Kalkan: Faşizme karşı direnilerek zafer kazanılır!

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan: Faşizme karşı direnilerek gelişme sağlanabilir, demokrasi elde edilebilir ve zafer kazanılabilinir. Faşizmle uzlaşılarak, faşizme teslim olarak, faşizme yalvarılarak faşizm geriletileme

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, yürütülen mücadelenin Kürtler açısından bir varlık ve özgürlük kavgası olduğunu belirtti. “Kurtuluşu başka yerde beklememek gerekiyor, kurtuluşumuz kendi ellerimizdedir” diyen Kalkan, “Faşizme karşı direnilerek gelişme sağlanabilir, demokrasi elde edilebilir ve zafer kazanılabilinir. Faşizmle uzlaşılarak, faşizme teslim olarak, faşizme yalvarılarak faşizm geriletilemez” dedi.

PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan MED NÛÇE’de yayınlanan Söz Ötesi’ne katılarak gazeteci Doğan Çetin’in sorularını yanıtladı.

Kürdistan’da direniş sürüyor, YPS ve halkın Nusaybin ve Şırnak’ta yoğunlaşan direnişleri var. Son olarak Kürdistan dağlarından gerillanın da önemli bir hamlesi ve mücadelesi ortaya çıktı. Bu mücadeleyi ve hamleyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun karşısında AKP nasıl bir durumu yaşıyor?

Eskiden hep tarihi bir sürecin eşiğindeyiz deniyordu, ama artık böylesi bir tarihi sürecin içindeyiz. Bu süreç büyük fırsat ve imkanlar sunmasının yanında, büyük zorluk ve tehlikeleri de içinde barındırmaktadır. Bizi bu büyük fırsatlara kavuşturan ise Kuzey Kürdistan’daki özyönetim direnişleri oldu. Zor olanı başardılar. Dost ve düşman herkese Kürt halkının özgür yaşamdan başka bir yaşamı kabul etmeyeceğini gösterdiler.

Direniş, özgür varlığın gururu ve şerefi oldu. Halk önderleri Mehmet Tunç, Pakize Nayır ve Asya Yüksel böyle söylediler. Bu direniş zorluğu yendi ve büyük bir halk kahramanlığını ortaya çıkardı. Tabi çok önemli askeri ve siyasi sonuçlar da yarattı. Mesela Türk ordusu ve polisinde bir sendromun baş gösterdiğinden bahsediliyor. Aslına devleti yönetenlerde sendrom var. Neredeyse çılgınlık belirtileri gösteriyorlar.

Siyasi olarak da bu direniş, bir hükümeti düşürdü. En somut siyasi sonucu budur. “Yok edeceğim” diyen Ahmet Davutoğlu’nun kendisi yok olmuştur. Siyaset sahnesinden silinecek bir noktaya geldi. Nasıl ki Kobanê direnişi ilk defa DAİŞ faşizmine yenilgiyi yaşattıysa, YPS ve YPS-JIN’ın öncülüğündeki Kürt halkının direnişi de AKP faşizmine ilk büyük yenilgiyi yaşatmıştır.

Sur ve Cizre ağır ve katı bir savunma direnişiydi. Şimdi tarz ve taktik bakımından değişim ve yenilenme var. Halk direnişimiz sürüyor. Serhildanlar artarak gelişiyor. Sadece silahlı direniş değil de, Kürt gençleri ve halkının direnişin farklı yöntem ve araçlarını da kullanarak direniş sürdüreceğine inanıyoruz. Demokratik siyaset de bütün saldırılar karşısında direniyor. Bu bakımdan çok önemli hamlesel gelişmelerin içerisindeyiz. Bunun daha fazla gelişeceğini ve yayılacağını beklemek gerekiyor.

Hata ve eksiklikler üzerinde de yoğunca durmak gerekiyor. Bu mücadele Kürtler açısından bir varlık ve özgürlük kavgasıdır. Kürtlük bu dünyada bu kavganın başarısıyla var olacak. Bu anlamda herkesin daha fazla sorumluluk duyması ve katılması gerekiyor.

AKP’nin de özel savaş yayınlarında, Kürt hareketini ve toplumunu karşı karşıya getirme çabalarını görebiliyoruz. Bu konuda Kürdistan toplumu kıştan bu yana gelişen öz savunma direnişlerine nasıl bakıyor ve şu anda PKK’den ne talep ediyor?

Kürt toplumu AKP faşizminin eliyle Kürtlere ve Kürdistan’a dayatılan saldırının karakterini doğru anlamalılar. Beklentili bir durum oldu. Süreci iyi anlaşılmadığı için ve buna karşı yeterli tutum alınmadı. AKP psikolojik savaş temelinde, bilinçleri bulandırmaya ve doğruları muğlaklaştırmaya çalışıyor. Özel savaş kapsamında kullanmadığı hiçbir şey yoktur. Herkesi bu savaşa katmaya, Kürt soykırımına ortak etmeye çalışıyor. ABD, Avrupa, Rusya, Ortadoğu devletleri, hepsini bu savaşın içine katmaya çalışıyor. Kürtler içinde bölünme yaratarak, maddi olarak satın alarak, işbirlikçi uşak haline getirerek onları kullanmak istiyor.

Karşımızdaki gücün karakteri topyekun özel savaş saldırısıdır. Buna rağmen AKP saldırılarının boyutunu ve içeriğini, esas olarak da amaçlarını görememek büyük bir yanılgıdır. 43 yıldır mücadele eden, 30 yıldır savaşan bir hareketiz. Yüz yıla yakın bir süredir Kürtlere soykırım uygulanıyor. Kürt toplumu vahşi katliamlar yaşadı. AKP yönetimindeki TC devletinin bugün uyguladığı özel savaş kadar derinleşmiş bir saldırı hiçbir zaman yaşanmadı. Bu işi yürüten kişi “ya baş eğeceksiniz, ya baş vereceksiniz” dedi. Yani ya teslim olacaklar, ya da hepsini katledeceğini söylemektedir. Böylesine bir karar ve saldırı yokmuş, farklı gelişmeler olabilecekmiş gibi hava yayılıyor, bu şekilde Kürt toplumu etki altına alınmak isteniyor. Halkımız bu konularda duyarlı ve uyanık olmalı. Bu temelde beklenti yaratmaya çalışıyorlar.

Kürt toplumunu mücadeleden alıkoymak, kararlılığını ve direngenliğini zayıflatmak, örgütlülüğü ve birliğini azaltmak ve muğlaklaştırmak istiyorlar. Bu savaş ile toplum gerçeklerden uzak tutularak, birleşemez, örgütlenemez, etkili direnemez konuma getirilmek isteniyor. Bu oyuna kesinlikle gelmemek gerekiyor.

“Tehlike nerededir?” deniliyor. AKP’nin Kürtlere karşı yaptığını şimdiye kadarki özel savaş hükümetlerinin hiç birisi yapamadı. 1992-94 yılları arasında bile bunlar olmadı. Şehitliklerin bombalanması, şehit cenazelerinin yakılıp parçalanması, kadın cesetlerinin çıplak şekilde teşhir edilmesi, cenazelerin arabayla sürüklenmesi hepsi AKP döneminde oldu. Cenazelerin arabayla sürüklenmesi 93’de olmuştu, o zaman dünya ayağa kalkmıştı. Sur ve Cizre gibi kocaman şehirler yakılıp yıkıldılar.

Şimdi de Nusaybin savaş uçakları ile bombalanıyor. Tayyip Erdoğan, Beşar Esad için “kendi şehirlerini uçak ile bombalayan faşisttir, diktatördür, zalimdir” dedi. Peki, bugün şehirleri kim bombalatıyor? Tank ve top ile saldırıyor. Oraya gönderdiği sadist çeteler içki ve eroin ile besleniyorlar. Görüntülerini görüyoruz. O da yetmedi, en son helikopter ve uçağı da şehirleri bombalamak için kullandı. Gerçek bu iken, birkaç yalanın propaganda edilmesiyle, “çözüm olacaktı, PKK yanlış yaptı, direnmek yanlıştı” gibi sözler ‘acaba’ sorusunu sordurtuyor. Toplumumuz bu tür şeylerin ne amaç ile yapıldığını görmeli ve tutum almalıdır.

Bu sürecin bu şekilde gelişmesini PKK istemedi. 7 Haziran’dan sonra sürecin demokratikleşme temelinde yürütülmesini en çok isteyen PKK’ydi. Bütün partilere ortak hükümet çağrısı yaptık. Şimdi hepsi birleşmiş, PKK’ye saldırıyorlar. Bu bir zayıflık değildi. Toplumların daha fazla acı çekmeden, sorunlarını demokratik siyaset temelinde çözmeleri içindi. PKK böyle bir anlayışa sahiptir. Fakat bu süreci geliştirenlerin kim olduğu ortadadır.

Özel savaş çerçevesinde toplumun birliği ve direngenliğini zayıflatan tutumlara karşı da mücadele etmek gerekiyor. Direniş zafere götürüyor, başarı kazandırıyor. İşte Davutoğlu hükümetini düşürdü. Teslimiyet ihanete götürüyor; gözümüzün önünde bir sürü hain çıktı. Pasifizmin yenilgi getirdiğini de bu geçen 10 aylık süreç içerisinde gördük. Ama direnişin büyük kazandırdığını da gördük. Herkes öncelikle direnişte net olmalıdır. Eğer Kürt var olacak ve özgür yaşayacak ise, Sur ve Cizre direnişini geliştiren o kahraman direnişçiler sayesinde olacaktır.

Hareket olarak bütün imkanlarımızı mücadeleye seferber etmiş durumdayız. Bundan çok daha zor dönemler de yaşadık. Mücadele ettik ve o dönemlerden geçtik. Bu bakımdan daha fazla nasıl mücadele edilir, onun yol ve yöntemini arıyoruz. Herkes, her yerde bunu aramalı. Elbirliği ile bu işi yürütmeliyiz. Bütün gençlik ve halk bulunduğu her yerde sorumluluk duymalı, “bu işi ben yapmalıyım” demeli. Kendi gücü ile bunun yapılabileceğini bilmeli ve bu konuda kendine inanmalı. Özgüvenimiz yüksek olmalı. Kürtlerden başka DAİŞ’e karşı hiç kimse savaşamıyor. AKP faşizmine CHP de teslim oldu. Herkesi etkiledi, ama Kürt direnişini etkileyemiyor.

Kurtuluşu başka yerde beklememek gerekiyor, kurtuluşumuz kendi ellerimizdedir. Örgütlenip bilinçlendiğimiz de hak ve adalet bizimle olacaktır. Bu konuda cesaret ve fedakarlık göstermek gerekir. Halkımız, beklenti yaratan ve karamsarlık yayan her şeye karşı tutum almalıdır. Gün mücadele günüdür. Mücadele de bilinç ve irade ile olur. Herkes sorumluluk duymalı ve böyle bir mücadeleye katılmalıdır.

Kürtlere yönelik saldırıların kapsamdan bahsettiniz. Dokunulmazlıkların kaldırılması da bu temelde gündeme geldi. Halkın devreye gireceği, o milletvekillerini seçen Kürdistan toplumunun devreye gireceği bir sürece ihtiyaç yok mu?

İhtiyaç var ve devreye giriyor da. Toplum “irademe dokunma” dedi. Toplum tutumunu ortaya koydu. Ama yüzbinlerin bir araya gelmesine izin vermiyorlar. Polisin ve özel timin hem Türkiye’de, hem de Kürdistan’da halka karşı özel uygulamalarını görüyoruz. Tam bir halk düşmanı, Kürt düşmanı, kadın düşmanı, Alevi düşmanı, devrimci düşmanı, demokrat düşmanıdır. Bu kadar faşist baskı ve terör altında yine de toplum ortaya tutum koydu. Bunu önemsemek lazımdır.

Biraz demokratik bir ortam olsun, milyonlar sokağa dökülür. Türkiye’deki bazı faşist çevrelerin beyinleri yıkanarak yönlendirilmeye çalışılıyor ama o tartışmaların Kürt toplumu üzerindeki etkileri yok denecek kadar azdır. Her türlü zulmü ve saldırıyı göze alarak Kızıltepe’den Colemerg ve Van’a kadar tepkileri gördük. Böyle bir saldırıya rağmen toplum kendi tutumunu ortaya koydu, iradesine sahip çıkıyor. Bu da toplumun bilinçli olduğunu ifade ediyor.

Fakat o iradenin örgüt ve eyleme dönüşmesini sağlayacak örgüt ve öncülük gereklidir. Onun tarzını, yaratıcılığı, inisiyatif ve iradesini gösteren öncülere ihtiyaç var. Bu anlamıyla öncü devrimcilerin, gerillanın, kadın ve gençlik örgütlerinin bu konudaki rolleri önemlidir. Demokratik siyaset güçlerinin de, bütün devrimci güçlerin de halkın bu tutumunu örgüt ve eyleme dönüştürme de rolleri önemlidir. O bakımdan da yarına ertelenmeden herkes görev ve sorumluluğuna sahip çıkmalıdır.

7 Haziran seçimleri öncesinde HDP’nin AKP ile başkanlık üzerinde anlaştıklarına yönelik, CHP ve MHP’nin iddiaları vardı. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda ise MHP ve CHP’nin AKP ile uzlaştığını görüyoruz. Bu bağlamda CHP ve MHP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dokunulmazlıkların kaldırılması bir Erdoğan saldırısıdır. Yenilen AKP çizgisinin ayakta tutulması için gündeme getirilen bir saldırıdır. Bunu Erdoğan meclise dikte ettirdi. Amacı HDP şahsında meclisin tasfiye edilmesidir, kapı kulu haline getirmektir. Nasıl ki 7 Haziran seçimlerini hükümet kurulmasını engelleyerek feshettiyse, 1 Kasım seçimlerinde kısmen ortaya çıkan meclisi de tasfiye etmek istiyor. HDP grubunun tasfiye edilmesiyle amaçlanan budur. Bu amacı gören, dillendiren, temsil eden birinci güç Devlet Bahçeli’dir. Tayyip Erdoğan bu emri verip uygulattı, ama çizgi Devlet Bahçeli ve MHP çizgisidir. AKP, MHP’lileşmiştir. Tayyip Erdoğan siyaseti ve zihniyeti ile Devlet Bahçeli’nin ki arasında herhangi bir fark kalmamıştır.

CHP de güya AKP’yle kavga ediyor ve karşı çıkıyordu. Ama Kemal Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’ın emrine göre hareket etti. Bu işten Kılıçdaroğlu sorumludur. Eğer CHP ‘evet’ demeseydi, dokunulmazlık bu biçimde kalkmayacaktı. En azından referanduma gidecekti. CHP, referandumda devletin faşist çizgisinin zorlanmasını önlemek için ‘evet’ diyerek onları kurtardı. 7 Haziran seçimleri sonrası “CHP ile AKP birleşip hükümet kurarlarsa iyidir” diyenler vardı. CHP ile AKP’nin birliğinin ne olduğunu gördük. O zaman bu görüşü dillendirenler, şimdi bu düşüncenin neye hizmet ettiğini anlamış olmalılar.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasında bu sonucun yaratıcısı Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan değildir. Bunu isteyen onlardı, ama yaratan Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Böylece Kemal Kılıçdaroğlu’nun da onlar ile birlikte olduğu ortaya çıktı. Kemal Kılıçdaroğlu daha önce, “HDP ile AKP birleşiyorlar, gizli ajandaları var” diyordu ve bir sürü dedikodu yaydılar.

Artık CHP’yi AKP’nin koltuk değneği olarak değerlendirmek yetmiyor. Aslında CHP değil de Kemal Kılıçdaroğlu çizgisi AKP’nin bir ortağıdır. Bu anlamda Türkiye’de yeşil, beyaz ve kara faşizmin birliği vardır. Bu faşist birliği yaratan temel olgu da Kürt düşmanlığıdır. Halk ve demokrasi düşmanlığını, Kürt düşmanlığı altında gizlemek istiyorlar. Şoven ve milliyetçi duygu ve ruhu geliştirerek, o milliyetçi çevreleri Kürt düşmanlığına inandırarak diğer yüzlerini gizlemek istiyorlar. Bu bakımdan Kemal Kılıçdaroğlu çizgisi faşist devleti, 12 Eylül rejiminden bu yana gelen Kürt ve demokrasi düşmanı askeri ve faşist devleti ayakta tutma çizgisidir. Kemal Kılıçdaroğlu’nu bunun için göreve getirdiler. Aslında Tayyip Erdoğan’ın bu kadar hükümetin başında kalması ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun aynı zamanda CHP’nin başında kalmasının ortak bir siyaset ve anlayışın pratiği olduğu açığa çıktı. Bu durum bugün netleşmiştir.

Ben özellikle CHP’lilere, Alevilere, Dersimlilere şu çağrıyı yapmak istiyorum: Kemal Kılıçdaroğlu hiçbir zaman başbakan ya da hükümet olamayacak! Çünkü Kılıçdaroğlu’na bu görev değil, Erdoğan yönetimine yedek olma, dayanak olma görevi verilmiştir ve şimdiye kadar o görevi yapmıştır.

Eğer CHP 7 Haziran seçimlerinden sonra HDP ile bir ittifak yapsa, “süreç demokratikleşme sürecidir” diyerek aktif bir demokrasi programı ile mücadele etselerdi, AKP 24 Temmuz saldırısını geliştiremeyecekti. Şimdi bu savaş olmayacaktı. Türkiye’de demokratik siyaset bu sorunları çözmek için işliyor olacaktı. En azından etkili bir mücadele olacaktı. Fakat böyle yapmadı. O zaman da HDP’den uzak durarak, AKP ve MHP ile flört ederek sonuçta Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin meclisi feshederek 1 Kasım sürecine götürmenin zeminini yarattı.

Bu ortaklık, dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki oylamada netleşmiştir. Kendisinin de dokunulmazlığı kalktığı halde ortak olmuşlardır. Tayip Erdoğan, oylamanın akşamında CHP’lilere “sahtekarlar” dedi. Bu söze Kemal Kılıçdaroğlu tepki gösteremedi. Faşizme karşı direnilerek gelişme sağlanabilir, demokrasi elde edilebilir ve zafer kazanılabilinir. Faşizmle uzlaşılarak, faşizme teslim olarak, faşizme yalvarılarak faşizm geriletilemez. Bu şekilde demokrasi mücadelesi yürütülemez. Öyle olanın üzerine faşizm daha fazla gider.

CHP, Kemal Kılıçdaroğlu çizgisinden kurtulmalı. Erdoğan ile Bahçeli Türkiye’yi bu hale getiriyor ve Kürt kanı akıtıyor. Ama bunun bir ortağı da Kemal Kılıçdaroğlu çizgisidir. Eğer demokratik bir çizgi olsa, demokrasi bloğunu öngörseydi, bunların hiçbirisi olmayacaktı. Demokratik direniş, bu faşizmi durduracak ve yenilgiye uğratacaktı. Bunu engelleyen, çeşitli kitleleri aldatan, demokrasi bloğunu zayıflatan Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutumu ve çizgisidir. Yani takke düşmüş, kel görünmüştür. Nasılki 2015 baharında ve Dolmabahçe mutabakatında Tayip Erdoğan’ın maskesi düşmüşse, dokunulmazlık meselesinde de Kemal Kılıçdaroğlu’nun maskesi düşmüştür. Aslında sosyal demokratlık adı altında bir sosyal faşizm vardır. Kemal Kılıçdaroğlu da Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı yapmıştır. Kendisi de bir Kürt’tür, ama bu nasıl bir asimilasyon ve değişimdir ki Kürt karşıtlığı temelinde faşizmin bir ortağı olmuştur.

Biz inanıyoruz ki Dersimliler, Alevi toplumu ve esas olarak da CHP’liler bu gerçekliği daha iyi görecektir. Bu çizgiden kendilerini hızla kurtaracaklardır, yoksa böyle bir çizgi altında faşizmin şamar oğlanı olmaktan kurtulamazlar. Şimdi Erdoğan’ın yaklaşımı kedinin fare ile oynaması gibidir. Gerçekten sosyal demokrat olanlar buna tahammül etmemeliler ve tutumlarını ortaya koymalılar.

Uluslararası alanda dokunulmazlığa yönelik çeşitli açıklamalar yapıldı. Bu açıklamalar göstermelik açıklamalar mıdır, yoksa Türkiye’ye yönelik ciddi uyarılar mıdır?

Bu uyarıyı yapanlar, Türkiye’nin bu duruma gelmesinde sorumluluk payı olanlardır. Bir defa bunu başta net olarak belirtmemiz lazımdır. O açıklamaları yapan herkes bu duruma gelmekten sorumludurlar. AKP’ye 7 Haziran’dan sonra destek verdiler, antlaşma yaptılar, kapıları açtılar. Güya Avrupa Birliği’ne girecek diye Davutoğlu hükümeti ile görüşmeler başlattılar. 22 Temmuz’da yeni bir ABD-Türkiye antlaşması oldu. Antlaşmanın yapıldığı açıklandı ve 24 Temmuz’da Türkiye’yi bu duruma getiren süreç başladı. Fakat şuan hepsi göstermelik denilirse, doğru olmaz. O zaman çıkarları onu gerektirdiği için güç ve destek verdiler. Birlikte oldular, bu durumun ortaya çıkmasından pay sahibi oldular. Fakat birçok çevrenin çıkarları bunun ile uyuşmuyor, çelişik haldedir. Dolayısıyla siyasetlerinde farklılaşma ve karşıtlık var. Tayip Erdoğan’a 2015 Temmuz’unda vize verdiler, fakat 2016 baharında o vizeyi geri çektiler. Bu bakımdan Erdoğan’ın izlediği Kürt soykırımı politikasını, bu temelde Türkiye’yi ağır savaş içine çeken politikayı kaldıramıyorlar. Kürtlere uygulananları, soykırımı kabul etmemeleri gerekiyor. Ama tutarlı değiller.

BM “Cizre’de çok kötü şeyler olmuş” dedi. Peki onlar olurken neredeydi? Orada yananlar, telefonlar ile konuştular, bütün dünyaya neyin olup bittiğini yaydılar, BM duymadı mı? Çıkarları görmemelerini, duymamalarını gerektiriyordu. Şimdi çıkarları farklılaştığı için duyup, görüp, dile getiriyorlar. Tabi bu soykırımı kabul edecek durumda değiller ama daha çok Türkiye’nin böyle bir soykırımı yürüten politik askeri duruşunu kaldıramıyorlar. Türkiye’yi sırtlarında taşıyamıyorlar. Küresel sistem ise AKP’nin şuan yürüttüğü savaşı kaldıramıyor. Ortadoğu’nun diğer alanlarındaki politikaları nedeniyle bu savaşı kaldıramıyorlar ve aralarında çelişkiler oluşuyor. Yani Erdoğan siyasetinin üzerine bir çizgi çizmişler. Türkiye devleti içerisinde çatışan iki grup konumundalar.

Davutoğlu’nun istifası, ardından AKP kongresi ve yeni Kabine geldi. Sizce AKP’deki bu yeni dönem, başkanlık sistemine gidecek bir ara dönemi mi ifade edecek? Bu süreç neyin hazırlığıydı, yoksa sadece bir darbe miydi? Bu konudaki görüşlerinizi almak istiyorum.

Ne kadar doğruydu bilemiyorum ama bazı duyumlarımıza göre bu Mayıs’ta Tayyip Erdoğan düşürülecekti. Böyle söylentiler ve beklentiler vardı. Kim yapacaktı, nasıl düşecekti bilemeyiz. Ama Kürt direnişi, onun tırnaklarını söktü. Bu açık bir gerçekliktir. Yıkım ile yüz yüze getirdi. Bu görüşün pratik olarak bir anlamı vardı. Bir yenilgi yaşadı. ‘PKK’yi yok edeceğim’ diye savaşa girdi, bu kadar katliam ve vahşet uyguladı, ama başarısız kaldı. Ciddi bir yenilgi yaşadı ve yıkım ile yüz yüze kaldı.

Tayyip Erdoğan çizgisinin Türkiye’de artık düşürülmesi gerekiyordu. Erdoğan bunu hissetti. Yaptıklarını bu durumdan dolayı karşı bir hamle olarak ele almak lazım. Hem Davutoğlu hükümetini düşürerek, parti ve hükümette yaptığı değişiklikler, hem de dokunulmazlıkların kaldırılması yönündeki tutum; kendi durumuna karşı yaptığı iki hamle oldu. Böylece meclisi, hükümeti etkisiz hale getirip denetleyerek, partiyi ise tümüyle denetim altına alarak, kendisine karşı geliştirilebilecek olası siyasi hamlelerin önünü kesmek istedi.

AKP’nin son kongresi Tayyip Erdoğan’a biat tutumuydu. Erdoğan, artık bir lider ve parti görmüyor. AKP’ye güya bir dava atfediyor ve kendisini de o davanın önderi olarak tanımlıyor. Binali Yıldırım’ın Erdoğan tanımlamaları, kongredeki sözleri, tamamen bu anlama geliyor. Parti de düşünebilecek, konuşabilecek hiç kimse bırakılmadı. Öyle bir yönetim ortaya çıkarıldı ki, sadece Erdoğan’ın söylediklerini uygulayacaklar.

“Düşük profilli bir başbakan olacak” diyorlardı. Sonuçta profilsiz bir başbakan ortaya çıktı. Buna ikinci Yıldırım Akbulut vakası diyebiliriz. ANAP döneminde, Turgut Özal’dan sonra bir Yıldırım Akbulut olayı vardı, Binali Yıldırım da ona benziyor. Böylelerine kukla deniliyor. AKP kongresinde de şu mesaj verildi: AKP Erdoğan’ın partisidir. Bu kadar Erdoğan propagandası ve çabası, gösteriyor ki, AKP’de başka eğilimler ve gruplar var.

Bunların tamamı Kürt direnişi karşısında yenilen Erdoğan’ın ömrünü uzatmak için yaptığı hamlelerdir. Nasıl 7 Haziran yenilgisinden sonra birçok faşist çevre ile 24 Temmuz saldırısını ortaya çıkardıysa; şimdi de ikinci bir hamle yapıyor.

Başkanlık olacak mı olmayacak mı, tartışmalarına da gerek yok. Zaten tek adam diktatörlüğü var. Kendi diktatörlüğünü kuruyor, onu yasalaştıracak bir sistem de kurmaya çalışıyor. Darbe üstüne darbe yapmıştır. Meclisi etkisiz kılıyor, hükümeti etkisiz kılıyor, yasalardaki demokratik tahammüllerin hiç birisini uygulamıyor. Hepsi faşist sivil darbe karakterindedir. Bu şekilde bir yığın suç işlemiş. Şimdi bu suçların hesabının sorulacağı, bunun hesabının sorulacağı korkusuyla kendisinden hesap sorulmayacak bir anayasal düzen yaratmak istiyor. Binali Yıldırım ekibinin amacı bunu yaratma programıdır. Ama bunu başaramayacaktır.

Bu hükümet yönetim olamayacaktır. Binali Yıldırım, Yıldırım Akbulut kadar da hüküm sürmeyebilir. Bırakalım öyle değişiklikler yapmayı, kaç hafta-ay dayanabileceği tartışmalıdır. Zaten kendini ilan ettiği tek şey var: Kürt düşmanlığı ve Kürt soykırım savaşını yürütmedir. Bunun çok uzun ömürlü olacağını da sanmamak gerekir. Erdoğan sisteminin hiçbir dayanağı kalmamıştır ve yakında çökecektir.

Erdoğan’ın yönetimi eline alması, kendini ve sistemi güçlendirdiği anlamına gelmiyor. Demokratik ve herkesin katıldığı bir sistem güçlü sistemdir. Şimdi kendisi söyleyecek, diğerlerine yaptıracak. Ama kimse bu yönetimi kaldıramaz. Böyle bir Türkiye’yi ne ABD taşıyabilir, ne Avrupa taşıyabilir, ne de Ortadoğu taşıyabilir. Belki Suudiler taşıyabilir. Suudi sistemine benziyor mu, onlara da haksızlık yapmayalım. Belki onlar gibi bir meliklik unvanı alabilir. Ama Türkiye toplumu hiç taşıyamaz. Türkiye’nin bu kadar çözülmesi gereken acil sorunları var. Ama bu yönetim o sorunları çözerek değil, ezerek ayakta kalmak istiyor.

Aslında Erdoğan bu dokunulmazlıkların kaldırılması oylamasında, referanduma gitmeyi düşünüyordu. Bahçeli onu uyardı ve “büyük bir tehlikedir, giderseniz kaybedersiniz” dedi. Referandumdan kurtaran ise Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Demek ki Kemal Kılıçdaroğlu, Bahçeli’nin çizgisinde onun emrini dinledi. Ordu ona emir verdi, Kemal Kılıçdaroğlu ordu ile gizli görüşmeler yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun derin devletin iyi bir adamı olduğu açığa çıktı. Aynen Devlet Bahçeli gibidir. Oraya öyle solcu veya sosyalist bir kişilik olarak gelmemiştir. Görevlendirilmiş bir memurdur.

Erdoğan’ın yasal hakkı vardı, referanduma götürebilirdi, niye götürmedi? Korktuğundan götüremedi. Bunun için bütün faşist güruhlar birleşerek 376’ya ulaştılar. Referandumdan korku, Türkiye toplumundan duyulan korkudur. Bu bakımdan Erdoğan’ın izlediği faşist terör siyasetini, dışarda olduğu gibi, dışarda da hiç kimsenin kaldırabilmesi mümkün değildir. Herkes buna karşı çıkmak zorundadır. Karşı çıkmayan bu faşizm tarafından ezilir. Bu da devrimci demokratların görevidir. Eğer Kürt direnişi, Türkiye devrimci güçleriyle birliğini daha fazla geliştirirse demokrasi bloğunun güçlenmesini sağlar ki, HBDH bunu ifade ediyor. Bu güçler, faşist terörü kaldıramayan topluma biraz öncülük edip bilinçlendirebilirse Erdoğan sisteminin düşüşü daha yakın olacaktır.

Erdoğan rejiminin toplum hayatına zarar verdiği aşikardır. Ama ne yapılması gerektiği ile ilgili, öncelikler nelerdir? Devrimci demokrasi güçleri neye odaklanmalı?

Kemal Kılıçdaroğlu çizgisinin sol görünüm altında faşizmin nasıl gizli ajanı olduğu açığa çıktı. Öncelikle bunları tanıyalım. Bunların sol birliği bozan tutumdan çıkarılması gerekmektedir. Diğeri, toplum gerçekten de burnundan soluyor. Erdoğan bir de dalga geçiyor. Ortada o kadar cenaze varken, kızını nasıl evlendirdi.

Her gün insanlar ölünce ve cenazeler kaldırılınca da diyor, “hamt olsun ki kınalı Hasanlarımız tükenmiyor.” Erdoğan’ın iktidarını uzatan akıttığı kandır. Kandan besleniyor. Toplumun bunu görmemesi mümkün değildir.

Müthiş bir örgüt ve eylem seferberliğine ihtiyaç var. Bu çerçevede Türkiye’nin her zamankinden daha fazla bir demokrasi bloğuna ihtiyaç var. Ama en geniş demokratik çevrelerini içine çekecek, AKP ve Erdoğan faşizmini düşürmek üzere bir demokrasi bloğu gerekiyor. Devrimci güçler, bu demokrasi bloğuna öncülük etmelidir. HBDH bu iddia ile ortaya çıktı, gerçekten de alternatif olma ve birleşik bir devrim ile demokratik bir Türkiye’yi ortaya çıkarma şansına sahiptir. 

Eğer onlar birlik olur ve belirttiğim sıfatları kendilerinde taşıyarak mücadeleye yürürlerse Türkiye’yi büyük bir devrime taşıyabilirler. Bütün sorunlarını demokratik siyaset yoluyla çözen bir ülke haline getirebilirler. Demokratikleşen Türkiye, demokratikleşen Ortadoğu olur. Bugün Ortadoğu’daki çatışmaların önünü alacak tek şey demokratik Türkiye’dir. Çözüm Suriye, Irak veya başka yerde değildir. Türkiye’de çözüm olursa Ortadoğu’da da çözüm olacaktır. Türkiye’de bir çözüm olmazsa, Ortadoğu’daki kaos bir çözüme ulaşmayacaktır. Bunu gerçekleştirecek olan devrimci güçlerin öncülüğünde geliştirilecek olan büyük bir demokratik devrimdir.

Bu gerçekleri görerek daha büyük ve gerçekçi mücadeleye çağırıyorum. Birleşik Devrim Hareketimizi daha da büyütebiliriz. Demokrasi ve barış bloğu bu temelde daha da büyüyebilir. Bu çerçevede de özellikle gençliği hem demokratik direnişi geliştirmeye, hem de devrimci direniş içerisinde aktif yer almaya çağırıyorum. Her alanda, her düzeyde mücadeleye aktif katılmalıdırlar. Gerçekten de Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin izinden yürüyen, onların ruhu ve iradesi ile yetişmiş eğitilmiş devrimci militan gençlik olduklarını göstermeliler