Kalkan: Gelecek halkın ellerindedir

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan: Her toplum kendi geleceğini kendisi örgütler. Bu, başkasıyla birlikte yapılabilir ama sen mücadele etmezsen, sen örgütlenmez ve kendine gelecek öngörmezsen kimse sana bir şey vermez.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, ““Çare ve çözüm kendimizdedir. Gelecek halkın ellerindedir” diye bir deyim vardı. Her toplum kendi geleceğini kendisi örgütler. Bu, başkasıyla birlikte yapılabilir ama sen mücadele etmezsen, sen örgütlenmez ve kendine gelecek öngörmezsen kimse sana bir şey vermez. Kendi kaderini kendi eline almayan toplumu kimse dikkate almaz. Kendi demokratik yönetimimizi kurmalı, kendi sorunlarımızı çözmeliyiz. Bu bakımdan her şeyin başına kendini eğitmeyi ve örgütlemeyi, kendi yönetimini sağlamayı her şeyin önüne koymalıyız. Şimdi en kutsal çalışma budur” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan MED NÛÇE televizyonundaki Politik Alan programına katılarak gazeteci Ersin Çelik’in sorularını yanıtladı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit devam ediyor. Uzun süredir Öcalan’dan haber de alınamıyordu. AKP’nin bu politikasına karşı direniş büyürken, 11 Eylül günü Mehmet Öcalan İmralı’ya giderek Sayın Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirdi. Siz bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürdistan ve Türkiye’deki uygulamalar, Tayyip Erdoğan yönetiminin Kürt halkına, Hareketimize demokratik güçlere yaklaşımı, “Fethullahçılara karşı mücadele ediyorum” diye sindirici saldırıları, faşist devlet terörü en üst düzeydeydi. Diğer yandan Kürt halkının başta Kuzey Kürdistan ve Avrupa olmak üzere her yerde önemli bir tepkisi, mücadelesi ortaya çıkmıştı. Yine açlık grevleri ve onun etrafında yoğunlaşmış bir mücadele vardı. Mevcut koşullarda bu görüşme gelişen mücadelenin önünü alma, mücadelenin büyümesini engellemek için bir girişim olabilirdi. Nitekim sonuç da böyle oldu. Tecrit devam ediyor, baskı ve devlet terörü devam ediyor, İmralı kapıları açılmadı. Önder Apo’nun özgür yaşar, çalışır koşulları sağlanmadı. Tam tersine aynı baskı şiddet devam ediyor.

11 Eylül’de Önder Apo kardeşiyle görüşme yaptırılırken 24 DBP’li belediyeye kayyum atandı, belediyeler işgal edildi. Seçimle gelmiş, Kürt halkının iradesi olan belediyeler gasp edildi. Seçilmiş belediye başkanları ve meclis üyeleri atıldı, yerine İçişleri Bakanlığı’nca atamalar yapıldı. Kürdistan’da atanmışların seçilmişler üzerindeki egemenliğini AKP hükümeti sürdürüyor. İmralı tecridine tepkinin zayıflatılmasının ötesinde bir de belediyelerin kayyumla işgal edilmesinin bir aracı yapılmak istendi bu görüşme. Bu, tam bir özel savaş yöntemidir. Nasıl ordular herhangi bir toprak parçasını işgal ettiğinde ne yapıyorsa, belediyeler işgal ediliyor, bayraklar asılıyor. Zırhlı araçlarla belediyeler kuşatılıyor. Başbakan Binali Yıldırım “taarruz halindeyiz” dedi, ilk taarruz belediyelerden başladı.

Böyle bir ortamda İmralı’daki görüşmenin ortaya çıkardığı yeni bir durum yok. Toplum Önder Apo’nun mesajlarını aldı. Bu, kuşkusuz ki iyi oldu.

Sayın Öcalan’ın bu görüşmeden yansıyan mesajlarını nasıl değerlendirdiniz?

Evet, bu mesajları herkes değerlendirdi hala da tartışılmaya devam ediyor. Bütün demokratik güçler, herkesin genel değerlendirmesi: Önder Apo’nun barışçıl demokratik çözüm noktasında durduğu net açığa çıktı. Birçok çevre “bu kadar şiddet kan varken bu kadar serinkanlı şekilde barış ve demokratik çözümde ısrar etmek bir liderlik vasfıdır” dendi. Önder Apo “ben yerimde duruyorum ama bunun ortamı yok. Böyle bir ortamda bayram bile kutlanmaz. Günde 30 gencin öldüğü bir ülkede bayram mı olur, görüşme mi olur, siyaset mi işler! Her şeyden önce bunun durdurulması gerekir” dedi. Kürt sorununun zor bir sorun olduğunu ama buna rağmen Kürt tarafının 6 ay içerisinde bu sorunu çözüme götürecek projelerinin hazır olduğunu net biçimde ortaya koydu. Daha önemlisi “bu ülke buna layık değil” dedi. Bununla da Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Tayyip Erdoğan yönetiminin yaptıklarını görün ve bu yönetime dur deyin, demiş oldu.

Her gün 15-20 Türk genci toprağa giriyor. Analar feryat ediyor. Ama bunun idrakında değiller. Bir öcü yaratılmış; psikolojik savaşla insanların beynini yıkıyor, gözlerini karartıyorlar. Ne yaşandığını, ne yaptıklarını bilinmez hale getiriyorlar. Önder Apo işte bunu teşhir etti. Bu temelde Türkiye toplumunu gerçekleri görerek bu duruma dur demeye, kendi kaderine sahip çıkmaya, kendisine de Kürt halkına da kötülük yapmaktan vazgeçmeye, bunu yapan iktidara ‘dur’ demeye davet etti. Bu da tarihi bir çağrıydı.

Bütün bunlara rağmen bu görüşme mücadelenin bir başarısıydı. Toplum direndi ve sonuç aldı. Şu çıktı ortaya: Daha büyük direniş, daha büyük sonuç alacaktır.

OHAL ilan edildiğinde AKP’li yetkililer “OHAL süresince İmralı’ya gidiş-geliş” olmayacak demişti. Buna rağmen görüşme gerçekleşti...

Evet, görüşme olmayacaktı ama yaptırmak zorunda kaldı. Bir yerden saldırı yapabilmek için bir yerden taviz verdi. Ama diğer yandan mücadelenin zayıflatılması için bunu yaptı. İçte ve dışta gelişen halk hareketinden korktu. Egemen güçler halkın bilinçlenerek eyleme geçmesinden korkuyor. Önemli ve gerekli olan da bunu yapmak.

11 Eylül görüşmesiyle İmralı kapıları açılmadı, İmralı duvarları yıkılmadı. Önder Apo’nun özgürlük ve sağlık sorunları çözülmedi. Her şey eskisi gibi devam ediyor. Sadece çok olumsuz koşullarda kardeşi iki yıldır yapamadığı bir görüşme yaptı. Böylesi görüşmelerin yapılmadığı tek yer İmralı’dır. Rehine politikası uygulanan yer İmralı’dır. Baskı, terör, tecrit sona ermemiştir. Bu bakımdan halk duyarlı olmalı. Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük sorunlarında da duyarlı olmalı, kendi özgürlük ve demokrasi mücadelesinde de duyarlı olmalı.

Böyle bir görüşmeye denk getirilmese, belediyeler bu biçimde işgal edilemeyebilirdi. Halkın belediyelere sahip çıkması daha güçlü olacaktı. Belediyeleri polis işgal ettiğinde halk belediyeleri kuşatıp belediyeleri elinde tutmalıydı. Gücü yetmiyorsa derhal kendi belediyesini oluşturmadı. Bu yönlü çabalar var ama zayıftır. Mevcut belediye yönetimleri halkın koruması ve desteği altında çalışmalarını sürdürmeliydi. Toplum belediye yönetimi etrafında kenetlenerek kendi yerel demokratik yönetimini sürdürmeliydi. AKP bu görüşmeyle bir rehavet yaratmak istedi. Halkımız, demokratik siyaset güçleri bu duruma kesinlikle düşmemeli.

Beklenti yaratmaya dönük bir çaba mı?

Beklenti değil yanıltma yaratıyor. Var olan direniş durumunu parçalama, geriletme ve rehavete düşürme çabası. Yanıltma yaratarak mücadeleye girmiş insanları mücadeleden geri düşürme çabasıydı. Mevcut mücadele zayıflıkları da bu oyuna gelindiğini ifade ediyor. Kesinlikle bu konuda herkes duyarlı ve dikkatli olmalı. Mücadelesini geriletmemeli, tersine direnilerek sonuç alınacağı görülme. O halde daha fazla örgütlülük ve daha fazla direniş çizgisini her yerde geliştirmeli.

Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü konusunda Hareketiniz de bu görüşme öncesinde bir deklarasyonla tutumunu açıklamıştı. Uluslararası güçlerin çağrıları da devam ediyor. Son olarak ABD yönetimi siyasi çözüme işaret eden açıklamaları oldu. O zaman bu çağrı ve tartışmalar mevcut durumda sözünü ettiğiniz ‘yanıltma’ politikasıyla bağlantılı mı?

Ben Kürt toplumunun şunları bilmesini isterim. Çok derinleştirilmiş, her türlü yöntemi kullanmayı mubah sayan, ölçüsüz bir özel savaş saldırısıyla karşı karşıyayız. Özel savaştan kastedilen ne oluyor denilirse; savaş, askerlik ve siyaset işidir. Fiziki olarak kavgayı ifade ediyor. Özel savaş bunu sürdürdüğü gibi bunun yanında kavgayla değil; duyguyla, ruhla, düşünceyle, psikolojiyle oynayan, yalanla dolanla dolu, insanları kandırıp yanıltarak kendi çıkarını göremez, kendisi için mücadele edemez hale getirmeyi hedefleyen bir savaş yöntemidir.

Tayyip Erdoğan neden bu kadar medyayı denetliyor? Küçücük bir farklı sesin çıkmasına izin vermiyor. Bir tane muhalif gazete, televizyon bırakmıyor. Hepsini kapattırdı. Kendisine biraz muhalefet ediyor diye Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ı bile tutuklattırdı. Hemen ya PKK destekçisi, ya FETÖ destekçisi diye bir yafta yapıştırıp hapse koyuyorlar. AKP bütün yönetimini böyle sürdürdü. Geçmişte Gülen Cemaatiyle birlikte Ergenekonculara böyle yaptı. Bize, Kürtlere karşı saldırıları ise hep böyleydi. Bunu bir siyaset tarzı olarak sürdürüyor.

Bu kadar medyayı elinde tutması aykırı bir sesin çıkmaması içindir. Çünkü yalanı dolanı, hilesi hurdası, hırsızlığı, vahşi insanlık dışı uygulamaları görülmesin, teşhir edilmesin diye. Evrensel gazetesi bir açıklarını bulmuş, bir haber yayınladı diye hemen “PKK’lidir” yaftası ve kapatma tehdidi! Toplum da böyle susturuluyor. OHAL de bunun için ilan edildi. Şimdi böyle bir özel savaşla karşı karşıyayız. Demokratik siyaset gelişmediği müddetçe her şeyi özel savaş kapsamında değerlendirmek gerekir.

Sorunuzda belirttiklerinizi de biz böyle bir özel savaş kapsamında değerlendirebiliriz. Mart ayından beri bizden ateşkes talebinde bulunan güçler var; Amerika’dan Avrupa’ya kadar, Güney Kürdistan yönetiminden birçok güce kadar... Biz onlara her zaman “biz savaş başlatmadık” dedik. Önder Apo’da “süreci biz sonlandırmadık. Biz masanın ucundaki koltuğumuzda oturuyoruz. Başkaları masayı devirdiler” dedi. Bütün güçlere biz bunu söyledik. Ama bunu AKP’ye kabul ettiremiyorlar.

Tayyip Erdoğan kan kusuyor. Ağzını açtı mı her tarafa küfür ediyor, herkese saldırıyor. Dünyada tehdit etmediği, saldırmadığı güç kalmamış. Bu durum daha iyi anlaşılsın diye yönetimimiz, Hareketimizin tutumunu deklere etti. Önder Apo’nun ifade ettiği sözlerle yönetimimizin açıklamaları bütünlüklüdür. Kürt tarafı düşünce ve politika olarak tam bir birlik ve bütünlük içinde. Ama Türkiye öyle değildir. Tayyip Erdoğan dünyayı fır dönüyor. İmkanlar dağıtıyor, tavizler veriyor, yalanlar söylüyor, dosyalar götürüyor. Bununla alemi kandırmaya çalışıyor. Herkesi kendi uyguladığı soykırıma alet etmek istiyor.

ABD’nin, Rusya’nın Ortadoğu ve Suriye’ye dönük çabaları var ama bu çabalardan kayda değer, somut olan bir pratik göremiyoruz. Artık pratik görmediğimiz şeylere inanmamız için hiçbir neden yok. Biz öyle bir noktaya geldik ki, somut gelişmeleri görürsek inanabiliriz. Kürtler, Araplar, Ortadoğu’nun ezilen insanları aldatıla aldatıla her şeyden şüphe duyar hale geldiler ve bu haklarıdır da.

Söylentiler ve çağrılar oluyor, konuşuluyor; alem rahat! Katledilen Ortadoğu insanları oluyor. Kürt, Arap, Türk gençleri katlediliyor. Dünya bunun üzerinden nasıl çıkar sağlayacağının peşinde. Demokrasi, adalet, hukuk varmış da bunlar işliyormuş gibi kimse sanmasın. Kürtlerin bu durumu görüp kendi kaderlerini ele alacak tutum içinde olmaları önemli. Bu anlamda HDP’nin çabaları oldu. Biz de PKK ve KCK olarak sürekli diğer Kürt örgütleriyle ilişki, görüşme, istişare içerisindeyiz. Ulusal Kongre’nin toplanması için geçmişte büyük çabalar harcadık. O günden bu yana Ulusal Kongre temelinde Kürt demokrasisini oluşturup bütün bu sorunları Kürt çözümü öncülüğünde çözüme götürmek için PKK hareketi olarak önemli çabalar harcadık. Şimdi de bütün Kürt örgütlerine Hareket olarak çağrımız, imkan ve fırsatları değerlendirmek, bu kanı durdurmak, çözümün önünü açmak üzere Kürt demokrasisini geliştirme çağrısıdır.

Ama bunların hepsi bir çabadır. Bir istişare ya da görüşme sanki sonuca gidilmiş bir durum gibi algılanıyor. Bu çok riskli. Çabalar var ama ortada somut sonuç yoktur. Halkın mücadelesi, bunu yaptırıyor. Bu görüşmelerden kalıcı sonucun çıkması da halkın mücadelesini daha örgütlü, daha geniş temelde yürütmesine bağlıdır. O nedenle ben toplumun demokratik siyaseti daha çok geliştirmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Kaderlerini kendi ellerine almaya çalışmalılar. Başka yerden beklenti olmamalı. Halk bilinçli ve örgütlü olur, eyleme geçer ve kendi kaderini eline alırsa, o görüşmeler de bir sonuç verir.

“Çare ve çözüm kendimizdedir. Gelecek halkın ellerindedir” diye bir deyim vardı. Her toplum kendi geleceğini kendisi örgütler. Bu, başkasıyla birlikte yapılabilir ama sen mücadele etmezsen, sen örgütlenmez ve kendine gelecek öngörmezsen kimse sana bir şey vermez. Kendi kaderini kendi eline almayan toplumu kimse dikkate almaz. Kendi demokratik yönetimimizi kurmalı, kendi sorunlarımızı çözmeliyiz. Bu bakımdan her şeyin başına kendini eğitmeyi ve örgütlemeyi, kendi yönetimini sağlamayı her şeyin önüne koymalıyız. Şimdi en kutsal çalışma budur.

Türkiye’nin Kuzey Suriye’de, Cerablus ile başlayan işgali devam ediyor. Türk ordusunun bir günde Cerablus’u alması, AKP-DAİŞ ilişkisini de yeniden tartışmaya açmasını nasıl bakıyorsunuz? Diğeri ise bu işgal ile DAİŞ’le kimin ve nasıl mücadele ettiği konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi bu DAİŞ denen güç nereden türedi, neye ve kime hizmet etti, kimlerin DAİŞ’in arkasında olduğu geçmişe göre daha çok netleşiyor. Yine DAİŞ’le gerçekten kimin mücadele ettiği de, DAİŞ’le mücadele ediyorum diyen çevrelerin de ne kadar tutarlı olduğu da açığa çıkıyor. Tabi bir de DAİŞ’le mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçları kimin paylaşmaya çalıştığı konusu şimdi güncel ve yeni olan durum oluyor.

DAİŞ’e karşı yürütülen kahramanca direnişin ortaya çıkardığı siyasi sonuçları paylaşmak üzere büyük bir yarış var. Kurtlar sofrası denir ya, öyle bir sofra oluşmuş. Türkiye’nin Cerablus’a girişi ise DAİŞ’e karşı mücadele için değildir. Tersine DAİŞ ile anlaşma temelinde oldu. Demokratik Suriye Güçleri’nin, Rojava Özgürlük Güçleri’nin Cerablus-Azaz hattını almasını engellemek üzere Türk uçakları ve tankları saldırı yaptı; ÖSO adı altında oradan buradan topladıkları yeni bir çete grubunu oraya koymak istiyorlar. Ama orada net bir Türk özel kuvvetlerinin işgali var. Bu işgal DAİŞ’le çarpışma halinde olmadı. DAİŞ bıraktı, boş kalan alanı Türk ordusu ele geçirdi.

DAİŞ, kendi tarihinde ilk defa denetiminde tuttuğu bir alanda direnmedi...

Evet. Hala Türkiye ile DAİŞ arasında bir çatışma varmış gibi gösteriliyor. Bunların hepsi yalandır. O yüzden bu durum DAİŞ’le mücadele kapsamında ele alınamaz. Şimdi neredeyse Tayyip Erdoğan DAİŞ karşıtlığının başkomutanı edasına bürünüyor ve “DAİŞ’e karşı koolisyon oluşturuyoruz” deniliyor. Bu da olsa olsa DAİŞ’le suç ortaklığı koalisyonu olabilir. Kim kimi kandırıyor! Olup biten her şey dünyanın gözü önünde oluyor. Dünya bir köy haline gelmiş ve Suriye’de ne olup bitiyor herkes biliyor. O bakımdan sahte bir DAİŞ karşıtı koalisyon oluşturulmaya çalışılıyor.

AKP ve TC, DAİŞ’in en sağlam müttefiki ve suç ortağıdır. DAİŞ’i örgütlemiş bir güç şimdi DAİŞ karşıtı koalisyonun öncüsü haline getirilmeye çalışılıyor. DAİŞ’e karşı mücadelenin ortaya çıkardığı siyasi sonuçlara ortak edilmeye çalışılıyor!

Şimdi yeniden Cenevre toplantıları olacak ve Suriye’de siyasi çözüm gelişecek diye beklenti yaratılıyor. Bunun başarılı olacağını düşünmüyorum. Suriye’de siyasi çözüm arayanların ilk önce Türk ordusunun Suriye’den çıkışını esas almaları gerekir. Böyle bir tutum çözüm arayışına gidebilir. Böyle olmayan her arayış boş bir arayıştır. Öyle bir ‘çözüm’ Suriye’nin paylaşıldığı, Suriye’nin de bölünüp parçalandığı bir durumu ortaya çıkarır. Öyle bir ‘çözüm’ sorunu derinleştirir.

Türkiye’nin Cerablus-Azaz hattını işgal etmiş olması Suriye sorununu daha çok derinleştirdi. Türkiye’yi savaş içerisine çekti. Ve şimdi Suriye savaşının daha da derinleşmesi siyasi çözümden daha da güçlü ihtimaldir. O nedenle mevcut durumda siyasi çözüm zemini yoktur.

Türkiye bu zihniyetle yönetildikçe Suriye’den çözüm çıkmaz. Tayyip Erdoğan faşist diktatöryal zihniyeti sürdükçe ne Suriye’de, ne Irak’ta, ne de Arabistan’ın herhangi yerinde hiçbir değişiklik olmaz. Çünkü değişikliği tıkatan Türkiye’deki mevcut Erdoğan yönetimidir. O bakımdan da değişim, yeni siyaset Türkiye’den gelişecektir.

Şu da söylenebilir: Türkiye bu işin içine daha çok çekiliyor ki, değiştirilebilsin. Evet, bu da olabilir.

Küresel sermayeyle ulus devlet statükoculuğunu temsil eden güçtür. Küresel sermayeyle ulus devlet statükoculuğu arasındaki çatışmada bir uç ulus-devlet statükoculuğudur, bunun liderliğini de Türkiye yapıyor. Tayyip Erdoğan yönetimi böyle bir taraf yönetimidir. Savaşın tarafı olan bir yönetimdir. O bakımdan Türkiye’de değişim olmadıkça ne Suriye’de ne Irak’ta ne de Kuzey Afrika’da hiçbir Arap ülkesinde herhangi bir yeni çözüm ortaya çıkmaz. 

Bu yönüyle AKP Ortadoğu’da bir provokasyon gücü olarak işlev görmüyor mu?

Bir provokasyon gücü değil, bir taraftır. Eski Ortadoğu’nun devam etmesini istiyor. Birinci Dünya Savaşı’nda bölünüp parçalanmış faşist ulus devlet diktatörlükleri altına alınmış despotik Ortadoğu statükosunun sürmesini istiyor. Zihniyet, siyaset olarak bunun temsilcisi ve komutanıdır. Tayyip Erdoğan böyle bir sisteme komutanlık yapıyor. Bu temelde de bölgesel ve küresel düzeyde bir savaş yürütüyor. Böyle bir savaşta İran ile sürekli dirsek teması içerisindeler. Çünkü Ortadoğu’yu ikisi elinde tutuyor. Bu çok net açık bir durumdur.

O bakımdan değişimin Türkiye’de olması zorunludur. Herkes böyle görmelidir. Türkiye böyle bir savaşın içine çekilerek, imkanları yok edilerek köle yapılmak istenmektedir. Bu, gün gibi ortadadır. Önder Apo, Özgürlük Hareketimiz öyle olmak yerine demokratik zihniyete ve siyasete gelip Kürt sorunu başta olmak üzere, Türkiye’nin bütün sorunlarını demokratikleşme temelinde çözelim büyük bir kuvvet çıksın, böylece despotizminden ulus-devlet faşizminden doğan çelişkiler nedeniyle dıştan gelen baskılar gelmesin dedi. Fakat bunu Türkiye’nin aydınları da siyasetçileri de tam anlamadılar. Bu yönlü bilinç örgütlülük gelişmedi. Tersine ulus-devlet faşizminde birlik oluştu AKP-MHP-CHP birliği aslında mevcut despotik ulus-devlet faşizmini restore ederek sürdürmek isteyen bir yönetim olarak çıktı.

Türkiye ve Türkiye toplumu da bilsin Tayyip Erdoğan yalan söylüyor. Bütün bunların müsebbibi olarak bizi, Kürt Özgürlük Hareketi’ni, Kürtleri gösteriyor. “Bunların yüzünden oluyor” diyor, utanmadan alçakça dış güçlerin aleti olduğunu söylüyorlar. Biz hiçbir zaman dışarı çıkmadık hep Kürdistan’da olduk. PKK Hareketi olarak sadece gittiğimiz yer Filistin oldu. Önder Apo çıktıysa Filistin’e gitti oradan şimdi nerede olduğu bellidir. Hareket olarak Filistin’den döndük yerel gücüz, ama dünyayı fır dönen Tayyip Erdoğan ve şürekâsıdır. Kendisini pazarlamak için her şeyi yapıyor. Kim dış güçlerin oyunu, kim dış güçlerin ajanı, uzantısı ortadadır. Hiç kimse bize öyle bir ithamda bulunamaz. Türkiye toplumu bu gerçeği iyi görmelidir. Bu bakımdan büyük bir felaketin içine götürüyor. Bu zihniyeti ve politikasıyla Kürt karşıtı, Kürt düşmanı ulus devlet faşist diktatörlüğünü ifade eden zihniyet ve politikasıyla Tayyip Erdoğan Türkiye’yi bir felaketin içine götürdü. Bu dünya savaşını getirdi getirdi Türkiye’yi üçüncü dünya savaşı merkezi haline getirdi.

Eğer demokratik irade gelişmezse Birinci Dünya Savaşı’nın durumuyla kıyaslamak lazım. Gidişat oraya doğrudur. Eğer bir özgürlükçü demokratik irade ortaya çıkmaz, çözüm gelişemez Kürt halkının çözüm iradesi etrafında Türkiye birleşerek Ortadoğu’da bir demokratik iradeyi Demokratik Ortadoğu Konfederalizm iradesini geliştirmezse Türkiye’de, Ortadoğu’da yeni bir dünya savaşı yaşıyor. Üçüncü dünya savaşı ve bu İkinci Dünya Savaşı gibi değildir, Birinci Dünya Savaşı’na benziyor. Bir Ortadoğu savaşıdır. Ortadoğu’da oluyor. O savaşta Osmanlı neyi yaşadıysa, bu Türkiye’de bunu yaşar. Ben kimseyi korkutmak istemiyorum, ama öngörülü olmak gerekiyor. Tarih bilincimiz olmalıdır. Gerçekleri olabilecekleri biraz görmeliyiz. Tehlike var, tehlike Kürtler için de var, her gün katlediliyorlar soykırımdalar, Türkiye için de var hem de daha fazla var. Bu da görülmelidir.

Bu çerçevede Suriye’de bir DAİŞ karşıtı koalisyon yoktur. Böyle Türkiye öncülüğünde bir karşıtlık yoktur. DAİŞ üçüncü dünya savaşının ortaya çıkardığı bir provokasyon gücüdür. Bu savaşın bir tarafı Türk-AKP yönetimidir. Nasıl DAİŞ karşıtı bir koalisyon yapabilir. Aslında o provokasyon gücünü kullanan ortaya çıkartan güçlerden bir tanesi belki de birincisi Türkiye’dir. Bu çerçevede Suriye’deki durum daha karmaşık hale geldi. Ateşkes yapamadılar. “Yeni Cenevreler olabilir” diyorlar, bu nasıl olur çok bilinmez. Rejim de bu konuda yeterince tutarlılık göstermiyor. Onlar da yenileyemediler, aynı milliyetçilik hastalığıdır. Orada da var. Arap milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği ikiz kardeş gibidirler. Öyle bir durumdan dolayı bu kadar zorlanmasına rağmen kendisini yenileyemiyor. Esad yönetimine bu tavsiyede bulunabilirim. Saddam yönetimine bak, sonuç çıkar. O yönetim biraz demokratik olabilse, özellikle Kürt sorununu, halklar sorununu biraz demokratik yöntemle ele alabilseydi, bunlar başına gelmeyecekti. Irak böyle bir Irak olmayacaktı. Oradan ders çıkartabilir.

Bu gelişmeler ve işgal sonrası Musul operasyonu da gündemde. Siz Musul operasyonunu olası görüyor musunuz? AKP’nin, Musul operasyonu için çok istekli olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir ortamda Musul operasyonu nasıl olacak bunu bilemiyoruz. Herkes “oldu olacak” diyor dört bir yandan. Böyle bir güç ortada yoktur. Kim bu operasyonu yapacak biz bunu çok anlamadık. Cerablus gibi mi olacak sadece o geriye kalıyor. Bunu söyleyebilirim. Mevcut haliyle Rakka ve Musul operasyonları en azından 6 ay bitmiştir, öyle bir zemin yoktur. ABD’de seçimler olur, yeni bir yönetim olur, yeni bir strateji çizer politika oluşturur güç toplar operasyona çıkar, bu olabilir ona bir şey diyemem. Ama öyle olmadan Musul ve Rakka gibi büyük şehirleri DAİŞ’ten alacak bir askeri operasyonun yapacak güç ortada yoktur.

ABD’de bu iradeden düştü. Yalnız başına Rusya’da yapamaz, ancak o tür operasyonları Rusya ve ABD, Avrupa ile anlaşırlarsa yapabilirler. Onun dışında yapma imkanları yoktur. Dolayısıyla siyasi ve askeri açıdan bir savaş anlamında ele aldığımızda ortada Rakka ve Musul operasyonlarının zemini yoktur. Ama herkes “oldu olacak” diyor. Eğer öyle olacaksa Cerablus gibi olabilir. Türkiye’nin de rolü öyle ortaya çıkıyor. Türkiye, Cerablus’u nasıl aldıysa, Türkiye’ye dayanarak ya da başta güçleri de Türkiye gibi yaparak Rakka’yı ya da Musul’u da alabilirler ama bu DAİŞ’e karşı bir operasyon olmaz. DAİŞ’le anlaşma olur. DAİŞ’la anlaşırlar, operasyon yapıyor gibi de görünebilirler. Toplumları, halkları aldatmak için ‘buraları DAİŞ’e karşı savaşarak aldık’ diye ama anlaşarak yapabilirler. Başka türlü bunun yoktur. Musul operasyonu olacaksa ancak böyle olabilir. Musul’u almak kolay değildir. Musul alabilecekler ise neden iki haftada kendileri verdiler bu güçler. Verdikten sonra evet biz kendimizi toparladık diyebilirler, ama DAİŞ’te kendisini örgütledi.

Evet DAİŞ’e karşı YPG-YPJ öncülüğünde HPG ve YJA-Star öncülüğünde büyük bir mücadele verildi. Ciddi darbeler vuruldu, DAİŞ zayıfladı ama yıkılmış değildir. Bir güçtür hala bu şehirleri de elinde tutuyor. O bakımdan bu operasyondan pis kokular geliyor. Kirli işler oluyor. Kirli işler temelinde olabilir. Gizli anlaşmalar, gizli kapaklı ilişkiler ittifaklar temelinde ancak bu tür operasyonlar yapılabilir. Başka türlü olamaz. Şimdiden herkes bu gerçeği görmeli ve uyanık olmalıdır. Daha çok açığa çıkartacak DAİŞ’in ne olduğunu anlayacağız, eğer öyle olursa. Üç senedir bu kadar kanın müsebbibi kimdir o açığa çıkacak. Öyle kolay değildir. DAİŞ ittifak yapıyoruz, anlaşıyoruz kim diyebilir. Nasıl anlaşıyorsunuz. O zaman başta da anlaşmalıydınız. Demek ki DAİŞ’İ başından beri siz yürüttünüz. Sizinle anlaşma temelinde DAİŞ bu saldırıları yaptı, şimdi de eğer Musul’dan çıkacaksa böyle bir anlaşma temelinde, o zaman demek ki bir danışıklı döğüş vardı, bu işin içinde bir oyun vardı, kirli gizli oyun vardı denebilir. Yoksa onun dışında herhangi bir operasyon zemini şimdi yoktur.

Böyle bir duruma da DAİŞ’e karşı bir operasyon denemez, bir askeri operasyon denemez. Bu temelde de DAİŞ’e karşı mücadelenin biçimi değişiyor mu denemez. Bu bir mücadele değildir. DAİŞ’in suç ortaklıkları ortaya çıkıyor demektir. Öyle bir anlaşma filan da değildir. Denebilir ki savaşıyordu, savaşan taraf şimdi anlaşıyor, sorunu anlaşmayla çözüyor. Bu bir anlaşma da değildir, demek ki suç ortaklığı varmış. Dün çatışarak ezmişler bazı güçleri, bugün anlaşmayla yapıyorlar bu işi, ikisi aynı şeydir. Yöntem değiştiriyorlar. Bir güç, yöntem değiştiriyor. Yaptığı provokasyonlardı ve hepsi o zaman gerçekten de Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşını derinleştirmek için ortaya çıkartılmış bir provokasyon anlamına gelir. Tümüyle bu DAİŞ olgusu o zaman üçüncü dünya savaşını yürüten güçlerin, küresel sermeye güçleriyle bölgenin ulus devlet faşist diktatörlük güçlerinin bir provokasyonu, ikisinin de elinin içinde olduğu üçüncü dünya savaşını daha çok keskinleştirmeyi ifade eden bir provokasyonu olduğu açığa çıkar. Biz o sonuca ulaşırız. Herkes bu gerçeği görmelidir. Şimdiden bunu deşifre etmemiz gerekiyor.

Irak Cumhurbaşkanı El Abadi, somut olarak Musul operasyonunu Türkiye’nin geciktirdiğini ve Türkiye’ye Suriye’de olduğu gibi kendi topraklarında bir işgal hareketine izin vermeyeceklerini söyledi. Abadi’nin bu açıklamalarından nasıl bir mesaj çıkarıyorsunuz?

DAİŞ Musul’a girerken Türkiye neredeydi, neler yaptı, Türkiye’nin ilişkileri neydi? Türkiye’nin Musul elçiliği ne rol oynadı, nerelerde kaldı, o elçi nereden Türkiye’ye gitti? Cerablus’tan girdi. Cerablus ile Musul arasında bağlantı oradan bile var. O kadar bir birlik var. Şimdi Türkiye Cerablus’ta bunu yaptı ve gösterdi.

Irak yönetimi, ABD yönetimi, Avrupa yönetimleri biz yaparız olur sanmasınlar. Gerçeklerin farkında olduğumuzu bilmelerini söylemek isterim. En azından bir şey yapamazsak bile bu kirli ilişkileri ve oyunları teşhir ederiz. Herkes bunu bilmelidir. Çünkü son dönemlerde gizli kapaklı tartışmalar var. Evet, Irak hükümeti öyle diyor ama Amerika ile AKP ile gizli gizli görüşmeler de yapıyorlar. Öyle olmamalıdır. Musul operasyonu olacaksa Irak yönetimi bunda birinci dereceden rol oynayacak, peki Irak yönetimi Musul’u kiminle alacak. İşte Türkiye’nin Cerablus işgali iştahlanmış görülüyor. Öyle olursa bu şimdiye kadarki DAİŞ karşıtı tutarlılığı da ortadan kaldırır. Demek ki orada da bir danışıklık var sonucu ortaya çıkar. Bence herkes dikkatli olmalıdır.

Musul önemlidir. Musul noktasından KDP yönetimini, YNK ve Goran, Güney Kürdistan yönetimini daha dikkatli duyarlı olmaya çağırmak isterim.

Bu konuyu açmışken böylesi müdahale Güney Kürdistan’ın kazanımlarını da ortadan kaldırma gibi bir durum olabilir mi?

Evet, vardır. Kürt sorunu Musul sorunudur. Ortadoğu sorunu Musul sorunudur. Musul bir kilittir. İlker Başbuğ net olarak söyledi. “Musul’da Kürtler etkili olmasınlar diye, Musul’u Güney Kürdistan’ı İngilizlere verdik. 1926 Haziran anlaşması bu temeldedir.” Bunu net olarak söylüyorlar ve açık bir durumdur. Her şeyin altında Musul’da Kürt etkinliğinin yok edilmesi vardır. Bu Musul’da Kürt etkinliğinin yok edilmesi Musul’un mahallelerinden Kürtler çıksın değildir, Güney Kürdistan’ın hepsi Musul eyaletidir. Bölüp parçalayarak daralttılar birkaç yere Kürdistan’dır dediler. Şimdi Musul’a yeni bir biçim verirlerse buradan da kaldırıp atacaklar. Sadece Güney Kürdistan yönetimi değil, Güney Kürtlüğü tehlikededir. Mevcut milliyetçi ittifaklar başta Türk milliyetçiliğinin, inkar ve imha siyasetlerinin temelinde geliştirmek istediklerinin altında bu yatıyor. Güney Kürdistan Kürtlüğünü tıpkı Kuzey’de ve diğer yerlerdeki gibi bir soykırım sistemi altına almak istiyorlar. Onun dışında kaldı şimdiye kadar diğer parçaların baskısını dindirsin diye, KDP yönetimi de bunun hep böyle gideceğini sanıyor. Hayır böyle değildir, tehlike ve oyun var. Birçok çevre anlaşıyor. Yeni bir Kürt soykırımını Musul’da Kürt etkinliği, varlığı yok edilerek yaratılmak isteniliyor. Şimdi buna karşı gerçekten de ben Kürdüm, yurtseverim diyen, biraz tarih bilinci olan herkes dikkatle yaklaşmalı, tehlikeyi görmeli ve buna karşı durmalıdır. Bu oyunların hepsine karşı duracak Kürt gücünü iradesini ortaya koyacak, dolayısıyla Kürt etkinliğini geliştirecek güç birliği kesinlikle gereklidir. Bunu yapmayan Kürt geçen yüzyıllarda önemli fırsatları, imkanları değerlendirmemiş olmakla suçlanan Kürtlerden on kat daha fazla tarih karşısında suçlanır.

Biz Hareket olarak böyle bir suçlu olmak kesinlikle istemiyoruz. Onun için bütün Kürt örgütleri, hareketleri duyarlı olmalıdır. Tarih bilincine sahip olmalıdır. Dar ailesel aşiretsel, parçacı, partisel çıkarlardan uzak durulmalıdır. Kürt varlığı ve geleceği tehlikededir. Ortadoğu halklarının uygarlığının geleceği tehlikededir. Dar, sadece Kürtlüğü düşünmek anlamında da değil, çünkü katledilen Kürtlük yok edilen insanlık oluyor, yok edilen Ortadoğu oluyor, yok edilen demokratik uygarlık oluyor. Bütün bunları yeniden var edebilmek için tabii ki Kürdün varlığı ve özgürlüğü çok önemli, belirleyici öncü düzeydedir. O nedenle de insanlık karşısında doğru özgürlükçü rolü oynayabilmek için özellikle Kürtler kendi demokratik birliklerini geliştirmeliler, bu tehlikeli gidişata dur dememeliler. İrade göstermeliler onun bunun kuyruğuna takılarak ne yapacağız arayışını bırakarak öncü irade, özgür irade, belirleyici irade konumunda kendilerini görmeliler. Diğer halkların özgür iradeleriyle eşit demokratik birlik içinde bunu yapmalılar. Bunu söylerken bir egemenlik sistemi olarak söylemiyorum. Eşit özgür temelde diğer halkların iradeleriyle de birleşme temelinde bunu yapmalılar. Kendilerini de kesinlikle belirleyici özgür bir irade olarak ortaya koymalılar. Bu da Kürt demokrasisini, Kürt demokratik birliğini gerçekleştirmekten geçiyor. Kürdün gücünü birleştirerek bu ortama özgürlükçü demokratik öncü çözümleyici müdahalede bulunmayı gerektiriyor.

Bütün Kürt örgütlerini bu konuda daha duyarlı olmaya, görev ve sorumluluklarına zaman geçirmeden sahip çıkmaya çağırıyoruz ve biz bu temelde üzerimize düşecek her türlü görevi yapmaya hazır olduğumuzu da belirtiyoruz.