Kalkan: Hiçbir şey AKP’yi yıkılmaktan kurtaramayacaktır!

Dokunulmazlıkların kaldırılmasını değerlendiren Duran Kalkan: Eğer sen bu kadar baskı yaparsan, elbette Kürt çare arayacaktır. Kürtler direnir ve AKP’yi yıkarlar. Ne terör, ne yalvarma, ne soykırım, hiçbir şey AKP’yi yıkılmaktan kurtaramayacaktır.

HDP’ye dönük saldırılar ve dokunulmazlık tartışmalarını değerlendiren PKK Yürütme Kurulu Üyesi Duran Kalkan, “Eğer sen bu kadar baskı yaparsan, elbette Kürt çare arayacaktır. Ben ‘Kürtler ayrılırlar’ demiyorum. Kürtler direnir ve AKP’yi yıkarlar. Kürtler, daha fazla direnişe geçer, daha çok mücadele eder, daha çok dağa çıkar, daha çok örgütlenirler” dedi. AKP’nin herkese ‘bizi kurtarın’ diye yalvardığını ifade eden Kalkan, “Ne terör, ne yalvarma, ne soykırım, hiçbir şey AKP’yi yıkılmaktan kurtaramayacak” şeklinde konuştu.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan gündemdeki gelişmelere ilişkin konuları MED NÛÇE’ye değerlendirdi. Pazertesi akşamı yayınlanan Politik Alan programında gazeteci Ersin Çelik’in sorularını yanıtlayan Kalkan, çok önemli değerlendirmelerde bulundu.

1 Mayıs nedeniyle işçiler, emekçiler meydanlara indi. Bu 1 Mayıs, Halkların Birleşik Devrim Hareketi’yle birlikte ele alındığında nasıl değerlendirilebilir?

Öncelikle bütün işçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günlerini kutluyorum. Özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde üstün başarılar diliyorum. Yine Taksim şehitleri şahsında tüm 1 Mayıs direniş şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.

1 Mayıs, 150 yılı aşkın tarihsel bir geçmişe sahip ve 150 yıldır işçi ve emekçilere ilham veriyor. Devrimcilere ve sosyalistlere ilham veriyor, yol gösteriyor. Milyonlarca insanın 1 Mayıs’ta sokaklara indiği zamanlar oldu. Sosyalizm bilinci 1 Mayıs ile kökleşti. Çünkü sömürü ve zulme karşı direnişi temsil ediyordu. Direnerek şehit düşen işçilerin anısını sahiplenmeyi ve bu temelde bıraktıkları mücadeleyi yaşatmayı ifade ediyordu ki doğrudan amaçla ve mücadeleyle ilişkiliydi.

2016 1 Mayıs’ında her yerde mücadele var. Özellikle Kürdistan halkı dört parça Kürdistan’da kahramanca direniyor; 1 Mayıs şehitleri gibi her gün özgürlük, eşitlik, demokrasi, kardeşlik ve sosyalizm için şehitler veriyor. Kürt Halkı, 1 Mayısı anlamına en uygun şekilde yaşayan halkların başında geliyor. Türkiye’nin her tarafı bu mücadeleye sahne oluyor. Mücadele, AKP faşizmine karşı gittikçe derinleşiyor, yayılıyor. 1 Mayıs da böyle bir ortamda kutlanıyor. 1 Mayıs’ın, Kürdistan’da gelişen demokratik özyönetim direnişlerini Türkiye’ye taşıyıp Türkiye’nin işçi, emekçileri ve ezilenleri ile birleştirerek, AKP faşizminden kurtulma; demokratik bir Türkiye’nin gelişmesine yol açma mücadelesinde önemli bir ivme, önemli bir hamle olacak.

Biz PKK olarak çağrıda bulunduk, Türkiye demokratik, devrimci güçleriyle gerçekleştirdiğimiz Halkların Birleşik Devrim Hareketi olarak da bu çağrıda bulunduk: Bütün ezilen kesimleri, emekçileri, kadınları birleşik devrim hareketlerini örgütlemeye, HBDH’nin başlattığı birlikte devrim, birleşik mücadele, birleşik direniş ruhunu yaşamaya ve yaşatmaya, buna göre birleşik devrim mücadelelerini örgütleyip, geliştirmeye çağırdık. Bu 1 Mayıs’ın bu noktada da önemli bir hamle olacağını, önemli bir adımı ifade edeceğine inanıyoruz.

FAŞİST DİKTATÖRLÜĞE KARŞI BİRLEŞİK DEVRİM MÜCADELESİNDE BİRARAYA GELİNMELİ

İşçi ve emekçi örgütleri, birleşik devrim hareketlerini oluşturmalı. Kadın ve gençlik örgütleri de bunu yapabilmelidir. Bütün toplum, bütün ezilenler faşist diktatörlüğe karşı birleşik devrim mücadelesinde biraraya gelerek, ortak savaşıp ortak kazanma çizgisinde mücadele edeceğiz. HBDH gerçekten de bütün ezilenlerin biraraya gelmesi için gerekli ilkeleri ortaya koydu, tutumu belirledi. İdeolojik, teorik farklılıklar olabilir. Bu doğaldır. Fakat askeri-politik ittifaklar etrafında biraraya gelerek, birlikte mücadele edip ortak kazanma şiarıyla faşizme ve kapitalist modernite sistemine karşı birlikte mücadele etmenin mümkün olabileceğini gösterdi.

Artık bu 1 Mayıs ile birlikte Türkiye’de HBDH var. Bütün ezilenlerin bir araya gelebileceği, bunu gerçekleştirebilecekleri bir platform var. Amaç ve ilkeler bakımından, bunun gerçekleşmiş bir yapısı, ruhu, bilinci, tutumu ve duruşu var. İnanıyoruz ki, bu ruh ve bilinç bütün ezilenleri, emekçileri hızla kucaklayacak. AKP faşizmine karşı mücadeleciliği de her şekliyle, bütün imkanları ortaya koyarak zirveye ulaştıracağız. Ortak, zamanında, zafer çizgisinde mücadeleye ihtiyaç var.

1 Mayıs’ın ve Birleşik Devrim Hareketi’nin Kürdistan ve Türkiye’de süren direnişe ivme kazandıracağını söylediniz. 6 Mayıs da, Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin 44. yıldönümü. Denizlerin mücadelesiyle bugün arasında bağ kurmak istendiğinde neler söylenebilir?

Şahadetlerinin 44. yıldönümünde büyük devrimci önderler Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı saygı ve minnet ile anıyorum. Denizlerin mücadelesi, idama giderken gösterdikleri o onurlu ve inançlı tutum tüm gençleri, halkı sardı ve Mayıs ayı diğer aylardan daha çok direnme ve mücadele ayı oldu ve peş peşe büyük direnişler oldu. Zaten hemen arkasından İbrahim Kaypakkaya’nın şahadeti oldu, 3-4 yıl sonrasında Haki Karer yoldaşın şahadeti oldu. Mayıs ayı bu temelde şehitler ayımız haline geldi. Deniz Gezmiş, bulunduğu yerde hemen herkesi harekete geçirebilen, herkesi birleştirerek mücadeleye seferber edebilen bir kişilikti. Aynı tutumu mahkeme sürecinde de, 12 Mart faşizminin bütün baskılarına karşı yiğitçe gösterdiler. Özgürlüğü, eşitliği, kardeşliği, demokrasiyi, devrimi ve sosyalizmi savundular. 6 Mayıs günü idama da böyle gittiler. “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği, bağımsızlığı ve özgürlüğü” dediler. Hem direnişi, hem de kardeşliği ve birliği haykırdılar.

2 Mart faşizmine karşı direnen herkes bu özelliği taşıyor. Mahir Çayanlar, İbrahim Kaypakkayalar’ın temel özelliği bu. Direnişçilik ve birliktelik, direnişte birlik. Kızıldere de büyük bir birlik direnişiydi. Ya da direnişte birlikti. İbrahim Kaypakkaya’nın gerillaya ısrarla yürüyüşü de başlatılan direniş sürecini, ne pahasına olursa olsun sürdürme, o çizgiyi yürütme tutumuydu. Denizler bunu hem tutumlarıyla, hem sözleriyle ifade ettiler. Şimdi bu ruh 45 yıldır, Türkiye emekçilerini, gençlerini ve kadınlarını donatıyor, eğitiyor, yeniden yapılandırıyor. Deyim yerindeyse yaşatıyor.

HBDH, bu ruh ve bilinç temelinde oluşturuldu. 45 yıldır, 12 Mart faşist darbesiyle başlayan sürece karşı demokratik Türkiye devrimini gerçekleştirmek üzere, direnişçi devrim çizgisini örgütlemek ve zafere götürmek üzere kurulmuş bulunuyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiği dönem Mamak Cezaevinde. Bahsettiğiniz birliğin ve direnişin sürekliliğini sağlamada PKK’nin etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz Önderlik ve hareket olarak tamamen bu birlik ve direniş hareketinin içinden çıktık, devamı olduk. Önder Apo’nun, Önderlik düzeyinde mücadeleye katılma ve karar verme sürecinin 6 Mayıs idamlarına doğrudan bağlı olduğunu görmek, anlamak zor değil. Kararlaştıran, irade veren, görevlendiren bu şahadetler oluyor. Önder Apo, böyle bir çıkış yapmış olmaktan pişman olmadığını, onur duyduğunu, bu kahramanlık direnişlerinin takipçisi olduğunu her zaman söyledi. İşte Önder Apo’nun çıkışı, bu önderlerin çağrısına cevaptır. Kürdistan’ı bu temelde mücadeleye çağırdı. PKK bu çağrıya cevap vererek mücadele etti. Bütün hareketimiz ve halkımız bu Önderlik gerçekliğinde yürüyor.

Önder Apo, baştan beri Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin stratejik olarak birlik ve ittifak halinde gerçekleşebileceğine inanıyor. Böyle bir teorisi ve ideolojisi, stratejik ve taktik çalışmaları oldu. Her zaman büyük ilişki ve ittifaklar kurdu, kurmaya çalıştı. Eksiklikler olmuşsa, kuşkusuz bunda PKK’nin de payı olabilir, vardır. Ama bu pratikleşme eksiklikleri oldu, çizgi ve anlayış olarak bu doğrultudan hiç çıkılmadı. Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin birleşik yürütülmesini ve zaferini öngördü. Şimdiye kadar da bu mücadeleyi getirdi. Kürt yurtseverliği, tamamen bu çizgide gelişti. Düşmanlık besleyen bir tutuma, anlayışa kesinlikle kaymadı. İncelensin, soykırım rejiminin, en son AKP faşizminin bu kadar tahrik edici hakaret ve saldırılarına rağmen Kürtler birlikte, kardeşlikte, ortak ve demokratik yaşamda ısrarlı oldular.

        Gündemdeki önemli konulardan birisi de Türkiye’de milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması konusu ve Meclis’te AKP’lilerin HDP’lilere dönük saldırıları. AKP bu siyasetle ne elde etmek istiyor? İkincisi, konuya ilişkin DTK Eşbaşakanı Hatip Dicle’nin “94 gibi olmaz, siyasi sonuçları ağır olur. Kürtler için ‘kopuş’ gündemi öne çıkabilir” yönünde açıklamaları oldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Hatip Dicle’nin açıklaması önemli ve anlamlı. Bizce de ciddiye alınmalı. Hatip Dicle, uzun süredir bu mücadele içerisinde olan bir kişi. Cezaevlerinde kaldı, önemli katkısı ve birikimi oldu. Bir misyon sürdürüyor. Bu tür süreçleri yaşadı. Duygularını, hislerini, değerlendirmelerini ifade ediyor. Türkiye’de yaşayan herkes tarafından dikkate alınmalı. O sözler bir toplumun duygularını ve hislerini yansıtıyor. Bunu herkes bilmeli.

Tayip Erdoğan ve AKP kendi durumunu hep başkalarına yüklüyor. Kendi psikolojilerini, konumlarını, yaşadıklarını başkalarına mal ederek, başkaları öyle yaşıyormuş gibi göstermeye çalışıyor. Mesela “ya baş eğecekler ya baş verecekler” dedi. Bu, şimdi AKP’nin yaşadığı bir durumdur. Öyle bir noktaya gelmiş ki, ya teslim olacak, ya çökecek! Bu, mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benziyor.

AKP TERÖRÜ HER YERDE

Meclis’teki durum için de, “eşkıya Meclis’te” dediler. Gerçekten de AKP eşkıyası Meclis’e girmiş. Tam olarak kendilerini ifade ettiler. AKP terörü her yerde. Devlet terörünü, faşist soykırımcı terörünü her yerde kullanıyor. Cizre ve Sur’u, Kürtler’in en kadim kentlerini yıktı, harabeye çevirdi. Şimdi Nusaybin, Gever ve Şırnak’ı yıkıyor. Siyasi soykırım operasyonlarında her gün onlarca tutuklama yapıyor. Kürt soykırımı sürdürülüyor. Faşist polis terörü sokakta, basının üzerinde, akademisyenlerin, aydınların üzerinde.

AKP, tüm siyasi karşıtlarını faşist şiddet ile polis terörü ile susturacağını, ezeceğini söylemekte behis bile görmüyor. Bunu milletin kendi göbeğini kesmesi diyor. Ne alakası var. Bu Tayip Erdoğan’ın eline geçirdiği devlet sopasıyla siyasi terör uygulamasıdır. Bütün siyasi rakiplerini, şiddet ve terör ile ezme, bastırma girişimidir. Şimdi Kürdistan ve Türkiye’nin dört bir yanında tüm toplumsal kesimler üzerinde faşist terör kol geziyor. Bütün bunların olduğu bir ortamda, Meclis’e yansımaması olamazdı. Doğal bir şekilde Meclis’e yansıdı. Dokunulmazlıkların kaldırılmak istenmesi de bu faşist terör uygulamasının bir parçası olarak gündeme geliyor. HDP milletvekillerine saldırı da bunun bir parçasıdır.

Toplumu faşist baskı altında korkutarak, sindirerek, pasifize ederek aslında çökmekte olan iktidarının ömrünü uzatmaya çalışıyor. HDP’liler de halkın özlemini dile getiriyorlar, halkın tutumunu dillendiriyorlar. Halk direnişinin içinde oluyorlar, onu Meclis’e taşıyorlar. Toplumun demokratik haklarına sahip çıkıyorlar, sözcülüğünü yapıyorlar diye büyük bir öfke ve kin ile üzerlerine gidiyorlar. Meclis’ten atmaya, susturmaya çalışıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın bütün amacı, gerçekleri söyleyen ve AKP terörünü teşhir eden herkesin susturulmasıdır.

“Susturun onu” deniliyor ve susturuyorlar. İşte İmralı’da da bir yılı aşkın süredir Önder Apo’yu susturuyorlar. Zaten en ağır tecrit altındaydı. Bir yıldır hiçbir görüşme yaptırmıyorlar. Eğer bir basın organı, özgürce birkaç kelime söylüyorsa hemen kapatıyorlar. Hemen tutuklayıp hapse koyuyorlar, ihanet ile yargılıyorlar. Terörist diyor, hain diyor ve devleti üzerine sürüyor. Bir defa iktidar gücünü ele geçirmiş, istediği şekilde kullanıyor.

Bu faşist mantık, Hitler mantığıdır. Ama Tayip Erdoğan bilmeli ki, yaptığı şey tehlikelidir. Sen eğer iktidar gücünü siyasi mücadelenin aracı yapıp bu şekilde kullanırsan, başkaları da onu yapar. “PKK şiddeti siyaset aracı olarak kullanıyor, bundan vazgeçsin.” Eğer PKK yüzde 1 kullanıyorsa, AKP ve TC devleti yüzde yüz kullanıyor. Terörü, şiddeti, silahı, sopayı, copu kim siyaset aracı olarak kullanıyor? Gerçekler gözönünde değil mi?  Her gün evler basılmıyor mu, milletin kafasında terör uygulamıyor mu? Bu şiddet değil mi? Deniliyor ki “devletin buna hakkı vardır, ayrıcalığı var.” Devlet kendine o hakkı tanırsa, herkes kendini devlet ilan eder ve kendine ayrıcalık tanır.

Hatip Dicle’nin bahsettiği ‘kopuş’ kavramı da buradan mı ortaya çıkıyor?

Evet, kopuş da buradan ileri geliyor. Eğer sen bu kadar baskı yaparsan, elbette Kürt çare arayacaktır. Varolma ve özgür yaşama çaresi arayacak. Sana mecbur değil, muhtaç değil. Sen gücü kullanıyorsun, o da güç edinir ve sana karşı kullanır. Bir de sana köle olmak zorunda değil, dediğini yapmak zorunda değil. Birlik oluşturursan, karşındakini dinlersen, bir ortaklığa gitmeyi öngörürsen, seninle birlik olur. Karşındakine söz hakkı, yaşam hakkı ve özgürlüğü tanırsan seninle birlikte yürür. Yoksa eski kölelik devri geçmiştir. Kürde soykırım adı altında, kapatma siyaseti uygulamaya çalıştılar. Bunun sonucu PKK oldu. PKK bütün bu çitleri parçaladı, kırdı. Şimdi özgür insanlığa öncülük edebilecek özgür bir cesaret, fedakarlık ve ruh ortaya çıkardı. Bu ortaya çıkar, gerçekleşir.

Ben “Kürtler ayrılırlar” demiyorum. Kürtler direnir ve AKP’yi yıkarlar.  Kürtler Türk’le birleşir, zulmü uygulayan gücü yıkarlar. Kürtler, daha fazla direnişe geçer, daha çok mücadele eder, daha çok dağa çıkar, daha çok örgütlenirler. Kendi varlık ve özgürlük mücadelelerini daha fazla yürütürler. Dostluk ve ittifak kurarlar. Bütün ezilenler ile birlik kurarlar ve bu temelde mücadele ederler. Pratikte gerçekleşen de budur.

Fakat bu konuda Türkiye toplumunun daha cesaretli, bilinçli, mücadeleci olması gerekli. Böyle bir faşist zihniyet ve terör siyaseti pratiği altında yaşanamaz. Buna dur demek lazım. AKP’nin geldiği nokta kaldırılabilecek, tahammül edilebilecek bir nokta değil. Dünya tahammül etmiyor, mesela ABD tahammül etmiyor. Ahmet Davutoğlu “gidip görüşeyim” demiş, “zamanımız yok, işimiz var” demişler. Artık randevu da vermiyorlar. Tayyip Erdoğan gitti, elini sıkacak kimse bulamadı. Birkaç Yahudi buldu, eskiden İsrail’e söyledikleri için kendini affettirmeye çalıştı. Türkiye toplumu da bu gerçeği görmeli. Bu zulüm gerçekliği altında yaşanamaz. Evet, baskı ile sindiriyor, engellemeye çalışıyor. Ama toplum sinmemeli. Özellikle toplumun öncülüğünü yapan güçler; aydınlar, yazarlar, siyasetçiler, akademisyenler, gençlik, kadın, yani özgürlüğe en fazla ihtiyacı olanlar bu faşist zulüm düzenine boyun eğmemeliler. Bu faşist düzen yıkılabilir. Bu sistem yok edilebilir.

KİLİS’E ROKETLERİ DAİŞ DEĞİL MİT ATIYOR

Türkiye toplumunun AKP gerçeğini görmesi gerektiğini söylediniz. Bu noktada Kilis’te yaşananlar AKP’yi bir kez daha deşifre etmiyor mu? Bu konu Türkiye basınında tartışılamıyor ama siz Kilis’e düşen roketleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Kilis’te ve Rojava sınırında yaşananlar yeni bir planlamanın habercisi mi?

Kilis’te yaşananlara ilişkin AKP yalan söylüyor. Bir provokasyon var ve kendi provokasyonlarını yalanla gizliyorlar. Ortada bir DAİŞ saldırısı olduğuna inanmıyoruz. DAİŞ de ‘saldırdım’ demiyor. Devlet de DAİŞ’e karşı bir refleks göstermiyor. “Güvenlik güçleri misliyle karşılık verdi” deniliyor ama ne yaptıkları belli değildir. Ortada bir oyun var. Bunu MİT yapıyor. Hakan Fidan’ın Suriye’ye ilişkin güvenlik toplantısında söyledikleri biliniyor: “Sınır ötesine geçeriz. Birkaç roket atarız, ondan sonra ordumuz istediği yere girer” dedi. Şimdi atıyorlar. Bunları yaptırtan AKP siyaseti ve MİT’tir. Niçin yapıldığından önce yapanı doğru tespit etmek lazım. Kilis halkı DAİŞ’i protesto etmek için yürüyüşe geçince TOMA’lar, o faşist polisler halka nasıl saldırdı! Bu da gerçekleri ortaya koyuyor.

Ne yapmak istediklerine ilişkin ise, bunu Suriye’ye, Rojava’ya müdahalenin kapısını açık tutma, zemini oluşturma girişimi olarak değerlendirenler var. Bu gerçek olabilir. Örneğin Efrîn saldırısı için hazırlık yapıyor olabilir. Bir tehdit de olabilir: Türk ordusu Suriye’ye girecek, Rojava’ya girecek! Evet, girebilir de. Fakat bunun öyle söylendiği kadar kolay olduğunu sanmamak lazım. Bunu dünya da kolay kabul etmez, Suriye ve Rojava da böyle bir müdahaleye, Genelkurmay Karargahı’nın merdivenleri üzerindeki kırmızı halı gibi halı sermemiştir. Girebilir ama girmenin bir bedeli var. Çıkıp çıkamama sorunu da var. Girip de çıkamayanlar çok oluyor. ‘Bağdat’a sefer olur, zafer olmaz’ denilirdi ve bunlar eski Osmanlı sözleridir. Türk ordusu için de her zaman akılda tutulması gereken sözlerdir. Ama bunu bir tehdit aracı olarak tutuyorlar. Girerim ha! Vururum ha! Herkesi korkutarak, onun üzerinden siyasi kazanç sağlama çabası var.

Bunun dışında sınırın boşaltılmak istendiği yönünde de görüşler var. Türkiye devleti Suriye ve Irak sınırında şehirleri ve köyleri boşaltacak diye proje ve planların olduğu, uygun zamanların kollandığı yönünde bilgiler var. Kilis’te yaşananlar böyle bir planın parçası olabilir. Kilis’i de boşaltmak istiyorlar gibi. Boşaltılan arazileri de satıyorlar. Daha önce sınır hattındaki mayınlı araziyi bazı çevrelere sattılar. Bu araziyi de satabilirler. Çünkü AKP yönetimi tüccardır. AKP iktidarını sürdürsün de Türkiye ne olursa olsun, umrunda değil. Yeter ki kendi devr-i iktidarını lale devri gibi rahat içerisinde geçirsin!

Yine o bölgede Rojava’da olan faşist çete örgütlerinin kamplarının kurulacağı yönünde de bilgiler var. Yine o kamplarla birlikte onlara yatkın kitleleri koyarak uzun vadeli bir terör siyasetini de bunlara dayanarak uygulamak yaklaşımının olduğunu söyleyenler de var. Öncesinden, Türk devletinin Kürdistan sınırının boşaltılacağı yönünde plan ve projelerinin olduğu biliyorduk. Şemdinli’den Suruç’a kadar sınırı boşaltma planları var. Kilis’e kadar gidince, demek ki, bunu Akdeniz’e kadar uzatıyor olabilirler. Bu tehlikeli bir durum. Özellikle Kürdistan’ı orta yerden bölme planıdır. Kuzey’den içeri doğru 20-30 km, Rojava ve Başur’dan aynı şekilde boşaltma. Zaten her gün topla, uçakla vurarak tümden insansızlaştırma, böylece de Kürt toplum birliğini, ülke birliğini ortadan kaldırma gibi bir soykırım planı olabilir. Buna “tampon bölge yaratma” deniliyordu. Bu da bir soykırım projesidir.

Eğer bu görüş doğruysa, Kilis’e yapılan saldırılar da böyle bir sınır boşaltma planın parçası olarak sürdürülüyorsa, demek ki kış boyu Cizre’den Şırnak’a, Nusaybin’e boşaltmayı öngörmüşler. Eğer özyönetim direnişleri olmasaymış, YPS ve YPS-Jin güçleri kahramanca direnmeseymiş aslında boşaltacaklarmış. Kilis’te yapılan provokasyonları YPG ile çatışıyor gibi göstererek, sınırı tutup Cizre’yi, Nusaybin’i güvenlik gerekçesiyle taşıyoruz diye boşaltmayı planlamış olmaları güçlü bir ihtimaldir.

Buna zemin yaratmak için yasal düzenlemeleri de yapmışlardı...

Evet, Çöktürme Eylem Planı’nda bu da vardı. Kaydırılmak istenen nüfusla bu sınır hattındaki nüfusun kastedildiği anlaşılıyor. Özyönetim direnişine karşı çıkanlar, böyle sert bir direnişe neden girildiğini anlamak isteyenler nedenini görüp, anlasınlar. Bu direniş ne büyük sonuçlar ortaya çıkarmış ve ne büyük tehlikeleri önlemiş. Vahşi soykırım planlarını kırmış. Evet, bazı mahalleler yıkıldı, yakıldı. Hala da yapılmak isteniyor ama Cizreliler, Nusaybinliler, Şırnaklılar, Silopililer kendi şehirlerinde kalmaya ısrar ediyorlar. Kış boyu saldırı altında kalan halkımız da bu gerçekleri iyi görmeli. Acılar yaşadık, bedeller ödedik ama ne kadar vahşi ve ağır soykırımcı bir plan da boşa çıkartıldı. Eğer bu direniş olmasaydı sonucun çok çok daha ağır olacağı, Kürtlerin artık bir halk olarak var olma durumunu kaybedeceği ortada. Bundan sonra da “niye direniyoruz” demeyelim, direnişi elli kat arttıralım ve AKP faşizminin vahşi emellerini gerçekleştirme-uygulama imkanlarını kesinlikle vermeyelim.

AKP’nin bu soykırım planlarını uygularken yalnız olmadığını görüyoruz. Örneğin, İran-Türkiye arasında yapılan görüşmeler sonrası Türkiye, İran ve Suriye istihbaratlarının Cezayir’de toplantı yaptığına dönük bilgiler var. Qamışlo’daki saldırı ve çatışmaların da böyle bir toplantı sonrasına denk gelmesi dikkat çekti. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iddia doğruysa, böyle bir girişim Suriye rejimi açısından ne gibi sonuçlara yol açabilir?

Kürdistan bölünüp parçalandı, ama ortak bir Kürdistan yönetimi vardır. Parçalanıp farklı devletlere bırakılmış olmasına rağmen Kürtlere nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bu devletlerin de, küresel kapitalist hegomonya sisteminin de ortak bir yönetimi var. Bağdat Paktı oldu, Sento oldu, Irak’a komşu ülkeler ittifakı oldu ve bunların hepsi Kürdistan’ı denetlemeye dönüktü. Bu konuda özellikle Türkiye ve İran başta geliyor ve öncülük ediyor. Bu durum ilk olarak İran-Irak savaşında kırıldı. PKK de o ortak yönetimin kırılmasının yarattığı boşluktan yararlanarak gerilla mücadelesini geliştirdi. ABD bunu görünce çılgına döndü ve hemen İran-Irak savaşını durdurttu ve PKK’ye karşı ortak operasyona götürttü. Bu süreç uluslararası komploya kadar geldi.

Daha sonra Ortadoğu’daki 3. Dünya Savaşı’nın derinleşip bugüne gelmesi bu ortak yönetimi parçalıyor. Kürtler bilinçlendi, bilinçleniyor; PKK tüm Kürdistan parçalarında mücadele yürüten bir hareket haline geldi. Sınırları işlemez kıldı. Diğeri ise, Ortadoğu’daki savaş mevcut güçleri eskisi gibi Kürt karşıtı ortak yönetimi yürütülemez hale getirdi. Fakat eskisi gibi yürütülemese de, Kürdistan’da soykırım uygulayan devletler birbirleriyle ölüm-kalım savaşında bile olsalar Kürtlere karşı ortak mücadele etmek için sürekli görüşme halindeler. Gizli görüşmeler yapıyorlar, ilişki ve ittifak geliştiriyorlar. Ahmet Davutoğlu’nun Tahran’a gidip İranlı yöneticilerle görüşmesinin esas amacı Kürtlere karşı ortak tavır geliştirmek içindi. Ve o konuda anlaşma yaptılar da. Halbuki Yemen ve Suudi üzerinden neredeyse savaşa gireceklerdi. O çatışma devam ederken bile Kürtler söz konusu oldu mu, birlik olabiliyorlar. Onun ardından Türk uçakları hep Rojhilatlı örgütlere hava saldırıları yaptılar. Kandil ve diğer yerlerdeki hava saldırılarının çoğu Rojhilatlı örgütlere oldu. Nasıl ki, 2011’de Kuzey Kürdistan’da Demokratik Özerklik ilanıyla AKP saldırılarına karşı direniş gelişirken İran Kandil’den PKK’ye saldırı yaptıysa, şimdi de onun karşılığını verir gibi Türkiye’de Rojhilatlı örgütlere saldırarak İran’a destek veriyor.

Yapabildikleri kadar ortak operasyon yapıyorlar. O da yetmedi, İran gitti Qamışlo’yu da vurdu, YPG ile çatışmaya girdi. Duzxurmato’yu vurdu, KDP ve YNK’yle çatışmaya girdi. Dikkat edilirse bütün Kürtlerle AKP de, İran da çatışmaya giriyor. Kürt düşmanı zihniyet ve siyaset bu saldırıları yaptırtıyor.

Biz hep bu konuya dikkat çektik. Bu gerçeği herkesin görmesini istedik. Şimdi Duzxurmato’ya saldırı sonrası kimi KDP’li yöneticilerin “İran tehlikesi var. Kürtler birlik olmalı” diye açıklama yaptıklarını duyduk. Bu açıklamanın ayrıntısını bilmiyoruz ama, ‘rojbaş’ demek lazım. PKK aylardır bu konuda feryat ediyor: Hem tehlikeyi gösteriyor, hem de “imkanlar var, doğru kullanalım” diyor. PKK karşı bu kadar saldırı yapılırken, kendilerine karşı saldırı yapıldığında “birlik olalım!” demenin ne anlamı var. Kürtler yaşananlardan ders çıkarmayı bilmeliler. Hewler’de yönetim olabilir, Qamışlo’da bir yönetim kurulabilir. Ama burada yönetim olanlar sanmasın ki, her şey güllük gülistanlık oldu, güvenlikleri sağlandığı ve orada ebediyen yönetim olarak kalacaklar. PKK direndiği için oralarda yönetim olunabiliyor. PKK direnişi olmasa o yönetimler bir gün bile ayakta kalamazlar. O halde PKK direnişine sahip çıkmak, PKK’nin direniş çizgisinde birlik olmak, ortak bir demokratik Kürt stratejisi oluşturmak ve o strateji temelinde ki, buna Kürdistan Ulusal Kongresi dedik, bu strateji temelinde siyaset yapma dışında Kürtler tehlikeleri önleyemezler.

AKP HERKESE ‘BİZİ KURTARIN’ DİYE YALVARIYOR

AKP sadece İran’a değil herkese yalvarmakta. İsrail’e de yalvardı. Almanya’ya yalvardı; neredeyse Merkel’in gece-gündüz elini öpecekler. Son günlerde Amerika’ya yalvarıyorlar. Erdoğan ikide bir “Eyy Obama!” diyerek ellerini açıyor. “Siz yapmayacaksanız biz göbeğimizi keseriz” diye tehdit etmeye çalışıyor. Bu kadar işbirlikçi, uşak, yalvarır hale düşmeye ne gerek vardı. Biraz demokratik ve paylaşımcı olunsa Türkiye toplumu ve imkanları kendilerine her şeyi verirdi. “Her şey benim olacak, tam bir faşist diktatörlük kuracağım” egosuyla yaklaşıldı. Şimdi AKP herkese “bizi kurtarın” diye yalvar yakar ediyor. Ama kurtaramazlar. Ben açık söylüyorum: Ne terör, ne yalvarma, ne soykırım, hiçbir şey AKP’yi kurtaramayacak. AKP diktatörlüğü son günlerini yaşıyor. Yine söylüyorum 7 Haziran’ı görse de 1 Kasım’ı bir daha göremeyecek. AKP diktatörlüğünü ne Türkiye toplumu ne de dünya kaldırır. Türkiye’ye her gün üç-beş cenaze gidiyor. Türkiye toplumu bunu sorgulamalı. Örneğin, akademisyenler “suça ortak olmuyoruz” dediler ama Kürdistan’da kan döken, Kürdü katletmek için gelip de can veren insanların durumunu da değerlendirmek zorundalar. Pasif durmak yetmiyor, bu suçu işleyenlerin önüne geçerek suç işlemeyi durdurmak lazım. AKP’nin insanlığa karşı işlediği suçları durdurmak lazım. Çünkü AKP bunu Türkiye toplumu adına yapıyor ve böylelikle de AKP suçuna ortak ediyor.

Almanya, biraz ekonomik çıkar için AKP’ye destek veriyor. Nasıl demokrat oldukları Kürdistan’daki katliama verdikleri destekle anlaşılıyor. Nusaybin’de, Sur’da, Cizre’de yakıp yıkan silahların çoğu Almanya’dan alınmaktadır. Alman tankları ve panzerleri kullanılıyor. Mülteci pazarlığı ve ekonomik çıkar uğruna destek veriyorlar. Ama bu destek de AKP’yi kurtaramaz; ne Amerika, ne Rusya hiç kimse bunu kaldıramaz. AKP, “herkesi yok edeceğiz” diyor ama yok olmakta olan Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. AKP çöküşün eşiğindedir ve çökmekten kurtulamayacaktır.

Qamışlo, Hesekê ve Halep’teki son saldırılar ve çatışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunlar Rojava’da gelişen Demokratik Suriye Meclisi’ni zayıflatmaya dönük provokasyonlar mı?

Tam bilmiyorum, ama eğer gerçekten Suriye yönetimi dolaylı yoldan da olsa, gizli de olsa AKP ile görüşme yapıyorsa, sadece yazıklar olsun derim. Siyaset olur ama bu siyaset falan değildir. Herkes durumunu iyi değerlendirmeli. AKP oyunları iyi görülmeli. Sözde Türkiye ve İran, Suriye ve Esad yönetimi konusunda karşı karşıya görünüyordu. Aslında Kürtleri engellemek için hep birlikte hareket ettiler. Biz onun farkındayız. Oradan dolayı Suriye yönetimi “ben de buna dahil olayım, Kürtlere karşı çıkalım. Kürtleri bastırarak yeniden birlik olalım” diyorsa, AKP’nin faşizmi çökerken kendisi de çöker. Öyle olmamalı, o kadar pragmatist, menfaatçi olunmamalı. Türkiye bunu yapıyor, AKP’nin esası bu. Hiçbir ilkesi yoktur, çıkarı neredeyse onu yapar. Anında birlik de olur, arkadan hançeri de vurur. Böyle bir güç. Biz de bir sürü görüşme yaptık, ne olduğunu anladık. Herkes AKP’yi tanıdı. Bu AKP ile işler yürümüyor. Bu bakımdan Suriye ve Rojava’da da bir sürü komplo, saldırı, provokasyon yaptığı gibi oyunlar da geliştiriyor. Herkes bu oyunlara dikkat etmelidir. Suriye rejimi de dikkat etmeli, Suriye’deki Kürt, Türk, Süryani, Ermeni, Arap siyasi demokratik güçler de dikkat etmeliler.

AKP’nin karşısında durup mücadele ederken veya ilişki kurarken hep dikkatli olunmalıdır. AKP, bütünü parçalayıp herkesi kendisine mecbur etmek istiyor. Özellikle de Demokratik Suriye’nin oluşmasını engellemeye çalışıyor. Merkezi, diktatöryal bir Suriye olmasını istiyor, neden? Çünkü demokratik Suriye olursa, Kürtler özgürlük ve kimlik kazanacaklar; faşist, merkezi ulus-devlet diktatörlüğü olursa Kürtler inkar edilip ezilecekler. Tek hedefi Kürt düşmanlığıdır. Onun için de her türlü gerici faşist ittifaka hazırdır. Bu yönlü oyunlara hazırdır.

Özellikle Süryani, Asuri, Arap siyasetçileri, grupları Türkiye’nin bu oyunlarını iyi görmeliler. Yine İran ve Suriye ile işbirliği yapmak isteyebilir. Bu tehlikelidir, bunu da iyi görmeliler. Demokratik Suriye için de, özgür Rojava için de tehlikelidir. Bu oyun ve tehlikelere karşı her zaman uyanık olunmalı ve ona karşı çıkabilmek lazım. Bunun için de demokratik Rojava sistemi, kanton düzeni Suriye için önemliydi. Rojava’da gelişen özgürlük devrimi, demokratik Suriye’nin harcıydı. Burada birleşip, buna dayalı demokratik bir Suriye federasyonu oluşturmak gerçekten de bütün halklar için, Suriye’nin bütün ezilenleri, emekçileri için en doğru, kalıcı, özgürlükçü çözümdü. Bunun yolu da Demokratik Suriye Federasyonu’dur.

Bunu bir parçası olarak Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu örgütlenmek istendi. Suriye’nin diğer alanları da kendi örgütlülüklerini kurarak, Demokratik Suriye Federasyonu içerisinde birlik olunmalıydı. Bu ittifaklara katılınmalı. AKP’nin parçalayıcı, bozucu oyunlarına karşı uyanık olunmalı. Özellikle oyuna gelip geri çekilenler, oluyor. O tür çevreleri başta AKP olmak üzere benzer birçok faşist milliyetçi güçten gelen tehlikeleri görmeye çağırıyorum. Kürtler ile de demokratik Suriye ittifakını güçlü, etkili yapmaya özen göstermeliler. Çağrımız bu temeldedir. Diğeri faşizme kazandırır, demokratik güçlere kaybettirir.