayıyorlar. Oradaki Kürtlüğü kabul etmiyorlar. Deyim olarak da kullandıkları “Fırat’ın doğusu-Fırat’ın batısı” konumuna getirmek istiyorlar. Rojava’da da Efrîn’i Kürdistan’ın dışında tutacaklar! Mümkün mü bu! Efrin her şeyiyle Kürdistan’la, Kürtlükle özdeşleşmiş bir alandır. Dağı taşı ‘Kürt’ adıyla anılıyor. Tarihsel olarak şekillenmiş bu gerçeği silahın ve siyasetin zoruyla değiştirmek istiyorlar.

Cerablus işgalinde ikinci husus ise, söylendiği gibi ortada bir operasyon yoktur. Bir tiyatro değil oyun var. Mesela Türk ordusu DAİŞ’e karşı operasyon yapıp da Cerablus’u ele geçirmedi. Özgür Suriye Ordusu operasyon yapıp da Cerablus’u almadı. Gözümüzle de gördük, tanklar boş araziye giriyorlar. ÖSO gücü denen üç-beş silah tutmayı bile beceremeyen insanlar boş Cerablus sokaklarında geziyorlar.

Onların da çoğunun El Nusra’cı olduğu görüntüleriyle ortaya çıkıyor...

Evet, şimdiye kadar AKP’nin, TC’nin örgütlediği binbir türlü çete artıklarından oluşmuş bir topluluk. Kutlamaya yapmayı bile beceremiyor. Kutlama için silah sıkmaya çalışmış birbirlerini vurmuşlar. Bunun dışında şimdiye kadar hiçbir çatışma görülmedi. Değil çatışma Cerablus’a giren Türk askerleri ve ÖSO’cular bir tane DAİŞ’li bile görmediler. Peki, Cerablus güya DAİŞ’in kalesiydi. Yıllardır Karkamış-Cerablus kapısından binlerce militan getirdi götürdü, o kadar silah-cephane geçti. DAİŞ’in her yerin bırakacağını ama Cerablus’u bırakmayacağı söyleniyordu. DAİŞ şimdiye kadar direnmeden, savaşmadan hiçbir yeri bırakmadı. Ama ne olduysa Cerablus’ta yer yarıldı içine girdi, buharlaştı. “Saç sakal kesip elbise değiştirdiler ve oldular ÖSO” diyeceğiz ama öyle olsaydı en azından sokaklar insanla dolu olurdu. Ne ortada sivil halk, ne de bir tane DAİŞ’li vardır. Bunların hepsi anlaşmayla olmuş ve danışıklıdır. Cerablus’ta bir operasyon yoktur, el değiştirme var. DAİŞ anlaştı ve Cerablus’u Türk ordusuna devretti, kendisi çekildi.

Bu durum açıklanmalıdır. Türk ordusu ve devleti DAİŞ’in neyi oluyor ki, bu kadar anlaşabiliyorlar? Şimdiye kadar DAİŞ denen toplulukla hiç kimse anlaşamadı. Kimseyle ateşkes ilan etmediler. Bu güçler Mekke’ye bile savaş açmışlardı. Suudi’nin İslam’ını değiştireceklerini ilan ediyorlardı. Peki, Türk ordusu ve devletiyle ilişkisi ne ki, Cerablus gibi bir yeri onlara bıraktı? Ne karşılığında bıraktı? Kimle, nerede görüşme yaptılar? Bunlar açıklansın. Özel savaş basını kuru Mehmetçik edebiyatı ve bir de ÖSO edebiyatı tutturmuş, bol bol kahramanlık edebiyatı yapıyor. Daha dün boğazlarını kestikleri, sokakta sürükledikleri, haindir diye mezar vermedikleri ‘Mehmetçik’ şimdi övmekle bitiremiyorlar!

Bu durum şunu net gösterdi: AKP-TC’yle DAİŞ birdir. Bunu şimdiye kadar biz söylüyorduk ama inandıramıyorduk. Bu, en somut kanıttır. Türk basını kahramanlık edebiyatı anlatırken suçluyu da ele verdi. Bundan sonra bunu bulandırmaya çalışabilirler. Çünkü teşhir oldular...

Sizin açıklamalarınızdan sonra MİT müsteşarı Hakan Fidan birkaç roket attırabilir...

Evet, Merkez Karargah Komutanlığımızın açıklaması ardından bu durumu değiştirmeye başladılar. Dış basın da bu durumu teşhir edince değişiklikler başladı. Hepsi sahte gerçek olan ilk gündekidir ve ortada DAİŞ yoktur. DAİŞ ve AKP birliği-bütünlüğü var.

Üçüncü husus ise, Suriye topraklarına girildi. Bu saldırı demokratik Suriye’ye ve özgür Kürdistan’adır. Yeni federatif demokratik bir Suriye’nin oluşmasından Türk devleti vebadan korkar gibi korkmaktadır. Onu engellemek için Suriye’de kendisine benzer bir ulus-devlet faşist diktatörlüğünün oluşması ve devam etmesi için her şeyi yapmaktadır. Sadece kendi içinde demokrasi karşıtı değiller, Suriye’deki, Ortadoğu’daki demokrasiye de karşılar. Herkes diktatör ve faşist olmasını istiyorlar ki, kendi maskeleri düşmesin.

Suriye sınırlarını geçerek Cerablus’a saldırı demokratik Suriye’nin çekirdeği olan özgür Rojava’ya karşıtlıktır. Bunu açıkça söylüyorlar da. Tayyip Erdoğan ilan etti: “Biz PYD’ye, YPG’ye karşıyız. Orada herhangi bir Kürt oluşumuna izin vermeyeceğiz” dedi. AKP ve Erdoğan sadece kendi sınırları içerisinde Kürt düşmanı değil, sınırları dışında da Kürt karşıtı ve Kürt düşmanıdır. Başbakan Binali Yıldırım, “Fırat’ın batısını temizleyeceğiz, doğusunu da altı ay içerisinde yok edeceğiz” dedi. “Azaz’a, Bab’a doğru ilerleyeceğiz” diyorlar. DAİŞ’ten kurtarılan Minbic’i de “biz işgal edeceğiz” diyorlar. Halep’e inmek, Kobanê ile Efrîn arasını kapatmak, Rojava Kürdistan’ın siyasi statü kazanmasını engellemek, demokratik Suriye’yi engellemek istiyorlar. Saldırı bunadır.

Bununla birlikte Cerablus üzerinden Minbiç’teki alanlara top atışı yapmaktalar. Sınır ihlalleri ve Bab’a doğru ilerlemeler olmaktadır. Şimdi bu gerçeği Suriye toplumu ve özellikle de Rojava Kürtleri iyi görmelidir. Durum bu bakımdan tehlikelidir. Karşıdaki güç Kürt yokluğu üzerinden kendi varlığını bulmaktadır. Yani Kürtler özgürlük, hak istiyorlar; bunun karşısında Binali Yıldırım “ya istiklal, ya ölüm!” dedi. Kürdün var ve özgür olması kendisini öldürüyor! Binali Yıldırım’ın var olması ve özgür olmasından hiçbir Kürt rahatsızlık duymuyor. Peki, Binali Yıldırım’a ne oluyor ki, Kürt “ben Kürt olarak var ve özür olacağım” dediği zaman kendisi ölüyor! Bu ne biçim siyaset ve zihniyettir ki, Kürdün varlığı onun için ölüm oluyor. Meseleyi “ya ben yaşayacağım ya onlar yaşayacak”  şeklinde koyuyor. Bu hastalıklı, soykırımcı, insanlık düşmanı zihniyet ve siyasettir. O zihniyet ve siyasetin artık ipliği pazara çıkmıştır. Bütün Kürtler bunu görmelidir.

Durum basite alınmamalıdır. Tedbirlerini almalı, tutumlarını ortaya koymalıdır.

AKP’nin dayattığı ve propaganda ettirdiği gibi bir “geri çekilme” söz konusu olabilir mi?

Geri çekilme değil mücadele etmek gerekiyor. Bu zihniyet ve siyasetle mücadele edilmezse Kürdistan’ın hiçbir yerinde hiçbir Kürt var olamaz, özgür olamaz. Bu bakımdan bir defa Rojava halkının, başta Kürtler olmak üzere Rojava’da ve kuzey Suriye’de yaşayan halkların TC’nin bu işgal hareketine karşı sessiz kalacaklarını sanmıyorum. Karşı çıkacaklardır, çıkmalılar; mücadele edecekler, etmeliler. Her türlü mücadele de haklarıdır.

Rojava halkı tehdit edilmekte, “şuraya buraya ilerleriz, işgali büyütürüz” deniliyor. Türk ordusu da, devleti de ayağını denk atmalı, akıllı hareket etmeli. Eğer bu tür şeyler olursa Rojava’daki halkın varlık ve özgürlüğü tehdit altına girerse, Rojava’nın demokratik yönetimi, özerk yönetimi talepte bulunurlarsa bütün Kürtler Rojava’ya akar. Bakur’dan, Başur’dan, Rojhılat’tan bütün Kürt siyaseti Rojava’ya akar. O zaman HPG ve YJA STAR’ın da müdahale hakkı doğar. Kesinlikle Rojava yönetiminin çağrısı karşısında Kürt siyasetinin, Kürt halkının ve Kürdistan gerillasının sessiz kalacağını kimse sanmamalıdır.

Bunun benzer örneğini Kobanê’de görmüştük...

Hem Kobanê’de hem de Kobanê sonrası direnişte de bunu gördük. Kürtlerin ve Ortadoğu’nun demokratik güçlerinin Rojava’yla nasıl bütünleştiğini TC devleti de gördü. Bu anlamda Kuzey’deki halk da gerilla güçleri bu işgal başlangıcı karşısında son derece dikkatli ve duyarlı olmalılar.

Konunun diğer çok önemli bir boyutu ise Suriye’deki savaşın çehresinin değişmiş olmasıdır. Şimdiye kadar süren savaş, hileli de olsa, bir iç savaş olduğu söyleniyor, dış müdahale sadece havadan uçak saldırıları biçiminde oluyordu. Onun dışındaki dış müdahaleler “Suriyeliler” diyerek farklı gruplar oluşturuluyor ve herkes onlar üzerinden müdahaleler yapıyordu. Yani hileyi Şeria’ya uyduruyorlardı. Dışarıdan içeriye girenler Suriyeli örgütlere katılıyorlardı veya rejime katılıyorlardı. Bunun sonucu olarak da “bir iç çatışma sürüyor” deniliyordu. Şimdiye kadar olan hileli de olsa bir iç çatışmaydı.

24 Ağustos 2016 itibariyle Suriye’deki savaşın şekli değişmiştir. Savaş, artık bir dış savaştır. Suriye sınırları çiğnenmiş ve aşılmış, Suriye topraklarının bir bölümü Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. Bir dış güç fiilen ve resmen Suriye’ye girerek işgal etmiştir. Tayyip Erdoğan açık olarak şunu söyledi: “Suriye’nin içindeki olaylar bizim için artık dış olay değil bir iç olaydır. Biz orayı Türkiye sayıyoruz.” Yani artık gidecekleri yere kadar Türk ordusunun ayak attığı her yeri Türkiye’nin bir parçası sayıyorlar. Bu anlamda Türkiye-Suriye sınırı ortadan kalkmıştır. Herkes bunu görmelidir. Sınırı geçip Türkiye’ye girmek tek Türk ordusunun işi olamaz. Türk ordusu girerse her türlü askeri güç girer; İran da, Ürdün de, İsrail de girer, KDP de girer, HPG de girer. Herkes girebilir ve girerse de kimse karşı çıkamaz. Çünkü Türk ordusunun girişine karşı çıkılmamıştır. Türk ordusu bunu bozmuştur.

Bir de ABD “destek veriyoruz” dedi. Avrupa sessiz kaldı ki, sessizlik onaylamaktır. Özellikle Rusya ve İran’ın tutumu ilginçtir, “Esad yönetimiyle birlikte yaparsanız iyidir!” Bu kadar açık danışıklı dövüşte olmaz.

Söz buraya gelmişken, Türk ordusunun işgal hareketine destek vererek uluslararası güçleri neyi hedeflemektedir?

Onu biz tam bilemiyoruz. Bu, gerçekten de ne kadar Tayyip Erdoğan marifeti ya da Türk ordusu ne kadar kendi gücüyle giriyor, ne kadar yönlendirdi ve zorladı. Öyle anlaşılıyor ki, bir teşvik var. Türkiye Suriye’nin içine çekiliyor ve artık çekildi de. Şimdi artık Türkiye-Suriye sınırı kalmadı. TC devleti en çok “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız, Türkiye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” diyordu ama artık bu toprak bütünlüğü bozulmuştur. Bunun sonucunda da, birincisi, DAİŞ’le savaş zorlaşmıştır. Bu müdahale DAİŞ’i güçlendirmiştir. Türkiye-DAİŞ işbirliği var. “DAİŞ’e karşı savaşıyoruz” diyen güçler buna destek verdiler. ABD de, Avrupa da, Rusya da bu konuda tutarsızdır. DAİŞ’e karşı savaşta, DAİŞ’i yok etmek için tutarlı ve ciddi değiller. Muhtemelen bunun zararını da kendileri görecektir.

‘SAVAŞ IRAK’I VE TÜRKİYE’Yİ DE İÇİNE ALACAKTIR’

İkincisi, Suriye’deki savaş tırmanabilir. Savaşa başka güçler de girebilir. ABD ve Rusya bu durumu önlemek için yeni Cenevre toplantıları hazırlamaya, kendi aralarında anlaşmaya çalışıyorlar ama Suriye üzerinde o kadar etkili olsalardı şimdiye kadar çözüm geliştirirlerdi. Hiçbir şey yapamadılar. Fazla etkinlikleri yoktur. ABD ve Rusya politikaları Ortadoğu’da çok bel bağlanacak, güvenilecek bir durumda değildir. O bakımdan da Suriye’deki çatışmalı durum artabilir, Irak’ ve Türkiye’yi aynı oranda içine alabilir. Bu tehlike vardır. Bu müdahale DAİŞ’i güçlendirdiği gibi Suriye savaşını da yaymıştır.

Üçüncüsü, Ortadoğu’da artık sınırlar değişmiştir. Şimdiye kadar 1. Dünya Savaşı sonrası, çeşitli kavgalarla, Lozan ve arkasından 1926 Ankara Anlaşması’yla Türkiye, Irak, Suriye gibi Ortadoğu devletlerinin oluşumuna yol açan anlaşmalar bozulmuştur. Türk ordusu Suriye’ye girdi, Suriye’nin bütünlüğü ortadan kalktı. Bununla da her tarafın bütünlüğü kalkmıştır. Ortadoğu’da değişim ve yeniden yapılanma artık daha köklü, daha derin olacaktır. Şimdiye kadar herkes mevcut sınırlarının korunması üzerinden mücadele ediyordu ve bu sınırlar sanki kutsal kitaplarda yazıyor gibi gösteriliyordu. Halbuki 90 sene önce çizilmişlerdi. Ondan önce yoktular ama şimdi de yok oldular. Artık bu sınırlar değişecektir. Sınırları değiştiren de Türkiye olmuştur. “Toprak bütünlüğünü savunuyorum, sınırlar değişmemeli” derken kendi hesabına gelince o sınırları kendisi değiştirdi. Böylece sonuçlarına katlanacaktır. Bu durum bütün Ortadoğu’yu etkileyecektir.

‘ORTADOĞUDAKİ ÇATIŞMALI DURUM BÜYÜYECEK VE DERİNLEŞECEKTİR’

Ortadoğu halkları tehdidi ve tehlikeyi görmeliler. Türkiye, tarihine atıf yapıyor. Tayyip Erdoğan kendini Yavuz Selim ilan etti. O isimle köprü açtı, “Merci Dabık savaşının 500. Yıl dönümünde Suriye’ye girdim” diyor. Mısır’a kadar yürümeye, Kuzey Afrika ve bütün Ortadoğu ve İslam alemini yeni bir Osmanlı gibi egemenlik altına almak istiyor. Bunun içinin boş olması ayrı bir konudur ama yaratacağı sonuçlar bakımından tehlikelidir. Kürtler bunun önünde direniyor. Demokratik bir Türkiye olmazsa, faşist diktatörlüğün önünde duruyorlar. Ama her şey de Kürtlerin mücadelesiyle olmaz. Başta Araplar, Türkler, Farslar, Ermeniler, Süryaniler, bölgenin kadim halkları, onların aydınları, siyasetçileri, sanatçıları el birliği etmeliler. Demokratik Ortadoğu Birliği ya da Konfederalizmi çizgisinde birleşerek bu faşist ulus-devletçi zihniyet ve siyaseti bölgede yok etmek için her türlü mücadeleyi yürütmeliler. Ben bir kere daha bu işgal hareketi sonrası tüm Ortadoğu halklarını, devrimci-demokratik güçlerini birlikte mücadele etmeye çağırıyorum.

Önderliğiniz Sayın Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999 uluslararası komplosunun Türk-Kürt savaşını geliştirmeyi hedefleyen bir plan olduğuna dönük tespitleri var. Bu kadar yoğun gizli-açık diplomatik trafik, ilişki, anlaşma ve pazarlık sonrası bu işgal hareketinin başlamasıyla, Kürt-Türk çatışmasının gelişmesi için bir çabanın var olduğu görüşünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk-Kürt savaşı yaratmak isteyenler var, tahrik ediyorlar da. Bunu yapanlar Türkiye’yi ulus-devlet faşizmi, Kürt düşmanı zihniyet ve siyaset içinde de tutmaya çalışanlar oluyor. Böyle bir çatışma içerisinde olunursa bölgede her türlü dış etkiye, şoven-milliyetçiliğe karşı çıkacak, halkların demokratik birlik içinde yaşayacakları bir gelişmeden mahrum kalacaklar. Bunun için yapıyorlar. Temel enerji bu çatışmayla bitirilmek isteniyor. Ortadoğu’nun temel demokratikleşme enerjisi, demokratik öncülüğü böylece parçalanıp çatıştırılıp enerjisi bitirilerek bu demokratik Ortadoğu mücadelesinde kullanılamaz hale getirilmek isteniyor. Yoksa bu enerji demokratik Ortadoğu mücadelesine akacak ve Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Ortadoğu’nun tarihte olduğu gibi yeni bir uygarlıksal çıkış gerçekleştirmesi sağlanacak. Temel dinamik Türkiye ve Kürdistan’daki gelişmelerdir. Bu iki temel dinamik çatıştırılır, Kürt düşmanı şoven milliyetçi zihniyet ve siyasetle enerji yok edilirse o zaman demokratik Ortadoğu...

Aslında Rêber Apo’nun baştan itibaren değerlendirmeleri hep öyleydi. Kuşkusuz diğer toplum ve halkları da önemsedi, Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde her kesin katkısı olabileceğini, olması gerektiğini belirtti. Bunda da Kuzey Kürdistan ve Türkiye’ye öncülük düzeyinde rol biçti. “Kürt sorununun çözüleceği temel zemin Kuzey Kürdistan’dır, Ortadoğu’da da demokratikleşmenin sağlanacağı zemin Kürt özgürlüğüne dayalı gerçekleşmiş bir Türkiye’dir” dedi. Zaten ulus devlet sistemi de, Lozan’da bir ulus devlet sisteminin kabul edilmesi ardından Arabistan ve diğer yerlerde gelişti ve şimdiye kadar süren mevcut ulus devlet diktatörlükleri ortaya çıktı. Ulus devletin gelişmesinde öncü Türkiye olduğu için, Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde de öncü Türkiye olacaktır. Türkiye’deki gelişmeler, Ortadoğu’nun geleceğini belirleyecek.

Dikkat edelim, eski sistem Irak, Mısır, Tunus, Suriye ve Arap aleminin hepsinde yıkıldı. Ama yeniyi inşa etme adına, üst üste konulmuş iki taş yoktur. Herhangi yeni bir sistem yoktur. Çünkü Ortadoğu’daki yapılanmayı belirleyen iki güç var: Türkiye ve İran. Bunlar ulus devlet faşizmi altında kaldıkça, diğer yerlerde yıkılsa da yenisi inşa edilmiyor. Yeni Ortadoğu, Türkiye ve İran’daki değişime göre şekillenecek. Türkiye ve İran ulus devletlerinde değişiklik olmadıkça bu iki güç Ortadoğu’nun hiçbir yerinde demokratik bir sistemin ortaya çıkmasına izin vermezler. Küresel sistem bile o kadar çaba harcadı, 26 yıldır savaşıyor ama yapamadı.

Bunu değiştirmeye çalışan Kürdistan özgürlük mücadelesidir. O da kendi sınırlarını aştıkça, başta Türkiye ve Suriye olmak üzere, Irak, Arap ve Fars sahasını etkilemeye başladıkça başarılı olacak.

Mevcut gelişmeler Sayın Öcalan’ını doğruluyor mu?

Evet, mevcut olay ve gelişmeler Rêber Apo’yu doğruladı. Rêber Apo’nun uyarıları doğrulandı. “Demokratikleşme olmaz ise darbe mekaniği işler” dedi. Ardından 15 Temmuz askeri darbe girişimi oldu. Rêber Apo, “Kürt sorunu çözülmez, Türkiye demokratikleşmez ise Türkiye’yi Ortadoğu savaşının içine sokarlar” dedi. Şimdi bunu yapıyorlar. Muğlak olan şeyler var; Erdoğan diyor, “ben Yavuz Selim gibi ilerliyorum” gerçekten de o mu ilerliyor? Yoksa birileri Ona “yürü’ mü diyorlar? İkinci ihtimal hiç de az değildir. Yani Türkiye’nin, Suriye savaşına silahlı olarak da çekilmek istendiği düşünülebilir. Bunu yapmak isteyen güçler var, ABD’nin bu kadar istekli olması öyle hayrı alamet bir durum değildir.

Bazıları “Erdoğan ordudan korkuyor, onları Suriye’ye sürerek kendi güvenliğini sağlamak istiyor” diyor. Bu dar bir görüştür. Ama ABD’nin kapıları açarak Türkiye’yi sınırlarının dışında askeri harekat yapmasına göz yumması öyle yabana atılır bir durum değildir. Bunun arkasından ciddi sonuçlar ve yeni gelişmeler olacak. Bu anlamda Cerablus işgali, hem Türkiye için, hem Suriye iç savaşı için yeni bir adım, yeni bir aşamadır. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve yeni siyasi, askeri gelişmeler açığa çıkacak.

Konuyu kapatmadan önce, bu işgal hareketinin hemen öncesinde KDP lideri Mesud Barzani’nin MİT, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığa dönük ziyaretleri oldu. Tam bu esnada Binali Yıldırım, “Kuzey Suriye’de hiçbir şekilde bir Kürt oluşumuna izin vermeyeceğiz” dedi. Böyle bir sözün söylendiği esnada bile bir Kürt liderinin Türkiye’de olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçekten de ironik bir durum. İnsan ne söyleyeceğini şaşırıyor. Yürekler acısı denecek bir durumu da gösteriyor. Besbelli ki Rojava Kürdistanı’na askeri müdahalede bulunurken Mesud Barzani’yi Ankara’da, yanlarında görmek istediler. Artık ne görüştüler, neler tartışıldı bilmiyoruz. Hewler’deki yönetim sorunları tartışıldığı söylendi. Bu konuda bize herhangi bir bilgi verilmiş değil. Basına da yeterli ve ciddi bir şey yansımadı. Gördüğümüzü değerlendirebiliriz; buradan baktığımızda anlaşılan, bir Kürdistan parçasına saldırırken, diğer Kürdistan parçasının yöneticisini yanına alıyor ki, karşısındaki parçanın yönetimini zayıf düşürsün. “Kürtler arkamda, yanımda” demek istiyorlar.

Yavuz Selim, Ortadoğu’ya açılırken Kürtler ile ittifak yaptı. Kürtlere her türlü otonomi ve özerkliği verdi. Onun dışında Ortadoğu’ya girmeleri mümkün değildir. İstanbul ve Ankara’da oturanların Ortadoğu’ya açılması için Kürtlerden icazet alması şarttır. Demokratik bir zihniyet olsa birlik içinde açılırlar, öyle olmaz ise açılım sağlayamıyor, fakat Kürtleri ezerek açılmak istiyor. Bu durumda da Kürtler yanımda, demek istedi.

Öyle bir görüntü mü oluşturmak istediler?

Evet, yani Barzani’yi orada bir vitrin yaptılar. KDP yönetimi böyle bir duruma düşmemeliydi. Güney Kürdistan yönetimi kendini böyle bir duruma düşürmemeliydi. Herkes Güney Kürdistan’daki gelişmeleri ciddiye alıyor. Biz kendi mücadelemize duyduğumuz saygının gereği bile olsa Güney Kürdistan’daki durumu ciddiye alırız. Kürdistan’ın her yanındaki gelişmeleri, Kürt toplumuna dönük bütün gelişmeleri önemsiyor ve ciddiye alıyoruz.

Güney Kürdistan’ı da bu anlamda önemsiyoruz ve bir saygınlığı var. Yönetimi de bu saygınlığı koruyabilmeli. Şimdi bu kadar Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı yaparken, Rojava’daki yönetime bu kadar küfrederken; başka parçadaki Kürt bu küfürbazın elini tutmamalıdır. Eğer o eli tutarlarsa, durum da değişir. Bunu kendileri yaptılar, biz zorlamıyoruz. Aslında biz Mesut Barzani’yi ulusal liderlerden biri yapmak istedik, bu yönlü öneri ve tekliflerde bulunduk. Kürdistan Ulusal Kongresi çalışmalarında çok istekli ve samimiydik. Burada önemli bir rol oynamalarını istedik. Fakat burada rollerini oynamalarının yerine, Türk yönetimi Rojava’ya saldırırken, Ankara’da Türk yönetiminin yanında olmak, dahası Türk bayrağının önünde resim çektirmek gerçekten de insanı incitiyor. Eminim ki bu tablo, bütün Kürtleri de incitti.

Önceki bir görüşmede Güney Kürdistan’ın bayrağını koymuşlardı, bu sefer o da yoktu. Ondan da öteye iki tane Türk bayrağı önünde Erdoğan ile el sıkışıp konuştular. Erdoğan, Barzani’yi kendinden sayıyor, Türk sayıyor. “Türk bayrağının önünde durabilirsin” diyor. Başka bir irade tanımıyor; Güney Kürdistan ve Irak iradesini tanımıyor. Barzani’nin kendini böyle bir konuma düşürmesi, kendi tercihidir. Ama kötü ve yanlış bir tercihtir. Biz şimdiye kadar samimice ve kardeşçe bunun yanlış olduğunu söyledik. Ama her zaman bizim sözümüzün arkasında başka bir şey arandı, öyle değildi. Biz halen de aynı tutumdayız.

Bir de Barzani müsteşar düzeyinde karşılandı, bu ne anlama geliyor?

Onları söylemek bile istemiyorum. MİT’e götürüyorlar, bunu marifetmiş gibi sunuyorlar. Bunlar ayrı konular, ama bayrağı kendileri de önemsediklerini belirtiyorlar. O zaman neden Türk bayrağının önünde selama durdu. Her halde konuşma da yapsaydı, arkasına Türk bayrağını alıp konacaktı. Öyle konuşturtacaklardı. Öyle davrananlar ile mevcut ilişkiler olmamalıdır. Bunun kabul edilebilir, anlaşılabilir yanı kesinlikle yoktur.

Diğer taraftan Kürdistan’da çok büyük bir gerilla direnişi var. Bu bağlamda HBDH’nin de eylemleri oluyor. Artvin eylemi de CHP’nin konvoyu olması nedeniyle tartışıldı. Siz bu gelişmeleri ve Artvin eylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, faşizme karşı savaşan, direnen herkesi selamlıyor, kutluyorum. Kürt gençliği de Türk gençliği de özgür ve demokratik yaşamak istiyor. Faşizme karşı kahramanca direniyorlar. Devrimci intikamcılığın nasıl olduğunu faşist cellatlara gösterdiler. Faşizm de vahşidir, saldırıyor ve vahşet yapıyor. Ama halkımız da görüyor ki hiçbir saldırganlık, saldırganların yanına kar kalmıyor. Hepsinin hesabı misli ile soruluyor, daha fazla da sorulacak. Bunun hesabını Kürdistan’daki gerilla, Türkiye’deki gerilla, Türk ve Kürt gençliği soruyor. Ben Kürt gençliğini gerillaya daha fazla sahip çıkmaya çağırdım. Tüm Türkiye gençlerini de faşist diktatörlüğe karşı, faşizmin yeniden restore edilmesine karşı demokratik Türkiye yaratmak üzere gerilla saflarına akmaya davet ediyorum.

Besbelli ki HBDH gerillaları bu işi yürütecek konumdalar, güçlerini ispatladılar. Faşizme karşı öncülük edebileceklerini, bu bilince, iradeye, cesaret ve fedakarlığa sahip olduklarını gösterdiler. O halde herkesi örgütleyebilir, yönlendirebilir ve yürütebilirler. Çok açık bir şekilde Türkiye’nin her tarafına bu direniş yayılıyor. Türkiye emekçilerini ve halklarını örgütlüyor, geniş bir bloku örgütlüyor. Türkiye’de demokratik bir zihniyet ve buna yeni bir siyaset oluşmadan, hiçbir sorun çözülmeyecek. Kürt sorunu da çözülmeyecek, kadınların özgürlük sorunu da çözülmeyecek, Alevilerin sorunları da çözülmeyecek, emekçilerin sorunları da çözülmeyecektir. Bu netleşmiştir. O halde bütün ezilenler el birliği yaparak, demokratik bir blok ile mücadele edip, bu faşist bloku alaşağı edecekler. Bunun dışında bir durum Türkiye’yi yaşanır bir ülke yapmaz.

Artvin’deki eylemin sonuçlarını insan tebessüm ile karşılıyor; Kemal Kılıçdaroğlu hemen kendini kahraman gibi sunmak istedi. Orada kendisinin bir becerisi yok, biraz yapmacık oluyor. Diğer yandan AKP olay olur olmaz, mal bulmuş mağribi gibi saldırdılar. Hemen, “PKK yaptı, CHP yanımıza gel” dediler. CHP’lilere söylüyorum, AKP’nin yaptıklarından hangi sonuçları çıkarıyorlar? Dikkat etsinler, o kadar zayıflamış AKP’nin yanına gitsen ki ne yapacaksın? AKP, CHP’den medet umuyor; CHP de AKP’den medet umuyor. O bakımdan ucuz kahramanlıklar, ucuz ilişki ittifak arayışları, psikolojik savaş temelinde ucuz karalamalar kesinlikle doğru değildir.

Merkez Karargahımız açıklama yaptı: Bir gerilla gücümüze istihbarat gelmiş, oradan bir askeri konvoyun geçeceği belirtilmiş. Güçlerimiz de konvoyu vurmak istemiş, öndeki askeri araçları da vuruyorlar. Ama görüyorlar ki, CHP konvoyudur, çekiliyorlar. Ondan sonrasını vermiyorlar. Bize böyle bilgi verildi. CHP konvoyuna karşı öyle özel bir bilgi kesinlikle yoktur. Fakat buna rağmen CHP durumu bulandırıyor, özellikle AKP bulandırıyor. Biz de araştırıyoruz; o istihbarat nasıl gelmiş? Belki de AKP’li çevreler o istihbaratı verdiler. Bu yönlü şüpheler var. CHP’yi yanına çekmek için, AKP’nin bir oyunu olabilir.

Bu tür ihtimaller varken CHP’nin hiçbir kuşku yokmuş gibi davranması doğru değildir. CHP zaten Kürdistan’da iyice teşhir oldu ve kovuldu. Kürdistan’a hiç gidemez hale getirmeleri, Kürtler ile tüm bağları koparır duruma düşmeleri kabul edilir değildir.

Bu olay gerilla mücadelesinin doğal bir sonucudur. Hiç kimse “neden şöyle oldu, böyle oldu” diyemez. Çatışma silahlı güçler arasında olmuştur, gayet nizamidir. Kimin konvoyu olur, o çok önemli değildir. Çünkü eylem de çatışma da silahlı güçler arasında olmuştur. Yani durum Antep katliamındaki gibi değildir. Öyle silahlı güçler dışında, gerilla hiç kimse ile çatışmaya girmemiştir.

Yani isteyip de vuramama gibi durum yoktur?

Hayır hayır, zaten CHP’nin konvoyu olduğunda gerilla güçleri çekiliyor. Doğru olan bilgiler bunlardır.

Özgür Gündem gazetesi kapatıldı. Bu konu yoğun gündemden dolayı sona kaldı. Bir bütün özgür basın susturulmaya çalışılıyor, ama geleneği bakımından da Özgür Gündem’in kapatılmasının ayrı bir anlamı olduğu düşünülüyor. Bu konuyu siz ele alıyor ve değerlendiriyorsunuz?

Bu kapatma, AKP’nin faşist, şoven, tekçi zihniyet ve siyasetinin bir sonucudur. Faşist diktatörlüklerin takındıkları tutum budur. Kendinden başka kimse olmamalıdır. Önce dört ‘tek’ ile başladı; “tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek devlet” dedi. Şimdi de “tek lider, tek parti, tek basın, tek ses…” demekteler. Günde en az 5 sefer Tayyip Erdoğan basının karşısına çıkıyor. Az verirlerse, eleştiriyor, suçluyor, hemen hesap soruyor. Öyle ki yüzlerce ekran olmuş, bunların kat be kat büyümesini ve hepsinde de Erdoğan’ın olmasını istiyor. Bu ne büyük bir egodur, nasıl bir ihtirastır, nasıl bir bencilliktir. İnsan anlamıyor, bir insanın egosu bu kadar şişkin olmamalıdır. Türkiye şimdi bu egonun kahrını çekiyor.

Bu temelde baştan beri bu tekçi zihniyetin bir parçası olarak basını de ele geçirmeye çalıştı. Kendi basınını kurdu, diğer basını da adım adım hedefledi. Bu şekilde Doğan grubunu tam bir uydu haline getirdi. Fethullahçılar için “bizi yıkacaklardı” diyor, ama kendisi de Fethullahçıları yıktı. Her türlü imkan ve devlet zoruyla her şeyi ele geçirdi. “Kanun çıkarıyorum” diyerek her şeylerine el koydu.

Geriye kalan bir tek devrimci-demokratik basındır. Tirajı az ve zayıf da olsa halkın sesi olarak, ayrı bir ses olarak, özgür ve demokratik bir ses olarak çıkıyor ve gerçekleri yansıtıyor. Bundan ödü kopuyor, korkuyor. Çünkü yalan söylüyor, hile yapıyor, zor uyguluyor, kendisi katliam yapıyor, DAİŞ yaptı diyor; Özgür Gündem ve diğer özgür basın geleneği bunu açığa çıkarıyor ve maskesini düşürüyor. Bu şekilde gerçek ve katliamcı yüzü açığa çıkıyor.

Özgür Gündem’e baştan beri bu tür saldırılar her zaman yapıldı. Daha fazlası da oldu, defalarca saldırıya uğradı, muhabir ve çalışanları katledildi, binaları bombaladı. Ama direnerek bugüne geldi. Şimdiki saldırılar da onun bir devamıdır. Bu konuda şu söylenebilir; “90’lı yıllara dönüldü” deniliyor. Evet, 90’lı yıllardaki OHAL yönetimi ile Erdoğan’ın OHAL yönetimi aynıdır, hatta şimdiki daha saldırgandır. Daha katliamcı ve daha geniş çevreleri hedefliyor. Eskiden sınırlı da olsa farklı oluşumalar izin veriliyordu. Şimdi ona da izin verilmiyor. Mesela şimdi CHP ile MHP var mıdır? Hayır hepsi devletin partisidir, eskiden ordu partisi deniliyordu. Şimdi AKP oldu, “yeni Cumhuriyetin partisi” AKP’dir ve tek parti oluşturdular. Hepsini tekleştiriyorlar. Basını da böyle tekleştirip, tek ses haline getirmek istiyorlar.

Tabi buna karşı Kürtler, Aleviler, kadınlar, gençler, emekçiler nasıl direniyorsa, özgür basın da öyle direniyor. Direnerek var oldular. Bedeli ne olursa olsun ödeyeceklerini ve direneceklerini kendileri açıklıyor. Tutumları böyledir. Bu durum insana güç veriyor. Bu temelde bütün özgürlüklerin önemli bir temeli olan basın özgürlüğü, ifade ve örgütlenme özgürlüğü temelinde yürütülen bütün mücadeleleri selamlıyorum. Özgür basın savaşçılarını, kadrolarını gösterdikleri direnişten dolayı kutluyorum.